GÜMÜŞHANEVİ TEKKESİ
İstanbul Babıâli'deNakşibendî- Hâlidî tekkesi.
İstanbul valiliği karşısında, Hükümet Konağı sokağı ile Gümüşhaneli sokağının kavşağında yer alan ve Nakşibendîliğin Hâlidî koluna bağlı tekkelerin en önemlisi olan bu kuruluş, Nakşibendî-Hâlidî şeyhi Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî (ö. 1893) tarafından Fatma Sultan Camii'ne 1859'da meşihat konulması sonucunda teşekkül etmiştir. Günümüze kadar ulaşmayan yapı, tekkeye dönüştürüldükten sonra da cami olarak kullanılmaya devam edilmiş, batı yönüne 1875'te harem ve selâmlık bölümlerinin eklenmesiyle bir tarikat kuruluşunun gerektirdiği mimari bütünlüğe kavuşmuştur.
Cami-tevhidhâne, Hükümet Konağı sokağı ile Gümüşhaneli sokağının kavşa-ğındaki küçük bir avlunun gerisinde yer almakta, tuğla örgülü babalara oturan demir parmaklıkların sınırladığı bu avlu, basit bir kapı ile Hükümet Konağı sokağına açılmakta, arsanın batı kesiminde mevcut diğer tekke bölümleri ise kapısı Gümüşhaneli sokağına bakan ve bir şadırvanla donatılmış olan diğer bir avlunun (tekke avlusunun) çevresinde yer almaktaydı. Bu kesimin kuzeydoğu köşesinde bulunan iki katlı ahşap harem binası cami-tevhidhâneye bitişiyor, bunun gerisinde, cami-tevhidhânenin batı duvarına bitişen tek katlı ahşap bina selâmlık birimleriyle derviş hücrelerini barındırıyordu. Tekke avlusuna girildiğinde sağ köşede küçük bir şadırvan bulunmaktaydı.
Gümüşhânevî Tekkesi, tekkelerin kapatıldığı 1925 yılına kadar faaliyetini sürdürmüştür. Gümüşhânevî'nin vefatından sonra tekkenin postuna Şeyh Hasan Hilmi Efendi, Şeyh İsmail Necati Efendi, Dağıstanlı Şeyh Ömer Ziyâeddin Efendi ve Tekirdağiı Şeyh Mustafa Feyzi Efendi oturmuşlardır. Cumhuriyet döneminde kadro harici camiler arasına katılan tekke binaları bir müddet İstanbul valiliği jandarmalarının yatakhanesi ve elbise deposu olarak kullanıldıktan sonra 1957'de yol açma ve Defterdarlık binasının yapılması gerekçesiyle yıktırılmıştır.420
Bibliyografya:
Zâkir Şükrü. Mecmûa-i Tekâyâ (Tayşi). s. 29; İrfan Gündüz, Cümüşhâneoî Ahmed 2İ-yâüddîn, İstanbul 1984, s. 52-57; Semavi Eyi-ce, "İstanbul'un Kaybolan Eski Eserlerinden: Fatma Sultan Camii ve Gümüşhaneli Dergâhı", Prof. Dr, Sabri F. Ütgener'e Armağan, İstanbul 1987, s. 475-511; a.mlf., "Fatma Sultan Camii", DBİsLA, III, 273-274; T. Zarcone, "Renıarques sur le röle socio - politique et la filiation historique des şeyh Nakşbendî dans la Turquie contemporaine", liaqshbandis led M. Gaboriau v.dğr.l, Istanbul-Paris 1990, s. 407-420; Butrus Abu-Manneh. "Shaykh Ahmed Ziyâ'üddîn el-Gümüşhanevi and the Ziyâ'i-Khâlidi SubOTder", Shfa islam, Sects and Sufism led. F. De Jong), ütrech 1992, s. 105-117; M. Baha Tanman, "Gümüşhanevî Tekkesi", DBİsLA, III, 448-449.
GÜMÜŞLÜ KÜMBET421
GÜMÜŞLÜ KÜMBET
Erzurum'da Karskapı dışındaki meydanda tahminen XIV. yüzyıla ait kümbet.
Evliya Çelebi'ye göre adını kubbesinin gümüşle kaplı olmasından, diğer bir rivayete göre ise konik külahında büyük bir gümüş parçası asılı olduğu için almıştır. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında bu gümüşlerin Ruslar tarafından götürüldüğü rivayet edilir.
Yapının kitabesi tamamen ortadan kalktığından mimarı ve banisi hakkında bilgi bulunmamaktadır. Evliya Çelebi, o dönemde mevcut olan lahdin üzerinde "Sultan Mahmud" ibaresini okuduğu için yanlış olarak Gazneli Mahmud'un burada yattığını söylemiştir. Arşiv belgelerinden hareketle burada zaviye şeyhi Köse Gıyâseddin Dede'nin gömülü olduğu ileri sürülmüştür.
Tamamıyla kesme taştan inşa edilen yapı itinalı bir işçilik gösterir. Köşeleri üçgen yüzeyler şeklinde pahlanmış kare bir kaide üzerine oturan onikigen gövdesi, duvarlara yapıştırılmış ikiz sütun-çeler ve yuvarlak kemerlerle bölümlere ayrılarak hareketlendin I mistir. Konik külahın hemen altında, Erzurum'daki mezar anıtlarında sıkça kullanılan, kırmızı renkli taşlardan zencirek motifi işlenmistir. Mukarnaslı sivri kemer içine alınmış iki adet pencere ile aydınlanan kümbetin alt katındaki cenazelik bölümü ise üç havalandırma menfezi ve yukarıdaki sanduka kısmına açılan bir delikle aydınlanmaktadır.
Bütün bu Özellikleriyle Üç Kümbetler, Karanlık Kümbet ve Râbia Hatun Kümbeti gibi Erzurum'daki diğer mezar anıtlarıyla büyük benzerlikler gösteren Gümüşlü Kümbet XIV. yüzyılın başlarına tarihlendirilebilir.
Çok sağlam bir yapıya sahip olduğu için bir zamanlar su deposu olarak da kullanılan yapı son yıllarda onarılarak eski görünümüne kavuşturulmuştur.
Bibliyografya :
Evliya Çelebi, Seyahatname, II, 219; Abdür-rahim Şerif Beygu. Erzurum: Tarihi, Anıtları, Kitabeleri, İstanbul 1936, s. 142; Konyalı. Erzurum Tarihi, s. 415; Oktay Aslanapa. Anadolu'da İlk Türk Mimarisi, Başlangıcı ve Gelişmesi, Ankara 1991, s. 108; Mehmet Özel. "Erzurum-da Selçuklu Devri Eserleri", Kültür ue Sanat, sy. 5, İstanbul 1977, s. 173.
GÜMÜŞTEGİN GAZİ
(ö. 497/1104) Haçlılar'a karşı verdiği mücadelelerle tanınan Dânişmendli hükümdarı.422
GÜNAH
İlâhî emir ve yasaklara aykırı fiil ve davranışları ifade eden bir terim.
Farsça bir kelime olan ve sözlükte "suç" anlamına gelen günâh, dinî bir kavram olduğu için kutsal ve tabiat üstü varlık alanlarıyla bağlantılıdır. Kutsallığına inanılan tabiat üstü varlık veya varlıklar din müessesesinin temel unsurları arasında bulunduğundan bütün dinlerde günah kavramı mevcuttur. Kutsalın söz konusu olduğu her yerde kutsalla ilgili emir ve yasaklar manzumesinin bulunması da tabiidir. Günah, bu emirlerin yerine getirilmemesi veya yasakların çiğnenme-siyle ortaya çıkan ve dinî, ahlâkî ve vicdanî açıdan sorumluluk gerektiren bir olgudur. Beşerî kanun ve kuralların çiğnenmesi suç olarak adlandırılırken dinî alandaki hata ve aşırılıklar günah olarak nitelendirilmektedir. Dinle bağlantılı olan günah kavramının muhtevası, hem dinlerdeki ulûhiyyet kavramına hem de insanların bu ulûhiyyetle münasebetlerine göre dinden dine değişebilmektedir.423
Büyüye dayanan ilkel kavimlerde günah "büyü usul ve erkânına saygı göstermemek" veya "cemaatin düzenine karşı kusur işlemek" ya da "tabunun çiğnenmesi" şeklinde anlaşılıyor, böylece sihir ve onun etrafında gelişen kült günahın objesini oluşturuyordu. Bu tür topluluklarda günahın toplumun diğer fertlerini etkilediği kabul edildiğinden derhal dinî bir merasimle giderilmesi gerekiyordu.
Dinin kaynağını ve otoritesini tabiat üstü ruhî güçlerde bulan zihniyette günah, üstün dünyanın güçlerine karşı işlenmiş hata anlamına gelmektedir. Kültürel kaynaklarını efsanevî olgular ve kahramanların oluşturduğu bu toplumlarda zamanın periyodik olarak tekrarı telakkisine bağlı olarak günahtan arınma törenleri yapılmaktadır. Politeist dinlerde ise günah, birçok tanrıya karşı işlenmiş bir saygısızlık ve dinî törenin ihlâlinden ibarettir. Bu tür inançlarda günahın silinmesi için dinî bir kefaret talep edilir.424
Eski Ön Asya'da günah kavramı, Sümer ve Asur-Bâbil kültürlerinde oldukça ciddi bir şekilde işlenmiştir. Hem Su-merler'de hem de Bâbil ve Asurlular'da günahın tanrılara karşı yapılan hatalardan oluştuğuna inanılmakta, türü ne olursa olsun şeytanî ve kötü güçlerin İnsana musallat oluşuyla ilgili kabul edilmektedir. Bu kültlerde sosyal suçlar bile ilâhî güçlere isyan duygusuyla pekiştirilmiştir. Sumerce'de günah için kullanılan iki kelime vardır. Bunlardan ag-gig daha çok "bir kutsalı çiğnemek", sebida ise daha geniş anlamda "ilâhî olan bir şeyi ihlâl etmek" anlamına gelmektedir. Sumerler'de ag-gig veya sebidanın cezaî müeyyidesi daha çok dinî kefaret törenleriyle ilişkilidir. Aslî günah fikrinin bulunmadığı Sumerler'de insanın potansiyel günahkârlığına ve bu potansiyel günahın nesilden nesile geçtiğine inanılır {ER, XIII, 327). Bâbil-Asur kanunlarında bütün suçlar dinî günah sayılmakla birlikte sırf dinî suçlar, dünyevî cezalandırmanın yanında dinî bir kefareti de gerektirmektedir. Dinî suçlar tanrılara hakaret onlarla ilgili olan şeyleri yapmamak ve tapınmaya dair hatalardan oluşmaktadır. Hırsızlık, zina gibi doğrudan ilâhlarla ilişkisi olmayan suçlar da tanrıların emirlerine uyulmaması sebebiyle bu kapsama dahildir. Günahın ve cezasının nesilden nesile geçtiği inancı dolayısıyla Asur-Bâbil kültüründe günahın toplumsal yönü oldukça önemlidir. Bu sebepledir ki günah işleyen kişi arınıncaya ve bedelini ödeyinceye kadar toplumdan tecrit edilir.425
Bütün Sâmî dillerde dünyevî suçlar an-nu (arnu) adını alırken günah için fiil olarak hata, isim olarak da hhtu (hitutu) kelimeleri kullanılmaktadır. "Yasakları çiğnemek" anlamındaki ikklbu veya an-zili kelimelerinin kullanıldığı da görülür. Sumerler'de olduğu gibi Asur-Bâbilliler'-de de günahın temel sebebinin şeytanî güçler olduğu kabul edilmektedir. Herhangi bir günahın cezası sadece dünyevî müeyyide ile sınırlandınlmamakta, kişinin aynı zamanda birtakım kefaret yöntemleriyle şeytanî güçlerden de arındırılması gerekmektedir.
Anadolu'da yaşamış olan Hititler'de günah dinî yapıya baş kaldın olarak kabul edilmiştir. Büyücülük, tanrıların sunusunu çalmak vb. doğrudan dinle İlgili olan günahlar ölüm cezasını gerektirdiği gibi yine bu çerçevede ele alınan zina da ölümle cezalandırılırdı. Günahın nesilden nesile intikal edeceği inancı Hititler'de de yaygındı, dolayısıyla günahın toplumsal yönü oldukça ağır basmaktaydı.426
İran geleneğinde günah kavramı Tanrı fikri, ahlâk ve insanların İyiyi veya kötüyü seçme yeteneğine sahip oluşları inancı İle alâkalıdır. Buna göre Tanrı insanlara iyiyi veya kötüyü seçmeleri için hür bir irade vermiştir. Kötüyü seçmek, gerçekte Tann'nm emrettiği şeyi reddetmek anlamına gelir. Böylece günah, iradî bir şekilde Tann'nın emrine uymamakla bağlantılıdır. Darius ve ondan sonra gelenlere ait yazılarda günahın Tanrı yolundan uzaklaşma ile aynı şey olarak düşünüldüğü görülmektedir. Darius, "Ey insan! Ahuramazda'nın emirlerini hor görme; doğru yoldan ayrılma; günah işleme" demektedir (ERE; XI, 562). İran dininde günah hem kefareti hem de hukukî müeyyideyi gerektirmektedir. İran dini öbür dünyadaki yargılanmaya da önem verir ve bazı günahların cezasını Öteki dünyaya bırakır. Kefareti yerine getirilmeyen günah katlanarak devam eder. Bütün günahlar kefaretle temizlenebilir. Kefarette aslolan, yüksek rahip ile günah işleyenin yapacakları dinî törenlerdir. Günahkârların öbür dünyadaki cezası daha çok cehennem ateşiyle verilmektedir.427
Grekler'de günah, insan üstü güçlere karşı yapılan bir eylem olarak düşünülmüştür. Suç ve günah arasında bir ayırım yapılarak suç yerleşik düzene, günahsa dinî alana ait bir kavram olarak kabul edilmiştir. Bununla birlikte ilâhlara yönelik yükümlülükleri yapmama halinde oluşan günah, insanın dünya hayatında da birtakım sıkıntılar çekmesine sebep olmaktadır428. Yunan ve Roma'da dinin sosyal karakteri günahın dinî ve ahlâkî bir tecavüz olduğunu göstermekte ve cehalet günahın sebebi olarak kabul edilmektedir {DCR, s. 578). Grekler'de günah cezasız kalmamakta, günahkârın bizzat kendisinden veya yakınlarından hesabı sorulmaktaydı {ERE, IV, 273).
Konfüçyüs Öncesi Çin'de günah, göğün iradesiyle düzenlenen kozmik ilâhî nizama karşı bir saldırı veya suç olarak telakki ediliyordu. Ahlâkî ve manevî hatalar da göğün hükmüne tâbi idi. Konfüç-yüsçü ahlâk sistemine göre insanın tabiatı doğuştan iyi olarak şekillenmekle birlikte günah işlemeye, kozmik düzenden sapmaya da mütemayildir. Bundan dolayı insan için eğitim, rehberlik, özellikle de tövbe gereklidir. Konfüçyanizm'-de büyük günahlar hırsızlık, eşkıyalık, adam öldürme, ahlâksızlık, yalancılık, kin tutma ve irade zayıflığı şeklinde gösterilir. En büyük günah ise aileye itaatsizliktir. Konfüçyüsçü gelenekte günahin dinî bir yanı olmadığından cezalar arasında dinî veya dünyevî diye bir ayırım yapılması söz konusu değildir. Bu sebeple cezalar sivil yetkililerce verilir. Günahın nesilden nesile intikal edeceği inancı Konfüçyanizm'de yoktur429. Budizm Çin'e "hayat sonrası" kavramını, bu hayatta işlenen günahların cezasının gelecekte çekileceği doktrinini, şimdiki cezaların ise geçmişteki günahların karşılığı olduğu düşüncesini getirmiştir. Günahların affedilmesi iyi şeylerin yapılmasıyla mümkündür ki bunlar da ibadetlere iştirak, tövbe, yararlı işler, zühd ve sevgidir. Taoizm'in günah anlayışı da Konfüçyanizm'dekine benzemektedir. Ancak Taoizm'de günahın cezası öbür dünyada verilmektedir.430
Hint geleneğinde kurtuluşun ve bağımsızlığın bilgiyle mümkün olduğu, "sam-sara döngüsü'nde insanın karşılaştığı ıstırabın kökenini ise günahtan ziyade cehaletin teşkil ettiği inancı yaygındır. Bununla birlikte dinî törenler ve ahlâkî konularla ilgili günah kavramları, karma teorisinin işleyişinde ve günahı bertaraf etmek için uygulanan kurban tekniklerinde büyük rol oynamaktadır. Hukuk kitaplarında, çeşitli suçlardan doğan kirlenmeleri telâfi etmek için ayrıntılı bir dinî kefaret sistemi düzenlenmiş, maddî ve dünyevî cezalar da pişmanlığı dile getirici ve telâfi edici karakterde kabul edilmiştir. Halk arasındaki yaygın din anlayışında geçmişteki kötü fiillerin neticelerini bertaraf etmek için hac, kutsal yerlerde yıkanmak, kutsal metinleri dinlemek, tanrıların kutsal isimlerini zikretmek gibi bazı uygulamalar faydalı kabul edilmiştir. Hinduizm'de günahları tasfiye edip temizleyen usullere verilen önem ve ruhî kirlenmeyle ilgili karmaşık ihtimaller, kast sisteminin şekillenmesi ve korunmasında önemli rol oynamıştır431. Hinduizm'e göre insanlann içinde doğduğu kast işlenen amellerin sonucudur. Ahlâkî bir kâinat nizamı olan "karma kanunu'na göre bu hayatta işlenen ameller canlının kaderine tesir eder. Bütün canlılar kendi durumlarını kendi amelleriyle kazanırlar. Kişi, daha önceki hayatında işlediği günahların karşılığını bu hayatında ödediği gibi şimdi işlediği günahlar da bir sonraki hayatında daha düşük bir kastta dünyaya gelmesine, hatta hayvan veya bitki olarak yeniden doğmasına sebep olur. Bundan dolayı her Hintli, iyi amellerle gelecekteki hayatını garanti altına almaya gayret eder ve günah yüzünden hayvan veya bitki olarak dünyaya gelmekten çekinir. Hinduizm, günahı kast sistemi içerisinde kaynaştırarak aşırı derecede toplumsallaştırmış-tır. Bu dinde günahın nesilden nesile geçeceği inancı yoktur {ERE, IV, 283-284).
Japon inançlarında günahla İlgili iki kavram vardır: Tsumi ve aku. Tsumi "günah, felâket, gayri ahlâkî davranış, talihsizlik, dinî hatalar" anlamlarına gelir. Bunlar kirlenmeye sebep olur ve dinî temizlenme ile giderilmesi gerekir. Günah semavî günahlar (ama-tsu-tsumi) ve yeryüzü günahları (kuni-tsu-tsumi) olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Birincisi ziraata zarar veren kötü davranışları, ikincisi hayasız davranışlar, ağır yaralama, evcil hayvanları öldürme, büyü yapma vb. kötülükleri ifade etmektedir. Aslî günah inancının bulunmadığı Şintoizm'de ahlâkî günahkârlık kötü ruhların tesiriyle olmaktadır. Günahkâr iyilik ve mutluluk dünyasının üyesi olamaz; ancak çeşitli ikaz ve cezalarla geri dönmeye teşvik edilir {DCR, s. 580).
Budizm'de günah kavramı karma inancıyla ilgilidir. Karma, bu dünyada ve gelecek hayattaki sosyal farklılıklar, iyi veya kötü kaderin önceki hayatta yapılan iyi veya kötü işler sonucu oluştuğunu ifade etmektedir. Karma, kişinin içinde bulunduğu kast dilimine göre değişmeyen görevi, bir çeşit mecburi kader anlayışı iken Buda iradî davranışın rolünü ortaya koyarak herkesin kendi karması içinde iyi veya kötü iş yapmakta hür olduğunu, ancak yapılanların sonucunun ya bu hayatta ya yeni doğumda yahut daha sonraki doğumda görüleceğini ifade etmiştir. Budizm'de, işlenen günahın telâfisi ancak sonucuna katlanmakla mümkündür. Fakat esas olan günahların telâfisi değil günah işlememeye çalışmaktır. Budizm'de günahların hayırlı işlerle affedilebileceği inancı oldukça geç dönemlerde ortaya çıkmıştır {ERE, XI, 533-534). Sonraki dönem Budizm'inde, günahkârların Öldükten sonra ve yeniden doğmadan önce gidecekleri sekiz (bazı rivayetlerde yedi) cehennem inancı vardır.432
Yahudilik'te günah, Tanrı-insan ilişkisinde Tanrı'yi seçmeyi, O'nu tercih etmeyi reddediş, dolayısıyla da bu ilişkinin bozulması ve parçalanmasıdır. İbrâ-nîce Kitâb-ı Mukaddes'te günahı ifade eden yaklaşık yirmi kelime vardır. Baş-lıcaları het', peşa' ve "avondur. Ahd-i Atîk'te 459 yerde geçen ht' kökünden hata' fiili "doğru yolun terkedilmesi, yitirilmesi" demektir. Dünyevî anlamda "kişinin yolunu (veya amacını) kaybetmesi" olarak da de kullanılır433. 139 yerde geçen pş" kökünden peşa' kelimesi hem "ihlâl etmek" hem de "isyan etmek" mânasını taşır. 229 yerde geçen 'avon ise sadece fiilde değil düşüncede de kendini gösteren "sırt çevirme" ve "kötülük" anlamındadır. Kitâb-ı Mukaddesin Yunanca tercümesinde hata kelimesinin çeşitli karşılıkları arasında en yaygın olanı amar-tia'dır. Latince tercümede ise günah karşılığı peccatum, culpa, iniquitas, offen-sio, delictum, scelus kelimeleri kullanılmıştır. Het', hata'ah, hatta't, peşa', 'avon vb. kelimeler, insan davranışları söz konusu olduğunda "günah" anlamı kazanırlar. Kelimenin bu şekilde kullanılışı günah kavramının esasta bir şeyi İhlâl etmekle özdeş olduğunu gösterir. Diğer bir ifadeyle günah "bir ahdi ihlâl etmek"-tir. Rabbânîler ise günah karşılığı ave-rah'ı kullanırlar ki bu kelime "ihmal etmek*, dolayısıyla "ihlâl etmek, Tanrı'nın isteğine karşı gelmek" mânasına gelen avar kökünden türemiştir.
Günah, Tanrı tarafından ikame edilen düzeni ihlâl434, Yahova'ya karşı baş kaldırıdır435. Beşerî planda günah ailevî ve içtimaî bağın parçalanmasına, Tann'ya karşı işlenen günah ise Tann'dan ayrılmaya sebep olur. Ahd-İ Atîk'te insan tabiatının kötülüğü hususunda köklü bir kanaat sergilenir. Kötülüğe karşı doğuştan gelen devamlı meyil insanın topraktan yaratılmış olmasına bağlanır436. Günah, kişinin iradesinde ve arzusunda köklü bir bozulmayı ifade etmektedir. Günahın kaynağı olarak da kötü duygular ve kalp gösterilir437. İnsan nefsi ve şeytan daima günaha sürükleyicidir438. Peygamberler günahı ayrılmaz bir vasıf olarak "kötü kalbin içinde kök salmış" görürler439. Ahd-i Atîk'te günah doktrini şu şekilde İfade edilir: "Ve vâki olacak ki bütün bu sözleri sen kavme bildirince onlar da sana: Neden bize karşı Rab bu büyük kötülüğü söyledi? Ve fesadımız nedir? Ve Allahımız Rabbe karşı işlediğimiz suç nedir? deyince onlara diyeceksin: Madem ki atalarınız beni bıraktılar, Rab diyor: Ve başka ilâhların ardınca yürüdüler ve onlara kulluk ettiler ve onlara tapındılar ve beni bırakıp şeriatımı tutmadılar ve siz atalarınızdan ziyade kötülük ettiniz. İşte siz de beni dinlememek için her biriniz kendi kötü yüreğinizin inatçılığı ardınca yürüyorsunuz".440
Bâbil esareti sonrasında Yahudiliğin Tanrı kavramındaki değişiklik günah anlayışına da yansır. Böylece günah kavramı daha soyut ve ahlâkî bir hale gelir. İçtimaî münasebetlerde ve insanlara karşı davranışlardaki eksiklikler günah kavramına dahil edilir. İşaya, dinî esaslara uygun olmayan şeyi günah olarak niteler; fakat terim yalnızca fizikî uygunsuzluklar için değil manevî uygunsuzluklar için de kullanılır. İşaya, günahın Tann'ya İsyan olduğu fikrine de önem verir.441 Günahın ve cezanın kolektif olduğu inancı (Çıkış, 20/5; II. Samuei, 4/11) terkedilir; Hezekiel, çocukların anne ve babalarının günahlarını çekeceği doktrinini de reddeder.442
Bâbil esareti dönemi ve sonrasında günahın ahlâkî boyutu üzerinde durulursa da dinî ibadet kurallarına karşı işlenen günahlara özel bir önem verilir443. Süleyman'ın Meselleri1 nde günahın sebepleri sıralanır (30/9; 26/13; 27/20; 1/10). Yine bu dönem dinî literatüründe günah ve ıstırap arasındaki ilişki yoğun olarak gündeme gelir444. Günah, ruhu Tann'dan ayırıp koparır445. Günah sebebiyle ahlaken zayıflayan kişi günahın kölesi olur446. Tann günahın peşini bırakmaz (Çıkış, 32/ 34) ve günaha karşı Tanrı'nın adaleti çeşitli yollarla kendisini gösterir.447
Rabbaniler, soyut anlamda günahtan çok belirgin günahlar üzerinde dururlar. Onlara göre iki tip günah belirgindir: Emirleri uygulamada yetersiz kalmak ve yasakları ihlâl etmek448. Eğer belli bir zamanda yapılması gereken emirler yapılmamış ve zaman da geçmişse bu hata onanlamaz; özel günde Şema duasının okunmaması gibi. Yasaklan çiğnemekle ortaya çıkan günahlar ise Tann'ya ve komşuya karşı işlenen suçlar olmak üzere iki tiptir. Bunların ilki kefaret günü (Yom Kipur) vasıtasıyla giderilebilir. Komşuya karşı işlenen hata telâfi edilmişse bağışlanabilir.449
Ahd-İ Atîk'te günah (ht') ve ölüm (mvt) kelimeleri birlikte kullanılarak bir de "ölümcül günah'tan söz edilir. "Ve artık İsrâiloğullan suç yüklenmesinler ve ölmesinler diye..."450; "...fakat kendi suçunda öldü"451; "Ve bir adam ölüme müstahak bir suç işlemiş olup öldürülürse..."452; "Herkes kendi suçu için öldürülecektir"453 ifadeleri bunu göstermektedir. Ahd-i Atîk'e göre, başka ilâhlara tapmak (Çıkış, 32/30-35), Allah'a lanet ve Rabbin ismine küfretmek454, zina etmek455 ve diğer bazı günahlar ölümcüldür.
Diğer taraftan günahlar ağır ve hafif şeklinde de tasnife tâbi tutulmuştur. Rabbaniler gözünde en önemli üç günah adam öldürme, putperestlik ve zinadır. Bunlan İşlemektense insanın canını kaybetmesi yeğ tutulmuştur.456 Ayrıca büyücülük ve Rabbin ismine küfretmek ağır günahlardır457. Tanrı Yahova"ya karşı işlenen günahların dışında beşerf planda ebeveyne karşı gelmek, adam öldürmek, livata, fakir, dul ve yetimlere müsamaha göstermemek de günahtır458. Hafif günahlar Rab-binik literatürde, sık sık işlenümesinden korkulduğu için genellikle sanki ağır cezaî müeyyideleri varmış gibi sunulmuştur. Bundan dolayı kutsal topraklar dışında ikamet etmek isteyen kişinin günahı puta tapma ile eş görülmüş, komşusunu utandırmak ve küçük düşürmek de İnsan öldürmek gibi addedilmiştir (EM, XIV, 1592). Rabbaniler, kişiyi suça yöneltmenin bir insan öldürmekten daha ağır bir günah olduğu konusunda ittifak halindedirler.
Hıristiyanlık'taki günah itirafı âyini Ya-hudilik'te bulunmaz; sadece dua ve yakarışlarla günahtan tövbe söz konusudur. Tövbe ve istiğfar ferdî olduğu gibi umumi de olabilir459. Tann otoriterdir, fakat günahı affeder460. Günahın affedilmesi için bazı şartlar yerine getirilmelidir. Bunun için de öncelikle günahın itirafı461 ve samimi pişmanlık462 gerekir.
Öte yandan sadaka, yardım, oruç, kurban gibi bazı fiiller de günahı affettirir.
Yahudilik'te ister dünyevî ister dinî olsun herhangi bir suçun cezası, ilâhî ye dünyevî adlî hukuka başvurulmak suretiyle verilmektedir. Ahd-i Atîk'te ilâhî cezalandırma ile adlî cezalandırma arasında bir ayırım söz konusu değildir (EJd., V), 122). Fakat Rabbânî geleneğin müesseseleşmesine paralel olarak iki suç arasında bir ayırım yapılmıştır. Bununla birlikte Talmud hukuku, ilâhî cezalandırmayı gerektiren bazı suçları eğer tövbe edilirse dünyevî ceza kapsamına almıştır. Talmud hukukunun ilâhî cezalandırmayı dünyevîleştirme eğilimine girmesinin temel sebebi, yahudi hukuk mekanizmasının Roma hâkimiyeti dolayısıyla gücünü kaybetmesi ve belirli ceza şekillerinin kı-sıtlanmasıdır. Suç ne olursa olsun, özellikle idam cezasından kaçınılmıştır463. Buna rağmen cezası ölüm olan suç ve günahlar Mişna'da belirtilmiştir464. Taşla öldürme (recm) on sekiz suçun cezasıdır ki bunlar arasında evlilik dışı cinsî münasebet, homoseksüellik, hayvanlarla cinsî münasebet, putperestlik gibi suçlar vardır. Mişna bazı küçük günahlar için kırbaç cezasını göstermektedir.
Günah kavramı yahudi düşüncesinde toplumsal bir niteliğe sahiptir, Ahd-i Atîk'teki bazı İfadelere bakılırsa insanın başlangıçta işlediği suç bütün insanlık tarihine sirayet etmiştir. Tann'nın emrini dinlememe cennetten sürülme anlamına gelmiştir ki yahudi düşünce tarihinde mevcut bütün sürgünler bu suçun cezası olarak düşünülmüştür. Bundan dolayı Yahudilik'te günah ferdin kendisiyle sınırlı değildir. Bunun tabii neticesi olarak cezalandırma da toplumsaldır. Günahın fertten onun akrabalarına geçeceği ve dolayısıyla cezalandırmanın da toplumu bağlayacağı inancı konusunda Ahd-i Atîk eski ön Asya hukukunu takip eder. Bununla birlikte Talmud hukuku suç ve cezanın nesilden ne-sile intikal edeceği inancını kısıtlamıştır.
Hıristiyanlık'ta da günah ilâhî arzu ve iradeye muhalefet olarak kabul edilmektedir. Ahd-i Cedîd'de günah, insanın arzusunun Tann'nın arzusuna muhalefeti olarak takdim edilir. Bütün günahlarda ortak özellikler Tann'dan uzaklaşmak, onunla beraber yaşamayı reddetmek465 ve Tann'nın sözüne itaat etmemektir466. Günah Tann'ya itaatsizlik ve baş kaldın, ezelî kanuna uymayan arzu, fiil veya söz, akla, gerçeğe ve sağ duyuya karşı bir hatadır.467
Günahın teolojik hususiyetleri üzerinde duran Pavlus özel günahlardan çok günahın evrenselliğini işler. Pavlus günah kavramıyla, bütün beşeriyet üzerinde hâkim olan ve şahsîleşmiş evrensel bir gücü anlar. Bu evrensel güce tâbi olmak insanı hürriyetinden mahrum etmekte, kendine köle yapmaktadır. St. Augustin, kötülüğün başlı başına bir cevher olduğunu reddederek onu "iyiliğin olmaması" diye tanımlar ve günahı Tan-rı'nın kutsiyet ve hikmetine bir saldırı olarak değerlendirir. Ona göre günah bütün beşerî varlığa bulaşmıştır; bundan dolayı sadece bir gün yaşamış çocuk bile günahkârdır. St. Augustin'in bu kanaati, aslî günah inancına sıkı sıkıya bağlı oluşundan ve bunu doktrin haline getirmesinden kaynaklanmaktadır. Günahın kaynağı, insandaki arzularla bunların baskısı sonucu istek ve iradenin bozulması, kötü niyet ve insanın yaratılıştan getirdiği yetersizliktir. Bunlara dış etkenlerin tesiri de eklenince günah tahakkuk etmektedir. Diğer taraftan insanlık başlangıçtan beri aslî günahla maluldür.468
Hıristiyan teolojisinde günah birçok kısma ayrılmakta ve günahlar arasında bir derecelendirme yapılmaktadır. Ahd-i Cedîd'de Pavlus günahla ilgili iki liste vermektedir: "Bütün haksızlık, kötülük, tamah, şerirlik ile dolmuş olarak; haset, katil, niza, hile, huysuzluk ile dolu; kötülük söyleyenler, zemmamlar, Allah'ın menfurları, küstah, kibirli, övünücü, kötü şeyler mucidi, ana babaya itaatsiz, anlayışsız, sözünde durmaz, tabii sevgiden mahrum, merhametsizdirler. Bu gibi şeyleri işleyenler ölüme müstahaktır diye Allah'ın hükmünü bildikleri halde yalnız bunlan yapmakla kalmazlar, fakat yapanları da hoş görürler"469 "Ve bedenin işleri bellidir; onlar zina. pislik, şehvet putperestlik, sihirbazlık, düşmanlıklar, münazaa, kıskançlık, gazaplar, çekişmeler, ayrılıklar, fırkalar, hasetler, sarhoşluklar, sefahatler ve bunlara benzer şeylerdir... Bu gibi şeyleri yapanlar Allah'ın melekûtunu miras almayacaklardır" .470
Öte yandan günahları konu ve muhtevalarına, çeliştikleri güzel davranışlara ve ters düştükleri emirlere göre, ayrıca Tann'ya, kişinin kendine ve yakınlarına karşı işlenmeleri veya bedenî ve ruhî olmaları yönünden, hatta düşünce, söz ve davranış açısından tasnif etmek mümkündür. Günah temelde aslî günah {peccatum originale) ve fiilî günah (pecca-tum actuale) olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Birincisinden insanlığı kurtarmak üzere Tanrı günahsız olan kendi oğlunu göndermiş, o da bu günaha kefaret olmak üzere çarmıhta can vererek kendini feda etmiştir. İnsanlar ise vaftiz olmak suretiyle bu günahtan kurtulabilmektedirler. Fiilî günahı kişi doğuştan getirmeyip kendi irade ve arzusuyla tahakkuk ettirdiğinden ondan sorumludur. Fiilî günah tabii ve ilâhî kanunların çiğnenmesidir. Bu günah Tann'ya karşı kasten işlenmekle kulu ebedî olan hayattan mahrum edip ebedî cezaya sürükler.
Günah, işlenen suçun ağırlığı ve işleyenin sorumluluğu nisbetinde derecelenir. Fiilî günahlar, ölüme götüren bağışlanmaz (peccatum mortale) ve ölüme götürmeyen bağışlanabilir (peccatum veniale) günahlar olmak üzere İkiye ayrılır fi. Yu-hanna, 5/16-17 Kilise geleneği de bu tasnifi benimsemiştir. Ölüme götüren günah, Tanrı'nın kanununu çiğneme sebebiyle insan kalbindeki Tann sevgisini yıkmakta, kişiyi Tann'dan uzaklaştırmaktadır. Bir günahın bağışlanmaz sayılması için ciddi ve ağır olması ve bile bile işlenmesi gerekir. Ciddi ve ağır olması on emrin çiğnenmesi demektir.471 Bunlar tamamen bilerek ve isteyerek işlenen günahlar olup tövbe ve Tann'dan af dileyip bağışlatılmazsa Mesih'in krallığından atılmayı ve ebedî olarak cehennemde kalmayı gerektirir. Bağışlanabilir günah işleyenler ilâhî mağfireti kısmen kaybeder, âhirette de arınma yeri olan a'râfta azap çekerler. Bağışlanmaz günahın affının Tanrı'nın bağışlamasına bağlı olmasına karşılık bağışlanabilir günah ibadet ve iyi işlerle silinir.
Bütün günahların ve kötülüklerin kaynağı yedi temel günahtır (peccata capita-le). Hıristiyanlığın S. Jean Cassien ve S. Gregoire le Grand'dan itibaren benimsediği bu yedi günah şunlardır: Gurur, haset, cimrilik, sefahat, oburluk, öfke ve tembellik.472
Günah ferdî bir davranıştır; ancak insan günaha doğrudan ve iradî olarak katıldığında, başkasını günaha sevketti-ğinde, teşvik ve tasvip edip övdüğünde, günah işleyeni uyararak engel olmadığında, kötülük işleyenleri koruduğunda başkalarının günahlarından da sorumlu olmaktadır.
Hıristiyanlık'ta da günahlann affı söz konusudur. Ahd-i Cedîd'de günahın Tanrı473, oğul Tanrı îsâ474 ve havariler475 tarafından atfedilebileceği belirtilmektedir.
Hıristiyan inancına göre Hz. îsâ'nın havarilerine verdiği günahları bağışlama yetkisi, îsâ'nın yeryüzündeki vekili olan kilise tarafından papazlar vasıtasıyla kullanılmaktadır. Bu sebeple günahların affı Katolik ve Ortodoksluk'ta müşterek bir dinî esastır (sacrament). Günah itirafı ve günahlann affıyla ilgili problemler kilise hukukunda ayrıntilanyla tesbit edilmiştir.476
Bibliyografya:
H. Lesetre, "Peche", DB, V/l, s. 7-12; S. Lyonnet, "Peche'", Vocabulaire de the~oiogie biblique, Paris 1962, s. 774-787; S. L. De Vries. "Sin, sinners", IDB, [V, 361-376; S. G. F. Bran-don. "Sin", DCR, s. 578-579; N. Smart. "Sin (Hindu concept)", a.e, s. 579; D. H. Smith. "Sin (Japanese)", a.e., s. 580; E. Beaucamp, "Pec-he (dans l'Ancien testament)", DBS, VII, 407-470; Ed. des Places, "Peche (dans la Grece arı-tique}", a.e., Vll, 471-480; S. Lyonnet, "Peche (dans le Judaisme)", a.e, VH, 480-485; a.mlf., "Peche (dans le Nouveau testament)', ae, VI!, 486-567; L. Ligier, P&chû d'adam et pĞchû du monde, Paris 1960, s. 29-69; Sadık Kılıç. Kur'an'da Günah Kavramı, Konya 1984, s. 75-113; Code de droit canonique, Paris 1984, s. 171-177; CatĞchisme de l'Çglise catholique, Paris 1992. s. 87, 389-393; L. Jacobs. "Capital Panishment", The Jemish Religion, Oxford 1995, s. 66-68; a.mlf.. "Sin and Repentance", a.e., s. 468-470; Osman Cilacı, "İlâhî Dinler Açısından Günah Kavramı", Diyanet Dergisi, XXIV/4. Ankara 1988, s. 41-50; Ali M. Dinçol, "Hitit Yasalarının Ana Çizgileri ve Eski Önas-ya Hukuku ile Etkileşimi", Anadolu Araştırmaları, X]], İstanbul 1990, s. 90-91; H. H. Cohn, "Divine Punishment", EJd., VI, 120-122; E. Li-pinski - L. Jacobs, "Sin", a.e., XIV, 1587-1593; J. B. Bauer, "Sin", Bauer Ençyclopedia of Bib-iical Theotogy, London 1978, 111, 849-862; A. La Coque, "Sin and Guüt", ER, XIII, 325-331; V. G. Walse, "Crimes and Punishments (Chi-nese)", ERE, IV, 269-272; A. C. Pearson, "Crimes and Punishments (Greek]", a.e., IV, 273-280; J. Jolly, "Crimes and Punishments (Hindu)", a.e., IV, 283-285; H. Loewe. "Crimes and Punishments (|ewish)", a.e., IV, 288-290; S. H. Langdon, "Expiation and Atonement", ae, V, 637-640; a.mlf.. "Sin (Babylonian)", a.e., XI, 531 -533; T. W. - C. A. F. Rhys Davids, "Sin (Buddhist)", a.e., XI, 533-534; J. D. Ball, "Sin (Chinese)", a.e., XI, 535-537; H. R. Mackintosh, "Sin (Christianr, a.e, XI, 538-544; A. W. Mair. "Sin (Greek)", a.e., XI, 545-556; W. H. Bennett, "Sin (Hebrew and ]ewish)", a.e., XI, 556-560; L. C. Casartelli. "Sin (Iraman)", a.e., XI, 562-566; a.mlf., "State of the Dead (Iranian)", a.e., XI, 847-849; M. Revon, "Sin (]apanese)", ae, XI, 566-567; E. J. Thomas. "State of the Dead (Buddhist)", ae, XI, 829-833; J. M. P., "Pec-he", Eün., XII, 661-664; "Peche", Catholicis-me: hier, aujourd'hui, demain, Paris 1985, IX, 1007-1036.
Kelâm. Kaynaklar, Câhiliye dönemi Araplan'nın günah anlayışına sahip olduklarını, ancak âhiret hayatına inanmadıklarından günah İşleyenlerin karşılaşacakları cezaların fakir düşmek, hastalanmak gibi sadece dünyada gerçekleşecek türden olduğuna inandıklarını kaydeder. Onların günah saydıkları davranışlar arasında tanrılara saygısızlık. Bahire, Sâibe, Vasîle ve Hâm adını verdikleri hayvanlardan faydalanmak, belli bir süre geçmeden kesilen kurban etinden yemek, yakın akraba ile evlenmek, adam öldürmek, hırsızlık ve evli kadının zina etmesi gibi hususlar bulunmaktadır.477
Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadis metinlerinde günah kavramını ifade eden birçok kelime vardır. Bunlar arasında genel anlamıyla günah yerine kullanılanlar İsm, zenb, vizr, cünâh ve hûb kelimeleridir. İsm, "işleyene ceza gerektiren, insanı hayır ve sevaptan alıkoyan fiil veya bundan doğan sorumluluk" anlamına gelir478. Kur'an'da otuz beş yerde geçen İsm kelimesi, genel anlamından başka küfür ve İnkârı, düşmanlığı, yalan, içki, kumar, faiz gibi günahları nitelemek için de kullanılmıştır. İsm ayrıca dört yerde "mübîn" (apaçık), bir yerde "kebîr", bir yerde "azîm", bir yerde de "zahir" ve "batin" sıfatlan ile birlikte zikredilmiştir479. Zenb, sözlükte "arka, geri, kuyruk" anlamlarına gelen zenebden türemiş olup "sonu kötü olan fiil" demektir (Râgıb el-lsfahânî, el-Müfredat "znb" md.) İsm kelimesinin eş anlamlısı kabul edilen zenb "mükellefin gayri meşru işi" olarak tarif edilmiş480 ve otuz yedi yerde geçtiği Kur'ân-ı Kerîm'de küfür, şirk, katil, zina gibi günahlar için kullanılmıştır (M. F- AbdülbâkT, el-Mıfcem, "znb" md.). On âyette geçen "ağırlık" mânasındaki vizr kelimesi (çoğulu evzâr), bu âyetlerin çoğunda manevî yük ve sorumluluk ilgisiyle ism yerine kullanılmıştır481. "Kişiyi haktan saptıran fiil veya davranış" anlamındaki cünâh da Kur'an'da geçtiği yirmi beş yerde daha çok insanlar arasındaki münasebetler için kullanılmaktadır482. Hûb kelimesi ise Kur'ân-ı Kerîm'de yetim malı yiyenler için doğrudan "günah" anlamında yer almaktadır483. Bu beş kelimeden Özellikle ism. zenb ve vizr hadislerde de çokça geçmektedir.484
Günahla ilgili olarak âyet ve hadislerde yer alan diğer kavramlar da şöyle grup-landınlabilir:
1- Hukukî suçu veya yanlış ve çirkin fiili anlatan terimler: cürm, sû' (seyyie), bazı mânalanyla hatâ (hatîe). fuhş, hubs vb.
2- Haksızlık ve haddi aşma anlamında kullanılan terimler: zulüm, israf, tuğyan, şatat vb.
3- Sonuç itibariyle günah olup sapma ve bozulmayı ifade eden terimler: dalâlet, fesâd, fısk, fücur, gay, cenef, nekb vb485. Günahın kalpteki teşekkülü ve olumsuz tesirini ise Kur'ân-ı Kerîm zeyğ486, reyn487 ve kasve488 kelimeleriyle açıklar.
Günaha sevkeden faktörleri, insanın yapısında bulunan meyil ve arzularla onu dışarıdan etkileyen âmiller olmak üzere iki grupta ele almak mümkündür. İslâmiyet'e göre insan yapısında bulunan kötülüklerin kaynağı nefistir. Çünkü nefis, "alabildiğine kötülüğü emreden" (nefsi emmâre)489 ve kişiyi günaha yöneltmek için fısıltılar halinde sürekli telkinde bulunan490 bir güçtür. Günaha sevkeden bir başka faktör de ölümsüz bir dünya hayatı içgüdüsü ve âhireti düşünmeme tavrıdır491. Kendini bu psikolojiye kaptıran insan, hayat sadece bu dünyadan ibaretmiş gibi pervasızca hareket etme arzusuna kapılır ve hayvanî istekleri tatmin etme duygusunun baskısıyla günaha kolayca kayabilir. Kur'ân-ı Kerîm bu menfi temayüllü nefse karşı, kendini kınayan (levvâme) ve nzâ-i Hak'ta huzur bulan (mutmainne) nefisleri, yani dizginlenmiş ve eğitilmiş, iyilik yapmayı kabullenmiş nefislere ulaşmayı önerir.492
Ayrıca insanın hassas bir psikolojik yapıya sahip olması493, fizyolojik ve psikolojik bağımlılıklarının bulunması da önemli günah faktörleri olarak zikredilmektedir494. Günaha götüren haricî sebepler İçinde dünya hayatının cazibesi495, kötü örneklerin bol miktarda mevcudiyeti496 ve insanın manevî yücelişine karşı mücadele etmeye ahdetmiş olan şeytanın tahrikleri de497 önemli bir yer tutar.
İslâm'da günah niteliğine, tövbesiz affedilip edilmemesine ve hakkı çiğnenen muhatabına göre gruplandınlabilir. Niteliği açısından günah küçük (saglre) ve büyük (kebîre) olmak üzere ikiye ayrılır. Bu taksim Kur'ân-ı Kerîm'de yer almakla birlikte küçük ve büyük günahların nelerden ibaret olduğu hakkında fazla bilgi verilmez498. Ancak hem Tann'nın hakkını çiğneyen hem de insanın şeref ve haysiyetini hiçe sayan şirkin en büyük günah olduğunda şüphe yoktur. Ayrıca farz veya haram şeklinde nitelenen ilâhî buyrukların ihlâl edilmesi de kebîre sayılmıştır. Konuyla ilgili olarak Hz. Peygamber'den rivayet edilen metinler içinde şu yedi büyük günahı sıralayan hadis âlimler arasında şöhret bulmuştur: Şirk, büyü, adam öldürme, ribâ, yetim malı yeme, savaştan kaçma ve iffetli müslüman kadına zina isnadında bulunma499. Tövbesiz affedilmeyen yegâne günah küfür ve şirk olup cezası ebediyen cehennemde kalmaktır. Bu günahın tövbesi şüphe yok ki hak dini benimsemekten ibarettir. Diğer günahlardan özellikle büyük sayılanlarının tövbesiz affedilip edilmeyeceği konusunda çeşitli görüşler bulunmakla birlikte genellikle Allah'ın dilemesine bağlı olarak bağışlanma mümkün görülmüştür. Yine çoğunluğun kanaatine göre küfür ve şirk dışında kalan günahlar affedilmese bile ebedî azabı gerektirmez500. Muhataba göre günah Allah'a, diğer insanlara ve kişinin kendine karşı işlediği günahlar olmak üzere üçe ayrılabilir. İslâm literatüründe mevcut yaygın kanaate göre. kul hakkını çiğnemek ve toplumun selâmetini ihlâl etmek suretiyle işlenen günahlann vebali -küfür ve inkâr dışında- Allah'a karşı işlenen günahlardan daha ağırdır. Kişinin nefsine karşı günah işlemesi selim fıtratını bozması demek olup Kur'ân-ı Kerîm'de "kendine zulmetme" tabiriyle ifade edilmiştir501. Günahlar ayrıca, dünyevî cezaları açısından hakkında had cezası uygulananlar, sadece kefaret cezası gerektirenler, had ve kefareti bulunmayıp yalnız uhrevî cezası olanlar şeklinde de taksim edilir.502
Günah işlemekten doğan ceza şahsî olup kişi kendi yaptığından sorumludur. Hiçbir kimse başkasının cezasını üstüne alamadığı gibi atalarının işlediği günahtan dolayı da sorumlu tutulmaz. Ancak gayri meşru bir fiil ve harekette bulunanlar, bununla yetinmeyerek başkalarını da etkilemiş ve kötü bir çığır açmış-larsa aynı davranışta bulunan herkesin günahından onlarla birlikte sorumlu olurlar. Kur'ân-ı Kerîm'de. Hz. Muhammed'e indirilen vahyin "öncekilerin masalları'n-dan ibaret olduğunu söyleyenlerin saptırdıkları grupların günahlarından da sorumlu tutulacakları503, ayrıca güç ve imkân sahibi olanların saptırdıkları zayıf karakterli kimselerle birlikte azaba mâruz birakılacaklan504 ifade edilmektedir. Hz. Peygamber de iyi veya kötü bir çığır açanların, onunla amel eden herkesin sevabı veya günahının bir misliyle mukabele göreceklerini belirtmiştir505. İslâmiyet'e göre, hıristiyanlann inandıkları gibi Hz. Âdem'den insanlara miras kalan aslî bir günah mevcut değildir. Çünkü Allah Âdem'in işlediği günahı onun tövbesi üzerine affetmiştir506. İnsanlar dünyaya hem hayır hem de günah işlemeye elverişli bir yetenekle fakat günahsız olarak gelirler.
Günahlara karşılık verilen cezalar dünyevî ve uhrevî olmak üzere ikiye ayrılır. Allah'a itaatsizlikte direnip O'nu inkâr eden. her türlü ilâhî uyarı ve yol göstericiliği reddeden, doğru yolu bulmaları imkânsız hale geldiği gibi diğer insanların ıslahına da engel olan toplulukların dünyada helak edilmek suretiyle cezalandırıldığı, âhirette ise ebedî azaba mâruz bırakılacağı muhtelif âyetlerde belirtilmiştir. Müslüman fertlerin, hukuk kurallarını ve toplum düzenini İhlâl edecek şekilde işledikleri günahlara had, kısas ve ta'zîr gibi dünyevî cezalan uygulama mecburiyeti getirilmiştir. Bununla birlikte günahkâr mümin için en büyük ceza, Abdullah b. Mes'ûd'un da söylediği gibi onun yaşadığı dinî suçluluk psikolojisidir507. Uhrevî ceza ise ebedî mutluluğun simgesi olan cennet nimetlerinden mahrum olmak ve cehennem azabına mâruz kalmaktan Öte yandan günahkâr mümine dünyada uygulanan cezaların kefaret hükmünde olup uhrevî cezayı düşüreceği genellikle kabul edilmiştir508. Alimlerin bir kısmı, hadlerle ilgili bazı âyetlere dayanarak509 uhrevî cezadan kurtulmak için ayrıca tövbe etmeyi şart koşarlar. Bu görüşün, dünyevî cezanın yargı makamlarının zoruyla uygulandığı, gönüllerinde pişmanlık duyup Allah'a dönmeyen suçlular için isabetli olduğunu söylemek gerekir.510
Kur'an ve Sünnette Allah'ın affedici-liğinden bahseden birçok ifade yer almıştır. Âyetlerde, küfür dışında kalan günahlara ait cezaların Allah'ın dilemesine bağlı olarak tövbe511, ibadet ve taatte bulunma512, büyük günahlardan kaçınma513, dünyada cezasını çekme514: zaruret halinde ve cebir altında bulunma515, şehid olma516, hastalık, musibet ve felâketlere mâruz kalma517 gibi durumlarla, ayrıca şefaat veya ilâhî lutufla518 affedileceği bildirilmektedir. Ancak burada affa konu teşkil eden uhrevî ceza olup beşerî hukukla ilgili sonuçlar, tövbe edilse bile zarara uğrayan kişi tarafından af-fedilmedikçe ortadan kalkmaz. Bazı günahlardan arınmanın bir yolu olan kefaret fakirleri doyurmak, giydirmek, kurban kesmek veya oruç tutmakla nefsi temizlemeyi amaçlar519. Günahtan sonra yapılan iyi ameller de o günahın menfi etkisini ortadan kaldırmaya yardımcı olur520. Öte yandan günahın Allah'a karşı itaatsizlik anlamından doğan cezasının O'ndan başka hiçbir kimse tarafından affedilemeyeceği belirtilmiştir.521
Birçok âyet ve hadis, kişinin işlediği günahlardan dolayı pişmanlık duymasını, Allah'tan bağışlanma niyazında bulunmasını istemekte ve bunun için özendirici ifadelere yer vermektedir. Bunun yanında başkalarının affedilmesi için dua ve istiğfarda bulunulması da emredil-mektedir. Kur'an'da meleklerin müminler için af dilediği haber verildikten başka522 "müminler için İstiğfar etmek" kavramı Hz. Peygamber'e nisbet edilmekte, hatta bu onun görevlerinden sayılmaktadır523. Hz. Nuh kendisi, ebeveyni ve evine (dinine) giren her mümin için mağfiret talebinde bulunduktan sonra aynı talebi kadın ve erkek bütün müminler için tekrar etmiş524, Hz. Ya'küb da oğulları için af dilemeyi vaad etmiştir525. Bakara sûresinin son âyetinde (2/286) bütün müslümanlara telkin edilen ortak duada yer alan, "Bizi affet, bizi bağışla, bize acı" mealindeki cümleler dikkat çekicidir. Kur'ân-ı Kerîm1 de, ilk müslüman nesli oluşturan muhacirlerin ve ensann bazı üstünlüklerine temas edilmesinin ardından onlardan sonra gelecek bütün müslümanla-nn birbirlerini kardeş bilecekleri ve daima sonra gelenlerin önceki kardeşleri için Allah'tan af dileme özelliğine sahip bulunacakları ifade edilir526. İlâhî din mensuplarının hürmetle bağlılık gösterdiği Hz. İbrahim, Kabe'yi inşa ettiği ve dolayısıyla Mekke şehrini kurduğu sırada Beytullah'ı mâbed edinenlere dua etmiş, kendi zürriyetinden daima namaz kılacak nesiller yaratmasını rabbinden dilemiş, kendisinin, ebeveyninin ve bütün müminlerin kıyamet gününde bağışlanmasını niyaz etmiştir527. Bu uzun duanın son iki âyetinin (14/40-41), müslümanlar tarafından namazın son rüknünde selâmdan önce genellikle okunması hem tarihî bir değer taşımakta hem de evrensel bir din anlayışını yansıtmaktadır.528
Günaha dair birçok eser kaleme alınmıştır. Bunlar genellikle konuyu kelâmî ve ahlâkî çerçevede ele alan, günahkârın iman-küfür açısından durumunu inceleyen, günahtan sakınmanın çarelerini araştıran eserler niteliğindedir. Ebü'l-Hasan el-Vâsıtî'nin Kitâbül-Kebâ^ir ve'ş-şağfTir529; Şemseddin ez-Zehebî'-nin Kitâbü'I-Kebâ'ir530; İbn Kay-yim el-Cevziyye'nİn ed-Dâ"ü ve'd-devâ531; aynı müellifin Kitâ-bü't-Tevbe532; İbnü'l-Ceze-rî'nin ez-Zehrü'l-fâ3ih fî zikri men te-nezzehe cani z - zünûbi ve 'i - kabaih533; Zeynüddin İbn Nüceym'in Risale fî beyâni'I-me'âşî kebîrihâ ve şağîrihâ534; İbn Hacer el~Heytemî'nin ez-Zevâcir can iktirâü'l-kebâ'ir535; Bedred-din el-Gazzî"nin Cevâhirü'z-zehû'ir fi'l-kebâ'ir ve'ş-şagö^536; Vecîhüddin İbn Ziyâd el-Gaysî'nin ez-Zevâcir can iktirâti'l-kebâ'ir537; Ali el-Kârî'nin ez-Zahîretü'l-keşîre iî recd'i mağfireti'l-kebîre538; Şehâ-beddin el-Hamevî'nin cAdedü'l-kebâ3ir539; İsmail Hakkı Bursevî'nin Şerhu'l-Kebâir540 ve Ahmed Ziyâeddin Gümüşhanevî'nin Necâtü'l-ğaülîn541 adlı eserleri klasik literatüre ait örnekler içinde sayılabilir.
Günah kavramıyla ilgili yeni eserler arasında Francis T. Cooke'un "Sins and Their Punishment in İslam"542; E. E. Elder'in "The Development of the Müslim Doctrine of Sins and Their Forgiveness"543; Georges C. Anavvati'-nin "La notion de 'pechâ original' exist-elle dans l'Islam"544; Ralph Stehly'nin Un probleme de theologie islamique: la dĞfinition des fautes graves (Kabâ'ir)545; Cihat Tunç'un "Kelâm İlminde Büyük Günah Meselesi"546; Sadık Kılıç'ın Kur'an'da Günah Kavramı547; Osman Cilacı'nın "İlâhî Dinler Açısından Günah Kavramı"548; Âdil Bebek'in Mâtürîdî'de Günah Problemi (doktora tezi, 1989, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) adlı çalışmaları zikredilebilir.
Bibliyografya:
Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, "zenb", "hata'", "dalâl", "zulm", "sûs", "cârim", "tgy", "risk", "hubş", "fuhş", "fesâd", "srf", "zyğ", "kbr" md.-leri; İbnü'1-Esîr, en-riihâye, "sû'", "ğay", "ce-nef, "fuhş", "hah", "hıns", "şetat", "fücur", "srf", "zeyğ", "nkb" md.leri; Lisânü't-'Arab,
"hbş", "eni", "fhş", "hvb", "hns", "ştt", "fer", "srf, "zyğ", "nkb" md.leri; et-Ta'rtfât, "fücur" md.; Ebü'l-Bekl, Külliyyât, s. 40, 41, 424, 567, 594; Tehânevî, Keşşaf, I, 401, 507. 510; II, 938, 1132; Kamus Tercümesi, 111, 1457; VVensinck. et-Mu'cem, "işm", "znb", "vizr", 'cünâh", "hûb" md.leri; M. F. Abdülbâkl, el-Mu'cem, "hata'", "cürm", "işm", "znb", "vzr", "cnh" md.leri; Şü-kün, Farsça-Türkçe Lügat, "günâh" md.; Müs-ned, 1, 18, 26; 111, 297, 446; IV, 357, 359, 360, 361; V, 251, 252, 256; Buhârî, "Veşâyâ", 23, "Hudûd", 8, 44, "t'tişâm", 15; Müslim, "Selâm", 23-25, "îmân", 144. "'İlim", 15-16, "Zekât", 69; İbn Mâce. "Zühd", 29; Ebû Dâvûd, "Veşâyâ", 10; Tirmizî. "îmân", 11, "Tefsir", 2/ 35, "Şıfatü'l-kıyâme", 49, "Hudûd", 12, "Fi-ten", 7; İbnü'l-Kelbî, Kitâbü'l-Esnâm, s. 19; EzrakI, Ahbâru Mekke (Wüstenfeld), I, 120, 121, 123; Mâtürîdî. Kitâbü't-Teuhtd, s. 361; a.mlf., Te'ütlât, Hacı Selimağa Ktp., nr. 40, vr. 126"; Zemahşerî, et-Keşşâf {Beyrut), I, 244; İbn Kayyim el-Cevziyye. ed-Dâ'ü ued-devS* (nşr. M. Abdürrezzâk er-Ravd), Amman 1992, s. 164, 177-179; MiftShu kürtüni's-sûnne, s. 148-149, 202-203, 259, 463-465; T. Izutsu. The Struc-türe of the Ethical Terms in the Koran, Tokyo 1959, s. 250-261; Cevâd Ali, ei-Mufaşşat, V. 472, 473, 528-529, 555, 560, 578, 605; VI, 180-183, 203-211; Sadık Kılıç. Kuranda Günah Kavramı, Konya 1984, s. 137-143, 160; G. C. Anawati, "La notion de 'peehe original' exist -elle dans l'Islam", Sil, XXXI {1970), s. 29-40.
Psikoloji. Günah bazılarına göre sadece sekûler ahlâkla sınırlı iken çoğunluk için dinî bir mahiyet arzeder ve mistik anlamıyla ruhun mükemmele doğru gelişimini engelleyen veya geciktiren davranış ve alışkanlıklardan ibarettir.549 Günahkârlık da böyle bir davranışta bulunduktan sonra hissedilen suçluluk duygusudur. Tövbe ise bu duyguyu hafifletme veya ondan sıyrılma mekanizmasıdır. Günah yalnızca teolojik değil aynı zamanda psikolojik bir kavramdır. İnsanın gerek günah işlemesi gerekse işlediği günah sonucunda suçluluk duyması tabiidir.
İnsan, günahın ana faktörünü oluşturan bazı behîmî arzulara sahiptir. Bu arzuların bizzat kendileri günah niteliği taşımaz. Meselâ açlık ve cinsellik dürtüleri ahlâkî olarak nötrdür; fakat açlık dürtüsü aç gözlülüğe, cinsellik dürtüsü de şehvete dönüşebilir. İnsanı İlgilendiren husus, bunları fazilet veya rezüet sayılacak noktaya getirmesidir. Esasen onu hayvandan ayıran en önemli özellik de budur. Burada kişinin "özgürlük duy-gusu'nu tatmin etmesi de söz konusudur. Faziletli kabul edilen davranışlar yerine süflî nefisten gelen isteklerin tercih edilmesiyle insanın özgürlüğünü kullandığı zannedilebilir.
William James'ten bu yana psikologlar insanı harekete geçiren motivasyonları, dürtülerden veya İdeallerden kaynaklanmaları açısından güçlü veya zayıf olmak üzere ikiye ayırırlar. Buna göre dürtülerden kaynaklananlar güçlü, akıl ve şuurdan kaynaklananlar zayıf kabul edilmiştir.550 Kuvvetli dürtülere karşı koymak zordur; hatta düşünerek yapılan davranışlarda bile şuuraltından gelen bu dürtü ve çağrışımların etkisinde kalınabilir. Bunlara karşı koymak kişilikte psikolojik çatışmalara yol açabilir. Bu da sonuçta İç sıkıntısı ve depresyona sebep olur ki klasik psikanalize göre insan bu sıkıntıyı yaşamamak için dürtülerini farklı yönlere kanalize eder.
Freud'ün ortaya koyduğu bir ego savunma mekanizması olan yüceltme (sub-limation) teorisi, özellikle cinsellik ve saldırganlık ihtiva eden dürtülerin, toplumun ya da süper egonun yasaklamaları sonucunda farklı kılıflara bürünüp sosyal olarak kabul gören davranışlar biçiminde tezahür ettiğini ve dolayısıyla medeniyetin bir yüceltme ürünü olduğunu ileri sürer. Aslında Freud günah diye bir şey kabul etmez. Ona göre günahkârlık duygusu, insanoğlunun zihnî bir yanılma ile oluşturduğu Tanrı imajının misillemede bulanacağına inanarak kendisini yapmaya zorunlu hissettiği ibadet veya davranışları ihmal etmesi neticesinde oluşan bir duygudur.
Günaha sevkeden hem dahilî hem de haricî sebepler mevcuttur. İnsanoğlu, dürtüleri olan ve bu dürtüleri çevresi tarafından beslenen veya bastırılan bir varlıktır. Kişi gerek özel yaşantısında gerekse sosyal hayatta bazı ahlâkî-dinî kısıtlama ve emirlere, dürtülerini bastırarak ve onlara hâkim olarak uyacağını temelde kabul eder. Aksi halde sosyal hayat bir anarşi ortamı haline gelir. Fakat insan bu olumsuz dürtülere her zaman karşı koyamayıp boyun eğebilir. Tabii bunu da kişinin hem kendi karakterinin gelişimiyle hem de çevresinden gelen etkilerle kuvvetlenen veya zayıflayan dürtüleri belirler. Hisler, ihtiraslar ve çevre etkenleri onun aklına galip gelebilir. Meselâ bir alkolik, içkinin kendisine zarar verdiğini aklı ile bilir ama iradesi onu engelleyemez. Bununla birlikte davranışçı psikolojinin (behaviorism) iddiaları bir yana, psikoloji insanın tabii olarak rasyonel ve gönüllü hareket edebilen bir varlık olduğunu, akıl, duygu ve iradeyi kapsayan insan şuurunun dürtüleri kontrol edebileceğini, hatta yönlendirebileceğini kabul eder.
Psikoloji, sıradan günahla marazî bir hal alan ahlâksızlık arasında ayırım yapar. Buna göre günah yanlış bir duygunun sonucu iken marazî ahlâksızlık, kontrol edilemeyen dürtüleri oluşturan şuuraltı komplekslerinden kaynaklanır. Günahı "iradenin doğru kabul edilen ideale göre hareket etmemesi" şeklinde değerlendirmek mümkündür. Buna bağlı olarak hem sıradan günahkârın hem de marazî ahlâksızın ideal bilincine doğuştan sahip bulunduğunu da söylemek gerekir. Ne var ki sıradan günahkâr İdeali bilinçli olarak yerine getirmezken marazî ahlâksızlığı olan kimse buna muktedir değildir. Yani ideale göre hareket etmeyen marazî ahlâksızın iradesi günaha karşı koymak için yeterince güçlü sayılmaz.
Günah kendisiyle beraber suçluluk duygusunu da getirir. Bunun gerçekleşebilmesi için kişinin neyin doğru, neyin yanlış olduğuna dair dinî veya ahlâkî bir bilgisi olmalıdır. Değer yargıları oluşturmak ve sorumluluğun farkına varmak insan benliğinin tabii bir gelişimidir. Ancak bunlar, insanın hem mizacına hem de eğitimine bağlı olarak gelişir. Bir çocuk, henüz ahlâk şuuru edinmeden önce kötü bir eğitim sonucunda yalan söyleme alışkanlığı kazanabilir. Bu durumda çocuğun yaptığı iş, ilâhî iradeyle çeliştiği için günah olarak nitelendirilebilir; fakat çocuk yaptığı şeyden dolayı suçlu değildir. Çünkü ahlâkî sorumluluk çağına erişmemiştir. Dolayısıyla insana suçluluk veya günahkârlık duygusunu şuurluluk kazandınr. Dinler ve özellikle İslâmiyet kişiye günahkârlık duygusundan kurtulmanın yolunu da göstermiş, ona tövbe imkânını sunmuştur.
Günahkâr olduğu hissine kapılan kimse eğer tövbe yolunu tercih etmez veya tövbesi neticesinde suçluluk duygusunun hafiflediğini hissetmezse psikolojik rahatsızlıklara mâruz kalır. Dinî kaynaklı psikozların temel sebeplerinden birini oluşturan bu hususun, Allah'ın sevgiden ziyade cezalandırıcı yönünü vurgulayan yanlış dinî eğitimden kaynaklandığı söylenebilir. İslâm dini. günahlar için tövbe kapısının açık olduğunu ve insanın doğrudan Allah'la irtibat kurmasının gerektiğini ısrarla vurgular. Çünkü Allah tövbeleri kabul edendir ve merhamet edenlerin en merhametlisidir.551
Bibliyografya:
W. B. Selbie. The Psychology of Religion, Oxford 1924, s. 226-244; L. W. Grensted. Psy-chology and God, London 1936, s. 129-158; W. E. Oates, The Psychology of Religion, Wa-co 1973, s. 2U-2Î5; G. E. Scobie. Psychology of Religion, London 1975, s. 83-85; C. Bryant, Depth Psychology and Retigious Belief London 1987, s. 20-29; Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi, Ankara 1993, s. 273-277; S. Freud. "Ob-sessive Acts and Religious Practices", Collec-ted Papers, li, London 1924, s. 28-29; A. La Coc-que, "Sin", ER, XIII, 325-331. r-
Dostları ilə paylaş: |