KARAKALPAKLAR
Nüfusları 500.000 civarında olup, Özbekistan’ın kuzeyinde ve Aral Gölünün güneyindeki özek cumhuriyetleri içinde yaşamaktadırlar. Başkentleri Nukus’tur. Dilleri Kazakçaya çok yakındır.
ALTAYLAR
Kazakistan’ın hemen kuzey sınırında Rusya Fedrasyonu içinde özerk bir bölgede yaşarlar. Başkentleri Gorno-Altaysk’dır. Hristiyan-Şamanist bir inanca sahiptirler. Bölgelerinde Rusların %60’lık gibi bir çoğunluğu vardır. Zaten Sibirya tarafındaki, Tannu-Tuva özek cumhuriyeti hariç (burada Tuva’ların oranı %67’dir) bütün Türk yerleşim bölgelerinde Rusların ezici çoğunlukları mevcuttur. Altay Türklerinin nüfusu 80.000 civarındadır.
NOGAYLAR Nogay Türkleri, Stavropol ve Dağıstan Bölgesi, Çeçen-İnguş Cumhuriyeti ile Karaçay-Çerkes bölgesinde dağınık olarak yaşamaktadırlar. Dilleri Kıpçak grubunda yer alan Nogaylar’ın sayısı 80.000 dolayındadır.
KARAÇAY- BALKARLAR
Karaçaylar, Karaçay-Çerkes Özerk Cumhuriyeti'nde yaşamakta olup yaklaşık 160.000 nüfusları vardır. Dilleri hemen hemen Karaçay Türkçesi ile aynı olan Balkar Türkleri, Kabardey-Balkar Özerk Cumhuriyeti'nde yaşamaktadır; sayıları 85.000 civarındadır. Kuzey Kafkasya’da yaşamaktadırlar. Karaçay- Balkarlar, II. Dünya savaşı sonunda Almanlarla işbirliği yaptıkları gerekçesiyle Stalin’in emriyle Sibirya’ya sürgüne gönderilmişler ve neden sonra anavatanlarına dönebilmişlerdir.
KUMUKLAR
Kumuk Türkçesi Kıpçak grubundan olmakla birlikte Anadolu, Azeri ve Karaçay dillerine yakınlık da gösterir. Toplam nüfusları 300 bin kadar olan Kumuk Türkleri Dağıstan özerk cumhuriyetinde (Kuzeydoğu Kafkasya'da) yaşamaktadır.
Dağıstan’da yaşayan Kumuklar ve Nogaylar ise bölgelerinde çoğunluk oluşturamadıkları için kendi ulusal devletlerini kurması olanaksızdır. Fakat Dağıstanlılık kimliği, Dağıstan’da yaşayan bütün halklar üzerinde birleştirici bir öğedir. Dağıstan, Rus nüfuzuna kapalı, aşırı dağlık bir yer olduğu için burada yaşayan her halk asimile olmadan kendi ulusal kimliğini devam ettirmektedir. Dağıstan’ın Rusya’nın sınır bölgesi olması ve çok az sayıda Rus yaşaması nedeniyle ileride bağımsız bir ülke olmayacağını kimse iddia edemez.
Kaynak: Prof. Dr. Nadir DEVLET. Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi – Çağdaş Türkiler. Çağ Yayınları.
ÇAĞATAY TÜRKLERİ ve ÜLKELERİ
Türk dillerinden Çağatay dil grubunun lehçelerini konuşan Türklere Çağatay, Kaşgar veya Karluk Türkleri denmektedir. Bu dil grubunu iki Türk halkı kullanır: Özbekler ve Uygurlar. Rusların Orta Asya’yı işgali olan 1800’lü yıllara kadar Türkistan coğrafyasının ortak yazı dili Çağatay Türkçesi idi. Orta Asya Türk-İslam medeniyeti Buhara ve Semerkant’ta Özbek Türkleri sayesinde gelişmiştir. Göçebeliği bırakarak ilk yerleşik düzene geçen Türkler, Uygur Türkleridir. İlk büyük Türk şehirlerini Uygurlar oluşturmuştur. Özbekistan sınırları içinde bulunan Buhara, Semerkant ve Hive şehirlerinden çok sayıda büyük din alimleri ve bilim adamları çıkmıştır. Ayrıca Orta Asya Türk halkları içinde en dindar olanları Özbekler ve Uygurlardır.
ÖZBEKLER ve ÖZBEKİSTAN
Özbek adı, Altın Orda hükümdarı Özbek Han’ın adından gelmektedir. Altın Orda tahtına Özbek Han (1313-1340) 'ın geçmesinden sonra, onun emrindeki kitlelere daha sonradan Özbekler denmeye başlanmıştır. Yani başlangıçta şahıs adı olan Özbek , bir zaman sonra belli bir Türk topluluğunun adı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Cengiz Han'ın torunlarından Batu Han tarafından kurulan Altın Orda Hanlığı (1227-1502) nin başına 9.han olarak , 1313 tarihinde Özbek Han geçmişti. Özbek Han, ilk günlerden başlayarak kararlı ve sert bir siyaset gütmüş, Kutluğ Timur Noyan'ın nasihatları sayesinde kısa bir zamanda bir çok rakip ve düşmalarıdan kurtulmuştu. Daha sonraları Özbek ailesinden Abu'l-Hayr Han (1428-1468) zamanında Özbekler birbirleriyle daha da kenetlenmişler ve Timurluların son devirlerinde Özbekler saldırılarını artırmışlar ve daha da güneye inmişlerdir. Muhammed Şeybani Han (1500-1510), Maveraünehir'in tamamını ele geçirmiş ve Altın Orda devletinden kopup Maveraünnehir’e gelmiş bulunan Türk ordusunun askerleri buranın yerli Türk halkıyla kaynaşıp bugünkü modern Özbek halkını oluşturmuşlardır.
Orta Asya’daki 5 eski Sovyet cumhuriyeti içinde 26 milyonluk nüfusuyla en kalabalık ülke olan Özbekistan’da, etnik Özbekler nüfusun yüzde 75’ini oluşturuyor. Ruslar ve Tacikler nüfusun yüzde 10’unu, Kazaklar ise yüzde 3’ünü oluşturmaktadır.
Büyük doğal gaz ve petrol rezervlerine sahip Özbekistan, dünyanın 10 büyük altın üreticisi arasında yer almaktadır. Özbekistan, dünyadaki 5. büyük pamuk üreticisi durumundadır.
Özbekistan’ın;
Yüzölçümü: 447.400 km2
Nüfus: 26.000.000
Başkent: Taşkent (Nüfusu: 2,5 milyon)’dir.
Özbekistan nüfusunun etnik dağılımı:
Özbek : 19.500.000 %75
Rus : 1.300.000 %5
Tacik : 1.300.000 %5
Kazak : 780.000 %3
Karakalpak: 500.000 %2
Tatar : 300.000 %1,2
Kırım Tatarı: 200.000 %0,8
Ahıska Türkü: 110.000 %0,4
Ve diğerleri...
Afganistan’da 1.800.000, Tacikistan’da 1.500.000, Kırgızistan’da 650.000, Kazakistan’da 350.000 ve Türkmenistan’da 350.000 olmak üzere toplamda 24 milyonu aşkın Özbek Türkü yaşamaktadır. Orta Asya’daki en kalabalık Türk halkı Özbeklerdir.
Tacikler, Orta Asya topraklarında yaşamalarına karşın Türk değillerdir. İran dillerinden birini konuşurlar ve dilleri Farsça’ya oldukça yakındır. Özbekistan’da 1.300.000 Tacik ve Tacikistan’da da 1.500.000 Özbek yaşamaktadır. Sınırlar Sovyetler Birliği zamanında gelişigüzel belirlendiği için bu ülkeler bağımsızlığını kazandıktan sonra böyle bir nüfus problemi ortaya çıkmıştır. Bu problemi halletmenin en iyi yolu Özbek ve Taciklerin karşılıklı yer değiştirmesi (mübadele) olacak ve iki halkın da kendi ülkelerinde nüfus çoğunlukları artacaktır.
Afganistan’da yaşayan Özbekler ise Kuzey Afganistan’da Maymana, Şıbırgan ve Mezar-ı Şerif şehirlerinde yoğunluklu olarak yaşamaktadırlar. Liderleri Raşit Dostum’dur.
UYGURLAR ve DOĞU TÜRKİSTAN Uzun tarihi boyunca Doğu Türkistan, iç ve Orta Asya'da kurulmuş olan Türk devletlerinin ve hanlıklarının merkezi olmuştur. M.Ö. 8-3 asırlarda İskitlere; M.Ö. 300- M.S. 93 yıllarında Hunlara; 522-744 döneminde Göktürk İmparatorluğuna; 744-840 devresinde Uygur devletine; 751-870 Karluk ve Karahanlılar İmparatorluğuna ve Saidiye Hanlığına merkez olan (1509-1679) bu Türk yurdu, tarihte daima önemli olmuş ve dikkatleri üzerine çekmiştir. Uygurlar başkentleri Ötüken (daha sonra Hanbalık) olan büyük bir devlet kurmuşlar ve ilk olarak yerleşik hayata geçmiş ve yaşadığı kntlerde ileri seviyede medeniyetler kurmuşlardır. 8. ve 18. asırlar arasındaki bin yıllık dönem, Çin İmparatorluğu ile önemli derecede kültürel ve siyasî işbirliğinin gerçekleştirildiği bir barış dönemi olmuştur. Ancak bu barış dönemi, Doğu Türkistan'ın 1759 yılında Çin Mançu İmparatorluğu'nun işgali ile son bulmuştur. 1759'dan bu yana Doğu Türkistan'da 200'den fazla silahlı ayaklanma olmuş ve Doğu Türkistan halkı 3 defa hürriyetin tadını tatma fırsatı bulmuştur. 1863'te bağımsızlığına kavuşan Doğu Türkistan'da Yakup Han başkanlığında "Doğu Türkistan İslâm Devleti" kurulmuş ve bu devlet; Osmanlılar, İngiltere ve Rusya tarafından resmen tanınmıştır. Ancak bu bağımsız Türk devletinin ömrü kısa sürmüş ve 1876 yılında Çin-Mançu devletince yeniden işgal edilmiş ve 1884'te Sincan "Yeni Toprak" adıyla Çin İmparatorluğuna bağlanmıştır. 20. asrın başlarında Orta Asya'da oluşan milliyetçilik akımı neticesinde 1933 yılında Kaşgar'da Doğu Türkistan Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu Cumhuriyetin ömrü 1937'de sona ermiştir. 1944'de Gulca şehri Çinlilerden temizlenmiş, "Üç Vilayet İnkılâbı" olarak bilinen bu ayaklanmalar neticesinde Doğu Türkistan Türkleri, Ali Han Töre başkanlığında Doğu Türkistan Cumhuriyeti'ni yeniden kurmuştur. Bütün Çin'e hakim olan Komünist Çin Kuvvetleri, 1949'da Stalin'in de onayı ile Doğu Türkistan'a girerek bu tarihi Türk ülkesini resmen işgal etmiştir. Komünist rejim, 1949 yılından itibaren, bir yandan Müslümanları imha ederken bir yandan da bölgeye sistemli bir biçimde Çinli göçmen yerleştirmiştir. Çin hükümetinin 1953 yılında başlattığı bu kampanyanın etkisi son derece düşündürücüdür. 1953 yılında bölgede %75 Uygur, %6 Çinli yaşarken bu oran 1982 yılında %53 Uygur, %40 Çinli'ye yükseldi. 1990 yılında yapılan nüfus sayımında ulaşılan %40 Uygur, %53 Çinli nüfus oranı bölgedeki etnik temizliğin boyutlarını göstermesi açısından son derece önemlidir.
Yüzölçümü : 1.828.418 km2
Nüfusu : 30 milyon (Yaklaşık)
Başkenti : Urumçi
Nüfusun etnik dağılımı:
Çinliler : 16.890.000 (%56)
Uygurlar : 12.500.000 (%41)
Kazaklar : 1.100.000 (%3,6)
Huiler (Çinli Müslümanlar) : 600.000 (%2)
Kırgızlar : 150.000 (%0,5)
Toplam Türk halklarının, Doğu Türkistan nüfusuna oranı %46 olup, tüm Türklerin toplamı dahi azınlığa düşmüştür.
Doğu Türkistan; petrol, wolfram, altın, kömür, uranyum gibi stratejik hammaddelere ve sayısız yeraltı ve yerüstü zenginliklerine sahip bir ülkedir. Çin'de mevcut 148 madenin 118 çeşidi Doğu Türkistan'dan çıkarılmaktadır. Doğu Türkistan'da şimdiye kadar 5000 yerde maden ocağı işletmeye açılmış olup; Çin'deki toplam maden ocaklarının %85'ini teşkil eder. Yaklaşık 500 bölgeden "petrol", 30 bölgeden "doğalgaz" çıkarılmaktadır. Petrol rezervi 8 milyar ton olarak tespit edilmiştir. Her yıl 10 milyon ton petrol Çin'e taşınmaktadır. Çin'in kömür rezervinin yarısı Doğu Türkistan'dadır. Yıllık "altın" üretimi 360 kg. civarındadır. Uranyum, wolfram gibi stratejik madenlerle tuz ve renkli kristal taşları Doğu Türkistan'ın başlıca yeraltı ürünlerindendir. Sanayi kuruluşlarında çalışanların %90'ını ve petrol tesislerinde çalışanların %99'unu bölgeye yerleştirilen Çinliler oluşturmaktadır.
İlk olarak 16 Ekim 1964 tarihinde başlatılan nükleer denemelerin olumsuz etkileri yüzünden bölge insanı ölümcül hastalıklara yakalanmış, 20 bin özürlü çocuk dünyaya gelmiştir. Nükleer denemeler nedeniyle ölen Uygur Türkü sayısının 210 bini bulduğu bilinmektedir. Binlerce insan ise ya sakat kalmış ya da kanser gibi hastalıklara yakalanmıştır. Çin 1964'den günümüze kadar Doğu Türkistan topraklarında elliye yakın atom ve hidrojen bombası patlatmıştır. İsveçli uzmanlar, 1984 yılında yapılan yeraltı nükleer denemesinde kullanılan bombanın Richter ölçeğiyle 6.8 şiddetinde yer sarsıntısına sebebiyet verdiğini tespit etmişlerdir.
Doğu Türkistan’lı Uygurların, Çin’den bağımsızlık kazanması, bölgenin zengin yeraltı kaynakları ve büyük Çin nüfusuna yayılma alanı gerektiğinden dolayı imkansız gibi görünmektedir. Ayrıca, Doğu Türkistan’da Çinliler zaten çoğunluğu ele geçirmişlerdir.
Kaynaklar:
1. Prof. Dr. Nadir DEVLET. Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi – Çağdaş Türkiler. Çağ Yayınları.
2. www.hurgokbayrak.com
LİTVANYA’LI TATARLAR
Türk Tatar tarihi çetrefillidir, onların kendilerine çizdikleri yollar o kadar çok ve çeşitlidir ki, izleyen tarihçileri bile şaşırtır. Büyük bozkıra yüzlerce yıl hükmeden ve Doğu Avrupa’ya saçılan Tatarlardan bir kısmı da 1397’den itibaren Litvanya topraklarına göç etmişti. O zamanki Büyük Litvanya Prensliği’nin tebaası olan, kılıçlarının bu Prensliğe kiralayan Tatarlar, bugünkü Litvanya, Polonya ve Belarus Tatarlarının atalarıdır. O tarihten beri, yani 600 yıldır, Litvanya Tatarlarının, Kırım’daki, Volga boylarındaki akrabalarından koparan şey dillerini kaybetmeleri oldu. Büyük Litvan kitlesi içinde, Tatar bilincinin kaybetmeden yaşayan Tatarların dillerinin unutmalarının nedeni şuydu: Onlar Litvanların arasına yabancılar olarak katıldılar ama içine girdikleri toplumun kıyısında kalmadılar. Litvan Prensi onların savaşçılıklarına büyük önem vermiş ve kendisinin de yaşadığı eski başkent Trakay etrafına Tatar ve Karay Türklerini yerleştirmişti. Sonraki yerleşimlerde de hep Litvanlarla iç içe yaşadılar. Giderek Litvanca birinci dil haline geldi. Ancak Tatarlar dinlerinin değiştirmediler, Müslüman kaldılar. Tatar ulusunun bir parçası olmayı bu sayede korudular. Tatarların Litvanya’daki asıl yerleşim yeri başkent Vilnius yakınlarındaki Kırk Tatar köyü. En eski Tatar camii ve mezarları burada. Lİtvanya’da 7.000 kişilik Müslüman Türk Tatar nüfusu yaşıyor.
Kimliklerini yaşatmanın tek yolu, yeni kuşakların eğitiminden geçiyor. Litvanya’nın başkenti Vilnius’da yaşayan Tatarlar, çocuklarını hafta sonları Türkiye’den gönderilen öğretmenlerin ders verdiği, İslam dininin gereklerinin öğretildiği kurslara gönderiyorlar. Litvanya Tatarları kendileri gibi azınlık bir topluluğun geleceğinin eğitimden geçtiğine inanıyorlar. Çocuklar Litvan okullarda okuyorlar. Vilnius’un yakın banliyölerindeki ve köylerindeki bu okullarda, Tatar çocuklarının kendi dillerinin öğrenme hakları var. Din dersi seçmeli, isteyen bu derslere girebiliyor.
Vilnius’daki Tatar mezarlığı, ay yıldızlı, Arapçayı ve ölenlerin fotoğraflarını bir araya getiren mezar taşlarıyla dikkat çekiyor. Koyu renk mermer üstüne lazer ile kazınarak oluşturulan resimler. Tatarların inanışına aykırı değil. Tatarlar, ata geleneği konukseverliğe büyük değer veriyor. On dakikalık bir ziyaret için bile olsa, gelenler yemek yemeden bırakılmıyor, hemen sofra kuruluyor. Kırk Tatar köyünde bir evde Türkiye’den gelen biz misafirleri için mantı hazırlayan kadınlar, Tatar yemeklerinin lezzetini yaşatmaya devam ediyor.
Litvanya’da birde nüfusları tükenmek üzere olan Karaim (Karay) Türkleri yaşıyor. Karaim Türkleri eski Hazar Türklerinin devamı. Yahudiliğe benzer bir dinleri var. Türkçe’nin Kıpçak dil grubuna ait bir dil konuşuyorlar. Litvanya’da 2.000-3.000 arasında nüfusları bulunuyor. Bir o kadar da Kırım’da yaşıyorlar. Kültürleri kayboluyor diye Unesco tarafından koruma altına alınmış bulunmaktalar.
Kaynak: ATLAS coğrafya ve keşif dergisi. Kasım 2004. Sayı 140.
TATARLARIN DEMOGRAFİK GELİŞİMİ VE YAYILMA ALANLARI
Tatarların demografik gelişmesi ve yayılışı hakkında XVIII. yy.'dan beri Rus kaynaklarında bazı bilgiler mevcuttur. XVIII. yy.'daki Tatar nüfusu hakkındaki bilgiler eksik de olsa, XVIII-XX. yy.'ları arasında nüfus dinamiği yansıtmaktadır. Rusya'da yaşayan ve daha sonra Rusya egemenliğine giren Tatarların nüfusu XVIII. yy. ortalarında yarım milyondan fazla değildi. XIX. yy.'ın sonuna kadar bu rakamın beş katına varıldı. XX. yy.'da ise Tatar nüfusu iki kat arttı. Fakat burada bazı grupların nüfusu hakkında XVIII-XX. yy. oldukça önemli bilgiler ve özellikler yansıtmamıştır. XVIII-XX. yy.'ların nüfus artışı eşit değildi. Bu dönemde Sosyo-ekonomik gelişmelere paralel olarak, İdil-Ural Tatarlarının nüfusu 11.2 kat, Astrahan Tatarlarının 6-8 kat, Litvanya Tatarlarının 4,2 kat, Sibirya Tatarlarının 3,3 kat artmış, Kırım Tatarlarının nüfus artışı ise % 10-15'i bulmuştur.
XVIII. yy.'da Astrahan Tatarlarının bir kısmı Kuzey Kafkasya, Kırım ve başka bölgelere göç ettiler. Kırım Tatarları da genellikle Kırım savaşı zamanında toplu göç yaşadılar. Bunlardan 30.000 kişilik ilk grup, 1857 yılında Türk ordusunun peşinden gitmiştir. En büyük göçler, 1860-65, 1874-75 yıllarında yaşandı. Bu dönemde Türkiye'ye 135.500 kişi göç etti. XX. yy.'ın başında (1902-1903) Kırım Tatarlarının büyük bir kısmı artık tarihi vatanlarının dışında idi.
Ortaçağlarda Tatarların etnik dağılım sahaları çok geniş toprakları içine alıyordu. XVI. yy.'ın başında Tatarlar; Kırım, Aşağı ve Orta İdil bölgeleri ile Batı Sibirya topraklarında yaşıyordu. Bunun yanısıra özellikle İdil-Ural Tatarları arasında büyük göçler yaşanıyordu. Kazan Hanlığı'nın dağılmasından sonra Orta İdil bölgelerinden Ural bölgelerine aktif göçler başladı. Fakat en büyük göçler sosyo-ekonomik ve dinî baskılardan ötürü XVIII. yy.'ın ilk yarısında yaşanmıştır. Orta-İdil bölgelerinden Doğu'ya doğru cereyan eden göçler sonucu XVIII. yy.'da Ural bölgelerinde Tatarların sayısı 89 bine çıktı. Yüzyılın sonuna kadar 219,2 bine ulaştı.
Daha sonraları Ural bölgelerine olan göçler azaldı. XIX. yy.'ın sonunda Ural bölgelerinde özellikle kuzey batıda- 1 milyondan fazla Tatar yaşıyordu. Reform döneminde Orta İdil ve Ural Tatarları'nın büyük kısmı kuzey ve kuzey doğu Kazakistan üzerinden Batı Sibirya ve Türkistan'a göç ettiler. Bunun yanısıra, bazıları da Rusya'nın Avrupa kısmına ve Kafkasya'ya göç ettiler. XVIII-XX. yy.'larda Astrahan bölgesi ve Batı Sibirya'nın Tatar nüfusunun büyük kısmını İdil Ural Tatarları oluşturuyordu. XVIII. yy. sonunda Astrahan bölgesinde bunların oranı % 13.2'ine ulaştı. Batı Sibirya'da da aynı durum gözleniyordu. XIX. yy. sonunda buraya göç eden Tatarlar, yerli Tatarların % 17'sini oluşturdu. XIX. yy. ortasında Litvanya Tatarları; Vilen, Minsk, Slominsk, Grodno, Kovno, Poldosk, Volinsk ile Polonya Çarlığı'na dahil olan Avgust ve Lublin vilayetlerinde oturuyorlardı.
XX. yy.'da Tatarların yayılışında büyük değişiklikler yaşandı. 1920-30 yıllarında Tatarların çoğu Rusya'daydı (1926 % 95.4, 1937 % 95.5). Bunun dışında en büyük gruplar Türkistan'da yaşıyordu (1926 yılında 91.2 bin, 1937'de 129 bin). Yukarıda belirttiğimiz gibi, bu bölgeye vaki olan göçler, XIII. ve XIX. yy.'da yaşandı. Ukrayna ve Azerbaycan'ın Bakû şehrinde de Tatarlar yaşıyordu. Burada Rus inkılâbından önce de Tatarlar vardı.
1950'li yılların sonuna doğru Rusya'nın dışında yaşayan Tatarların nüfusu birden arttı. Özellikle Türkistan'da 1959 sayımına göre 780 bin Tatar yaşıyordu. Bu bölgede Tatar nüfusunun altı kat artmasının birçok nedenleri vardır; İlk olarak, 1944 yılında Kırım Tatarları zorla Türkistan'ın değişik ülkelerine, özellikle Özbekistan'a sürüldü. Bu grupların bir bölümü daha sonra Kazakistan'a yerleşti. Ayrıca, Tatarların bir bölümü Avrupa bölgelerinden kendi istekleri ile Türkistan'a göç etti. Bunun sonucu da, 1970-80 yıllarında Tatar diasporasının en büyük grubu olan 1 milyondan fazla Tatar, Türkistan'da yaşıyordu.
Fakat 1979-1989 yılları arasında bu bölgede bulunan 1154.1 bin kişilik Tatar nüfusu 1179.5 bin kişiye düştü. Bu durum, Kırım Tatarları'nın ana vatanlarına dönmeleri ve diğer Tatar gruplarının Türkistan dışına göç etmeleri ile ilgilidir. Kafkasya'da, eskiden olduğu gibi Tatarların en büyük grubu Azerbaycan'da yaşamaktadır. Fakat, 1970 yılından beri bunların sayısında da düşüş gözlenmektedir. Baltık ülkeleri ve Beyaz Rusya'da ise Tatarların nüfusu nispeten azdır.
1950-1980'li yıllarda Rusya'daki Tatarların ekseriyeti İdil-Ural bölgesinde yaşıyordu. İdil-Ural bölgesindeki Tatarlar, Tataristan ve Başkurdistan Cumhuriyetlerinde yoğunlaşmaktadır. Buradaki Tatar sayısının 1959-1989 yılları arasında % 2.7 oranında azalması, Tatarların Batı Sibirya'ya, özellikle petrol bölgelerine göç etmesi ile ilgilidir. Böylece, Tümen vilayetinde, Hantı-Mansı bölgesinde ve Yamal-Nenetsk Cumhuriyeti'nde 1970-89 arası Tatarların sayısı 3 kat artmıştır. Tatarlar halen BDT'de en dağınık yaşayan halklardan biridir.
Türkiye'de Kırım Tatarları'nın dışında 100 bin kişi, Romanya'da Bucak (Dobruca) Tatarları 23-25 bin kadar, Polonya'da 5.500, Bulgaristan'da 5 bin, Çin'de 4.200, ABD'de 4.000, Finlandiya'da 950 kişi, Avustralya'da 500, Danimarka'da 150 kişi, İsveç'te 80 kişi, Japonya'da 30 aile kadar Tatar yaşamaktadır. Bunlar, Almanya, Fransa, Avusturya, Norveç, Kanada, Arabistan, Mısır, Afganistan'daki Tatarlarla birlikte yurtdışı Tatar diasporasını oluşturmaktadır. Diğer ülkelerdeki Tatarlar, XIX-XX. yy. başında ve daha sonraki yıllarda göç ettiler. Polonya ve Romanya'ya Tatar göçü olmamasına rağmen, bu bölgelerde Tatar yaşamaktaydı. Türkiye'ye XVIII. yy.'da başlayan Tatar göçü, halen devam etmektedir. Diğer ülkelere ise, XIX. ve XX. yy. başlarında yerleşmeye başlamışlardır.
Kaynak: www.ozturkler.com
TÜRK ADININ KULLANIMI
Türk soylu halklardan ‘’Türk’’ adını kullanan sadece Göktürk’ler olmuştur. Arap ve Kürtler deki aşiret tanımlamasının karşılığı olarak, Türkler de de daima ‘’Boy’’ tanımlaması öncelik olmuş ve Türk adını kullanmamışlardır. Kurulan Türk devletleri boy esası üzerine kurulmuş ve diğer Türk boylarını devlet yönetimine sonradan devlet büyüdüğü içim mecburen almışlardır. Tarihte kurulan Türk devletlerinin çoğu başka bir Türk boyu tarafından kurulmuş devletler tarafından yıkılmıştır. Çünkü Türk boylarının savaş teknikleri birbirine benzer olduğu için karşı tarafın zaaflarını iyi biliyorlardı. Bize Türk adını veren aslında, Türk olmayan halklardır. Osmanlı imparatorluğu kendini Türk olarak tanımlamayıp bir Osmanlı milleti oluşturma çabası içindeyken, örneğin Sırplar Balkanlarda yaşayan ve Türkçe konuşsun konuşmasın tüm Müslümanlara Türk (Turçsin) diyordu. Osmanlı devleti, İslamiyet’ten önceki Türk tarihini araştırmaz ve okullarda okutmazken, Avrupalı Türkologlar Türk tarihini yapmışlar ve İslamiyet’ten önceki Türk tarihini ortaya çıkarmışlardır. Orhun Abidelerini bulan ve yazılarını okuyanlar da Avrupalılardır. İlk Türklerden Osmanlı Türklerine bağlantıyı ırksal anlamda yine Avrupalılar kurmuş ve Osmanlı’dan genelde Türkler diye bahsetmişlerdir. Çünkü, Selçuklu devletinin ve Osmanlı devletinin yönetimlerine göre kendileri Selçuklu veya Osmanlı’dır, Türk değillerdir. Kendilerinin Türkmenlerin Kınık ve Kayı boyundan geldiklerini de bilirler. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu, İstanbul’un fethinden sonra kozmopolit bir yapıya bürünmüş ve devlet yönetimine Türk asıllılar getirilmemiştir. Devletin yönetim kademelerindeki kişilerin milliyeti, Osmanlının nasıl bir millet yaratmak istediğinin de bir göstergesidir. ‘’Müslüman Osmanlı Milleti’’. Osmanlı yönetimi tarafından çoğu zaman, Anadolu’da göçebe olarak yaşayan Türkmenler aşağılanmış ve işe yaramayan cahil bir halk gözüyle bakılmışlardır. Osmanlı aydınlarının kendilerinin Türk olduklarının farkına varması 1850’li yıllardan sonra başlar. Türk olduklarının farkına varanlar ilk olarak Osmanlı’nın Avrupalı Hristiyanları sayesinde Balkanlar’da yaşayan Türklerdir. Anadolu Türkleri ise Kurtuluş savaşının başlangıcına kadar kendini Müslüman kimliğinden başka bir kimlikle tanımlamaz. Evet, aslında biz Türk soyundan gelen Türkmenlerin torunlarıyız. Bizim şu anda kendimize Türk dememiz, Ruslar ve Polonyalıların kendilerine Slav, İtalyanlar ve İspanyolların kendilerine Latin, Alman ve İngilizlerin kendilerine Germen demesi ile aynıdır.
Osmanlı harabeleri üzerine kurulan yeni Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşlarına resmen Türk adını vermesi ve dolayısıyla bu coğrafya içinde oluşan yeni ulusun da "Türk" olarak tescil edilmesidir. Böylece önceden soy birliğini belirten "Türk" adı artık ekseriyeti Anadolu'da yaşayan, Osmanlının varisi bir ulusun özel adına dönüşmüş oldu. Zaten Türkiye'de de "Türk" kelimesi batıdaki bilimsel çalışmalardan etkilenerek ancak 19. yüzyılda kullanılmaya, II.Abdülhamit’in son döneminde etkisini göstermeye başlamıştır. Dolayısıyla Sovyet döneminde uluslaşma süreci başlayınca, zaten Türk adını kullanmayan değişik Türk toplulukları Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen v.b. gibi isimlerle tarih sahnesine çıktılar. SSCB'nin dağılması ve neticede bu Türk topluluklarının bir haylisinin kendi milli kimliklerini belirten adlarla kurulan bağımsız cumhuriyetlere kavuşmalarının sonunda, bu adlara sıkıca sarılarak, kendilerini bu ulus adları ile özleştirmektedirler. Soy birliğini ise, Türkiye'de genelde resmi olarak red edilen "Türki" (Türki halklar veya Türki dilli halklar) kelimesi ile ifade ettikleri için "Türk" adını Anadolu'da yaşayan soydaşlarına has özel bir ulus adı olarak kabul ettiler.(Prof.Dr. Nadir Devlet)
Yukarıdan çıkan sonuca göre; devletimizin adı Türkiye değil de Osmanlı veya Anadolu olsaydı, belki Orta Asya’daki devletler bizi Osmanlı veya Anadolu Türkü, kendilerini ise Kazak Türkü, Özbek Türkü veya Kırgız Türkü diye adlandırabileceklerdi. Aslında Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, Türkistan daha parçalara tam anlamıyla ayrılmamıştı.Türkistan parçalanmadan bir bütün halinde SSCB dağıldıktan sonra 1991’de bağımsızlığına kavuşsaydı, burada yaşayan değişik Türk boyları ortak adlarını ‘’Türk’’ olarak tanımlaması çok kuvvetli bir ihtimaldi. Böylece iki kavram olurdu: Türkistan Türkü ve Türkiye Türkü.
Türki (Turani) kavimler var ola geldikleri tarih den beri Göktürkler haricinde hiçbir zaman Türk kavramı ile tarih sahnesine çıkmamışlardır bu kavramla tarih sahnesine çıkmaları Cumhuriyet Türkiye’si ile olmuştur. Bu da milliyetçilik ve ulusçuluk akımlarının dünyada uygulamaya geçildiği 19. ve 20.yüzyıla denk gelmektedir. Türki kavimlere de ilk Türk tabirini Çinliler daha sonra ise Türk göçleri ile birlikte Türk kavim ve boyları Anadolu’ya yerleşince de komşu oldukları Venedikliler Türk tabirini bu kavimlere kullanmışlardır. Anadolu’dan bahsederken de Turkoya yani Türkiye diye bahsetmişler, yani Anadolu’ya Türk’e ait toprak demişlerdir. Türkler tarih boyunca belirli boylar şeklinde kavim kavim ayrı ayrı yaşamışlar kendilerini kah boy adları; kah han, hakan, hanedan adları ile vasıflandırmışlardır. Çinliler ve Venedikliler ve diğer kavimlerde bu boyların ve Turani kavimlerin hepsini birden Türk diye vasıflandırmışlardır. Ve bu kavimler etnik, dil, kültür ve din açısından birbirleriyle akraba kavimlerdir ve bu akraba kavimlerin ortaklaşa adları da Türk olmuştur. Anadolu’da bulunan Türkmen Yörük, Çepni, Abdal, Tahtacı, Manav vs. Türk boy ve kavimlerinin alt kimliği bu isimler yani gerçek mahiyetteki kimlikleri bu olmuş ama hepsinin etniksel, dilsel, kültürel ve dinsel akrabalıklarının sonucu oluşan, birlikte anılmalarının ve dolaysıyla bu alt kimliklerinin haricinde, başkaları tarafından hepsi birlikte dış görünümleri olarak üst kimlikleri Türk olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla Türk kavramı, Türki kavimler için bir üst kimliktir çünkü bu değişik akraba Türki kavimlerin hepsini birden nitelendirmektedir. Bunda bir kuşku yoktur. Bu açıdan Selçuklu ve Osmanlı devletlerinde de ulusçuluk ve milleyetçilik akımları ve uygulamaları olmadığı için ve Osmanlı tabiyet, değişik kavim ve milletlerin tabiyetine ve Fatih Sultan Mehmet’ten beri de millet sistemine göre örgütlendiğinden Türki kavimler de Türk kavramını kullanmadan kendi alt kimlikleri ile millet sistemine, diğer müslüman ve gayri-müslim kavimlerle birlikte dahil olarak yaşamışlardır.
Kaynak: www.vatankirim.net
Dostları ilə paylaş: |