Istanbul Üniversitesi Matbaası



Yüklə 1,58 Mb.
səhifə21/329
tarix07.01.2022
ölçüsü1,58 Mb.
#88912
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   329
Resim No 4: Hippokrates
Hastalık nedir ve insan neden hastalanır sorularının cevabını arayan Hipokrat dönemi hekimleri tıp teorilerini şekillendirirken bu Sokrat öncesi düşünürlerin tabiat felsefelerinden yararlandılar. Hipokrat (M.Ö. 460-370) ile hastalık kavramı değişti ve doğal bir olay olarak değerlendirilmeye başlandı. Hastalığın olağanüstü sebeplere dayanmadığını açıklayan Hipokrat, tıbbı ve hekimliği tanrılardan uzaklaştırdı, hastalığın ilâhi bir ceza olmadığını belirtti. Hipokrat döneminde tıbbi konular açıklanırken doğaüstü güçler dışlanmış; tecrübe, gözlem ve tüme varıma dayalı akıl yürütme temel alınmıştı. Hastayı, “bünyesi kendine özgü bir şekilde hastalığa karşı tepkide bulunan kişi” olarak tanımlayan Hipokrat, daha önce kutsal hastalık diye bilinen saranın da diğer hastalıklar gibi doğal bir nedeni olduğunu ve saralı hastanın beyninin hastalandığını bildirmişti. Akılcı bir yaklaşımı olan Hipokrat tıbbın temelini felsefi bir görüş olan unsurlar (hıltlar) nazariyesine (humoral patoloji teorisine) dayandırdı. Hipokrat hastalığı, bedende var olduğu düşünülen dört unsurun miktarının ve birbirine olan oranlarının, yani bu unsurların dengesinin bozulmasına bağladı. Hipokrat tıbbına göre, insan bedeninde bulunan dört unsurdan kan sıcak ve yaş; sarı safra sıcak ve kuru; kara safra (sevda) soğuk ve kuru; balgam soğuk ve yaş niteliklere sahiptir. Bu dört unsur her uzuvda farklı oranlarda bulunur. Mevsimlere ve alınan besin maddelerine göre de unsurların bedendeki oranı değişir. Her insanın özel bir mizacı vardır çünkü bu unsurların oranı herkeste farklıdır. Her kişide bir unsur daha fazla olduğundan, insanların beden yapıları ve kişilikleri da buna bağlı olarak değişir. Örneği, sıcak mizaçlı insanlarda kan unsurunun oranı fazla olduğundan sıcak kanlılar şişmanlamaya yatkın, neşeli kişilerdir; sinirli insanlarda sarı safra çok olduğundan safraviler çabuk öfkelenir; karamsar mizaçtaki melankoliklerde kara safra/sevda ağır bastığından düşünceli, asık suratlı, içe dönüktürler; miskin tabiattakilerde balgam fazla bulunduğundan tembel olup, hareketten kaçınırlar. Her mizacın sahibi belirli bazı hastalıklara yatkındır. Hastanın tedavisinde mizacı dikkate alınmalıdır. Daha sonra Galen (Calinos) ve İbn Sina’nın geliştirdiği Hipokrat’ın hastalık nazariyesi iki bin yıl boyunca Avrupa ve İslam tıbbına hükmedecekti. Tüm bedenin ve tüm hastalıkların tek bir nazariye altında toplanıp, buna göre sınıflanması tıbbın ilerlemesine başlıca engel teşkil etmiştir.

Hipokrat döneminden sonra M.Ö. IV. yüzyıldan itibaren çeşitli tıp görüşlerinin taraftarlarına ait öğretiler ortaya çıktı ve bunlar daha sonra Ortaçağ tıbbını yoğun bir şekilde etkiledi. Hipokrat’ın çağdaşı, Sokrat’ın öğrencisi ve Aristotales’in hocası olan Platon (M:Ö. 429-347) Batı ve Doğu dünyasını tarih boyunca en çok etkileyen düşünürlerden biriydi. Platon’un akıl yürütme yöntemine dayanan hekimler için “muhakeme” gözlemin yerini aldı ve bunlara Dogmatikçiler adı verildi. Dogmatikçiler hıltlar nazariyesine göre teşhis ve tedavi ederdi.

M.Ö. III. yüzyılda bir grup hekim tedavinin “sonucuna” önem verip hastalığın veya alınan sonuçların “nedenleri” üzerinde durmadılar. Ampirikçiler adı verilen bu hekimler “hastalık belirtilerine göre tedavi” uygulardı. Bu okulun hekimleri kendilerinin ve diğer hekimlerin tecrübelerine dayanan bilgileri kıyas yöntemini kullanarak değerlendirirdi. Hastalıkla ilgili kendi gözlemlerinden veya başkaları tarafından daha önce yapılmış gözlemlerden faydalanırlar; bunlardan yararlanamazlarsa benzer durumlara bakarak mantık yolu ile netice çıkarırlardı. Bu ekol için hastalığı meydana getiren nedenler önemli değildi.

M.Ö. 50 yıllarında Metodizm adı verilen bir diğer tıp öğretisi ortaya çıktı. Dört unsur nazariyesini terk eden bu görüşün izleyicileri hastalıkları ve tedavilerini vücuttaki gözenek ve deliklerin daralma veya gevşemesine göre değerlendirir; hastanın salgılama, boşaltma ve hararet durumlarına göre tıbbi uygulama yapardı.



Pnömatikçiler adı verilen diğer bir okul I. ve II. yüzyıllarda etkili oldu. Evrenin temel ilkesi olduğu kabul edilen ve “pneuma” adı verilen ruhu insanların soluduğunu ve böylece bedene yayıldığını ileri sürdüler. Hastalıkla ilgili görüşleri bedendeki pnöma ile hararet ve nem arasındaki nazari ilişkilere dayanırdı. Pnömatikçilerin arasından yetişen, ancak orta yolu arayan bağdaştırıcılar Eklektikçi adını aldı. Bu kesim tutarlı bir sisteme bağlanmak yerine hastalığı açıklamada ve tedavide kendi ihtiyaçlarına göre düşüncelerini yönlendirdiler.

Hipokrat, yanlış beslenme sonucu sindirilemeyen besin artıklarının kokuşmasıyla meydana gelen buharların sağlıklı ruhun (pneuma) yerini aldığını ileri sürmüştü.

Hastalıkları kötü ruhlar ve işlenen günahlarla açıklamaya çalışmak yerine daha somut nedenlere yönelmek önemli bir ilerleme olsa da, bir teoriyi mantık yoluyla savunmak, diğerlerini çürütmekle geçen zaman tıbbın gelişmesine pek katkıda bulunamadı. Araştırmayla doğruluğu ya da yanlışlığı kanıtlanmayan teoriler çoğu kere gerçeklerin ortaya konmasına engel olmuştu.


Yüklə 1,58 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   329




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin