Jack London Martin Eden



Yüklə 1,69 Mb.
səhifə25/36
tarix24.12.2017
ölçüsü1,69 Mb.
#35856
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   36

Konuştular. Birçok şeyden bahsettiler ve viski soda ısmarlama sırasını bir Martin aldı, bir Erissenden. İçkiye dayanıklı olan Martin, öbürünün içkiye bu kadar dayanıklı olabilmesine şaştı, hele konuşmasına olan hayranlığım bildirmek için sık sık onun sözünü kesti. Çok geçmeden Brissenden'in her şeyi bildiğini farzedip hayatında rastladığı ikinci entellektüel adamın bu olduğuna karar verdi. Ama Brissenden de, profesör Caldwell'de olmayan şeyin, yani ateşin, şimşekli bir anlayış ve idrak ile kontrol edilemeyen ateşli bir dehanın bulunduğuna dikkat etti. Dudakları, bir makine kalıptan çıkarır gibi keskin delici cümlecikler kesiyor; bu ince dudaklar, tamamlanmamış sesin etrafında okşar gibi büzülerek, hayatın esrar ve ulaşılmaz derinliklerini aksettiren kadife gribi yumuşak şeylere, parlak, haşmetli, tatlı büyülü güzelliklere sahip cümleciklere şekil veriyordu. Yine bu ince dudaklar, kozmik mücadelenin çatırtılarını, gümbürtülerini, kulağa bir gümüş kadar berrak gelen, yıldızlı boşluk-

418


Jack London

lar kadar parlak bir şairin sözünü akla sığmaz ve kelimelerle ifade olunamayan deneyüstü gerçeği hünerli ve hepsi de kavranamaz günlük kelimelerle ifade eden bir boru şeklini alıyordu. Brissenden harika bir ilhamla, hiçbir dilin anlatamayacağı, ampirisizmin en ileri sınır karakollarını görüyor ve yine o altından dökülmüş mucizeli konuşmayla, bilinen kelimelere bilinmeyen anlamlar yükleyerek Martin'in bilincine, sıradan ruhların ulaşamayacağı haberler gönderiyordu.

Martin bütün o ilk nefret hissini unuttu, işte kitapların verebileceği şeyi en mükemmeli gerçekleşiyordu burada. Burada, Martin'in ulaşmaya çalışacağı bir entellektüel kafa vardı. Martin, kendi kendine:

— Senin ayaklarının dibinde, tozlarınım ben, diye tekrarlayıp duruyordu.

Manalı bir ima ile ve yüksek sesle:

— Siz biyoloji okumuşsunuz, dedi.

— Varlığını ancak biyolojinin ispat edebildiği gerçeklerden bahsediyorsunuz, diye ısrar etti Martin. Bu ısrarına karşılık Brissenden, gözlerini dikip, Martin'e uzun uzun baktı.

— ulaştığınız sonuçlar, okumuş olduğunuz kitaplara uygun sizin.

Brissenden:

— Bunu işittiğime sevindim, diye cevap verdi. Derme çatma bilgimin beni gerçeğe kısa yoldan ulaştırabilmesi bana yeniden güven verdi. Bana gelince, ben kendini, yanılıp yanılmadığımı hiç araştırmam. Tamamıyla faydasız bunlar, nihayet hiç kimse, sonsuz hakikatleri hiçbir zaman bilemez.

Martin başarılı bir tavırla:

419


Martin Eden

— Siz, Spencer'in bir çömezisiniz! diye bağırdı.

— Gençliğimden beri Spencer'den bir şey okumadım, o zaman bütün okuduğum da "Eğitim" di.

Martin yarım saat kadar sonra:

— Sizin kadar rahatça, önemsemeden bilgi edinebilmek isterdim, diye konuştu. Bu süre içinde Brissen-den'in zihin donanımım yakından incelemekle meşguldü.

— Siz, sapına kadar dogmatiksiniz, işin fevkalâdeliği de burada zaten. İlmin ancak zihni muhakeme ile yaratabildiği yeni olayları dogmatik bir şekilde ortaya koyuyorsunuz. Doğru sonuçlara atlıyorsunuz adeta. Gerçekten de, son derece kestirme gidiyorsunuz. Sizi gerçeğe götürecek yolu, akıl dışı bir yoldan, bir ışık hızıyla buluyorsunuz.

Brissenden:

— Evet, diye cevap verdi. Peder Joseph ile Birader Dutton'u üzen de buydu zaten. Oh, hayır, diye ekledi. Ben de böyle bir şey arama. Tahsilim için Katolik kollejine gitmem, kaderin güzel bir oyunudur. Sen bildiklerini nereden kaptın?

Martin bir taraftan anlatırken bir yandan da hep Brissenden'i inceliyordu; bu inceleme alanı, Brissen-den'in uzun, aristokratik yüzüyle düşük omuzlarından, yandaki bir sandelyede duran, cepleri bir sürü kitabın ağırlığıyla şişmiş paltoya kadar uzanıyordu. Brissen-den'in uzun, narin elleri güneşten kahverengi olmuştu, aşırı derecede yanık bir ten diye düşündü Martin. Bu yanık ten Martin'in hoşuna gitmedi. Brissenden'in açıkhavada yaşayan bir insan olmadığı besbelliydi. O halde güneşten nasıl yanmıştı bu kadar?

420


Jack London

Martin tekrar, şimdiye kadar rastladığı en ince, en güzel bir kartal burnun zerafet kattığı, çene kemikleri çıkıntılı, yanakları iyice çökük dar yüzü incelemeye başladığı sırada, bu ellerin yanık teni üzerinde hastalıklı, manalı bir şey daha var diye düşündü. Gözlerin büyüklüğü normaldi. Ne büyük, ne de küçüktüler, ama tarife sığmayacak bir kahverengileri vardı; gözlerin içinde için için bir ateş yanıyordu, daha doğrusu bu gözlerde, birbirine tamamıyla zıt iki ifade gizlenmişti. Meydan okuyan, boyun eğmez, hattâ aşırı derecede haşin, fakat aynı zamanda insanda acıma duygusu uyandıran gözlerdi bunlar. Martin neden olduğunu bilmeden, Brissenden'e acıdığını farketti, ama bunun sebebini çok geçmeden de öğrendi.

Arizona'dan geldiğini söyleyen Brissenden, biraz sonra, rastgele:

— Veremim ben. Birkaç senedir ikliminden yararlanmak için orada yaşıyordum.

— Bura ikliminin size zararı dokunacağından korkmuyor musunuz?

— Korkmak?

Brissenden'in Martin'in kelimesini tekrarlayışında hiçbir özel vurgu yoktu. Ama Martin, bu hastalıklı yüzden, Brissenden için artık korkulacak hiçbir şeyin kalmamış olduğunu okudu. Brissenden'in gözleri bir çift kartal gözünü andırana kadar kısıldı kısıldı ve Martin onun, meydan okurcasına, inatçı, saldırıcı bir ifadeyle açılıp kapanan delikleriyle bir kartal gagasını andıran burnunu seyrederken adeta nefesini tuttu. Gördüğü manzaradan heyecanlanan Martin, kendi kendine bunu muhteşem diye yorumladı.

421


Martin Eden

Yüksek sesle şu mısraları okudu:

"Talihin sopası altında başım,

Kan revan içinde, ama dimdiktir benim."

İfadesi hemen değişerek cana yakın, yumuşak bir hal alan Brissenden, "Henley'i seviyorsun," dedi. "Tabii ya, senden başka bir şey beklemezdim zaten. Ah, Henley! Cesur bir ruh! Çağdaş uyak hokkabazları dergi hokkabazları arasında o, harem ağalarının arasında duran bir kahraman gibi yükseliyor."

Martin suçlar yollu:

— Dergileri sevmiyorsunuz, dedi. Brissenden:

— Sen seviyor musun? diye Martin'i ürkütecek kadar vahşice hırladı.

Martin:

— Ben dergiler için yazıyorum, daha doğrusu yazmaya çalışıyorum, diye kekeledi.



— Bak bu daha iyi işte, diye yumuşak bir karşılık aldı. Yazmaya çalışıyorsun ama, başarılı olamıyorsun. Bu başarısızlığına saygı ve hayranlık duyarım. Ne yazdığını biliyorum senin. Şöyle yan kapalı bir gözle bile görebiliyorum; bunlara dergilerin kapısını kapayan ve onlardan hiç eksik olmayan bir unsur var yazılarında senin. Yazılarının yıpranmama kudreti bu, dergiler ise bu malı kullanmazlar. Onların istedikleri çelimsiz bir sürü zırva ve Tanrı bilir ya bunu da bulurlar, ama senden değil.

Martin hoşnut olarak:

— Ben ucuz eserlerin üstüne çıkamadım, dedi.

— Tam tersine... Brissenden sustu ve gözlerini

422

Jack London



Martin'in yoksulluğu apaçık görünen kılığında, iyice eskimiş kıravatla, tırtıllaşmış yaka şeridi, parlamış ceket kolu, oradan da hafif eskimiş ve yukarıya doğru kıvrılarak Martin'in çökük yanağına dayanmış yaka uçlarından biri üzerinde küstahça bir bakışla dolaştırdı.

Tam tersine, ucuz eserler senin üstünde, o kadar üstünde ki, onlara hiçbir zaman ulaşmayı hayal edemezsin. Ey, adam, seni bir şeyler yemeye davet etmekle bile sana hakaret edebilirim.

Martin gayri ihtiyari kanının sıcaklığını yanaklarında hissetti, Brissenden de muzaffer bir tavırla güldü.

— Tam bir erkek, böyle bir davetle kendini hakarete uğramış saymaz, dedi.

Martin sinirli bir şekilde:

— Sen bir şeytansın, diye bağırdı.

— Hem ben seni davet etmedim ki.

— Cüret edemedin buna.

— O, orasını bilmem. Şimdi davet ediyorum.

Brissenden konuşurken, bir yandan da ilerideki lokantaya gitmek niyetindeymiş gibi yarı doğruldu.

Martin'in yumrukları sıkıldı, kanı şakaklarında zonklamaya başladı. Brissenden, oralarda meşhur olan bir yılan yutucusunun çığırtkanını taklit ederek:

— Bosco! Diri diri yiyor! Diri diri yiyor! diye bağırdı.

Martin diğerinin hastalıktan bitip tükenmiş yüz çatısında gözlerini aşağılayıcı bakışlarla dolaştırarak:

— Seni diri diri yiyebilirdim hiç şüphen olmasın, dedi.

423

Martin Eden



— Ancak, ben buna değmem, öyle değil mi?

— Tam tersine, Martin bir an düşündü. Zira buna değmeyen bu olayın kendisi, deyip neşeli, şen bir kahkaha koy verdi.

— İtiraf ederim ki, beni gülünç duruma düşürdün Brissenden, Benim aç oluşum, senin de bunu farkedi-şin alelade birer olay ve bunda küçük düşürücü hiçbir taraf yok. Görüyorsun ya, sürünün alışılagelmiş küçük ahlak anlayışlarına gülüyorum ben; tam o sırada sen kalkıp bir maksatla, keskin, gerçek bir laf ediyorsun ve ben hemen aynı küçük ahlak düşünüşlerinin esiri oluveriyorum.

Brissenden:

— Hakarete uğradın, diye onu onayladı.

— Bir dakika önce, uğramıştım pek tabii, ilk gençlikte edinilen peşin fikirler, bilirsin. Bu gibi şeyleri gençken öğrendim ve bunlar o zamandan beri öğrendiklerimi basitleştiriyor. Bunlar benim özel dolabımda sakladığım birer iskelet.

— Peki artık dolabın kapısını bunların üzerine kapadık mı?

— Pek tabii.

— Emin misin?

— Eminim.

— Öyleyse gidelim de bir şeyler yiyelim.

Martin iki dolardan cebinde kalan son bozuklukla son içtikleri viski sodanın parasını ödemeye teşebbüs ederek:

— Ben vereceğim parasını, dedi, ama köpüren

424


Jack London

I

Brissenden'in garsonu, bozuklukları tekrar masaya bırakmaya zorladığını gördü.



Martin suratını buruşturarak parayı cebine attı ve biran için omuzunda Brissenden'in dost elinin ağırlığını hissetti.

425


XXX

Martin küçük ve bakımsız evine ikinci kez konuk getirdi. Bu konuk Brissenden'di. Maria eve konuk gelince yine telaşlandı. Ama bu defa ne yapacağını şa-şırmadı, aklına sahip çıktı. Brissenden'i saygıyla karşıladı, kendi çapında gösterişli konuk salonuna buyur etti.

Hayatı bütün yönleriyle ince elemiş sık dokumuş, sözün sözünü bulmuş birisi için evin niteliğinin önemi yoktu. Brissenden bütün kibarlığıyla:

— umarım gelişimde bir sorun yoktur, dedi. Martin:

— Hayır, hayır, yok, diye keskin cevap verdi. Sonra arkadaşının elini sıkarak odasına buyur etti. Odadaki tek sandalyeye konuğunu oturttu, kendi de yatağın bir köşesine sıvıştı. Brissenden oturur oturmaz elini ceketinin cebine attı, ince bir cilt çıkardı:

— İşte sana bir şairin yazdığı bir kitap. Oku onu, senin olsun. Martin'in karşı koyma ya da kabul etmeme durumuna karşı da:

— Kitaplar benim neyime gerek? Bu sabah bir kanama daha oldu, dedi. Sonra:

427


Martin Eden

— Viskin var mı? Hayır, yoktur tabii, bekle bir dakika, diyerek kapıdan çıktı, gitti. Martin onun uzun endamiyle, dış merdivenlerden inişini seyretti ve Bris-senden bahçe kapısını kapamak için dönünce, harabe haline gelmiş göğüs kafesinin üzerine doğru düşen, vaktiyle geniş oldukları belli omuzlarına içi acıyarak baktı. Martin, iki adımda yuvarlanır gibi kendini yatağa attı ve manzum eseri okumaya daldı. Kitap Henry Vaugian Marlow'un en yeni şiirleriydi.

Brissenden geri döndüğünde:

— Skoç viskisi yok, haberini verdi. Çapkın, Amerikan viskisinden başka bir şey satmıyor. Ama çeyrek galon aldım, ondan.

Martin:

— Çocuklardan birini gönderip limon aldırayım da bir todi yapalım, teklifinde bulundu.



Brissenden'in getirdiği kitabı kaldırarak:

— Acaba böyle bir kitap, Marlov'a kaç para kazandırır? diye devam etti.

— Belki elli dolar, diye cevap verdi diğeri. O parayı alabilir, hatta bir yayıncıyı bu kitabı yayınlamaktaki riski göze almaya kandırabilirse, talihli sayılır.

— Şu halde insan şiirle hayatını kazanamaz, öyle mi?

Martin'in sesinin tonu da, yüzü de canının sıkıldığını belli ediyordu.

Brissenden konuşmasını sürdürdü:

— Tabii kazanamaz. Hangi aptal yapacak bu işi? İşte Bruce, işte Virginia Spring, işte Sedgwick, Bunlar pekâlâ yapıyorlar. Ama şiir biliyor musun, Vaughan

428


Jack London

Marlowe hayatını nasıl kazanıyor? Ta Pensilvanya'da erkek çocuklara özgü, okul dedikleri özel ticaretin ne de öğretmenlik ederek; böyle bir okul, bütün bu özel cehennemlerin limitidir. Adamın daha elli yıllık ömrü bile olsa, yerimi onunla değişmek istemezdim. Bununla beraber, onun eserleri, çağdaş nazımcılar kalabalığından, havuçlar arasında duran bir pembe yakut gibi ayrılıyor. Bir de hakkındaki eleştirilere bak! Allah belâlarını versin, hepsinin belâsını versin, yontulmamış cüceler! Martin:

— Yazar insanlar hakkında yazamayan insanlar tarafından çok şeyler yazılıyor, diye onu destekledi. Meselâ Stevenson'la eseri hakkında yazılan süprüntü-nün çokluğu beni hayrete düşürdü.

Brissenden takırdayan dişleri arasından:

— Gulyabaniler, cadılar! diye tükürür gibi fırlattı kelimeleri. Evet, biliyorum bu döküntüleri, Peder Da-mien'e mektubu için, onu inceleyip, tartıp, kendilerini beğenmişçesine gagalıyorlar.

Martin:


— Sefil egolarının değer ölçüsüyle ölçüyorlar, diye lâfa karıştı.

— Evet, tam üstüne bastın, güzel bir söz, gerçeğe, güzele ve iyiye ağızlarından salyalar saçarak nutuk çekiyor, sonunda da onların arkasını okşayarak, 'Aferin, kuçu kuçu!' diyorlar. Richard Realf öldüğü gece onlar için, 'Küçük geveze kargalar' demişti.

Martin, onun sözü biter bitmez hemen hararetle atılarak:

— Yıldız tozunu gagalayanlar, büyük adamların

429

1

Martin Eden



fezada bir meteor gibi uçuğuna gaga atanlardır. Bir defasında oturdum bunlara bir hicviye yazdım, gazete ve dergilerde yazan eleştirmenlere.

Brissenden büyük bir arzuyla:

— Görelim şunu, diye istedi.

Böylece Martin, 'Yıldız Tozu'nun bir örneğini bulup ortaya çıkardı; Brissenden hicviyeyi okurken kıkır kıkır güldü, ellerini oğuşturdu ve todisini yudumlamayı unuttu.

Okuması bitince:

— Bu bende öyle bir izlenim uyandırdı ki, sen, gözleri görmeyen bir kukuletalı cüceler dünyasına fırlatılıp atılmış yıldız tozusun biraz, diye yorumda bulundu. Tabii hemen ilk dergi tarafından yüzgeri edildi, değil mi?

Martin, yazılarını kaydettiği defterin sayfalarını çevirdi.

— Yirmi yedi dergi tarafından reddedilmiş.

Brissenden yürekten, uzun bir kahkaha koyver-mek istedi, ama bir öksürükle tıkandı.

Soluyarak:

— Söyle, şiiri mutlaka denedin değil mi? Birkaç tanesini göster bakayım.

Martin:


— Şimdi okuma, diye yalvardı. Seninle konuşmak istiyorum. Onları paket ederim, evine götürürsün.

Brissenden 'Aşk Şiirleri' ve 'Peri ile İnci' yi yanına alarak ayrıldı, ertesi gün döndüğünde Martin'e ilk sözü;

— Daha istiyorum, oldu.

430


Jack London

Brissenden sadece Martin'i bir şair olduğuna iyice inandırmakla kalmadı, aynı zamanda kendisinin de bir şair olduğunu anlattı. Brissenden'in eseri Martin'in ayaklarını yerden kesti ve Martin, onun bu eseri yayınlamak için hiçbir girişimde bulunmayışına şaştı kaldı.

Martin eseri onun namına piyasaya sürmeye gönüllü olarak ileri atılınca, Brissenden:

— Hepsinin canı cehenneme! cevabını verdi. Güzelliği yalnız güzellik için sev, diye öğüt verdi. Dergileri de rahat bırak. Geriye gemilerine, denizine dön sen, Martin Eden, işte sana öğüdüm bu benim. İnsanlarla dolu bu hastalıklı, bu kokuşmuş şehirlerde ne istiyorsun? Güzelliği, dergiler krallığının arzularına peşkeş çekerek vaktini kaybediyor ve her gün kendi gırtlağını kendi elinle kesiyorsun. Geçen gün sen bana neden sözetmiştin bakayım? Söyle bakalım, çılgınların en sonuncusu, ne yapacaksın şöhreti? Eğer onu elde edersen, seni zehirleyecektir. Sen daha bu mamayı yiyemeyecek kadar küçük, basit ve toysun. İnşallah dergilere bir mısra bile satamazsın. Hizmet edilecek biricik efendi, güzelliktir. Güzelliğe hizmet et ve bırak toplumun Allah belasını versin! Başarı! Başarı Steven-son'un, Henley'in 'Hayalet' ini gölgede bırakan sonesinde, şu 'Aşk Şiirlerinde' şu deniz şiirlerinde değil de hangi cehennemde yani? Sen yaptığın şeyde ulaştığın başarıda değil, o şeyi yapmakta buluyorsun zevki. Bana anlatamazsın. Biliyorum ben. Sen de biliyorsun bunu. Güzellik seni incitiyor. Bu senin içinde ebedi bir acı, iyileşmeyen bir yara, ateşten bir bıçak. Ne diye dergilerle kendi kendini aldatacakmışsın. Bırak, hedefin güzellik olsun. Ne diye altın sikke haline getiresin

431

I

Martin Eden



güzelliği? Zaten yapamazsın ya bunu; benim telâşım da boşuna işte. Dergileri bin sene okusan içlerinde, Keats'in bir dizesine değecek bir şey bulamazsın. Şöhreti ve parayı bir kenara bırak, yarın derhal tayfa yazıl bir gemiye ve denizine dön.

Martin:


— Şöhret için değil, aşk için, diye güldü. Senin dünyanda aşka yer olmadığı anlaşılıyor; benimkin-deyse güzellik, aşkın hizmetçisidir.

Brissenden ona hem acıyarak, hem de hayran hayran baktı.

Çok gençsin sen, Martin yavrum, çok gençsin. Yükseklere kanat açacaksın, ama senin kanatların en ince tülden yapılmış ve en güzel renklerle bezenmiş. Sakın yakma onları. Ama sen, çoktan yaktın tabii. Şu 'Aşk Şiirleri' nin bir şeyler ifade etmesi için yüceltecek bir kadın lazımdı.

Martin gülerek:

— O şiirler hem aşkı, hem de kadını yüceltecek, dedi.

Brissenden cevaben:

— Delilik felsefesi, dedi. Afyon çekip, hayal kurduğum zamanlar, kendi kendimi buna inandırmıştım. Ama gözünü aç. Bu burjuva şehirleri seni öldürecek. Seninle tanıştığım o hainler inine bak. Kuru bir kokuşma kelimesi bile ad olamaz orası için. İnsan öyle bir ortamda aklını koruyamaz. Aşağılık bir yer orası. Orada kadın, erkek, aşağılık olmayan tek kişi yok, hepsi de midyelerinki kadar yüksek entelektüel ve artistik günülerin idare ettiği birer neşeli mideden ibaret...

432


Jack London

Aniden durdu ve Martin'e baktı. Sonra, şimşek gibi bir sezişle durumu kavradı. Yüzü bir anda hayretle dehşet karışımı bir ifade aldı.

— Sen de tuttun bu muazzam 'Aşk Şiirleri"ni şu yoluk, kuru dişiye yazdın! Brissenden sözünü bitirir bitirmez de Martin'in sağ kolu yıldırım gibi ileri uzanarak, gırtlağını yakalayıp dişlerini takırdatana kadar sarsaladı. Ama Brissenden'in gözlerinin içine bakan Martin, orada korkudan eser göremedi. Garip, alaycı bir iblisten başka bir şey yoktu karşısında. Martin'in aklı başına geldi. Brissenden'i boğazından, yanüstü yatağa fırlattı ve gırtlağını bıraktı.

Brissenden bir dakika kadar soluk soluğa, ıstıraplı bir şekilde nefes aldı, sonra kıkır kıkır gülmeye başladı.

— Alevi söndüreydin, sana ebediyyen borçlu kalırdım, dedi.

Martin:


— Bugünlerde sinirlerim son derece gergin, diye özür diledi, ümit ederim ki canım acıtmamışımdır. Dur sana taze bir todi hazırlayayım.

Brissenden:

— Ah, seni gidi barbar, diye devam etti. Şu vücudunla gururlanıp gururlanmadığını merak ediyorum. Zebani gibi kuvvetlisin. Genç bir pantersin sen, bir arslan yavrusu. Ey, ey, bu kuvvetinin hesabını verecek olan da sen sin.

Martin, Brissenden'e bardağı verirken:

— Me demek istedin? diye merakla sordu. Al, dibine kadar iç, iyi gelir.

433


Ill

II

Ml



Martin Eden

Brissenden todisini yudumladı ve beğendiğini belli ederek gülümsedi.

— Kadınların yüzünden. Seni ölünceye kadar rahat bırakmayacaklar, şimdiye kadar nasıl rahat bırak-madılarsa; eğer rahat bıraktılarsa seni, çaylağın biriyim. Bana bak, beni hırpalamanın faydası yok; ben diyeceğimi diyeceğim. Şüphe yok ki, bu senin toyluk aşkın; ama güzelliğin hatırı için, bir daha sefere daha zevkli davran. Bir burjuva kızından ne istiyorsun Allah aşkına? Bırak onları kendi hallerine. Kendine şen, şakrak, iri yarı, hayata gülerek bakan, ölümle alay eden ve sevebildiği müddetçe seni sevecek olan ateş gibi bir kadın seç. Böyle kadınlar var ve bunlar da seni burjuva yaşayışının koruması altında geçen bir hayatın yetiştirdiği kokulu ürünlerden herhangi biri kadar sevecektir.

Martin:


— Korkak mı? diye itiraz etti.

— Evet, korkak; kendilerine benzeyen kimselerin kafalarına doldurduğu küçük ahlâk anlayışlarını geveleyip hayatı yaşamaktan korkanlar. Seni sever bunlar, Martin, ama kendi küçük ahlâk anlayışlarını daha da fazla severler. Senin istediğin hayatı muhteşem bir şekilde terketmek; büyük hür ruhlara, kanatlan pırıl pırıl yanan kelebeklere ulaşmak istiyorsun sen, minik gri pervanelere değil. Oh, bunlardan da bıkacaksın, eğer hayatta kalacak kadar talihsiz isen, bütün kadınlardan bıkarsın. Ama yaşamayacaksın. Gemiye ve denizine dönmüyorsun; onun için de kemiklerin çürüyene kadar sana sıkıcı birer hapishane hücresi gibi gelecek olan şehirlerde kalacak ve öleceksin.

434

Jack London



— Bana istediğin kadar nutuk çek, sana kızacak değilim, dedi Martin. Mihayet senin de yaradılışına uygun bir aklın var, bu bakımdan seni yaradılıştan ötürü nasıl suçlayamazsam, sen de beni yaradılışımdan ötürü suçlayamazsın.

Dergiler hakkında, aşk ve daha birçok şey hakkında anlaşamadılar, ama yine de birbirlerinden hoşlanmakta devam ettiler; Martin'inki ise çok derin bir hoşlanmaydı. Her gün beraberdiler; Brissenden bir sa-atçik de olsa, Martin'in tıklım tıkış odasına her gün uğruyordu. Brissenden hiçbir zaman çeyrek galonluk viskisini almadan gelmiyor, çarşıda birlikte yemek yedikleri zaman da, yemek boyunca hep iskoç viskisi ile soda içiyordu. Her zaman ikisinin yemek parasını Brissenden ödüyordu ve Martin, iyi yemeğin ne olduğunu onun sayesinde öğrendi, onun sayesinde hayatında ilk şampanyasını içti ve yine onun sayesinde Rhenish şaraplarını tanıdı.

Ama Brissenden daima bir bilmece gibiydi. O hastalıklı yüzüyle, tükenen kanının son damlasına kadar halis muhlis bir sefihti. Ölmekten korkmuyor, hayatta her şeye acı ve sinik bir gözle bakıyordu; bununla beraber, öleceğini bile bile hayatı son zerresine kadar seviyordu. Yaşamak, heyecanlanmak ve bir gün kendisinin ifade ettiği gibi, "boşlukta tuttuğum ufacık yeri bir solucan gibi ezerek yaratıldığım kozmik toz haline getirmek" için delice bir ihtirası vardı. Esrar içerek kendini berbat etmiş ve yeni heyecanlar peşinde olmadık şeyler yapmıştı. Martin'e de söylediği gibi, bir seferinde, sırf müthiş bir susuzluğun giderilmesindeki eşsiz zevki tadabilmek için isteye dileye üç gün kendi kendini susuz bırakmıştı. Onun kim olduğunu, ne

435


Martin Eden

olduğunu Martin hiçbir zaman öğrenemedi. O, geçmişi olmayan, geleceği çok yakın görünen bir mezar, hali de ateşli, acı bir hayat yaşamaktan ibaret bir adamdı.

436

XXXI


Martin toplumun alt tabakasına hitap eden ucuz eserlerden kazandığı parayla, basit ve ekonomik bir hayat bile yaşamakta zorlanıyordu. Çıktığı yazarlık yolunda büyük acı ve ıstıraplarla dolu günler geçirmiş, aç gezmiş, yaşamın meyvelerinden nasibini alamamıştı. En son geldiği nokta terazinin hangi kefesine neyi yerleştireceğini bilemediğiydi. Protestan mezhebine bağlı olduğundan Şükran günü geldiğinde giyecek bir elbisesi dahi kalmamıştı. Siyah elbisesi rehinde olduğundan Morse'ların yemek davetini kabul edememişti. Ruth, onun gelememe sebebini öğrenince çok üzüldü, Martin de bu olayın etkisinden kurtulamadı ve büyük bir umutsuzluğa kapıldı; ancak Ruth'un üzülmesine dayanamadığından ne yapıp edip geleceğini söyledi. Bunu nasıl yapacağını da şöyle açıkladı: San Francisco'ya, Transcontinental dergisine gidip, kendisine borçlu oldukları beş doları alıp elbisesini rehinden kurtarıp gelecekti.

Sabah kalkar kalkmaz ilk işi Maria'dan on sent borç almak oldu. Bu parayı Brissenden'den almayı tercih ederdi ama ne zaman ne yapacağı belli, olmayan

437

Martin Eden



bu dengesiz herif, kayıplara karışmıştı. Martin'in onu son görüşünden bu yana iki hafta geçmişti. Martin de acaba onu gücendirdim, üzdüm, incittim diye kafasını boş yere yorup durmuştu. Bu on sent Martin'i San Fransisco'ya ulaştırdı; Market Caddesinden yukarı doğru yürürken, parayı alamadığı takdirde, durumunun pek de parlak olmadığını, hatta tahmininden daha güç durumlarda bırakabileceğini düşündü. O zaman ne Oakland'a dönmesine olanak vardı ne de San Francisco'da tanıdığı on sent borç alabileceği kimse. 'Transcontinental'ın büro kısmının oda kapısı aralıktı; Martin, tam kapıyı açacağı sırada içeriden gelen yüksek bir ses onu durup düşünmeye itti. "Ama Önemli olan, bu değil, Mr. Ford" diyordu. (Martin, mektuplaşmalarından, bu Ford adının editöre ait olduğunu anladı.) "Asıl mesele; sizin parayı ödemeye niyetiniz var mı, yok mu? Nakit ve peşin olarak demek istiyorum? Beni ne Trancontinental'in gelecek yıl kazanması ihtimali olan para, ne de sizin bu parayı ne yapacağınız ilgilendirir. Benim istediğim, yaptığım şeyin karşılığını vermenizdir. Size şimdiden söylüyorum, para elime geçene kadar, Noel sayısı baskıya girmeyecek. Hayırlı günler. Paranız olduğu zaman gelir beni görürsünüz."


Yüklə 1,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   36




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin