Kastamonu hayati



Yüklə 4,31 Mb.
səhifə108/112
tarix24.06.2018
ölçüsü4,31 Mb.
#54637
1   ...   104   105   106   107   108   109   110   111   112

ELHAMDÜLİLLAH ve LAİLAHEİLLALLAH ve ALLAHÜ EKBER

gibi mukaddes kelimeleri öğrenmezse, elli defa hayvandan daha aşağı

düşmez mi?.. Böyle hayvanlar için, bu kelimat-ı mukaddese tercüme ve

tahrif edilmez ve tehcir edilmezler : Onları tehcir ve tağyir etmek, bütün

mezar taşlarını hâkketmektir.. Bu tahkire karşı titriyen mezaristandaki ehl-i

kuburu aleyhlerine döndürmektir...” (Mektubat S:434)

Bu son parağraf dahi gerçi doğrudan doğruya Kur’anın kelimelerine ve

hadislerde gelen İslam şeairi bazı mukaddes lafızlara bakar. Lâkin çok

ibretli bir ders de verir ki; Nesli, ecnebiye endeksli olan yeni uyduruk

Türkçe namına yapılacak bir tahriften şiddetle zecreder. Lisan-ı hal ile der

ki: Risale-i Nurlar, vefat etmiş milyarlarca ecdadımızın din ile bütünleşmiş

lisanlarıdır. Bu Lisanı öğrenmek, dine dönüş demektir. Onu tağyir ve tehcir

ise,ecnebiyeye ve günlük piyasa lisanına kudsî elfazı feda etmektir.Her ne

ise, anlıyana sivri sinek saz.. anlamıyana davul zurna az!..”

İKİNCİ HUKUK SURU:

Risale-i Nur müellifinin ve nurların öz mahiyet ve hüviyetleri itbarıyla

sadeleştirme denilen sinsî tahrife adem-i imkan gösterdikleri ve adem-i

rızaları mevzuudur..Ve bu mesele iki cenahı ile, yani nur müellifi ve

nurların öz kendisi bir çok belgeler ve sahih rivayetlerle gelmiş ve

ispatlanmış bir kesin hükmün neticesiyle sabittir. O halde bu pek azim

hukuk sûrunu aşıp tecavüz etmek istiyenlerin son derece hata

ettiklerini,Nurun kudsiyetine karşı lazım gelen hürmet hakkını müraat

etmediklerini bilmeleri gerekmektedir.

İşte biz, bu büyük hakikatı iki ana Tarik içinde ispat etmeye çalışacağız.

Birinci Tarik :Bizzat Nur müellifi Hazret-i Üstadın yazılı olan ifade ve

beyanlarıdır ki;Risale-i Nur eserleri ve hatta eski kitab ve makaleleri

2435

2436


binasında kullanmış olduğu elfazın, başka kelime ve lafızlarla değiştirilemi

2436


2437

2211


yeceğini, hatta bu mevzu’da kendisinin dahi, (Müellifinin’de) selahiyetli

olmadığını sarih bir şekilde gösteren yazılarından bir kaç numune arzetmek

istiyorum:

A-Eski eserleri ve makaleleri hakkında:

1- “ Evet, nazlanan ve istiğna gösteren nazeninlerin mehirleri dikkattir...

Ve menzilleri dahi kalbin suveydasıdır. Bunlara giydirdiğim elbise ise,

zamanın modasına muhaliftir... Hem de şahsın uslub-u beyanı şahsın timsal

i şehsiyetidir. Ben ise, gördüğünüz veya işittiğiniz gibi, hallı müşkil bir

muammayım...” ( Asar-ı Bediiye S: 222 )

2- “ Kaplan postuna benziyen elbisem gibi, uslub-u beyanımda zamanın

modasına muhaliftir. Zira alaturka terzilik bilmiyorum, ta, bu ma’aniye iyi

libas keseyim ve düğme yapayım ... ”

( Asar-ı Bediiye S:347)

3- “... Zira Bedi‘ , garip demektir . Benim ahlakım suretim gibi , uslub-u

beyanım elbisem gibi garibtir, muhaliftir. Görenekle revaçta olan

muhekamat ve esalibi, uslub ve muhakemetıma mikyas ve mihenk-i i’tibar

yapmamaya bu unvanın lisanı-ı haliyle rica ediyorum . Hem de murad ,

“Bedi” acib demektir...” (Asar-ı Bediiye S: 394 )

4- “... Başkasının tashihine de kat’iyen razı olmuyorum. Zira külahıma

püskül takmak gibi, başkasının sözü sözlerimle hiç münasebet ve ülfet

peyda etmiyor , sözlerimden tevahhuş eder ...” ( Asar-ı Bediiye S: 403)

5- Arabî Mesnevînin içinde yer alan HABBE riselesinin başındaki “ İfade-i

Meram ” da şöyle bir sual ve cevap vardır: “...Bana deniliyorki : İnsanlar

diyorlarmışki ; Onun (Bediüzzamanın eserlerinin çok yerlerini anlamıyoruz.

Böyle kalırsa, korkarız ki bu eserler zayi ola ?..”

Bende derim : Canab-ı Hakkın izni ile inşallah zayi olmayacaklardır.. Ve

bir zamam gelecek, bir çok dindar mütefekkirler onları anlıyacaklardır.

Çünki bu riselelerdeki ekser mes’eleleri nefsimde tecrübe ettiğim, Furkan-ı

Hakimin bana i’ta etmiş olduğu ilaçlardır... Hemde ben sunûhat-ı

kalbiyemde; izahet için tahrir aczinden ve tağyir havfinden dolayı tasarruf

edemiyorum. Ancak kalbime doğduğu gibi yazıyorum. ” (Mesnev-i

Nuriye Tercümesi - A.Badıllı S: 234 )

6- Hezret-i Üstadın yeğeni merhum Abdurrahmanın, amucası

2437


2438

Bediüzzaman LEMAAT adlı kitabının ahirinne yazdığı kısacık hal

tercümesinin bir bölümünde şu gelen müşahedesini nakletmektedir :

“...Başka kitapları yanında bulundurmazdı . Ona derdik: “ Ne için başka

kitaplara bakmıyorsun ? ” Der di : “ Herşeyden zihnimi tecrid ile

Kur’andan fehmediyorum”

2438

2439


2212

Nakil yapsa, bazı muhim gördüğü mesaili yine tağayyürsüz olarak kendi

âsarından alır. tekrar ederdi . Derdik : “ Ne için aynen böyle tekrar

ediyorsun? ” Derdi : “ Hakikat usandırmaz , libası değiştirmek istemem. ”

( Asar-ı Bediiye S: 678 )

İşte Üstad Bediüzzaman hazretlerinin eski eserlerinden numune için

alabildiğimiz şu üstte yazılın parçalar böyle diyor.. Bence mesele açıktır.

Tekellüflü te‘viller araya girmezse, murad ve meram da bellidir...

B-Yeni eserleri olan Nur risaleleri nur mektuplarından dahi; dünyanın

hiç bir yerinde görülmemiş olan şu sadeleştirme denilen nâzikarane âsri

tahrifi reddedip kabul etmediklerini ve ona açık kapı bırakmadıklarını

belgeleyen pasajlar kaydetmeye çalışaçağız.

BİRİNCİSİ: Mektubat Sahife 383 te : “Kur’anın bir nevi ‘tefsiri olan

Sözlerdeki hüner ve zarafet ve meziyet kimsenin değil.. belki muntazam,

güzel hakaik-ı Kur’aniyenin mübarek kametlerine yakışacak mevzûn,

muntazam üslub libasları, kimsenin ihtiyar ve şuuru ile biçilmez ve

kesilmez. Belki onların vücududur ki öyle ister... Ve bir dest-i gaybîdir ki,

o kamete göre keser, biçer giydirir. Biz ise, içinde bir tercüman ve

hizmetkarız.”

İKİNCİSİ :Yine Mektubat sahife 370 de “Kur’anın hakaik-i i’cazını ben

güzelleştiremedim. Güzel gösteremedim. Belki Kur’anını güzel hakikatları

benim tabiratlarımı da güzelleştirdi, ulvileştirdi...”

ÜÇÜNCÜSÜ :Lem’alar S:205 te: “Kalbe fıtrî bir surette gelen hatıratı

san’atla ve dikkatle bozmamak için yeniden tahkikata lüzum görmedik.”

DÖRDÜNCÜSÜ :Yine lem’alar S:208 de: “Fıtrî bir surette bu lem’a

tahattar ettiğinden, altıncı mertebede iki deva yazılmış..Fıtrîliğine

ilişmemek için öylece bıraktık. Belki bir sır vardır diye değiştirmedik.”

BEŞİNCİSİ: Elyazma Emirdağ-1 (Asıl)sahife 661 de: Saniyen:Nurun

metni izaha ihtiyacı olsa da; ya satırın üstünde, ya kenarda haşiyecikler

yazılsa daha münasiptir.Çünki metin içine girse teksir edilen nüshalar ayrı

ayrı olur, tashih lazım gelir.. Hem su-i istimale kapı açılır, muarızlar istifade

ederler. Hem herkes senin gibi muhakik, müdakik olamaz.. yanlış mana

verir, bir kelime ilave eder, ehemmiyetli bir hakikatı kaybetmeye sebeb

olur. Ben tashihatımda böyle bir zararlı çok ilaveleri çok gördüm.. Hem

2439

2440


benim tarz-ı ifadem bu zamanın türkçesine uygun gelmiyor. Bir parça

dikkat ve teenni ister. Belki bunuda bir faidesi, bir hikmeti var!..”

Şu beşinci kısım, eğer insaf ve dikkatle temmül edilirse -tahmin ediyorum

üzerinde olduğumuz sadeleştirme mevzuuna tam açıklık getiriyor..Yani

ona nurların adem-i imakânın tashih ediyor.

2440


2441

2213


ALTINCISI : Şualar S: 486 da:”.. Hem vekilimiz Ahmet Beye haber

veriniz ki ; makine ile müdafaayı yazdığı vakit, sihhatline pek çok dikkat

etsin!. Çünki ifadelerim başkasına benzemiyor. Bir harfin ve bazen bir

noktanın yanlışı ile bir mesele değişir, mana bozulur.”

YEDİNCİSİ: Eski harf teksir Kastamonu sahife 441 de:“Nur fabrikası

sahibi hafız Alinin Haşr-i cismanî hakkındaki hatırına gelen mesele

ehemmiyetlidir.. Ve Mektubunun ahirindeki temsili gayet güzel ve

manidardır.. O hatıra ile dokuzuncu şua’ın mukaddeme-i haşriyeden

sonraki dokuz bürhan-ı haşrîyi istiyor diye anladım. Fakat maetteessüf bir

iki senedir te’lif vazifesi tavakkuf etmiş.. Risale-i Nurun mesaili ilimle,

fikirle ve niyetle ve kasdî ihtiyar ile değil.. Ekseriyet-i mutlaka ile sünûhat,

zuhûrat, ihtaryat ile oluyor.Bu dokuz berahine şimdi ihtiyac-ı hakiki

kalmamış ki, te’life sevkolunmuyoruz...”

DOKUZUNCUSU : Emirdağ lahikası sahife 64 de : “Risale-i Nurun gıda

ve taam hükmündeki hakikatlarından hem akıl, hem kalb, hem ruh, hem

nefis, hem his hisselerini alabilir.Yoksa yalnız akıl cüz’î bir hisse alır.

Ötekiler gıdasız kalabilirler. Risale-i Nur sair ilimler ve kitaplar gibi

okunmamalı. Çünki ondaki iman-ı tahkiki ilimleri, başka ilimlere ve

marifetlere benzemez. Akıldan başka çok letaif-i insaniyyenin kuvvet ve

nurlarıdır.”

İKİNCİ TARİK (İkinci hukuk sûrunun devamı) Risale-i Nurun üst

seviyedeki talebelerinin, özelikle Üstad Bediüzzamanın hizmetkarlığı

şerefine nail olmuş yüksek zevatın mevzuumuz olan “sadeleştirme”

aldatmacalığı ile ilgili, üstadlarından duydukları ve gördükleri söz ve

davranışlarından bazı örnekler vermek istiyoruz:

BİRİNCİ ÖRNEK : Az üstte bahsi yapılmış merhum Ahmet Feyzi Kulun

isteklerine karşı Hazret-i Üstadın yazmış olduğu iki pusulasıdır. Oraya

müracaat.

SEKİZİNCİSİ: 1949 larda Afyon hapsinde iken;Hazret-i Üstad

tarafından“Nurun manevi Avukatı ”diye lakablandırılan Edip, alim ve fazıl

bir Nur talebesi olan merhum Ahmet Feyzi Kul Efendi, Bediüzzaman

hazretlerine uzun bir mektup yazarak; Nurların herkesin anlıyacağı bir dilde

tanzim edilerek umum aleme ve bütün ilim şu’belerine yayılmasının

lüzumundan bahseder. Merhum Ahmet Feyzi Efendinin kendi eliyle yazdığı

mektubu bizde mevcuttur. Bu mektuptan bazı bölümleri Envar neşriyatın

yayınlarından “siyaset Neşriyat Şerh ve izah ” kitabı 1979 baskılı ve

2441

2442


164.sahifesinden başlıyan bölümde kaydedilmiştir.

İşte bu uzun edibane mektuba karşı hazret-i Üstadın cevabı ise şöyle sudur

etmiştir:

“Ceylan!:Bu mahremdir. Bak, sonra yırt-!

Ben manevî bir ihtara binaen bir pusula Feyziye yazdım. Sen onu

gördünmü? Sen anla ki o ne ile meşguldür.. Bir cevab vermedi. Başka

lüzumsuz şeyleri yazmış. “Nurları bir mecmua ile neşredeceğiz” gibi

manasız bir şeyler yazdı. Sakın Şemsî gibi nurları tağyir etmesin.”

İşte,Hazret-i Üstadın bu kesin ve te’vil götürmez tavrı herhalde meseleyi

daha açık aydınlatıyor. Üstadın bu mektubunun aslı onun kendi el yazısı

pusula bizde mevcuttur. Fotokopisini ekliyoruz.

DOKUZUNCUSU: Emirdağ lahikası sahife 64 de: “Risale-i Nuru ğıda ve

taam hükmündeki hakikatlarından hem akıl, hem kalp, hem ruh, hem nefis,

hem his hisselerini alabilir. Yoksa yalnız akıl cüz’i bir hisse alır. Ötekiler

ğıdasız kalabilirler. Risale-i Nur sair ilimler ve kitaplar gibi okunmamalı.

Çünki ondaki iman-ı tahkiki ilimleri, başka ilimlere ve marifetlere

benzemez. Akıldan başka çok letaif-i insaniyyenin kuvvet ve nurlarıdır.”

İKİNCİ TARİK: (İkinci hukuk, sûrurunu devamı)Risale-i Nurun üst

seviyedeki talebelerini, özellikle üstad Bediüzzamanın hizmetkarlığı

şerefine nail olmuş yüksek zevatın mevzuumuz olan “sadeliştirme”

aldatmacalığı ile ilgili, üstadlarından duydukları ve gördükleri söz ve

davranışlarından bazı örnekler vermek istiyoruz:

BİRİNCİ ÖRNEK: Az üstte bahsi yapılmış merhum Ahmet Feyzi Kulun

isteklerine karşı Hazret-i Üstadın yazmış olduğu iki pusulasıdır. Oraya

müracat.

İKİNCİ ÖRNEK: Risale-i Nurun ehemmiyetli ve en üst seviyede

nâşirlerinden olan merhum Husrev Abiye, teksir edilmesi için, 1955 lerde

Hazret-i Üstad tarafından, eski eserlerinden olan meşhur Muhakemat

gönderilmiş.. Husrev Abi ise, Hazret-i Üstadın bazı risale ve mektuplarında

varid olmuş olan “tanzim edebilirsiniz, islah edebilirsiniz” gibi zahirde

selahiyet verici beyanlarına dayanarak, Muhakemet eserini bazı

tasarruflarla sadeleştirerek mumlu kağıda yazmış ve üstadına arzetmek

üzere göndermiş...

2442


2443

İşte, buradan itibaren, üstadımızın hizmetkarlarından Mustafa Sungur

Ağabeyi dinliyoruz, derki: Muhakemat mezkûr tarzıyla üstadımıza

geldiğinde, üstadımız bizleri yanına çağırdı ve buyurdularki: Şimdi

Hüsrevin yaptığı şu tasarrufları ile benim ifadelerimdeki murad ve manalar

arasında siz hakem olun. İşte ben şurada şunu murad etmişim.. Burada

bunu kasd

2443


2444

2214


etmişim. Bakınız, Husrev ise, başka birşeyler yazmış...Soruyorum

size,hangimizin ki doğru?..Bizler tabiiki, üstadımızınkini doğru

bulduğumuzu söyledik.

Üstadımız bizimle beraber mezkûr mukayeseyi yaptıktan sonra, bizlere

demiştiki: “Yapılan şu tasarruf gibi şeyleri Risale-i Nurda gördüğünüzde

titremeliydiniz!.” Ve sonra, Hüsrev Abiye herhangi bir şey söylemeden,

başka bir işi ona yolladı ve gösterdi..Ve Muhakemat teksirinide durdurdu.”

Muhakematın tasarrufa uğramış o kısmının bir fasikülü bizde

mevcuttur.Mukayese için bazı yerlerini burada dercetmek isterdim. Lâkin

Hüsrev Abi gibi büyük Nur rüknünün azim hizmetlerinin hatır ve hatıraları

için sarf-ı nazar eyledik.

ÜÇÜNCÜ ÖRNEK: 1952 lerde meşhur kalemşör, şair ve edip merhum

Necip Fazıl Kısakürek, Nur risalelerinden bazılarını bir takım tasarruflarla

günlük piyasa lisanına uydurarak “BÜYÜK DOĞU” mecmuasında neşretti.

Eşref’ Edipte, o sıra aynı tarzda bir şeyler yaptı .Ancak merhum Eşref

Edibinki bazı müdafaat ve mektuplardan ibaret şeyler olduğu için , hemde

elinden geldiği kadar aslına sadakat gösterdiğinden, bunlara pek bir şey

denilmedi. Lâkin Merhum Necib Fazılın ise, derin ve ilmî risalelere aitti.

Hazret-i Üstad bu her iki zata şahsen ve bizzat zahirde birşey söylemedi.

Hatta bir cihette okşadı bile . Lâkin kendi yanındaki talebelerini bu işi

durdurmak, hususiyle Necib Fazılın yaptıklara mani’ olmak için harekete

geçirdi. Üstadın yanındaki talebe ve hizmetkarlarından merhum Zübeyr

Ağabeyle merhum Ceylan Çalışkan Ağabeyinin Necib Fazıla o gibi yanlış

ve manasız ve Risale-i Nurun manalarıyla bir cihette alakası olmayan o

tasarruflu neşriyatı durdurmak yolunda gönderdikleri mektuplarının asılları

üstadımızın Urfaya göndermiş olduğu hususi kitabları arasında mevcuttur.

Ve bu kitablar halen bizde mahfuzdurlar.Merhum Necib Fazılın Risale-i

Nur üstünde yaptığı sadeleştirmeli tasarruflarının bazı bölümlerin, Risale-i

Nurun asıl metni ile mukayese etmek üzere;ve sonraları bazı kimselerin de

yaptıkları o gibi tasarrufları ile birlikte yazımızın sonunda derc etmek

istiyoruz. Şimdi burada merhum Zübeyr Ağabeyle Ceylan Çalışkan

Ağabeyinin Necib Fazıla üstadımızın izni ile ve belki emirleri ile yazdıkları

mektuplarından bazı kısımları kaydediyoruz.

Evvela Ceylan Ağabeyin mektubundan:

“Büyük Doğu Mecmuası Neşriyat Müdürlüğüne!. memleket

muvacehesindeki kudsî cihadınızı tebrik eder, hürmetlerimizi arzederiz...

2444

2445


2215

Hasseten şunu tebarüz ettirmek isteriz ki; İntişar eden son nüshalarınızdan

birisinde, bir sütün açıp dercetmek vazifeperverliğini gösterdiğiniz

Bediüzzaman Hazretlerinin müdafaatından ve Risale-i Nurdan parçalar

neşretmek meselesine gelince: Çok memnun olmakla beraber, memleket

çapında satışını tezayüd ettireceğinize şüphe etmediğimiz kıymetli

mecmuanız için medar-ı şeref bu mukaddes vazifeyi yaparken, onun yarım

milyonu mütecaviz hakikî varislerini tahattur edip, çok muhterem

müellifine mahsus uslup-u belağat, fesahat ve tarz-ı beyanının aynen

hıfzıyla, hakikatların fehme takrip hüsn-ü niyetine müstenid tahrifini

kaldırmanızı çok rica ederiz.

Bu hususta göstereceğiniz titizlik ve muhafazakârlık manevî mevkimize bir

o kadar daha ilave edilmesine inşaallah vesile olacaktır. Bilvesile selam ve

hürmetler...

Nur talebelerinden

Ceylan”


(Bediüzzamanın Urfadaki hususi kitapları No: 79 sahife 175)

Şimdi de merhum Zübeyr Gündüzalp Ağabiyinin otuzüç sahifelik müdellel

ve hüccetli, bürhanlı mektubundan bir iki bölüm arzetmek istiyoruz :

“ Kahraman Necip Fazıl bey ,

“... Nur talebelerinden” olan mektubunuzu okuyunca,(1) lisan-i halimde

olan minnet ve şükranlarımı yazı ile de mücbir sebebler dolayısıyla izhar

edemediğimden doğan üzüntüm fazlalaşmıştı.Fakat şu maruzatımı takdim

etmeye fırsat bulduğum zaman teşekkür vazifemi yerine getirmekten hasıl

olan bir ferahlık gelmiştir

Evet , büyük İslam dahîsi Bediüzzaman Said-i Nursî hazretleri ve harika

eserlerinin ismini zikretmekten çekinildiği bir sırada ,Risale-i Nur gibi bir

feyiz denizi olan ve millet ve gençliğimizin manevî kurtarıcısı olduğu

delillerle sabit olan bir eser külliyatından neşriyat yapmanız teşekküre

layıktır. Mecmuanızın şeref ve itibarını yükselten bir hizmettir.

...Risale-i Nurun bir cümlesinde bile değişiklik yapılmadan neşerdilmesi

lüzumunu size arzeden arkadaşlarımızın bu fikrine harfiyen iştirakle

beraber, bizde arzederiz ki; Risale-i Nur harika, muazzam, muhteşem,

veciz ve cem’iyetli bir eser külliyatı olması hesabiyle, ta’dilat yaparak

neşrine razı olmak mümkün değildir...

(1)Büyük Doğuda “NUR TALEBELERİNE” diye, kendisinin yaptığı

sadeleştirme tahrifini haklı göstermeye çalışan yazısına işarettir. A.B.

2445


2446

2216


Risale-i Nurun tenviri ile, Türk gençliğine nümune olan güzide gençlerin

gerisinde olduğumu itiraf ederek; Nur talebelerinin mevzu-u bahsi

itirazlarının hikmet ve sebeblerini arz etmeye çalışacağım. Bu mühim

mevzuyu hakkıyla ifadeden acizim.Fakat sizin idrak ve intikalinize

güvenerek cesaret ediyorm şöyle ki:

Risale-i Nurun değişmiş şeklini görenlerin “Bu tarzda da neşredilebiliyor?”

zannıyla onların da böyle bir neşre kalkışmaları ve onların arasında neşir

perdesi altında eserleri tahrife sinsi bir şekilde çalışmalarına imkan

göstermiş olmak tehlikesi vardır. Böyle olmasa bile, sizin gibi iki üç müellif

o şekilde neşriat yapsa, bir müddet sonra Risale-i Nurun emsalsiz, şirin

aslını herkesin iştiyakla okuyamıyacağı ortaya çıkacaktır.

Şu ince noktayı, yalnız siz gibi tasavvuf ehline arzedebiliriz ki;Risale-i Nur,

Bediüzzaman hazretlerinin irade ve ihtiyarı ile te’lif edilen bir eser değildir.

Zaman zaman şedit ihtiyaç sıralarında ihtar-ı Rabbanî ve İlham-ı illahî ile

yazdırılan Kur’an-ı Hakimin yirminci asırdaki bir mu’cize-i manaviyesidir.

Bu hüccetli ve âşikar hakikata nazaran; allame-i cihan olan bir müellif dahi,

Risale-i Nurun bir cümlesinde bile değişiklik yapmaya asla cesaret

edemez...

Risale-i Nur talebelerinin çoğu bu muazzam manaya ilmel-yakin, havas

kısmıda hakk-el yakin ve ayn-el yakin bir surette vakıf oldukları için,

istinsah edilen nurların tashihinde hazret-i Üstadın istimal ettiği kopya

kaleminin kırıntılarını bile düşüremiyorlar.

.....Şimdi sizde takdir edersiniz ki,Risale-i Nur başka eserlere benzemiyor

.O tebdil edilmez .Şayet lüzum olursa metin baş tarafa yazılacak , altında

da şerh ve izahatı da yapılabilir...

Sizin “ideolocya örgüsü” ve diğer yazılarınız da başka muharirlere

benzemiyor. Sizin size hâs uslubunuz, okuyucuların üzerinde bir te’sir

bırakıyor . Bununla beraber “İdeolocya örgüsünü” bazı kimseler: “Muğlak,

ağır, anlaşılmıyor”derler. Bu deyişler üzerine birisi kalksa da , sizin o

yazılarınızı - mana bozulmasa dahi - cümlelerde değişikliklere ve metin

içinde izahata kalkışsa, harika olan uslubunuz hususiyetini büsbütün

kaybetmiş olacaktır. Buna kat’iyyen müsaade edemezsiniz ya... Faraza ses

çıkarmasanız, o yazılardaki uslubun ciddiyet ve değeri ile alışkanlık peyda

eden bizler hemen itiraz ederiz.

Bir fikr-i beşer yazısındaki değişiklikler, üslubu tamamen bozarsa; ilham-ı

ilahî olan eserlere beşer fikrinin mahsûlü sözler karşıtığı zaman, o

2446

2447


şahaserlerin ne derece rencide olacağını, iz’an ve idrâkinize havale

ediyoruz.

2447

2448


2217

Risale-i Nura hüsn-ü niyet ile konulan kelimeler, bembeyaz ipekli bir

elbise üzerine yamanmış koca parçalar gibi nazara çarpıyor. Bunun için

sizde takdir edersiniz ki; Risale-i Nura kalem karıştırmak, bilhassa ve

bilhassa o şekli, aslıymış gibi, neşretmek bütün bütün hatalı ve yanlış

oluyor.Tanıyan idrakli gençler tarafından aşk derecesinde sevilen latif, zarif

ve müstesna uslubu alt üst ediyor...

Küçük ve mübtedi bir

dava arkadaşınız

ZÜBEYR”


(Bediüzzamanın Urfadaki hususi kitapları no:79 sahife 44-77)

İşte üstadımızın en yakın talebe ve hususî hizmetkarlarının, zamanın en

meşhur edibi Necip Fazıla yazdıkları mektuplarından birer parça

böyle...Mümkün olsaydı da o mektupların tamamını.. Ve Necib Fazılın da

kendini müdafaa eden yazısını koyabilseydik.. Lakin şimdilik bu kadar

yeter.


DÖRDÜNCÜ ÖRNEK: (Zübeyr Ağabeyinin üstadından gördüğü

müşahedeli rivayetindendir)

1969 da,Şamda El-Mesneviyül-Arabîyi tab’etmek üzere hazırlıklar

yaparken, Zübeyr Ağabeye bir mektupla: “Mesnevînin içinde bulunan bazı

türkçe tarifli başlıklar ve metin içindeki türkçe bazı kelime ve cümleler için;

“müsaade ediniz bunları arapçaya çevirerek öyle tab’ettirelim” diye

yazmıştım.Zübeyr Abiden gelen mektubun “Rabian” kısmının metni aynen

şöyledir:

“Rabian:İkinci mübarek ve müjdeli mektubunuzu aldım.Bugün ki neslin

bilmediği, fakat ihtiyacına binaen öğrenmek zaruretinde olduğu kelimeleri

üstadımızın harikulade uslub ve belağatını ve hakikatları ifade sadedinde

istimal ettiği lügatları aynen muhafaza etmekle hepimizi mükellef

bulunmaktayız. Hem merhum ve muazzez üstadımızın sağlığında bu

hususlarda:

1-Ya sahife sonlarında bir not halinde..veya satır içinde lügatların yanında

parantez içerisinde yazılıp yazılmayacığına :

2-Ve yahut bir Risale-i Nur mecmuasının sonuna lügatçe ilavesine dair

istenilen müsaadelere mübeccel üstadımız izin vermemişlerdir. Bir

defasında şu mealde buyurmuşlardır:

2448


2449

“Bunu, Risale-i Nuru tahriftir. Bir zaman biri... yaptı, çok zarar verdi.

Birazda okuyanlar zahmet çeksinler, lüğatlardan arayıp bulsunlar.”

2449


2450

2218


Eğer “Santral, eczane, Şimendifer” gibi lügatlar, Nuriyede arabî risalelerin

içinde ise, mezkür vazifemize ve hakikata binaen yine değiştirmiyeceğiz.

Okuyan zatlar öğrensinler. Eğer arapçayı okuyacaklar yen nesil ise,

yirminci asrın mevki-i muallasından hitap eden mübelliğ-i umumînin, hadi

i ekberin kim bilir akılların ermediği ne hikmete binaen yazdığı mevz-u

bahis kelimeler misüllü lüğatları merak edip öğrenmek şeref-i manevisine

yükselsinler .

Hamisen :Arabileri başında eğer başlıklar tükçe ise, yine aynen türkçe

olarak kalsın . Madem üstadımız o büyük eseri tekrar tekrar okumuş ve

mecmua haline getirmiş olduğu sıralarda, o başlıkları aynen

bırakmış,bizlerde aynen bırakırız .

Elbaki Hüvel baki

Hasta kardeşiniz

ZÜBEYR


Yüklə 4,31 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   104   105   106   107   108   109   110   111   112




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin