İstanbul ansiklopediSİ istanbul Hanımı Resim : Sabiha Bozcalı



Yüklə 5,85 Mb.
səhifə33/91
tarix11.09.2018
ölçüsü5,85 Mb.
#80346
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   91

DARÜLHADÎS MESCİDİ — Şehzâdebaşında Acemioğlanları Kışlası civarında idi; Hadikatül Cevâmi şu malûmatı veriyor : «Banisi mültezimlerde» Kesriyeli Hasan Ağadır; bina ettiği dârülhadisin dershanesine bir mihrab yapdırıp, imam ve müezzin tâyin ederek namaz kılınır. Dârülhadisin sokak kapusu kemer-' üstünde kadiasker Mîrzâde Salim Mehmed Efen. dinin bu .târihi yazılıdır :

Zübdei ehli diyanet Hasan Ağa behulûs

Yapdı bu dâri hadîsi keremi tab'ından

Kudsiyan didiler itmamına; Salim târih

Buldu encamını bu nev eseri pâkü hasen

1118 (1706 - 1707)

Bu mescidin mahallesi yokdur». Zamanımızda bu binadan eser kalmamış-

dır.


DÂRÜLHADİS SOKAĞI — Eminönü İlçe. sinin Küçükpazar nahiyesinin Hacıkadın Mahallesi sokaklarından; bir altı yol ağzı (Kâtib-çelebi Cad., Âkifpaşa So., Azebaskeri So., ve isimsiz bir sokak) ile imaret salhanesi Sokağı arasında uzanır (1934 Belediye Şehir Rehberi; pafta 5/48). İki araba geçecek genişlikde, kaba taş döşeli bir yoldur; büyüklü küçüklü «îhşab ve kagir evler arasından geçer, bir de beş katlı bir apartıman görülür. Semt sakinlerinden Şük, rü Manav'ın söylediğine göre 1917 yılında yan. mış olan Vefa Camii ve Dârülhadisinin duvar kalıntısı görülmektedir. Muhaddis Sokağı ile bir kavuşağı vardır; altı yol ağzı tarafından gelindiğine göre bu kavuşak geçilince yol daralır ve meyilli olarak iner. Kapu numaraları 1-23 ve 4-20 dir. imaret salhanesi Sokağı ile olan bitim kavuşağında susuz bir çeşme görülür, suyu 1929 .yılında kesilmiş, kitabe taşı da sökül-müşdür (1964 kasım).

Hakkı GÖKTÜRK

DARÜLHAYRİ ALİ — Veznecilerde nıeş -hur «Zeynebhanırn Konağı1» nda (B. : Zeyneb. hanım Konağı) ikinci Sultan Abdülhamidin son yıllarında Istanbuldaki kimsesiz türk — muş • lüman çocukları himaye ederek sefaletten kur. tarmak, bir meslek ve sanat sahibi olarak yetiş-dirmek için kurulmuş ve ancak beş sene yaşamış bir dârüleytam, yetimhanedir. Doğrudan Sultan Abdülhamidin hayır eseridir, «Dârül-hatır» adına «Âlî» sıfatının eklenmesi de bu münâsebet iledir. Müessesenin kurulmasına 1899 yılında Yıldız Camiinden bir cuma nama. zı dönüşünde 6 yaşında kimsesiz bir oğlancığın padişaha verdiği bir 'dilekçe sebeb olmuşdu. Çocuk okuma yazma ve bir sanat öğrenmek için himayesini istemişdi; Abdülhamidin şahsiveti-ni bilenler bu çocuğun derhal himaye altına alınmış olduğunu söylemekde teredciüd etmezler. Pâdişâh' bu vaVadan bir kaç gün sonra Bâ-bıâliye gönderdiği bir irâdei seniye ile, kimse-

DÂRÜL HİKMETÜL İSLAM1«

— —


ANSİKLOPEDİSİ

— 4249 —


DAEÜLMAAEÎF



siz türk —• müslüıran çocukların ve serseri gençlerin korunarak birer sanat ve meslek sahibi olarak yetişdirilmeleri için büyük bir yetimhanenin kurulması yolunda gereken hazırlığın süratle yapılmasını emretmiş, masrafının hazînei hassa tarafından karşılanacağını bil. dirmişdir. Hükümet gereken proje ve programı hazırladı, yetimhanenin arsası ile binası, nın kaça mal olacağı hesablarım da yapdırdı; Çapada 700 altın değerinde bir arsa vardı, kaloriferle ısıtılacak olan bina da 27,000 altına mal olacakdı; «Dârülhayri Âli» adı verilen bu müesseseye işsiz güçsüz serseri dolaşan hâne-berduş gençlerle korunmaya muhtaç oğlan çocuklar alınacakdı, ki sayıları 4000 olarak tes -bit edilmişdi; aralarında mühim yaş farkları olduğu için azametli müessesenin birbirinden çok farklı yetiştirme ve barındırma kısımları ola -cakdı; altı sınıflı ve rüşdiye derecesinde tahsil sağlayacak bir okul olacakdı; her sınıfda ders. den başka öğretilecek sanatlar, bilgiler de marangozluk, saraçlık, kunduracılık, terzilik, döşemecilik, mürettiblik, hakkâklık, mücellidlik, aşçılık, tatlıcılık, şekerlemecilik olacakdı Müessesenin ev işleri, dikiş, nakış, yemek öğretilir bir de kızlar kısmı bulunacakdı. İdare adanılan, muallimler, ustalar ve müstahdemlerin kadroları bile tedbit edildi. İş binaya kaldı, Ab-dülhamid Çapadaki arsaya, hazînei hassa tarafından Eyyub Paşa veresesinden 2400 liraya satın alınmış Acıbademdeki bir arsayı tercih etti, fakat binanın inşâsı çok uzun süreceği için, bilâhare yeni binasına taşınmak üzere Dârülhayri Âlî için, yine hazînei hassa malı olan: Vezneeilerdeki 100 odah Zeynebhanım Konağı, m verdi ve İstanbulun bu ilk türk — müslü. man yetimhanesi mâlî takvim ile 19 ağustos 1319, milâdî takvim ile l ekim 1903 de bu binada açıldı. İlerde himaye genişletilmek üzere müessesede 500 kadar hâneberduş delikan.j ve çocuk toplanmışdı; İdare kadrosu de şu zâtlardan kurulmuşdu :

Meclisi Maarif âzasından Haydarîzâde îb-râhim Efendi (Müdür), Meclisi Maarif âzasından Mehmed Galib Efendi (İkinci Müdür), Servet Bey (Müdür Muavini), Hayreddin Bey (Ders Nâzın), Dr. Binbaşı Fuad Bey (Sanayi -haneler Âmiri), Ahmed Fehmi Efendi (Muhasebeci), Seyfeddin Bey (Kâtib). Muti Bey (Dahiliye Memuru), Rügdi Efendi( Muhâsebo Şefi), Hafız Ahmed Efendi (Veznedar).

Dârülhayri Âlî ancak beş sene yaşayabildi, kurucusu İkinci Sultan Abdülhamid 27 nisan 1909 da tahtdan indirildi, 21 ağustos 1909 da da pâdişâhın yetimhanesi 6 maddelik bir kanun ile lâğvedildi; müessesenin yıllık tahsisatı olan 11,700 liradan 800 lirası Darülfünun tahsisatına eklendi. Tahsil ve tâlim devresi altı yıl olan müessese ilk mezunlarını bile vermemişdi.

Osman Nuri ERGtN

DARÜL HIKMETÜL ÎSLÂM1YE - «Ha-kaayiki diniye ve teâbii islâmiyeye neşir ve tamim ile mükellef olmak üzere» İstanbulda Şeyhülislâmlık dairesinde 10 mart 1334 (Milâdî 1918) tarihli kanun ile kurulmuş ve 12 ağus, tos 1334 tarihinde açılmış bir islâm akademisi, nin adıdır.

Müessesenin «Akaaid», «Fıkıh» ve «Ahlâk» isimleri ile üç encümeni vardı; her encümenin 3-7 âzası olacak ve hepsi tek reisin idaresinde çalışacaklardı; bir de Başkâtib bulunacakdı; hepsi Şeyhülislâm Efendinin arzı üzerine pâdişâh tarafından tâyin edileceklerdi.

Dârül Hikmetül İslâmiyenin ilmî ve amelî
olmak üzere iki vazifesi bulunuyordu. Amel!
vazifesi, müslümanlann dinî terbiyesinin, ve
islâmiyetin yüksek meziyet ve faziletlerinin in.
kişâfına çalışmak ve bu uğurda eserler neşret
mek İdî. '.,':.

Bu islâm akademisi şu zâtlerden mürekkeb olarak kuruldu, ki hepsi o devrin seçkin İslara bilginleri idi :

Muğlalı Ali Riza Efendi (Reis), Arabkirli Hüseyin Avni Efendi, Bergamalı Ahmed Cevdet Efendi, İstanbullu Şevketi Efendi, Müderris Mehmed Hamdı Efendi, Haydarîzâde İbrahim Efendi, Bediüzzeman Said Efendi, Haleb mebusu Şeyh Bekir Efendi, Şam ulemâsmdan Şeyh Bedreddin Efendi, Amasya Müftüsü Mustafa Tevfik Efendi.

Birinci Cihan Harbinin son yılı idi. Osmanlı İmparatorluğu ağır mağlûbiyete uğramışdı. İttihad ve Terakki Fırkası iş başından ayrıldı. Dolay ısı ile Dârül Hikmetül îslâmiye'de büyük değişiklik oldu, akademi ikinci defa olarak şu zâtlerden kuruldu :

Mustafa Asım Efendi (Reis), Müderris izmirli İsmail Hakkı Bey, Seyyid Nesib Efendi,

Ferid Bey, Rebiî Efendi, Ahmed Râsim Avni Efendi, Şerif Sâdeddin, Mustafa Refik Efendi, tjrsküblü Said Bey, Şair Mehmed Akif Bey (Başkâtib).

Dârül Hikmetül îslâmiye açıldığı gün uzun bir beyanname neşretmiş, kuruluşunun maksadını ve gaayesini anlatmışdı; şu satırlar çok önemlidir :

«Dârül Hikmetül İslâmiye'den beklenen hizmetler yalnız Osmanlı Devletine ve İslama münhasır değildir. İnsaniyet âleminin umumî vicdanına müteallik fazîlletleri de araştırmaya çalışacakdır; bundan ötürüdür ki bütün insaniyet hadimlerinden yardım isteyecekdir...»

«Cerîdei İlmiye» adında bir de mecmuası vardı. Müessesenin dine, ahlâka, içtimaiyata dâir beyannameleri, verilen konferanslar, âzalarının imzaları ile çok kıymetli makaaleler neşredildi.

Kurulması çok geç kalmış bu akademiden çok hizmet beklenirdi; fakat o felâketli devirde kurulup açılması ile kapanması bir oldu. Neşrini tasarladığı1 eserlerin hiç birini yazdırmağa bile vakit bulamadı (1952).

Osman Nuri ERGİN

DAKÜLHlLÂFE — İstanbul'un Osmanlı İmparatorluğu zamanında kullanılmış 'simlerinden biri, İstanbulun Hilâfet merkezi olduğunu ifâde eder; bâzı resmî evrakda daha tumturaklı olarak «Dârül Hilâfetül Âliyyei îs-lâmliyye» şeklinde yazılırdı (B. : Derisaadet).

DARÜL1LMÜ VET - TALİM — (B. : Da -rüttâlim).

DARÜL1EFAN — İkinci Abdülhamid devrinde açılmış özel okullardan biri; Kadıköyün. de idi, ibtidâî - rügdî iki devreli bir erkek çocuk okulu idi; kurulduğu tarih, semti, kurucuları ve kapandığı tarih teskit edilemedi: 1903 yılına âid bir özel okullar istatistiğinde 99 talebesi olduğu yazılıdır. Pek çok emsali gibi bi-nâsızhk, kira verememek, veya işgal ettiği binayı tekrar kırâlıyamamak yüzünden kapanmış olacakdır.

Osman Nuri ERGİN

DAEÜLKURRA — Müslümanlarca Kur'â-nı ezberlemek ve bunu muhtelif arab lehçelerine göre 7-10 türlü okutmak için açılmış

olan müesseselere, dershanelere verilmiş ,'sim. dir. Kur'ânı bu okutuş ve ezberletış tarzları sibyan mekteblerinde de tatbik edilirdi; meselâ Lâ'lîzâde Abdülbâki Efendi Eyyubda yaptırmış olduğu sibyan mektebinde muallim kürsüsünün üstüne kendisinin şu kafasını bir lev. ha hâlinde astırmışdı :

Bu mektebde telemmüz eyliyen etfâle lütfeyle ilimde, mârlfetde eyle yâ Rafa faikül akran Kelâınullahı hıfza sa'yedenler kalmasın nıahrtua Vüoûhâtı kyaatiyle olsun hafızı Kur'ân

Fakat sibyan mekteblerinde çocuk idrâkinin Kur'ân okuma tarzlarına kâfi gelmediği .içindir ki Dârülkurralar açılmışdı. Bu dershanelerden mezun olanlara halk «Kurrâ Hafızı» diye ayrıca itibar gösterirdi (1952).

Osman Nuri ERGİN

DARÜLMAAEÎF — İstanbul'un meşhur mekteblerinden biridir; Sultan Abdülmecidin anası Bezmiâlem Sultan tarafından İkinci Sui-tan Mahmudun türbesi yanında Esma Sultan Sarayının arsasına bir rüşdiye mektebi olarak yaptmlmış ve 7 cemâziyelevvel 1266 (21 mart 1850) bir perşenbe günü Valide Rüşdiyesi adî ile açılmışdı (B. : Bezmiâlem Valide Sultan).

Bina olarak devrinin hem güzel yapılarm-dan biridir, hem de plânı aslında mekteb olarak çizilip yapılmış ilk büyük binadır; zamanımızda bu binada İstanbul Kız Lisesi bulunmaktadır (B. : İstanbul Kız Lisesi).

Bezmiâlem Vâdile Sultana bu güzel mektebi yaptırtmaya teşvik eden, o zamanlar Mele, tebler Nâzın olan Kemal Efendi idi (B. : Kemâl Paşa); açılış törenine pâdişâh bizzat gel = mis, oğullarından Şehzade Murad Efendi (Mu-rad V.; doğumu 1840; o zaman 10 yaşınd?) ile kızlarından Fatma Sultam da berâberü-de getirmiş, kendisini karşılayan nazırlar arasında Kemâl Efendiye doğru yürüyerek, onu işaretle çocuklarına :


  • Efendinin elini öpünüz., bundan sonra
    hocanız efendidir!, demiş, sonra Kemâl Efendi
    ye dönerek :

  • Bunları desti terbiyenize tevdî ediyo
    rum, diğer talebe ile müsavi tutmanızı rica
    ederim!., demişdi.

Mektebin kütük defterine kaydedilen ilk

DARÜLMESNEVÎ

— 4250 —


İSTANBUL

ANSJKLOPID1S1

DARUSSAADE AĞALARI



talebe isimleri Mursd Efendi ile Fatma Hanım olmuşdur.

Mektebin tarih kitabesi de Kemâl Efendi (Paşa) mndır :

Yazdı târihin Mekâtib Nâzın abdi kemin «Mehdi ulyâ bak çok âlâ Mekteb inşâ eyledi» 1266 (M. 1850)

Bu okul, devrin hükümeti tarafından, henı devlet dâirelerine memur, hem de açılması düşünülen Darülfünuna (Üniversiteye) talebe yetiştirecek bir irfan müessesesi şekline konmak istemiş, rüşdiyelerden üstün tahsil sağlayacak şekilde bir program yapılmış, tatbikine başlanır iken de okulun adı «Dârülmaarif» olarak değiştirilmişdir.

Dârülmaarife mahdud, seçme talebe alındı. Türkiyede Tanzimat Devrinde Avrupa ms arifi yolunda mektebler açmanın öncüsü olmuş Kemâl Efendinin düşmanları pek çok idi, ve bunlar bu aydın nazırın gözden düşmesi için çalış-makda idiler. Bezmiâlem Sultan, hususî bir programla seçme ve mahdud sayıda talebe alan mektebinin kıymetini anlayamadı, sibyan mek. tebleri çocuklarla tıklım tıklım dolu iken koş -koca mektebinin tenhalığına üzüldü, ve sebebini öğrenmek üzere kâhyası Hüseyin Beyi Ke. mâl Efendiye yolladı; bu zât de meseleyi nazırın muavini Vehbi Molladan sordu (B. : Vehbi Molla); Vehbi Molla fesad ilminde ve tezvir fenninde üstadlardandı, Dârülmaarif in nasıl bir okul olduğunu anlatacak yerde : «Müracaat edenler pek çok.. Kemâl Efendi titizlik edip almıyor!.» dedi; kâhya da bu cevâbı Valide Sultana götürünce Bezmiâlem Sultan nâ. zira son derecede kırıldı, ve mektebinin idaresine Vehbi Mollayı memur etti. Kemâl Efendi bütün çırpınmalarına rağmen Valide Sultanın bu emriniıt önüne geçemedi, Vehbi Mclla da Dârülmaarife yüzlerce çocuk doldurarak, rüş-diyenin üstünde bir okulu, rüşdiyenin altında alelade bir sibyan mektebi, mahalle mektebi yapdı. Kemâl Efendi de kırgın ve müteessir, mektebler hakkında tedkikatda bulunmak üzere Avrupaya gönderildi.

Dârülmaârif rüşdiye olarak açıldığında talebesi 250 - 260 arasında idi; onun üstünde seviyeye çıkarılınca seçme alınacak talebe sayısı 170.175 olarak tesbit edildi; Vehbi Molla elinde sibyan mektebine döndürülünce mek-tebde 400 ün üstünde çocuk toplandı.

1872 de ilk idadiler kurulur iken Daralma, arif de îdâdi oldu. Okul olarak yapılmış ve zamanımıza kadar yapıldığı yolda kullan, imiş bahtlı bir binadır; sâdece Rüşdiye, îdâdi Suİ. tânî, Muallim Mektebi ve Lise olarak isimler değiştirmişdir.

Yine Abdülmecid zamanında, doğması ile ölmesi bir Encümeni Dânişin (Türk Akademisinin) açılış töreni 19 ramazan 1267 (18 temmuz 1851) bir cuma günü bu Dârülmaarif (Valide Rüşdiyesi) binasında yapılmışdı.

Osman Nuri ERGÎN

DARÜLMESNEVÎ — ismin lügat mânâsı «Mesnevi Okutulan Yer, Mekteb» demezdir. Mesnevi büyük mutasavvıf, şâir ve Mevlevi Tarikatının müessisi Mevlâna Celâleddin Rû. minin farsca yazılmış çok meşhur büyük manzum eseridir. Aslında bütün mevlevîhâneler de asırlar boyunca mesnevi ve dolayısı ile forsça okutulan birer mekteb, kültür müessesesi ola gelmişdi.

XIX. Asrın ilk yarısında İstanbulda Mevlevi olmayanlara da Mesnevi okutmak, bu meş. hur eser ile tasavvuf ilmini öğretmek, Mesneviyi okuyub anlayabilmek için de önce farsca öğretmek gaayesi ile doğrudan «Dârülmesnevî» adı1 ile iki mekteb açılmışdır.

Bu mekteblerden biri hicrî 1260 muharreminde (Milâdî 1844 ocak ayında) Carşanbada Murad Molla Dergâhında, diğeri de Küçükmus. tafapaşada Hoca Hüsameddin Efendi tarafından kendi evinde açılmış idi; Hoca Hüsameddin Efendi bir müdded sonra Eyyubsultana taşınmış, Dârülmesnevî'sini de orada devam ettir, mişdi. Murad Molla Dergâhındaki Dârülmes-nevînin ilk icazetnameleri verilir iken devrin pâdişâhı Sultan Abdülmecid de merasimde bulunmuş, Mesnevi okuma yolu ile farsca öğrenen gençleri teşvik yolunda icazet - dioloma alanlara hediyeler vermişdi.

Medreselerde ve sibyan mekteblerinds farsca öğretilmezdi; sebebi de, mutaassıb medreselilerin nazarında farscanın acem denilen iranlıların dili oluşu, şiî olan iranlıların da dinsizlikle ittihâmı idi. Hattâ softalar :

Kim ki okur fârisî Gider dininin yarısı

derlerdi. Bu kara taassub karşısında farsca öğretmek de öğrenmek de bir medenî cesaret ol-muşdu.

Medreseli ulemânın aydın tabakası elbetde ki bu ham sofulardan ayrılmışlardı. XIX. asrın farsca hocalarından Neş'et Efendiye atfedilen bir fıkradır; bir sofu :



  • Efendi!.. Fârisîyi cehennem lisânıdır di
    yorlar, öyle midir?., diye sormuş. Hoca Neş'et
    de :

  • Eğer öyle ise de yine,öğrenmek lâzım,
    âhiretde nereye gideceğimizi bilemeyiz, Cehen.
    neme gidersek, cehennem ehlinin dilini bilme
    mek de ayrı bir azab olur!., demişdi.

Kethüdâzâde Mehmed Arif Efendi kerdisi. ne Fatih Camiinde arabca öğreten bir medreseli hocaya farscayı Fatihde Şekerci Hanının bir odasında gizîi olarak öğretmisdi. Dârülmesne-vîlerin açılması fikir hürriyeti bakmıındau büyük bir hâdisedir.

Büjrük Türk veziri Damad Nevşehirli îb -râfaim Paşa bu medenî cesareti yüz yıl önce, XVIII. asrın ilk yarısında göstermiş, yapjjrdu ğı medreseye farsca dersleri de koydurmuşdu. Fakat bu vezirin şehit edildiği 1730 ihtilâlin. den sonra yobazların ilk işlerinden biri, İbrahim Paşa medresesinden farsca derslerini kaldırtmak olmuşdu.

Farsca öğrenenler yukarıya kaydettiğimiz yobaz ağzı beyiti :

Kim ki okur fârisî Gider deynin yansı

şekline çevirmişlerdi. «Deyin» borç demekdir; yâni : «Osmanlıcayı güzel okuyub yazabilmek için arabea ve farsca öğrenmek borcdur, f °.rsca öğrenince bu borcun yansı gider» demek İste -mislerdir (1952).

Ösmaa Nuri EBGIN

DARÜLMUALLlMAf ~ (B. : öğmtm»

Okulları).

DARÜLMUALLlMÎN ~ (B. : Öğretmen

Okulları).

DARÜSSALTANA — Istanbulun Osmanlı imparatorluğu zamanında kullanılmış isimlerinden biri, «Saltanat Evi» mânasuıdadır (B.: Derisaadet).

DARÜSSADE — Osmanlı imparatorlarımın îstanbulda daimî ikaametgâhı olan Topkapusu Sarayında (Sarayı Cedidi Amire'de; Yeni Sarayda) hükümdarın hususî hayatrom g*fdiği

kısımlarının adı; kadının örtü altında bulun, düğü o eski devirlerde Dârüssaadenin harem kısmına cHaremi Hümâyun», selâmlık kısmına da «Enderûnu Hümâyun» isimleri verilir, işdi. Bütün saraya da «Sarayı Hümâyun» denilir. di.

Sarayın dış kısmından Dârüssadeye «Bâ-büsaade» adını taşıyan âbidevî bir kapıdan girilirdi (B. : Bâbüssaade, CUd 4, sayfa 1774).

Harem Muhafızları olan zencî - hab'eşî hadım ağaların (Kara hadım ağaların) en büyük zabiti «Kızlar Ağası» unvanım taşırdı. XVIII. yüzyılın birinci yarısına kadar bu büyük rütbeli kara hadım ağa Enderûnun da en büyük zabiti olduğundan ayrıca «Dârüssaade Ağası», yahud «Dârüssaadetüşşerîfe Ağası» unvanını da taşırdı. XVIII. yüzyılda Enderûnu Hümâyun başına en büyük âmir olarak Silâhdsr Ağa geçdikten sonra da Kızlarağası1, «Dârüsaade Ağası» unvanını taşımakta devam etti (B. : Dârüssaade Ağası; Kızlar Ağası; Haremi Hüml-yun; Enderûnu Hümâyun; Silâhdar Ağa).

DÂRÜSSAADE AĞALARI, DARÜSSADE AĞASÎ — Kurulduğu tarthden son devrine kadar îstanbuldaki Osmanlı sarayında, bili) assa yüzyıllar boyunca pâdişâhlara daimî ikaamet-gâh olmuş Topkapusu Sarayında harem kapu -larının muhafızı, ve Haremi Hümâyunun erkeK eline ve kuvvetine muhtaç hizmetlerini güren-' ler, hadım edilmiş zenciler ve habeşîler, saray ağzı ile «Kara Ağalar» ola geîmişdi; ki resmî unvanları «Dârüsaade Ağalan» dır; en büyük âmirleri, aynı zamanda Haremi Hümâyunun, Haremi Hümâyundaki hizmetkâr kadınların, cariyelerin de zabiti «Dârüssaade Ağası», «Dârüssaadetüşşerîfe Ağası» unvanını taşırdı, ona da halk ağzında «Kızlar Ağası» denilirdi.

Karaağalar — Daimî olarak bulundukları yer, Haremi Hümâyunun saray içinde biri îkin. ei Avluya açılır «Araba Kapusu», diğeri Üçüncü Avluya açılır «Kuşhane Kapusu» adındaki îki kapusunun arasında müteaddid binalardan müteşekkil geniş bir saha kaplayan Karaağalar, Dârüssaade Ağaları kıdemlerine göre dört sınıfa ayrılırlardı; aşağıdan yukarıya isimleri şu idi : l — Acemiler, 2 — Ortancalar, 3 -— Hâsıl-lılar, 4 — Hâsıllı Eskiler.

Her dört sınıfın başında «Musandıraca Ba. fi» unvanını taşıyan bir zabit vardı: vazifesi »ğalann temizliğine, abdest ve namaz! anna



j>arüssaaj>e ağaları

— 4252


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 4253 —

DAEÜSSAADE SOKAĞI




(camie devamlarına), aralarında iyi geçinmele rine nezâret etmekdi.

Kabahatli Acemilerle Ortancalara dayak atılır, HâsıUılar üe Hâsıllı Eskiler azarlamlır, suç işleyenler saraydan kovuarak Hicaz" sür, gün gönderilirdi.

Haremin bütün dâirelerinin kaba temizlik işlerini, ayak hizmetlerini gören bir kaç kara. ağası vardı; her gün dâima ayrı dâireye hizmete giderler, içlerinden biri ekip başı yerinde «Başağa» unvanını taşırdı.

Karaağalar sarayda hizmet kıdemleri ile şu unvanları alarak yükselirlerdi :

Yayla Baş Kapu Gulâmı Ağa — Hâsıllı Eski Ağaların en kıdemlisinin unvanıdır; Pâdişâhlar hahar ve yaz mevsimlerinde yazlık kasır ve saraylara göç ettikleri zaman, oralara götürülen karaağaların zabiti idi. Sayfiyelerde haremi hümâyuna nezâret eder, sayfiyeye götürülen Karaağaların hoş görülmeyecek tavır ve hareketlerinden bu Yayla Baş Kapu Gulâmı Ağa sorumlu tutulurdu. Terfî ettiğinde Baş Kapu Gulâmı olurdu.

Baş Kapu Gulâmı Ağa — Tapkapusu Sarayı haremindeki bütün Karaağalarm tavır ve hareketlerinden sorumlu en büyük inzibat âmiri. Terfî edince Hazîne Vekili olurdu.

Hazîne Vekili Ağa — Pâdişâhlar şef ere .veya uzakça bir yere seyahata çıkdıkları zaman, Haremi Hümâyundan bir mikdar kadın-, da beraberinde giderdi. Haremin en büyük nazırı olan Kızlarağası İstanbul sarayında kaLr, onun vekili olarak pâdişâhın maiyetinde bu Hazîne Vekili Ağa bulunurdu. Terfî ettikleri zaman Hazinedar olurdu.

Hazinedar Ağa — Kızlarağasının muavini yerinde idi, terfî ettiği zaman Kızlarağası, Dâ-rüssaade Ağası olurdu. Fakat pâdişâhın hususî bir teveccühü varsa Hazinedar Ağanın altında bulunan Hazîne Vekili veya Baş Kapu G;?lâmı Ağayı da bir iki kıdem derecesi atlatarak Kız -larağası tâyin edebilirdi,

Karaağaların hizmet kıdemi gözetilmeye-rek şahsî değer ve ehliyetlerine göre tâyin edildikleri bâzı hizmetler de şunlardır :

Sultan Baş Ağalıkları — Kocaya verilerek Saraydan çıkan bir sultan (bir pâdişâh kızı veya pâdişâh kardeşi) Dârüssaade Ağalarından (Karaağalardan) sevdiği bir ağayı bu unvanla yanına alır, götürür, kendi harem dâiresinin nezâretini ona verirdi. Bir sultan sarayında

sultan baş ağasının emrinde de on. on beş kadar karaağa bulunurdu.

Vâlidesultan Başağalığı — Sarayda Valide Sultan Dâiresi hizmetindeki karaağaların zabiti, âmiri; önemli bir mevki idi. Nüfuzlu bir Valide Sultanın kesin güvenini kazanmış baş. ağası onun oğlu pâdişâh üzerindeki tesiri ile kolayca Kızlarağası olabilir, bu takdirde, bütün saray, Valide Sultanın isteğine göre idare olunurdu.

Şehzade Lalalıkları — Bilhassa okur ya. zar, fevkalâde terbiyeli karaağalar arasından çilirlerdi; hizmetlerine verildikleri şehzadelerin, gölgeleriymiş gibi, bir an yanlarından ayrılmazlardı. Prenslerin tahsil ve terbiyelerine dikkat ederler, derse ve ibâdete karşı kayıdsız. lıklarmı görürlerse pâdişâh babalarına bildirirlerdi. Şehzadesinin kesin sevgi ve güvenim kazanmış Şehzade Lalaları, şehzadesi pâdişâh olduğu zaman da Kızlarağası olurdu.

Pâdişâh Müsâhibliği — Karaağalar arasından sözü sohbeti yerinde, bilgili, bir hüner ve marifet sahibi, gaayetle zarif, nâzik dört ağa pâdişâha müsâhib olarak seçilirdi ve «Bas Mü-sâhib», «İkinci Müsâhib», «Üçüncü Müsâhib?, «Dördüncü Müsâhib» unvanları ile anılırlardı. Pâdişâhın günlük hayatında Enderûnda geçen zamanlarında da yanında bulunurlar, dolayısı ile Enderûnu Hümâyunun Zülüflü Ağalan ile yakın temasları olur, onların arasında gene ağalardan tahsil ve maarife, sanat ve hünere he-veskâr olanları himaye ederlerdi. Müsâhib ağalar pâdişâhların mahrem müşavirleri yerinde olduğu için devlet işleri üzerinde de tesirıeri olurdu. İçlerinden siyasî nüfuz ile servet yapma yolunu tutanlar çıkardı. Târihimizde «Vak' ai Vakvakiye» yahud «Çınar Vak'ası» diye anılan 1656 yılında 4 - 8 mart günleri ihtilâli Sa -rayda büyük nüfuz sahibi olmuş Karaağalara, ve bilhassa müsâhib ağalara karşı çıkmışdı (B.: Çınar Vak'ası, Cild 7, Sayfa 3920).

Kızlarağası — Dârüssaadenin en büyük â-miri; bilhassa Haremi Hümâyun ile Haremi Hümâyun muhafızları kara hadım ağaların en büyük zabiti; resmî unvanı «Dârüssaade Ağası», «Dârüssadetüşşerîfe Ağası» idi; halk ağzında «Kızlarağası», Karağalar arasında da «Büyük Ağa» diye anılırdı. Kızlarağası da zen-cî yahud habeşî bir hadım kara ağa idi; hsmen istisnasız Osmanlı Sarayına pek gene yaşda ge-


Yüklə 5,85 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin