İnsan Hakları Üzerine Bildirgeler
Ulusal düzeyde İnsan hakları bildirileri, 1787 Amerika Birleşik Devletleri Anayasası ve 1789 Fransız insan ve Yurttaş Hakları Bildirisi gibi klasik hakları tanıyan ilk önemli belgelerdi. 1919 yılında kurulan Milletler Cemiyeti'nin yerine 1945 yılında Birleşmiş Milletlerin kuruluşunu hazırlayan anlaşma, insan haklarına, insan kişiliğine ve eşitlik ilkelerine önem verdi. 10 Aralık 1948'de kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, insan hakları kavramına psikolojik ve felsefi boyutlar getirdi. 30 maddesi olan bu bildirgenin ilk ve ikinci maddeleri eşitlik, özgürlük, ırk, renk, dil, din vb hususlar sebebi ile insanlar arasında ayırım yapılamayacağını belirtir. Üçüncü maddesi yaşama hakkına, altıncı maddesi herkese kişilik tanınmasına, yedinci maddesi kanun önünde eşitlik ilkesine ilişkindir. 30. maddesi yorum kuralı olan Beyannamede hiçbir kuralın Beyannamede gösterilen hak ve hürriyetlerden birisinin yok edilmesi için kullanılamayacağı belirtilmiştir.
20. yüzyılda yasalara ve anayasalara, daha sonra uluslararası belgelere giren birçok haklar yanında sağlık hakkına da yer veriliyordu. 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra ortaya çıkan ve bir ölçüde Üçüncü Dünya Ülkeleri'nin isteklerini de yansıtan haklarda sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı gibi bütün insanlığa yönelik kavramlar da vardı.
İnsan hakları ve haklara rağmen devam eden araştırmalar
Bütün bunlara karşın İngiliz Hükümeti 1952'den 1963'e kadar Avustralya'da bir seri atom denemeleri yürüttü. Bu tecrübelerde Avustralya yerlileri radyasyona maruz kaldı.
Birleşik Devletlerde 2. Dünya Savaşı'ndan sonra da insan üzerinde etik olarak müphem araştırmalar devam etti. Araştırmalar için imkanlar genişlemişti. Savaş fikri mecazi olarak hastalıklarla savaşa dönüşmüştü. Bilim, toplumun hizmetindeydi. Daha üstün bir menfaate, yani toplumun menfaatine karşı deneğin menfaati ikinci dereceydi.
Savaş sırasında uygulanan araştırmaların özelliği, savaş sonrasında da devam etti. Savaş dönemi, araştırıcıların tutumunu derinden etkilemişti. Savaş sırasındaki araştırmalar bir emsaldi. Risklere karşı yararların olduğuna inanılıyordu. Uygulamaya muhalefet yoktu.
Birleşik Devletlerde 1940 ortalarından 1970 başlarına kadar olan dönemde insan denekler üzerinde radyasyonun etkileri araştırıldı. Her ne kadar deneylerin bazısı bir tedavi olarak radyasyonu test etmek için yürütüldüyse de çoğu radyasyonun zararlı etkisini tayin etmeyi amaçlıyordu. Denekler yaşlı hastalar, mahkumlar ve son dönemde olup hastanede yatan hastalardı. Bu deneklerin çoğu aydınlatılmış rıza vermede yetersizdiler. Denemeler çeşitli şekillerde yapıldı. Hastanede yatan normal böbrek fonksiyonlu altı hastaya renal tahribat meydana getirecek yoğunluğu tayin için Uranyum Nitrat verildi. Bu hastalardan en az ikisine böbrek tahribatının acil semptomlarıyla sonuçlanan U-234 ve U-235 ile zenginleştirilmiş Uranyum Nitrat dozları verildi. Başka bir deneyde 20 yaşlı deneğe enjeksiyon yolu ile veya ağızdan radyum ve Torum verilerek radyoaktif alım izlendi. Başka bir araştırma bölgesinde hayat süresi sınırlı olduğuna inanılan 18 hastaya Plutonium enjekte edildi. Bu araştırmalarda deneklerin biri beş, biri 18 yaşında, diğerleri 45 yaş üzerindeydiler. Aydınlatılmış onam yoktu ve Plutonium kelimesi bu hastalara kullanılmamıştı. İnsan üreme sistemine radyasyonun etkisini araştırmak için 131 mahkum X-ışınlarına maruz bırakıldı. Testiküler fonksiyonlar 1965'den 1971'e kadar takip edildi. Mahkumlar 25-52 yaşları arasındaydılar. Başka bir araştırmada radyoaktif iyot alım ölçümleri yapıldı. Yedi insan deneğe iyot ile kontamine toprakta otlamış ineklerin sütü içirildi. Bir başkasında yedi insan denek, bir radyoaktif İyot Curi ile kontamine edilen alana korumasız terk edildi. Amaç, inhalasyonla radyoaktif materyalin alımını ölçmekti. Bu deneklerin hiçbirinin sağlıklarının takibi yapılmadı, sonuçları incelenmedi.
Bu araştırmalardaki deneklerin çoğu büyük zarar ve ölüm riskindeyken bilim adamları başarı kazandı. Çalışmaları bilimsel yayın olarak sonuçlandı.
Nuremberg kodunun yetersiz yönleri
Nuremberg Duruşmaları ve Nuremberg Kodu çok iyi bilinmesine rağmen tıp bültenlerinde 1970'lerden önce çok az ele alındı. Nuremberg Kodu'nun tartışılarak gündemi oluşturması son yıllarda oldu.
Nuremberg Kodu'nda rızaya verilen üstünlük çeşitli araştırıcılar tarafından tartışıldı. Teklif edilen çalışmanın geçerliliği, deneklerin karşılaşabileceği olası risklerin kabul edilebilirliği, araştırmayı yürütenin yeterliliği, denekleri zarardan korumada yeterliliğin de çok önemli olması hususlarından çok rızayı irdelemesi eleştirildi. Umulan fayda ve olası riskler üzerinde yeterince durulmamıştı.
Dünya Tıp Birliği ve Helsinki Bildirgesi üzerinde ilk çalışmalar
1964'de Dünya Tıp Birliği tarafından kabul edilen ve insan denekleri üzerinde araştırma ile ilgili bir etik kod olan Helsinki Bildirgesi, yasal bir belgeden çok araştırıcılara bir kılavuz olması sebebi ile tıp mensupları üzerinde daha etkili oldu. Ayrıca Helsinki Bildirgesi, araştırmaları daha az sınırlıyordu.
Dünya Tıp Birliği 2. Dünya Savaşı sırasında, Londra'da İngiliz Tıp Birliği'nde toplanmış olan doktorlar tarafından 1947'de teşkil edildi. Birliğe Avrupa'da Almanların saldırısına uğrayan ülkelerdeki doktorlar ile Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda, Güney Afrika, Birleşik Devletler ve İngiltere dahildi.
Birlik insan denekleri üzerinde yapılacak tecrübelerdeki ilkeleri ortaya koymak için uzun yıllar çalıştı. Dünya Tıp Birliği Sekizinci Genel Asamblesi 1954'de Roma'da toplandı. Araştırma ve tecrübede uyulması gereken ilkeleri tespit ederek kabul etti. Bu ilkelerden ilki tecrübenin bilimsel dayanağı ve etik gerekliliği, ikincisi tecrübenin sonuçlarının yayınında sağduyu ihtiyacına dayanıyordu. Üçüncü ilke, sağlıklı deneklerin bütünüyle aydınlatılması gerekliliği üzerinde duruyordu. Araştırmada deneğin istekliliği değil araştırıcının sorumluluğu tespit edildi. Dördüncü ilke, daha çok cesaret isteyen tabiattaki operasyon ve tedavinin, seyrek olarak ümitsiz olgular üzerinde yürütülmesine izin verdi. Beşinci ilke, denekleri teklif edilen tecrübenin sonuçları ve riskleri yönünden aydınlatmayı ve rızanın yazılı alınması gerekliliği hakkındaydı. Sorumlu olmayan hastalarda rıza, yasal sorumlu vekilden alınmalıydı.
Hollanda ve araştırma projelerinin diğer uzmanlara danışılması fikrinin doğuşu ve etik komitelerin kurulması
Dünya Tıp Birliği'nin 1954 yılındaki ilkeleri 1955'de Sağlık ve Sosyal İşler Bakanlığı için bir rapor hazırlanmasında Hollanda Hükümeti tarafından göz önüne alındı. Bu raporda araştırıcıların sorumluluk duygusunu artırmak için usulüne göre araştırma projesi üzerine diğer uzmanlara danışılması gerekliliği tavsiye edildi. Bu yaklaşım araştırma projesini emsal grubun onamasına doğru ilk hareketti. Hollanda Raporu, Dünya Tıp Birliği'nin çalışmasına yardımcı oldu.
Helsinki Bildirgesinin kabulü 1964
1960'ların başında Dünya Tıp Birliği insan denekleri üzerinde araştırma için diğer etik kodları tasarlamaya başladı. İlk tasarı 1961 yılında ürün verdi. Fakat 1964 yılında yapılan Helsinki 18. Dünya Asamblesine kadar kabul edilmedi. Helsinki Bildirgesi çocuk, bilinçsiz ve mental hastalığı olanlarda araştırma için vekil rızasına izin verdi.
Helsinki Bildirgesindeki diğer yenilik, profesyonel bakımla kombine edilen klinik araştırma ve tedavi edici olmayan klinik araştırma arasındaki fark oldu. Ve bu bildirge birçok ülkede geniş kabul gördü.
Helsinki Bildirgesi'ni diğer uluslararası bildirgeler takib etti. Dünya Sağlık Örgütü ve Council for International Organization of Medical Sciences (COIMS) 1982 yılında insan deneklerini içeren biyomedikal araştırmalarda uluslararası kılavuzları yayınladı. Bu kılavuz, gelişmekte olan ülkelerde yapılan tecrübeler, rıza, vekil rızası, araştırma protokolünün bağımsız bir komite tarafından kontrolü, araştırma komitelerinin yerel ve ulusal teşkili üzerinde durdu.
İnsanın, insana karşı insanlık dışı hikayesi olan insan üzerinde etiğe aykırı tecrübeler yapılırken tıbbın etik kuralları vardı. Fakat, kurallara uyulması kurumsallaşmayı gerektiriyordu.
Tıbbi araştırmalarda etik konusunun güncelleşmesinde Nazilerin insan üzerinde yaptıkları tecrübelerin etkisi vardı. Tıbbi araştırmalar adı altında bu tür büyük suçların işlenmesi, 1960'lı yılların sonunda Institutional Review Board (IRB) kurulmasını gerektirdi. Yasalar doğrultusunda çalışan yerel ve ulusal etik komiteler teşkil edildi. Bugün, Dünya Tıp Birliğinin geliştirdiği Helsinki Bildirgesi ve aynı birliğin 2002’de Washington’da ve 2004’te Tokyo'da yeniden ele aldığı insan üzerinde deneyle ilgili kılavuz, birçok ülkede kurumsallaşmış araştırma etik kurullarına yol gösterici olmakta, ciddi dergiler etik kurulların onayını almamış araştırmaları yayınlamamaktadır.
Erdem, kendi kendisiyle yetinir; ne kurallara başvurur, ne laflara, ne gösterişe.
Dostları ilə paylaş: |