Sonuç
1. Kader, İslam akaidindeki sırların sırrıdır. Bunun için nasların içinde onu arzetmek güzel şeydir. Bu da, imana, anlayışa ve teslime daha yakındır. Kader, ancak sıfatı zatiyye ile irtibatlı olduğu ve ubudiyyet makamıyla ilgili olduğu için sırların sırrı kabul edilir. Gene her şeyin Allah'ın fiilleri olduğunu kabul etmekle beraber ihtiyar ve kesb fikirlerini açıklamakla ilgili olduğu ve diğer bir çok mana ile ilişkili olduğu için sırların sırrı denilmiştir.
2. Ehli sünnetçe yerilmiş olan Kaderiye mezhebi iki gurupta toplanmıştır:
Birincisi: Kaderi inkar eden ve: "Allah işleri ezelde takdir etmemiştir. Allah işe vuku-u halini bilerek başlar" diyen kaderiyecilerdir. Bunların kökü, hicri ikinci asır sona ermeden önce kurumuştur. Bunlar kesin olarak küfre düşmüşlerdir.
İkincisi: Kulların fiillerini kendi kudretlerine nisbet eden Mutezile'dir. Bunlar da bid'atla küfür özelliği bir arada bulunmadığı sürece bid'atçı sayılırlar.
'Hande' sahibi şöyle der:
"Kim, varlığın içine kuvvet yerleştirilmiş" diye söyler ise, bil ki, o bid'atçıdır. Sakın ona iltifat etme!"
3. Kaza ve kadere inanmak, her ikisinde de Allah'a teslim olmak ve Allah'ın hükmedip takdir ettiği herşeyde Allah'ın bir hikmetinin bulunduğuna inanmak, bu konunun içeriğidir. İnsanın üzerine hükmedilip takdir edilen şeyler de böyledir. Bir ma'siyetten dolayı insanın hemen tevbe etmesi de kader konularındandır. Taat ve kulluktan dolayı şükretmek, başa gelen bela ve musibetlere katlanıp Allah'tan geldiğine razı olmak ve O'na teslim olmak da kader konulan arasına girmektedir, Allah'ın çeşitli nimetleri sunması ve kulun onlara şükretmesi de kader konularındandır.
Kaza ve kadere iman etmek, ihtiyarı ortadan kaldırmak demek değildir. Bundan dolayı, kulun vukuundan önce kaderi delil olarak öne sürmesi caiz değildir. Zina etmekte olan birinin: "Allah bana zinayı takdir etmiştir" demesi veya had cezasından kurtulmak için zina ettikten sonra kaderi delil olarak ileri sürmesi gibi...
Kaza ve kadere iman, teklifin bir cüz'üdür. Kul kaza ve kadere inanmakla ve amel etmekle mükelleftir. Resulullah (a.s)'ın ve ashabının durumu buna delildir. Kim kadere imanla, ameli terketmeyi irtibatlandırırsa, o sapmış ve saptırıcı olmuştur.
Kaza ve kadere imanın etkileri övülmüştür. Şecaatli olmak, cesur olmak, atılgan olmak, sabretmek, Allah'tan gelene razı olmak, teslim olmak ve tevekkül etmek, kaza ve kadere inanmanın belirtileridir. Cahil biri ancak cahilliğinin kurbanı olur.
Allah, Faili Muhtardır
Yüce Allah, mülkün sahibidir. Mülkünde hikmet ve iradesine göre istediği gibi tasarruf eder. O’nun her tasarrufu, kâinatta tecelli ettirdiği iradesine ve alemde yürürlükte olan genel kanunlarına göre meydana gelmektedir.
“O’nun katında her şey, bir ölçüye göredir.”94 Yüce Allah’a hiçbir şey vacip değildir. Herhangi bir kimse için de tasarrufta bulunmak zorunda değil.
“(Resulüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin. Geceyi gündüze, gündüzü geceye geçirirsin; ölüden diri, diriden ölü çıkarırsın; dilediğini hesapsız rızıklandırırsın.”95
Yani yüce Allah, Resulullah (s.a.v.)’e, insanlara şunları bildirmesini emretmektedir:
“Allah, mülkün gerçek sahibidir. Mülkü dilediği kimseye verir. Dilediğinden de mülkü alır. Vermesi ve alması kendisinin belirlediği kanuna göre olmaktadır. İzzet yollarını elde edip başarılı olması için dilediğine izzet verir. Rezil etmek suretiyle de dilediğine zillet verir.
İyi ve kötü bütün işler hepsi O’nun elindedir. Verende alanda O’dur. İzzet ile zilleti ve fayda ve zararı veren O’dur. Çünkü O, her şeye kadirdir. Kudretinin belirtilerinden olarak kainatta görülen geceyi gündüze, gündüzü de geceye katma, ölüden diriyi ve diriden de ölüyü çıkarma hep O’nun elindedir. Dilediğine dilediği kadar hesapsız rızık verir. Vermesi, belli bir denetime bağlı değildir. Çünkü işlerin tümü O’nun elindedir. Hiçbir ortağı yoktur.”
Yüce Allah, dilediğini yapar (=Fâil-i muhtar’dır).
“Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Onların seçim hakkı yoktur.”96
Kullarından dilediğini yaratır ve (istediğini de peygamber olarak) seçer. Çünkü mutlak tasarruf yetkisi O’ndadır. Onunla beraber başkasının dileme ve seçme yetkisi yoktur.
“Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine O’ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun keremini geri çevirecek de yoktur. O, hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Ve O Gafur (=bağışlayan)-dur, Rahîm (=esirgeyenedir.”97
Mülkünde hikmet ve rahmetinin gereğine göre dilediği gibi tasarruf eder.
İnsana bir zarar dokunduğu zaman o zararı Allah’tan başka kimse önleyemez. Birine de iyilik dilediği zaman hiçbir kimse o iyiliği o kimseden geri çeviremez.
“Allah’ın insanlara açacağı herhangi bir rahmeti tutup önleyebilecek hiçbir kimse yoktur. O’nun tuttuğunu O’ndan sonra salıverecek de yoktur. O, Azîz (=üstün)’dir, Hakim (=hüküm ve hikmet sahibi)’dir.”98
“Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah’ındır. İçinizdekileri açığa vursanız da gizleseniz de Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir, sonra dilediğini affeder, dilediğine de azap eder. Allah her şeye kadirdir.”99
Göklerin ve yerin mülkü sadece O’nundur. İnsanın açığa çıkardığı ya da gizlediği bütün istek, niyet, azim ve maksatlarından dolayı onu hesaba çeker. Hayr ise, hayr ile ve şer ise ceza ile ona karşılığını verir. Bağışlamak istediği kimseleri bağışlar. Nitekim bağışlamak istediği kimseler (için gerekli olan şartlar)ı şu ayeti kerimede belirtmiştir:
“Doğrusu Ben, tevbe eden, iman edip salih amel iş işleyerek doğru yola giren kimseyi bağışlarım.”100
Allah’ın bağışlaması; bozmamak kaydıyla sağlam tevbeyle tevbe eden, Allah’a olan imanını yeniden tazeleyen, kötülükleri ortadan kaldıran salih ameller işleyen, kalbin hak ve yakinle huzur bulacağı hidayet makamına erişen kimselere aittir.
Azabı da, adaletinin gereği ve her birinin ameline göre hak eden asi kişilere ulaşacaktır.
Bunlara inanmak, Allah’a imanın bir cüz’üdür. Kadere iman da, işte bundan doğmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |