İsmail arabaci kiMDİR


Göçün Toplumsal, Ekonomik ve Siyasal Etkileri



Yüklə 2,91 Mb.
səhifə265/269
tarix07.01.2022
ölçüsü2,91 Mb.
#83021
1   ...   261   262   263   264   265   266   267   268   269
Göçün Toplumsal, Ekonomik ve Siyasal Etkileri:

19.yüzyıldaki nüfus hareketi, Osmanlı devletinin yapısını değiştirmiş ve modern Türkiye’nin de dahil olduğu bir dizi ulus devletin ortaya çıkması için dolaylı olarak zemin hazırlamıştı. Müslümanların Osmanlı topraklarına göçü ve ardından Müslümanların bütün Osmanlı nüfusundaki oranın yavaş fakat devamlı olarak yükselişi, II. Abdülhamid’in bir İslam politikası benimseme kararlılığında etkili olmuştur. Bu politikanın benimsenmesinin gerçekleri ideolojik olmaktan çok uygulamaya yönelikti. 1878 yılından itibaren hükümetin, baskın bir çoğunluğu elde etmiş olan Müslüman nüfusunun ideolojik ve kültürel hedeflerine hizmet edeceği açıklık kazanmıştı. Dolayısıyla İslamiyet ve geleneksel Osmanlı siyasal kültürü, artık bir arada yaşamak zorunda olan Türkler, Çerkezler, Boşnaklar, Pomaklar, Araplar ve diğerleri gibi dilsel ve etnik bakımdan karışı bir nüfusu, yeni bir siyasal birlik içinde birleştiren bir bağ oldu.

Bu hem toplumsal hem de kültürel bir dönüşümdü. Örneğin, Çerkezler geçici olarak Balkanlar’a yerleştiklerinde, eski adetlerinden vazgeçmemişlerdi. Kendilerini savaşçı olarak gören bazı gruplar, Bulgar köylerine ve tarımla uğraşan diğer yerleşik topluluklara saldırmaya başladığında, Osmanlı idaresi bu akımları bastırmak için kuvvet kullanmak zorunda kalmıştı. Bununla birlikte, Çerkezler 1878 yılından sonra Anadolu’daki yeni toplumsal ve ekonomik ortama uyum sağladılar. Batı Anadolu’da Adapazarı, Hendek ve Bolu arasındaki Ormanlık ve dağlık bölgeye Yerleşmiş olan büyük bir topluluk, yeniden geleneksel sığır besiciliğiyle uğraşmaya, komşu kent ve kasabalara et ve süt ürünleri sağlamaya başladı. Yüksek bir mevki arayışıyla kasaba ve kentlere yerleşmiş ya da sürüklenmiş olan diğerleri, iyi bir toplumsal konum edinmek üzere mevcut eğitim olanaklarından ve askeri kanallardan yararlanabildiler.

Çerkezler, göçün ilk evrelerinde, aşiret olarak örgütlenme biçimlerini ve birbirlerine bağlılıklarını korumuşlardı. Ancak, geleneksel politikasını izleyen Osmanlı idaresi, aşiret önderlerinin otoritesini, onları soydaşlarından ayırarak olabildiğince kısıtlamaya çalıştı. Ö. L. Barkan, Osmanlı idaresinin daha 15. ve 16. yüzyıllarda aşiret başlarının ve cemaat ileri gelenlerinin kendi toplulukları üstünde hakimiyet kurmalarına ısrarla engel olduğuna işaret etmiştir. Topluluk ileri gelenlerinin kendi cemaatlerinden uzak bir bölgeye ya da kente yerleşmeleri için çoğu zaman zora başvurulmuş ya da cömert bir ödeme ile bu kişilerin ikna edilmesi yoluna gidilmişti. Devlet bu politikayı 19. yüzyılda daha büyük bir gayretle sürdürdü. Böylelikle anayurtlarından koparılmış, kendi geleneksel aşiret önderlerinden yoksun kalmış ve iskan edilmek üzere küçük topluluklara bölünmüş olan Çerkezler hızla daha büyük toplumsal-siyasal birime, yani Osmanlı himayesi altında oluşmuş olan Müslüman-Türk milletine dahil oldular. Çerkezler, Anadolu’daki Türkler ve Anadolu’ya yerleşmiş olan diğer göçmenler arasındaki dilsel farklılıkların yerini, tek bir siyasal ve kültürel vücutta birleşen ortak dini ve siyasal bağlar almıştı. Örneğin 1960 yılında Türkiye’de Çerkezce konuşan nüfus 147.000 kişiden ibaretti.

Kırımlı göçmenlerin ekonomik ve toplumsal bakımdan da büyük bir etkisi olmuştu. Anadolu Türkçesine çok yakın bir lehçe konuşuyorlardı ve köklü bir otorite ve hiyerarşi gelenekleri vardı.

Bu göçmenler, 19. yüzyılın ikinci yarısında Müslüman orta sınıfının önemli bir kesimi olarak ortaya çıkan küçük ama büyümekte olan tüccar ve girişimci sınıf içinde önemli bir yer edindiler. Kırımlı işadamları İstanbul, İzmir, Balıkesir, Bursa, Ankara, Konya, Eskişehir gibi şehirlerde ve yerleşmiş oldukları diğer bölgelerde başarılı ticari işletmeler kurdular. Bu gün bile başta Eskişehir olmak üzere bu kentlerdeki belli başlı işletmelerden bazıları Kırım göçmenlerinin torunlarına aittir.

Ovalardan gelen Kırımlılar, Orta Anadolu’nun bozkırlarına yerleştiler ve tahıl yetiştiricisi oldular. Anadolu’da Eskişehir, Ankara ve Konya’nın arasındaki üçgen alanda, (yani Türkiye’nin “tahıl sepeti”nde) tahıl yetiştiriciliğinin büyük ölçüde Kırımlıların bu bölgeye yerleşmesinden sonra geliştiği genel olarak kabul gören bir görüştür. Eskişehir, bir ticaret merkezi olarak yükselişini buğdaycılığın yol açtığı ticarete borçludur. Diğer Kırımlılar, Ege Bölgesi’ne yerleşerek meyve, üzüm ve peşin parayla satılan başka ürünleri yetiştirdiler.

Balkanlar’dan gelen göçmenlerin ekonomik bakımdan etkisi biraz daha farklı olmuştu. Bu kişiler arasında toprak sahipleri, emekli memurlar ve başka üst sınıflardan gelen çeşitli Müslümanlar bulunuyordu. (Bu nedenle Balkanlar ‘da geride kalmış olan Müslümanlar, liderlikten yoksun kalmışlardı. Yabancı idare altındaki Türk cemaatlerin hızla dağılmasının nedenlerinden biri de buydu.)

Sıradan Balkan göçmenlerinin yazgısı, Çerkezistan’dan ya da Kırım’dan gelenlerinkinden farklı olmuştu. Bunların bir bölümünü Anadolu’daki demir yollarını inşa eden firmalar tarafından işçi olarak tutulmuş, bir bölümü de hiçbir programa ya da düzenlemeye bağlı olmaksızın Anadolu’nun çeşitli yerlerine yerleştirilmişlerdi. En iyi toprakların büyük bir kısmı çoktan dağıtılmıştı; ancak, bazı Balkan göçmenleri Bursa, Balıkesir, Bandırma ve Ege kıyılarının çevresindeki topraklar gibi verimli bölgelere yerleşecek kadar şanslıydı. Onlar kısa sürede zengin olurken, Orta Anadolu’nun ve doğunun çorak topraklarına yerleşmiş olanlar hastalık ve kötü beslenme yüzünden güçten düştüler. Göçmenlerin patates gibi yeni ürünler ve yeni ekim yöntemleri getirdiği durumlar da oldu. Bunun genelde Anadolu tarımı için yararlı bir etkisi olmuştu.

Göçün toplumsal ve kültürel etkisi de aynı derece de önemliydi. Göç eden topluluklarda iyi eğitimli, varlıklı ailelerden gelenler ve Avrupa’daki topraklarda yüzyıllar boyunca liderlik konumunda bulunmuş olan soyluların torunları da vardı. Beraberlerinde sadece daha gelişmiş bir eğitim düzeyini soyluluk ve sınıf düşüncesini değil, aynı zamanda Rus karşıtı güçlü bir duyguyu ve yitirdikleri toprakları yeniden ele geçirmeye yönelik şiddetli bir arzuyu da getirdiler. Bu durum eninde sonunda bazı ideolojilerde ve yeni toplumlarında belirli bir konum ve saygınlık edinme dürtüsünde ifadesini buldu.

Osmanlı arşivlerinde, Rusya’da yaşamayı sürdüren varlıklı ve soylu Müslüman ailelerin (çar idaresi, bağlı oldukları cemaatlerin ve aşiretlerin denetlenmesinde yararlanabilmeyi umduğu için onlara dostça sayılabilecek bir ilişki içindeydi) Rusya’dan ayrılıp Türkiye’ye yerleşme arzularını ifade ettikleri yazışmalar bulunmaktadır. Örneğin 1868 yılında, Şeyh Şamil’in yakın bir akrabası olan Gazi Mehmet Efendi ve ailesi, Osmanlı idaresinden Türkiye’ye göçlerini kolaylaştırması talebinde bulunmuştu. Türkiye’ye göç eden önemli Kafkas aileleri arasında Kabartay aşiretinden Suluk Bey, Tanis Bey Lekataoğlu, Elhak Şeyh Ali, Molla Ali Efendi, Hacı İslam Efendi, Rüstem Bey, Elhoca Ağa Bey, Kazak Mirza, Elhac Heray, Abdül Rezai, Mughan Hasan Bey ve aileleri gibi başka pek çok aile vardı. ( Efendi ve bey, yüksek toplumsal konumun göstergesi olan ünvanlardır.) Bu ailelerin bir kısmı çocuklarını eğitim için İstanbul’a, bir bölümü de Moskova, Viyana ve Paris’ e ya da başka yerlere gönderdi. Göçmenlerin iyi bir eğitim almış olan çocuklarının pek çoğu daha sonra Osmanlı üniversitelerinde ve diğer kurumlarında ve entelektüel yaşantıda öncü kurumlara geldiler.
Türk milliyetçiliğinin ve modernizminin yükselişiyle özleştirilen Hüseyin Ahunzade, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu ve daha pek çok kişi göçmen ya da göçmen çocuklarıydı. Aynı şey Jön Türkler ve Cumhuriyetçiler için de söylenebilir: Ailesi Dağıstanlı olan Mehmet Murat (Mizancı), 19. yüzyılın sonlarında ve 20.yüzyılın başlarında (1895-1910) Jön Türk hareketlerinde önemli rol oynamıştı; Enver Paşa Rusya’dan göç etmiş olan birinin torunuydu; Türkiye’nin ilk cumhurbaşkanı olan Kemal Atatürk Selanik’te doğmuştu; Türkiye’nin ikinci cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü’nün annesi de bir göçmendi; üçüncü cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın hem annesi hem de babası Bulgaristan’dan göç etmişti. Göçmen ailelerinin İslamcılığın ve ardından milliyetçiliğin ve Turancılığın gelişmesinde oynadıkları rollerle ilgili ayrıntılı bir çalışma, Osmanlı devletindeki ideolojik ve kültürel akımların anlaşılmasına önemli bir katkı olacaktır.

Türklerin Balkanlar’dan göçü, Anadolu’da zaten çoğunu oluşturan Türk öğesine ezici bir sayısal üstünlük kazandırarak dışardan gelen diğer topluluklara kendi dinsel ve kültürel damgasını vurmasını sağlamıştır. 19. yüzyılın sonuna gelindiğinde, Anadolu’da ve Rumeli’deki Osmanlı eyaletleri, Balkanlar ve Doğu Anadolu’nun bazı yalıtılmış bölgeleri dışında tümüyle ve belirgin bir Türk karakteri taşımaktaydı.

Kısacası, göçmen etnik toplulukların Osmanlı cemaatiyle bütünleşmedeki başarısı, Anadolu’nun geleneksel toplumsal yapısını kökten değiştirmiş ve ulusal devlet de dahil olmak üzere yeni toplumsal ve siyasal örgütlenme biçimlerinin oluşmasına zemin hazırlamıştı. Bu önemli toplumsal ve siyasal dönüşüm, eskiye ilişkin bütün sadakat ve örgütlenme biçimlerinin yerini almış ve halkı yeni bir siyasal kimlik benimsemeye hazırlamıştı. Sonunda bu süreç, 1923 yılında ulusal Türk devletinin kurulmasıyla sonuçlandı.
Yazan: Kemal KARPAT -Wisconsin Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim üyesi-

Osmanlı Nüfusu (1830-1914). Tarih Vakfı Yurt Yayınları.




Yüklə 2,91 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   261   262   263   264   265   266   267   268   269




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin