Senned Muhtar Alus
fek.
AUZİERE BİRAHANESİ
1342 —
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
1343 —
AVARIZ SANDIKLARI
AUZİERE BİRAHANE VE LOKANTASI — İkinci Abdülhamid devri sonlarında Beyoğlunun namlı yerlerinden; Galatasary Lisesinin karşısında, şimdiki Sahne Sakağı denilen, eskiden Tiyatro adı verilen sokakta, yani Beyoğlu Balıkpazarmda, Kalyoncukullu-ğuna giden yolun yarısında, sağ kolda idi. Bugün oranın alt katı ikiye bölünmüş, biri zerzevatçı dükkânı, öbürü meyhanemsi bir yerdir. Eskiden altlı üstlü lokanta ve birahane idi. Du petit Roubion» adını taşırdı.
Auziere Fransızdı. Fransız şaraplarının envaını bulundurur; mahzeni dopdolu, beğen beğendiğini iste. Bordo, Burgonyanın yıllanmışları ve fiatca tuzlusu; «Grave» ler, «Petit-grave» ler; Giravedes'in «Sauternes» leri, Hautes Sauterries» leri. Ayni diyarlar mahsullerinin her keseye elverişlisi...
Fransızkâri yemeklerin de çeşidi mev-cud. Beyoğlu Frenkleri, Tatlısu Frenkleri, fazla alafranga ve frenk gidişatlı beyler hep oraya üşüşürler, eivcivliliğine uyar yok.
Kafayı dumanlayıp dumanlayıp tenor gibi avaz avaz operalara, şanlara girişenler; kabare türkülerini ayyuka çıkaranlar; aşka gelip arkadaşını yakalayarak, yahut sandalya-yı kucaklıyarak fırıl fırıl polkaya, valsa girişenler.
Auziere Efendi, rivayete göre memleketinde cebi deliklerdenmiş, adamın gözü açık, bir is yapıp para kazanmak için İstanbula gel-^ ineğe niyetlenmiş, yol parası bile yetecek raddede değil, güçlükle bulup buluşturup buraya »kapağı atmış. Ufaktan işe girişerek, zanaatını büyülttükçe büyültmüş; para kırmağa başlamış.
Enikonu zengin olmuştu. B ey oğlunda mülk, Kalamışta, iskeleden çıkılıp Fenerbahçe cihetine doğru biraz yürüyünce sol kolda, demir parmaklıklı, yeşillikler, çiçekler içinde mükemmel villâ. Yazlan lord gibi orada geçirir.
Torunu, yani kızının kızı Matmazel Er-nestine gayet dilberlerden, hattâ o vakitki tâbirle lıasna, müstesnalardandı. Civelek mi civelek. Bazı Paşazadeler deli divanesi idiler. Fenerbahçe deniz banyolarına gelir, o zaman kadınlar hamamı ayrı olduğundan oraya girer. Gelişini gidişini seyretmek için erkekler hamanıındaki müşteriler dört gözle beklerlerdi. Başında kırmızı, mavi, }reşil gibi keskin
renklerde ipek eşarp; arkasında ipinceeik etekleri kısacık, göğsü, kolları açık fistan. Fingir fingir fingirder, hayranlarını meste-derdi.
Sermed Muhtar AIus
AVAL — Istanbulun külhanı argosunda saf, sersem, budala, abdal, ahmak karşılığı; misaller:
-
Ulan nerden buldun o avali?
-
Aval, maval., işimi görüyor..
-
Dört kişiyiz, Sarıkız, Ablasıgüzel Yen
geç..
-
Yengeci götürmeyin, avalin biridir,
köstek olur..
•l* •& •&
Muhatabı küçümseyerek hakaret kasdi ile kullanılır:
— Ulan aval, bozarım armanı şimdi...
İki defa tekrarı ile «aval aval» şeklinde,
umumiyetle mânâsız, can sıkan, şüphe uyandıran bakışlar için kullanılır:
-
Moruk turist..
-
Nereden bildin?
-
Aval aval bakmasından...
* * *
— Ulan aval aval bakma suratıma..
* * *
— Aval aval bakmaya başladı, tüydüm.
* * *
Söylenen sözü, verilen emri tez kavrayamayanlara hitabda kullanılır:
— Aval aval bakmasana. şunu al götür
dedik sana..
AVANÎS (Hasköylü) — Geçen asrın namlı sazende ve musiki bilginlerinden; hayatı hakkında bilgi edinilemedi.
AVANS VERMEK — Külhâniler argosunda aşk ve alâka; fuhuş yolunda muhabbet, bakış ile karşısındakine vuslat ümidi vermek:
-
Ben senin bildiğin kadınlardan deği
lim..
-
Yapma be abla., bir saattir avans ver
din..
Bibi. : F. Develioğlu, Türk argosu.
AVANTA, AVANTACI — İstanbul argosunda vazife suiistimali yolu ile gayri meşru küçük menfaat sağlama; vazife suiistimali ile yapılan büyük hırsızlıkların, alınan büyük rüşvetlerin etrafa serpintisi, bundan fayda-
lanan, bu gayri meşru menfaati temin etmeden iş yapmayan; misaller: " — Ne yapıyorsun?
— da kapıcıyım.
-
Kaç lira aylık?
-
Aylığa kulak asma, avantası çok!
* * *
— Şu hımhım moruğu gördün mü?.. Tam
üç apartmanı var., küçük bir kâtib ama, avan
tacıların pîri...
Gayri meşru bir kazancın bulunmuş, aşı-rılmiş görene sus payı:
-
Avantamı isterim abi..
-
Vereceğiz dedik ulan..
Tren makinisti ve ateşçilerinin, kondüktörlerinin, vapur personelinin, şoförlerin, yamaklarının vazife icabı gidip geldikleri yerlerle İstanbul arasında, sermâyesi kendi keselerinden olduğu halde, nakliye ücreti vermeyerek getirdikleri bazı şeyleri Büyükşehirde satmak sureti ile elde ettikleri kazanca, hattâ evlerine İstanbul piyasasından çok ucuza mal ettikleri şeylere de «Avanta» denilir; misal:
— Oğlum... anbarında şoför, üçyüz oradan alıyor, her seferinde avantası da, yağ, yumurta, tavuk falan getiriyor, ayda bin kâğıdı buluyor..
AVARE SOKAĞI — Fatih kazası Kara-gümrük nahiyesinin, Kaariye Atikalipaşa mahallesi sokaklarındandır. Kaariye yağhanesi Sokağı ile Evlâtlık ve Borazan Tevfik sokakları arasında uzanır.
Kaariye yağhanesi sokağı kavşağından gelindiğine göre bir meydanlıkla başlar. Ana yol iki araba eninde toprak olup, yer yer bozuk ve kaba taş döşelidir. Bitişinde daha bozularak geniş bir dere içini andırır. Evler birer ikişer kat harap kagir ve ahşapcıklardan ibaret olup aralarında bahçe ve arsalar var-dıir. Sekenesi fakir Türk aileleridir; Kayda değer başka hususiyeti yoktur. (Temmuz 1947).
İsmail Ersevim
AVARIZ SANDIKLARI — Büyükşehrin eski esnaf loncalarında bir kaza ve belâ ve yardım sandığı idi ki sermayesi esnafın teberru ve adaklarından vücud bulmuş idi, ayni loncaya mensup olup da her hangi bir işe teşebbüsünde sermayesi kifayet etmiyenler az bir faiz ve uzunca bir vâde ile Avarız Sandığından para alırdı. Ölüm, doğum, düğün-
lerde ev ve dükkân inşası ve tamirinde keza, bu sandıklardan ikrazlarda bulunurdu. Bir sosyal yardım kurumu olarak Büyükşehrin günlük esnaf hayatında oynadığı rol o kadar büyüktü ki. Avarız San dıkları yalnız esnaf arasında kalmamış, ayni isim ile mahallelerde birer sandık kurulmuştu; mahallenin zincirleme kefaleti ile ihtiyaç erbabına ikrazlar yapılırdı.
Büyük muharrir Müsahibzade Celâl «Eski İstanbul Yaşayışı» adındaki eserinde Avarız Sandıklarından bahsederken şu hâtırayı •kaydediyor:
«Bundan altmış altmış beş yıl evvel, rahmetli annemin babası, Kastamonili, seksen yaşını tecavüz etmiş, ticaretle meşgul bir zat idi. Bu yazdıklarımı bize masal gibi anlatırdı. Onun gençlik zamanından bugüne kadar geçen bir buçuk asırlık bir devrin tarihçesi gözümün önünde belirir. Dükkânı Kantarcılarda imiş. Dökmecilik edermiş. An-•nenı doğmadan Süleymaniyede beş altı odalı, Halice nazır bir evi yanmış, çok müteessir olmuş; arkadaşları: — Canın sağ olsun! Yanan ev olsun Mehmed Efendi, neye üzülürsün? Sana yanan evin gibi bir ev alıveririz! demişler. Hakikaten bir iki gün sonra, yanan evin civarında denize nazır, iki selâmlık odası île beş harem odası ve biraz da bahçesi olan bir ev bulmuşlar, hattâ yanan evden, fazla bir küçük hamamı ile yarım masuracık suyu da varmış. Büyükbabamın mevcud bulunan beş yüz kuruşuna, esnafın Avarız Sandığından dört yüz kuruş ilâve edilerek dokuz yüz kuruşa bu evi alıvermişler»..
Yenicamiin inşasına Üçüncü Mehmedin anası tarafından on altıncı asrın son yıllarında başlanmış, fakat bu hükümdarın ölümü üzerine yapı elli yıldan fazla bir zaman yarım ve metruk -kalmıştı (B.: Yeni Cami); ve etrafında da büyüklü küçüklü ahşap evleriyle bir Yahudi mahallesi teşekkül etmişti. Istanbulun dörtte üçüne yakın bir kısmını mahveden büyük 1070 (M. 1660) yangınında bu Yahudi mahallesi de kül olmuştu. Köprülü Mehmed Paşa saaırâzamdı, devrin hükümdarı Dördüncü Mehmedin anası Hatice Turhan Sultan bir büyük cami yaptırmak arzusunda idi. sadırâ-zama, yarım kalmış olan Yeni Camiin ikmal ve ihyası teklif edildi, o da muvafık görüp Valide Sultana arzetti, Turhan Sultan da razı
— 1344 —
1345 —
AYARLAR KAPUSU
oldu. Bunu haber alan Yahudiler telâşa düştüler. Cami ihya edilirse, pek tabiî Yahudi mahallesi de buradan kaldırılacak, Yahudiler, şehrin en faal bir ticaret merkezinden uzakça bir yerde iskân edileceklerdi. Derhal, Yeni Camiin ihyası fikrinden vazgeçilmesi için kendi avarız sandıklarından (kaza ve belâ sangından) sadırâzama büyük bir rüşvet teklif ettiler. Fakat Köprülü Mehmed Paşa tarafından reddedildi, hattâ paşa kendisine ikinci defa böyle teklife cesaret edebilecek kimseleri aman vermeden idam ettireceğini söyledi. Avarız Sandıkları 1293 (M. 1877) Rus Harbine kadar devam etti; ağır harb masraflarını karşılamak zorunda kalan hükümet esnaf loncalarının ve mahallelerin Avarız Sandıklarına el attı ve asırlar boyunca birikmiş bu muazzam halk sermayesini hazineye malet-ti. Bu büyük sosyal yardım müessesesi de bu suretle mahvoldu.
AYARLAR KAPISI — (B.: Surlar).
AVAROĞLU (Ertuğrul Şevket} — Muharrir edîb; 1909 da İstanbulda Halıcılarda Cami Sokağında doğdu. Babası Bahriye Yüzbaşısı Mehmed Arif Beydir ki Birinci Cihan Harbinde Çanakkale Boğazı dışında batan Midilli kruvazörü şühedasmdaııdır. Arif Beyin pederi Mustafa Efendi de bahriyeli olup tesbit edi-lemiyen bir tarihte Kafkasyadan İstanbula hicret etmiş. Tersaneye girmiş ve bahriyede kolağalığma kadar yükselmiştir. Ertuğrul Şevket de aile an'anesine uymuş, ilk tahsilini Nü-munei Terakki mektebinde gördükten ve bir müddet de Menbai İrfan İdadisinde okuduktan sonra Heybeli Ada Bahriye Mektebine girmiştir. Fakat bedenî takati denizciliğe elverişli çıkmamış, içinde bahriyeli olmak'' heves ve, arzuları bulunduğu halde Heybeliden ayrılmış, bir müddet sonra 1925 de Yüksek Muallim Mektebinin tarih kısmına imtihanla girmiş, o sıralarda ikamet ettikleri Üskü-darda komşuları olan Sadri Edhem'in te-
Ertugrul gevkei> Avaroglu
vıki ile Yüksek Mual- (Resim: Nezih)
İSTANBUL
lim Mektebini de bırakarak Son Telgraf gazetesinde muhabirl'Me Matbuat hayatına atılmıştır.
Babasını pek küçük yaşta kaybeden Ertuğrul Şevket kendisinden birkaç yaş küçük kızkardeşiyle beraber Hüsniye Hanım ismindeki fedakâr bir ananın mütevazı geliri ile o-kurken, 16 -17 yaşlarında ailenin istinadgâ-hı olmuştur.
>v
-
yılma kadar muhtelif İstanbul ga
zetelerinde çalışan, zekâsı, enerjisi ve zarafeti
ile kendisine iyi bir mevki temin şden genç
muharrir, bu tarihte Ankaraya gitmiş Matbu
at Umum Müdürlüğünde bir vazife almış,
1944 e kadar geçen 10 yıl içinde başta Tan,
Vatan, Tasvir ve Aksam gazeteleri gelmek
üzere ayni zamanda bir kaç İstanbul gazetesi
nin Ankara muhabirliğini yapmıştır.
-
de Ankarada Vidinli Tahir Bey is
mindeki bir zatın kızı Behice Hanımla evlen
miş, 1940 da Başredaktörlüğe kadar çıktığı
Matbuat Umum Büdürlüğünden ayrılmış,
1944 de İstanbula dönmüştür
Bir müddet «Tan» gazetesinin yazı işleri müdürlüğünde bulundu, oradan ayrılarak karikatürist Râmiz ile «Mizah» mecmuasını kurmuştur, sonra sermâyesi M. Faruk Gür-tunca tarafından kurulmuş «Devran» adlı bir mizah mecmuası çıkarmıştır. Refik -Hâlid Karay «Aydede» mecmuasını tekrar çıkarınca (B.: Aydede) yazı işleri müdürü ile en ağır yazı yükünü üzerine almıştır.
Bir ara «Yeni Sabah» gazetesinde fıkra muharrirliği yapmış, sonra M.F. Gürtuncanın «Her Gün» gazetesine fıkra muharriri olarak intisap etmiştir ve yine Gürtuncanın «Ülkü» müesseselerinin umum müdürü olmuştur. 1959 da Her Günde sekreterlik ve «Sapantaşı» başlıklı fıkraların muharrirliğini yapmakta idi. Bu gazetede «Nevres Baba» ve «Aşkın ölümü» adlı iki romanı tefrika edilmiştir. Sırf para kazanmak maksadı ile imzasız olarak neşrettiği yirmiden fazla romanı vardır ki hem -küçümsenecek iş değildir, hem de edebî bir hüviyetleri vardır.
Ertuğrul Şevketin mizah ve fıkra muharrirliğinin üstünde edebiyatîmızaakâ mümtaz yeri hikâyeciliğidir. İlk hikâyelerini 1929 da. «Köse Fuad» ve 1938 de «Olmayan şeyler»' adı altında toplamış, neşretmiştir. «Şeriatca-sına» adındaki üç perdelik bir de komedisi
ANSİKLOPEDİSİ
vardır ki 1838 de Matbuat Umum Müdürlüğü tarafından basılmış ve muhtelif halk evlerinde oynanmıştır. Ertuğrul Sadi tarafından da sahneye konmuştur.
Neslinin bütün münevverleri gibi şirle de meşgul olan Ertuğrul Şevketin bestelenmiş bazı şarkıları zamanımızın musiki muhafille-rinde ve radyolarda seçkin okuyucular tarafından okunmaktadır, bilhassa Osman Nihad Akııı'm nihâvend makamında bestelediği bir şarkısı son zamanların en güzel eserindendir:
Kalbimdeki son aşka inerken yine perde Bir ağlayacak göz aradım bendeki derde Bahtın bütün insanları güldürdüğü yerde Bîr ağlayacak göz aradım bendeki derde..
Diğer neşredilmemiş şiirleri Ertuğrul Şevkete şair dememiz için yeter eserlerdir, kendisinin bu yolda en küçük iddiası olmadığı halde, ancak yakın dostlarının bildiği iç âleminin derdlerini dökmek istediği zaman baş vurduğu yer şiir olmuştur, aşağıdaki -mısralar şiir diline güzel bir örnektir:
Unutalım, hep uııutdıını! Kânın budur dünyâda..
Burma bıyıklı babam vardı,
Öldü;
Yirmi odalı evim vardı.
Yaadı..
Unutdnm, hep unutdum!
Seyyahata çıkardım;
Param vardı;
Rakı ısmarlardım,
Dostlarını vardı;
Severdim
Kalbim vardı.
Unutdnnı, hep uuutdum.!..
Kızlarım vardı,
Okşardııa yanaklarını,
Koklardım saçlarını...
Unutdum, hep îmutdum!..
Unutmak,
Unutulmak kadar güzel..
AVCIBSY CAMİİ — Eğrikapıda, kale kapısından şehre girince, sağda birinci sokakta (1934 Belediye Şehir Rehberi haritasında Şişhane Caddesi), sağ kolda idi; bu satırların yazıldığı sırada, mihrab duvarının bir parçası kalmış bir harabe halinde idi. Hadikat-ül Cevamide Eğrikapı Mescidi adiyle geçer; bu eserin kaydına göre Fatih Sultan Mehmedin Avcıbaşısı Mehmed Bey tarafından yaptırılmıştı. Karşısında Arabhekimzade Hacı Alinin sıbyan mektebi, mektebin avlusunda da tabi-
AVCI SOKAĞI
inden Şaabenin sembolik kabri vardır; Mehmed merkadı da bu hazretin yanında imiş; ki bu açık türbe de pek haraptır, sıbyan mektebinden de eser kalmamıştır.
Avcıbey Camii mahallelinin rivayetine göre taş minareli, dört kagir duvar üzerine kiremit örtülü bir çatıdan ibaretti. İçinde namaz kılmagelirken, on beş sene kadar evvel Evkafça kadro harici bırakılarak kapatılmış, sonra süratle harabiye yüz tutup yıktırılmıştır. (Temmuz 1946).
Burhan Olker
AVCIKÂZIM SOKAĞI — Kısıklı sokak-larındandır; Kısıklı Caddesiyle Küçük Çamlıca Caddesi arasında uzanır; Kısıklı kavşağından yüründüğüne göre, bir araba rahat geçebilecek kadar geniş, kaba taş döşeli ,ve bozuk bir yoldur; sağ köşebaşında Kısıklı Nahiye Müdürlüğü ile polis karakolu olan bina vardır. Sol köşe, ağaçlarla bezenmiş bir bahçedir; ilerlendikçe bir misli daha genişleyen Avcıkâzım Sokağı, büyük bahçeli serapa ağaçlar arasında ikişer üçer katlı ahşap köşkler arasından geçer. Kayda değer başka bir hususiyeti yoktur (Mayıs 1947).
İsmail Ersevim
— Fatih kazası Fener nahiyesinin Avcıbay mahallesi so-kaklarındandır.
Kaariye Carniinin üst tarafındaki Kuyu-lubahçe Sokağının, isimlendirilmemiş bir meydanla hâsıl ettiği kavşaktan başlar. İki arabanın zor sığabileceği kadar dar bir toprak yol olup zikzaklar yaparak birer ikişer katlı ahşap evler arasından geçer. (Ekim 1946).
İsmail Ersevim
AVCÎ SOKAĞI — Üsküdar kazasının merkez nahiyesinin İnsaniye mahallesi sokak-larındandır. İnsaniye Sokağı ile Çıt Sokağı arasındadır. İhsaniye Sokağı kavşağından girildiğine göre önce kaba taştan yapılmış beş basamak merdivenle çıkılır, bir araba genişliğinde kaba taş döşeli, altmış adım kadar uzunlukta yokuş bir aralık sokaktır. Sağ köşesinde iki katlı ahşap bir ev, yanında bir adam 'boyunda bahçe duvarı, onun yanında kapısı, Çit Sokağına açılan bahçeli, bahçe duvarının üstünde demir parmaklık olan iki katlı beton kübik bir yapı, sol köşesinde bir arsa, yanında önünde bir buçuk adam boyunda sıvasız
AVEDAPER
— 1346 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 1347
AVEDİK PİSKOOS
kaba taştan bir bahçe duvarı olan iki katlı ahşap bir ev, onun yanında ön kapısı Çit Sokağında açılan iki katlı ahşap bir ev bulunan Avcı Sokağının kayda değer bir hususiyeti yoktur (Mart 1947).
Hakkı Göktürk
AVEDAPEE — «İyi haber getiren» demektir; Amerikalı misyonerler tarafından, 1855-1915 yıllan zarfında İstanbul'da neşre-. dilen dinî ve siyasî haftalık ermenice bir gazetedir.
Kevork Pamukçuyan
AVEDİK PİSKOPOS (Tokadh) — İstanbul'un namlı Ermeni patrdklerindendir. Önce 1702 -1703, sonra da 1706 yılları zarfında ol-nıa-k üzere iki defa patriklik makamında bulunmuştur. Başından geçen bir macera ile ta-rihde meşhur olmuştur.
Patrik Avedik 7 Nizan 1657 de Tokad'da doğmuştur. Pederi dokumacı Bağdasar'dır. Büyük babası ise Serkis adında bir rahiptir ki kendisine yedi yaşma kadar okuyup yazmak öğretmiştir. Râhib Bağdasar 1684 de! 110 yaşında vefat etmiş, Avedik vaptizeisi rahip Bed-ros'dan ders almağa ve pederinden de dokumacılık öğrenmeğe başlamıştır. 1672 de To-kad'a, Belenkli Agop Vartabet namında bir din adamı gelmiş, Avedik de onun şakirdi olup ruhanî hayata intisab etmeğe karar vermiştir. 1675 de «Sarga'dağındaki Surp Agop manastırına başrahip tayin olunmuştur. Müteakiben Erzincan'a giderek, Kabos'daki Surp Agop manastırını inşa, ve Diranaşendeki manastırı da tamir ettirmiştir. Büyük bir zelzele neticesinde harab olan Erzincandaki Astvad-zadzin kilisesini restore etmek gayesiyle İstanbul'a gelmiş ve bu hususta lâzım gelen fer-.manı elde ettikten sonra, mezkûr şehre dönerek teşebbüse geçmiştir. Bu esnada Yeniçerilerin isyanı başgöstermiş ve Avedik Varta-bed iki yerinden hançerle yaralanmıştır. İyileştikten sonra İstanbul'a gelerek silâhlı yardım temin etmiş ve isyanı bastırmağa muvaffak olmuştur. Bunun üzerine düşmanları, müsaadesiz kilise yaptırıyor diye iftira ettiklerinden Erzurum Valisi tarafından hapsettiril-mistir. Lâkin mahkemede lâzım gelen resmî vesaiki ibraz ederek, kadı Feyzullah Efendinin kararı ile serbest bırakılmıştır. Bunun üzerine Erzurum'dan Erzincan'a avdet ederek
kilisenin inşasına hız vermiştir. 1691 de Eçmi-adzin'de, Katoğikos Eğyazar I. tarafından piskopos takdis olunmuştur. Erzincan'a dönüşünde, yemden bazı kimselerin ve bilhassa Kadı'nm düşmanlığına maruz kalmıştır. Bu esnada Kadı ailesi efradı ile hastalandığından, bunu Allah- tarafından bir tecziye telâkki ederek kilisenin inşaatına müsaade etmiş ve maddî yardımda da bulunmuştur. Az sonra, Yeniçeriler yeniden isyan ettiklerinden Avedik Piskopos Eçmiadzin'e sığınmak mecburiyetinde 'kalmıştır. 1691 yılı sonlarında Katolikos Nahabet I. tarafından kendisine Erzurum murahhaslığı tevdi olunmuştur.
1701 yılında, Erzurum'dan Avedik Piskopos.un ahbabı olan, Avrupalılara ve bilhassa Katoliklere karşı muhalefeti ile tanınan ve Padişahın üzerinde- büyük nüfuza malik bulunan Feyzullah Efendi şeyhülislâmlık makamında bulunmaktaydı. Avedik, Erzurum'- • dan Lâtinlere karşı olduğunu bildiğinden 1701 Ağustos ayında, kendisini patriklik mevkiine geçirmek maksadiyle, derhal İstanbul'a gelmesi için haber yollamıştır. O da davete icabet ederek İstanbul'a gelmiştir.
Bu sıralarda İstanbul'da, Gregoryan ve Katolikler arasında dinî bir yatıştırma vaazı irad etmiş, müteakiben derhal Edirne'ye giderek Feyzullah Efendinin tavassutu ile Patrik kaymakamı nasbolunmuştur. 7 Mart 1702 de ise, yine Feyzullah Efendinin şefaati ile Edirne'de İstanbul patriği ilân edilmiştir; o da Amasyalı Ohannes Vartabed'i de İstanbul'da kendisine vekil nâib tayin etmiştir. Bu suretle Ermenilerin Gregoryen ve Katolik zümreleri arasında anlaşma ümidleri belirmiştir.
Bu sıralarda, İstanbul ve Kudüs Ermeni Patriklikleri birleştirilmiş ve 1702 yılı Temmuz ayında Avedik Piskopos Kudüs Patrikli ğini de deruhte etmiştir. Aynı günlerde sabık Kudüs Patriği Minas Piskopos aleyhine birkaç ruhanî bazı isnadlarda bulunduğundan, Patrik Avedik, Karabet adlı birini nazır tayin ederek tahkikat için Kudüse göndermiştir. Az sonra Avedik Piskopos Edirne'den İstanîm-la avdet etmiş ve Bakırköyde muazzam bir Ermeni kütlesi tarafından büyük merasimle . karşılanmıştır. Bu esnada Sahabayar Eremya gibi bazı nüfuzlu Ermeniler Avedik'i devir» mek isternişlerse de, Şeyhülislâm Feyzullah . Efendinin himayesi sayesinde gayelerinde mu-
vaffak olamamışlardır. İstanbula avdetinden birkaç ay sonra Avedik Patrik tekrar Edirne-ye gitmiştir. Burada, kendisine muhalif bazı Ermeni papazlarının çıkardıkları yeni bir hâdiseden dolayı araları açılmış ve bazı nahoş vak'alar cereyan etmiştir. Bunun üzerine Patrik, sadırâzam Daltaban Mustafa Paşa'ya müracaat etmiş ise de vezir kendisini itham ederek hapsini emretmiştir. Fakat yine Feyzullah Efendinin şefaatiyle kurtulmuş ve muhalifleri küreğe mahkûm olmuşlardır. Bu sırada İstanbuldaki Ermeniler arasında da anla-şamamazlıklar zuhur ettiği için Padişah emriyle Patrik İstanbula dönmüşse de, az sonra tekrar Edirne'ye gitmiştir.
1703 de «Edirne Vak'ası» denilen ihtilâlde hâmisi Feyzullah Efendinin öldürülmesi ve yerine Başmakcızâde Ali Efendinin geçmesiyle Patrik Avedik'in de vaziyeti sarsılmıştır.
İstanbuldan kaçar iken Üsküdar'da yaka lanarak Yedikule zindanına atılmıştır. Eylül
1703 de yerine Amasyalı Kalusd Vartabed'in
tayini ile patriklik vazifesi de fiilen sona er
miştir. Aynı ayın 11 inde hapishaneden çıkar
tılarak Fransız Elçisi Feriol'un telkini ile Sa-
dırâzam tarafından Avrad Adasına sürgün
gönderilmiştir. Kendi ifadesine göre burada
bir yıl kadar kalmıştır.
17 Eylül 1704 de Kalaylı Ahmed Paşa'mn sadrazamlık makamına geçmesiyle Avedik'in taraftarları cesaretlenerek, onu kurtarmak için teşebbüse geçmişler ve muvaffak olmuşlardır. Sabık patrik sürgünden kurtulduktan sonra Haleb'e gitmiş ve ordan da Erzincana geçip eski manastırına çekilmek istemişse de, mezkûr şehre vasıl olmasından iki gün evvel İstanbul'a avdeti için emir almış ve böylece
1704 yılı Aralık ayında tekrar patrik olmuş
tur. Fransız Elçisinin kendisine karşı besledi
ği husumete rağmen bu defa Avedik Piskopos
Katoliklere karşı mutedil bir siyaset takip et
miştir. Bu sıralarda yeniden şahsına karşı şi
kâyetler artıp muhalifleri kuvvetlendiğinden,
ve bilhassa elçi Feriol'un Devlet nezdinde
yaptğı tahrik ve tezvirleri dolayısiyle, Patrik
Avedik 14 Şubat 1706 da Bohça Adasına sü
rülmüş ve orada hapsedilmiştir.
Bir müddet sonra Avedik Kudüsü Şerife gitmek için Padişaha arzuhal sunmuş ve düşmanlarına rağmen Sadırâzam Çorlulu Ali Paşanın sayesinde istediği kabul olun-
muştur. Feriol'un Saray nezdinde yaptığı teşebbüsler netice vermediğinden, bu defa hileli bir yola baş vurarak onu kaçırmağa karar vermiştir. Gemi Kudüs'e, Kios, Rodos ve Kıbrıs tarikiyle gideceğinden, Feriol emelini tahakkuk ettirmek için Kiosdaki Fransız Konsolos muavini Bonald'ı vasıta yapmış ve bu maksadla Tarillon adlı bir cizvit papazını oraya göndermiştir. 7 Nisan 1706 da Patrik Avedik serbest bırakılmıştır. Bir divan çavuşu refakatinde dört günde Kios'a vardıktan sonra orada üç gün gemi beklemek mecburiyetinde kalmışlardır. Burada M. Bonald Avru-paya giden bir Fransız gemisi bulup, divan çavuşunu da rüşvetle elde ettikten sonra, Değirmenlik adasına vardıklarında çavuş gemiyi terketmiştir. İki gün sonra da Avedik'in muavini bir adaya bırakılmıştır. Böylece yalnız kaldığı için, kaptan, üzerindeki paralarını ve mücevheratını kolayca müsadere edebilmiştir. Mayıs iptidasında Messina'ya vardıktan sonra beş ay orada hapsedildiği İstanbulda işitilince, Ermeniler kadar Hükümet çevreleri de infial duymuşlardır. Sadırâzam Çorlulu Ali Pasa derhal mahalline arayıcılar yollamış ve şiddetli baskılarla sefir Feriol'dan da Ave-diğin iadesini talep etmişse de, elçi olup bitenleri kâffeten inkâr etmiş ve hâdisenin korsanların icrası olduğunu söylemiştir. Koza divan çavuşu da önce inkârda bulunmuş, bilâhare işkence altında hakikatleri açıklamıştır.
Sabık Patrik 1706 yılı Eylül ayında Marsilya'ya ve derhal tersane zindanına atılmıştır. Burada ayakları prangaya vurulmuş saçı ve sakalı kesilmiş, elbiseleri ve kitapları elinden alınmıştır. Oradan da, Feriol'un 16 Eylül 1706 tarihli gizli bir emriyle, o sıralarda din ve siyaset adamlarına hapishane vazifesi gören ve Normandiya eyaletinde bulunan Mont-Saint - Michel mansatırına nakletmişlerdir. Burada bir katile dahi reva görülmeyen işkencelere ve hakaretlere maruz kalmıştır. Mezkûr mahal sahilde bulunması hasebiyle emniyette hissedilmediğinden, 8 Ocak 1710 da Paris'e sevkedilip Bastille zindanına atılmıştır. Aynı yılın Haziran ayından itibaren kitaplarla meşgul olmasına müsaade edilmiştir. 22 Eylül 1710 da, hapishaneden kurtulmak gaysesiyle Paris Paşpiskoposunun önünde katolik dinini kabul etmek mecburiyetinde kalmıştır.
AVEDİSYAN
— 1348 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
Dostları ilə paylaş: |