İsmail arabaci kiMDİR


TÜRKİYE’DEKİ BAZI ETNİK TANIMLAMALAR



Yüklə 2,91 Mb.
səhifə248/269
tarix07.01.2022
ölçüsü2,91 Mb.
#83021
1   ...   244   245   246   247   248   249   250   251   ...   269
TÜRKİYE’DEKİ BAZI ETNİK TANIMLAMALAR 

Etnik grup kavramı, genel kabul gören klasik anlamında Gürcü etnolog Dragadze tarafından şöyle tanımlanmıştır: "Etnos... tarihî olarak belli bir bölgede yerleşmiş, nispeten istikrarlı dil ve kültür özelliklerine sahip, birliklerinin ve diğer benzer formasyonlardan farklarının bilincinde olan ve bunu kendi koydukları bir adla (etnonim) ifade eden sağlam bir insan topluluğudur."

Tarihî olarak Türkiye'deki Alevî Türklerle Sünnî Türkler aynı kökenden, 11.-13. asırlar arasında Anadolu'ya göç eden Oğuz boylarından gelir. Oğuz boylarının Anadolu'da dağılarak birkaç yüzyıl içinde Alevî ve Sünnî Türkler olarak iki inanç grubu halinde kümelenmeleri sürecinde, başka etnik gruplarla karışma veya başka bir etnik grup kültürü tarafından asimile edilme gibi etnik faktörler rol oynamadığı gibi, Alevî-Sünnî ayrımı Oğuz boyları içinde bir kümelenmeye bile tekabül etmemiştir. 1856'da Fırka-i Islahiye tarafından cebren iskân edilinceye kadar Uzunyayla'da yaylayıp Çukurova'da kışlayan Avşarların torunlarından olan Kayseri, Tomarza’daki Avşar köylerinin bir bölümü Sünnî, bir bölümü Alevîdir. Bu örnekte görüldüğü gibi, Türk olmanın ötesinde, aynı Oğuz boyundan gelen ve aynı aşiret içinde bulunan iki grubun iki ayrı etnik grup oluşturduğu nasıl kabul edilebilir? Çeşitli dönemlerde Alevîlik ve Sünnîlik arasındaki ayrım çizgisinin belirsiz, değişken bir nitelik göstermiştir. 16. yüzyıl başında Safevî Devletinin alternatif bir siyasî merkez olarak ortaya çıkmasından sonra Osmanlı sosyal düzenindeki konumlarından hoşnut olmayan çok sayıda Türk, özellikle de birçok Türkmen aşireti "Kızılbaş'a meyyal", yani Safevî taraftarı olmuş, bunların önemli bir bölümü de İran'a giderek Safevî askeri gücünün en önemli kesimini teşkil etmişlerdir . Aslında daha çok sosyal ve siyasî saiklerle yapılan bu tercih, inanç düzleminde de o günkü tabirle Kızılbaşlığa geçişi içeriyordu. Olgunun siyasî temele dayanması sebebiyle kişi ve topluluklar bazında iki cephe arasında gidip gelmeler olduğu belgelerde görülmektedir. 17. yüzyıldan itibaren mezhep dağılımı büyük ölçüde istikrar kazanmakla birlikte, mezhep değiştirme (artık Alevîlikten Sünnîliğe geçiş olarak) devam etmiştir ve bugün de devam etmektedir. Bazı topluluklardaki sözlü gelenek ve Türkiye'nin birçok yöresinde rastlanan tavşan eti yememe, semah gibi Alevîliğin alâmet-i farikalarına sahip fakat tamamen Sünnîleşmiş ve Alevî geçmişini unutmuş köylerin varlığı bu sürecin kanıtlarıdır. Öte yandan Sünnîleşme sürecinin henüz içinde yaşayan, 30-40 yıl önce Alevî iken bugün camisinde namaz kılınan, çocuklarını İmam Hatip Lisesine gönderen köyler de mevcuttur.

Anadolu'ya gelen Türklerin neredeyse tamamını Oğuzlar teşkil ediyordu. Oğuzların 10. yüzyıldan itibaren Müslüman olmaya başlamalarıyla yavaş yavaş Oğuz adının yerini Türkmen kelimesi aldı. 11. - 13. yüzyıllar arasındaki büyük göçle Anadolu'ya gelenler de artık Türkmen olarak adlandırılıyordu. Günümüzde bu Türkmenlerin torunları karşımıza Türk, Türkmen ve Yörük adları altında çıkmaktadır. Bu farklılaşmayı statik bir yaklaşımla açıklayabilmek mümkün değildir, çünkü Türkmen ve Yörükleri birbirlerinden ve yer yer göçerliğin kültürel kalıntılarını daha çok taşımaları dışında yan yana yaşadıkları "Türkler"den ayıran herhangi bir etnolojik özellik bulmak imkansızdır. "Türk”lerinkinden farklı Yörük veya Türkmen gelenek ve görenekleri, Türkmen ve Yörüklere özgü müzik ve oyunlar, ya da ayrı birer Türkmen veya Yörük diyalekti mevcut değildir. Anadolu Türkleri arasındaki bu farklılaşma ancak tarihî perspektif içinde kavranabilir. Bunun için de 16. yüzyıla uzanmamız gerekiyor.

16. yüzyılda Anadolu'da aşağı yukarı Sinop-Ankara-Konya-Alanya üzerinden geçen bir hattın batısında bulunan Türk aşiretleri genel olarak Yörük, doğusunda bulunanlar ise Türkmen olarak biliniyordu. 13. ve 14. yüzyıllarda çeşitli kaynakların Batı Anadolu'da büyük Türkmen kitlelerinin varlığından söz etmelerine rağmen, 15. yüzyılın başından itibaren Batı Anadolu'daki göçer Türkmenler için Yörük tabiri kullanılmaya başlanmakta, bu dönemden sonra bu topluluklara Türkmen denmemektedir. Bölgeyi fetheden Türkmenlerin büyük çoğunluğu bölgenin verimli topraklarında kısa zamanda yerleşik hayata geçmişler (‘’Manav’’ diye tabir edilenleri vardır), bu durumda hâlâ göçerliği sürdüren Türkmenleri tanımlamak için de yörümek kökünden türetilen ve 15. yüzyıldan önce Türkçe’de rastlanmayan ‘’Yörük’’ kelimesi kullanılmaya başlanmıştır. Türkmenlerin yerleşik hayata geçenleri, bulundukları yerlerdeki diğer yerleşik halklarla yaptıkları evlilikler sonucu Türkmen fiziki görünümlerini yitirerek sadece Türk diye anılmışlar fakat Yörükler konar-göçer zor bir hayat yaşadıklarından dolayı evliliklerini sadece kendi içlerinden yapmışlar ve Türkmen fiziki görünümlerini (iri elmacık kemikli olmaları gibi) korumuşlardır. Yörük kelimesi ilk başta bir topluluğun özel adı değildi. Bugünkü göçer veya göçebe anlamını taşıyor ve bir hayat tarzını tasvir ediyordu. Nitekim Yörük kelimesi Osmanlı belgelerinde Yörükler, yani Batı Anadolu göçerleri dışında Doğu Anadolu'daki Türkmenler için de göçer anlamında kullanılmıştır. Fakat halk arasında Batı Anadolu'daki Yörüklere Türkmen denmediği gibi, doğudaki Türkmenler için de Yörük tabiri kullanılmamış, zamanla Yörük kelimesi belli bir topluluğun özel adı niteliğini kazanmıştır.

Yörüklerin tarihî adlarını unutmuş Türkmenler oldukları açık olmakla birlikte, Yörük ve Türkmenler arasındaki ad farklılaşmasının yalnızca coğrafî-tesadüfî etkenlere dayanmayıp aynı zamanda tarihî bir temeli de olabileceğini gösteren bazı ipuçları vardır. 16. yüzyılda Türkmenler ve Yörükler arasında şu farklardan söz edilebilir:

Türkmenler eski Oğuz geleneğini sürdürerek Boz Ulus, Yeni İI, Dulkadirli Ulusu gibi il veya ulus adını taşıyan aşiret konfederasyonları halinde örgütlenmişlerdi. Yörükler ise küçük ve dağınık (tarihî tabirle, perakende) olarak yaşıyorlardı. Büyük Türkmen topluluklarının bir bölümü Ramazanoğulları, Dulkadiroğulları gibi siyasî oluşumlar meydana getirirken, Yörüklerin siyasî bir rol oynamalarına rastlanmaz. Bu örgütlenme farkının yanı sıra genel olarak Yörüklerin Osmanlı düzenine ve yerleşik hayata daha fazla uyum sağlamış oldukları görülmektedir. Kışlalarında tarım yapma bakımından Yörükler Türkmenlerden daha ileriydi. Zaten Yörüklerin göçerliği kısa mesafeli yaylacılık hareketlerinden ibaret hale gelmişti. Yörük aşiretlerinin çoğu 20-30 km.lik bir göçle yaylalarına ulaşırken Boz Ulus Diyarbakır'ın güneyinden Erzurum'a yaylamaya gidiyordu. Bu özelliklerinden dolayı Yörükler yerleşik hayata daha kolay geçebiliyorlardı. Yörüklerde Türkmenlere göre tarihî Oğuz boylarının adlarına daha az rastlanıyordu.

Bu tarihî bilgilere, şu çağdaş gözlem eklenebilir: Türkmenler Orta Asya'da uzun bir geçmişi olan Moğol ve Türk göçerlerin alâmet-i farikası niteliğini taşıyan keçeden mamul derimevini kullanmaya devam ederken, Yörükler keçi kılından dokunan kara çadırı kullanmaktadırlar. Derimevinin tarihî Türk çadırı olduğu ve Orta Asya'da Türkmenlerden Kırgızlara kadar bütün Türk halklarında 20. yüzyıla dek varlığını koruduğu malûmdur. Ön Asya'ya özgü olan kara çadır Yörükler dışında Kürtler, Bahtiyarîler ve Lurlar gibi İranî kavimler ve Bedevîler tarafından kullanılmaktadır. Yörüklerin bu çadırı Ön Asya'da İranî göçerlerden almış olmaları gerekir. Gelişmiş bir iskelete sahip olan derimevinden farklı olarak direkler üzerinde duran ve koyun yününe göre daha kalitesiz bir izolasyon malzemesi olan keçi kılıyla örtülü kara çadırı benimsemeleri Yörüklerin Türkmenlere göre Orta Asya Türkmenliğine daha uzak olduğunu gösteren bir diğer husustur. Ayrıca bu durum iktisadî anlamda bir yoksulluk belirtisidir. Yörükler ve Türkmenler arasındaki başlıca farkları belirttikten sonra konunun can alıcı noktası olan Yörük-Türkmen ayrımının kaynağı meselesine gelebiliriz. Aynı kökenden gelen ve aynı ülkede yasayan bu iki topluluk nasıl birbirinden ayrı kimliklere sahip olmuşlardır? Bu durum iki topluluğun Anadolu’ya farklı tarihlerde gelmiş olmasıyla açıklanabilir. Bilindiği gibi Oğuz Türkleri Anadolu'ya iki ayrı göç dalgası halinde gelmişlerdir. Birinci göç dalgası 1071'deki Malazgirt savaşını müteakip başlayan ve 12. yüzyıl ortalarına kadar devam eden dalgadır. 13. yüzyılda meydana gelen ikinci göç dalgasını ise Moğol istilasının önünden kaçanlar oluşturuyordu. Yörükler birinci göç dalgasıyla gelip göçerliği sürdüren, Türkmenler ise ikinci göç dalgasıyla gelip göçerliği sürdüren Oğuz Türkleridir. Bu iddiayı destekleyecek kanıtlar şunlardır:

Anadolu'da SüIeyman şah önderliğinde Rum Selçuklu Devleti kurulduktan (1075) sonra Konya Sultanlığı, Büyük Selçuklu Devletini takiben savaşlarda kendilerinden yararlandığı göçer Türkmen topluluklarının merkeziyetçi bir devlet yapısı içinde büyük bir istikrarsızlık unsuru olabileceklerinin bilincinde olmuş ve bu göçerleri her zaman denetim altında bulundurmaya çalışmıştır. Bu bağlamda Rum Selçuklularının Anadolu'ya gelmiş olan göçer topluluklarını (ki bunların çoğu, belki de tamamı orijinal Oğuz boy adlarını taşıyor ve bir boyun önemli bir parçasını, hatta kimi zaman tamamını teşkil ediyorlardı) parçalamak ve uç olarak bilinen Anadolu'nun batısındaki Bizans-Selçuklu sınır bölgesine yığmak siyasetini izledikleri bilinmektedir. Toplulukların küçük parçalara bölünerek farklı bölgelere gönderilmesi bunların askerî güçleri sayesinde ülkede karışıklık çıkartarak siyasî bir rol oynamaları ihtimalini engellemeyi amaçlıyordu. Öte yandan Türkmenlerin uca yığılmalarıyla hem ülkenin tarım, ticaret ve medeniyet merkezi olan iç bölgelerde istikrarsızlık yaratmaları önleniyor, hem de savaşçı enerjileri Bizans'a yöneltiliyordu. Selçuklu ucu 12. yüzyılda kuzeyde Kastamonu'dan güneyde Antalya'ya uzanan bir yaydan oluşuyordu. Günümüzde de Yörüklerin bulunduğu bölge (tabiî ucun batısında kalıp sonradan fethedilen kıyı kesimi de dahil olarak) burasıdır. Bu yayın doğusunda da az sayıda Yörük topluluğu bulunmaktaysa da bunların hepsi buralara son asırlar içinde batıdan gelmişlerdir. Nitekim bu sebepten Adana'da Yörükler Aydınlı olarak bilinir. 13. yüzyılda Anadolu'ya gelen Türkmenler ise artık yerleşmelerini yönlendirecek güçte bir Selçuklu Devleti kalmadığından ilk karşılarına çıkan göçer hayvancılığa elverişli yerleri yurt tutarak Anadolu'nun doğu yarısında kalmışlardır. Yine aynı sebepten, ikinci göçle gelen topluluklar dağılmadan büyük iller halinde varlıklarını yüzyıllarca sürdürmüşlerdir. Daha sonra Yörük adını alacak olan birinci göçle gelen göçerler ise küçük gruplara bölünmüşlerdir. Nitekim Yörükler kaynaklarda yer almaya başladıkları devirlerden beri hep perakende topluluklar olarak görülmekledir. Bu aşiretler içinde de 21 boydan birinin adını taşıyan yoktur. Oğuz boy adlarına Yörükler arasında yalnızca aşiretlerin küçük alt birimleri olan obalar arasında ve seyrek rastlanır. Bu durum Yörüklerin ataları olan toplulukların Selçuklularca parçalara ayrılmasının bir başka tezahürü olduğu gibi, boy adlarına Yörüklerde Türkmenlerde olduğundan daha az rastlanması da Yörüklerin Türkmenlere göre Anadolu'da daha eski olduklarının bir işareti sayılabilir; çünkü gerek göçerler, gerekse yerliler arasında yer veya topluluk adı olarak kullanılan Oğuz boy adlarının zaman içinde unutulması Anadolu tarihinin genel bir eğilimidir. Faruk Sümer'in 16. yüzyılla 20. yüzyıl arasında yaptığı kıyaslamada Anadolu'da görülen 21 boy adından bu eğilime uymayan, yani azalmak yerine artan tek örnek Avşar'dır ki bu da Çukurova-Uzunyayla Avşarlarının 19. yüzyıldaki iskanının sonucudur.

Türkmenlik Türklüğün alternatifi değil, Türk olmanın ardından gelen ikincil bir kimliktir. (Bu durum Yörükler için de böyledir). Azerbaycan Türklerine 20. yüzyıla kadar yalnızca Türk denmiş, Kuzey Azerbaycan'ın SSCB'ye dahil edilmesinden bir süre sonra siyasî saiklerle o zamana değin yalnızca Türkçe’nin bir lehçesini tanımlamak için kullanılan Azerî kelimesi etnik anlamda kullanılmaya başlanmış, zamanla bu kullanım İran Azerbaycanına da geçmiştir. Bugün iki ülkede de halk kendisi için Türk ve Azerî kelimelerinin ikisini de kullanır. İran'da Türk kelimesi kullanım sıklığı bakımından çok daha ağır basmaktadır. Irak'ta Musul ve Kerkük havalisinde yaşayan Türklere Osmanlı devrinde tabiatıyla Türk denmekteydi. Bugün bu Türkler için zaman zaman kullanılan Türkmen tabiri Irak rejiminin siyasî saiklerle başlattığı bir uygulama olup, sunîdir.

Günümüzde Azerbaycan ve Irak Türkleri Türkçenin Azerî lehçesini konuşurlar. Orta Asya Türkmenlerinin dili olan Türkmence ise Orta Asya Türk dilleri içinde Türkçeye en yakını olmakla birlikte Türkçenin bir lehçesinden çok, ayrı bir Türk dili olarak nitelendirmeyi gerektirecek ölçüde Türkçe’den farklıdır. Dil farkının yanısıra 700 yıl kadar süren bir izolasyonun tabiî sonucu olan başka kültürel farklar günümüzde Orta Asya Türkmenlerinin Ön Asya'daki akrabalarından ayrı bir kavim olarak değerlendirilmesini gerektirir.

Kürtlerin grup kimliğinin birincil olarak dille, ikincil olarak da Şafiî ve Alevî olan Kürtlerin çevrelerinde yaşayan ve Hanefî olan Türkler ile aralarındaki mezhep farkıyla belirlendiği ileri sürülmektedir. Bu iddia gerçek dışıdır. Sünnî Kürtlerin hemen tamamı Şafiî’dir. Bu onları Sünnî Türklerden ayırırsa da, Siirt, Mardin gibi illerde Kürtlerin komşusu olan Araplar da Şafiî olduğundan, Şafiîlik Türkiye genelinde Kürtlüğün ayırt edici bir vasfı olamaz. Alevî Kürtlerin Türklerle bir arada yaşadığı hiç bir ilde Alevîliği bir Kürtlük kıstası olarak değerlendirmek mümkün değildir, çünkü buralarda mutlaka Alevî Türkler de vardır. Nitekim bunun bir örneği 1965 tarihli Erzincan köylerinin etnik ve dinî yapısı tablosunda görülmektedir. Bu tabloda Erzincan merkez ilçeye bağlı köylerin 98'inin Türk, 20'sinin Kürt köyü olduğu, dinî olarak da 31'inin Sünnî, 67'sinin Alevî ve 20'sinin karışık olduğu belirtilmektedir. Basit bir aritmetik hesapla, Türk köylerinden en az 67'sinde Alevîlerin bulunduğu anlaşılmaktadır. Esasen Alevîlik Anadolu Türkleri arasında gelişen bir inanç sistemi olduğu ve Kürtlere Türklerden geçtiği için, Türkiye dışındaki Kürtler arasında Alevîler bulunmadığı gibi Türkiye'deki Alevî Kürtler de yalnızca Kürtlerin Türklerle bir arada ya da onlara komşu olarak yaşadıkları bölgelerde bulunurlar; Türklerin bulunmadığı Güneydoğu Anadolu'nun derinliklerinde Alevî Kürde de rastlanmaz.

Zazaların hepsinin Şafiî mezhebinden olduğu sanılmaktadır. Halbuki Zazaların bir bölümü Şafiî, bir bölümü ise Hanefidir. Nitekim Diyarbakır Çüngüş ilçesi köylerinin 13'ünün Türk, 20'sinin Zaza, 1'inin Kürt köyü, Diyarbakır'ın Çermik ilçesi köylerinin 4'ünün Türk, 47'sinin Zaza, 17'sinin Kürt köyü, Elazığ merkez ilçe köylerinin 105'inin Türk, 11'inin Zaza, 62'sinin Kürt köyü ve bütün bu köylerin Hanefî olduğu görülmektedir.
BİBLİYOGRAFYA

Ahmed Refik, 16. Asırda Rafızîlik ve Bektaşîlik, İstanbul, 1932.

Ahmed Refik, Anadolu'da Türk Aşiretleri (966-1200), İstanbul. 1989.

Claude CAHEN, Osmanlılardan Önce Anadolu'da Türkler, İstanbul, 1989.

Burhan KOCADAĞ, Doğuda Aşiretler, Kürtler, Alevîler, İstanbul 1992.

Fuat KÖPRÜLÜ, “Azerî”, İslâm Ansiklopedisi, C. II.

Cengiz ORHONLU, Osmanlı İmparatorluğunda Aşiretlerin İskânı, İstanbul, 1987.

Colin RENFREW, Archaelogy and Language, The Puzzle of Indo-European Origins, London, 1988.

Faruk SÜMER, “XVI. Asırda Anadolu, Suriye ve Irak’ta yaşayan Türk Aşiretlerine Umumî Bir Bakış”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, XI, 1950.

Faruk SÜMER, Safevî Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü, Ankara, 1976.

Faruk SÜMER, Oğuzlar (Türkmenler), İstanbul, 1980.

Osman TURAN, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul, 1984.

Ali Rıza YALMAN(YALKIN), Cenupta Türkmen Oymakları, I-II, Ankara, 1977.

Toplum ve Ekonomi, Sayı 6, Mayıs 1994.


Kaynak: Selim SOMÇAĞ. www.selimsomcag.org


Yüklə 2,91 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   244   245   246   247   248   249   250   251   ...   269




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin