.. Bir zaman eski Harb-i Umumi'de düşmanların ehl-i İslâma ve bilhassa çoluk-çocuklara ettikleri kattl ve zulümlerinden pek çok müteellim oluyordum. Fıtratımda şefkat ve rikkat ziyade olduğundan tahammülüm hâricinde azab çekerdim. Birden kalbime geldi ki: O maktul ma’sumlar şehid olup Velî oluyorlar. Fâni hayatları bâkî bir hayata tebdil ediliyor.. ve zayi’ olan malları sadaka hükmünde olup bâki bir mal ile mübadele olur.Hatta o mazlumlar kâfir de olsa, ahirette kendilerine göre o dünyevî âfattan çektikleri belâlara mukabil rahmet-i ilahiyyenin hazinesinden öyle mükâfatları var ki; eğer perde-i gayb açılsa, o mazlumlar haklarında büyük bir tezahür-ü rahmet görünüp "Ya Rabbi şükür Elhamdülillah!" diyeceklerini bildim ve kat'î bir surette kanaat getirdim ..Ve ifrat-ı şefkatten gelen şiddetli teessür ve teellümden kurtuldum...(111)"
76
(110)Osmanlıca Kastamonu-1 S: 450 -Bu parçanın tamamı yukarıda da yazıldığı halde bu makam ile münasebeti ziyade olduğundan bir kısmını tekraren kaydettik.A.B.
(111) Osmanlıca Kastamonu-1 S: 130
77
1092
"Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber manevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden biçarelere gelen felâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu. Birden ihtar edildi ki:
Böyle musibetlerde kâfir de olsa, hakkında bir nevi merhamet ve mukâfat vardır ki; O musibet ona nisbeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semaviye masumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor.
Üç dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiç bir haberim yokken, Avrupa'da ve Rusya'daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. O manevî ihtarın beyan ettiği taksimat, bu elim şefkate bir merhem oldu, şöyle ki:
O musibet-i semaviyeden ve beşerin zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten ve vefat eden ve perişen olanlar; eğer onbeş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehid hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mukâfat-ı maneviyeleri o musibeti hiçe indirir.
Onbeşinden yukarı olanlar, eğer ma'sum ve mazlum ise, mukâfatı büyüktür. Belki onu cehennemden kurtarır. Çünkü, ahir zamanda madem fetret derecesinde din ve Din-i Muhammedîye (A.S.M.) bir lâkaydlık perdesi gelmiş.. Ve madem ahir zamanda Hazret-i İsa'nın din-i hakikisi hükmedecek İslâmiyetle omuz omuza gelecek, elbette şimdi Fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya mensub Hıristiyanların mazlumları çektikleri felâketler, onlar hakkında “şehadet” denilebilir. Hususen ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zayıflar; müstebid büyük zalimlerin cebir ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet onlar hakkında, medeniyetin sefahetinden ve küfranından.. Ve felsefenin cehaletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır diye hakikattan haber aldım. Cenab-ı Erhamürrahimine hadsiz şükrettim ve o elim elem ve şefkatten teselli buldum.
Eğer o felâketi gören zalimler ise ve beşerin perişaniyetini ihzar eden gaddarlar ve kendi menfaatı için insan âlemine ateş veren hodgam, alçak insî şeytanlar ise; tam müstehak ve tam adalet-i Rabbaniyedir.
Eğer o felâketi çekenler, mazlumların imdadına koşanlar ve istirahat-i beşeriye için ve esasat-ı diniyeyi ve mukaddesat-ı semaviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedakârlığın manevî ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki; o musibeti onlar hakkında medar-ı şeref yapar, sevdirir ...(112)"
78
"Aziz Sıddık kardeşlerim! Bu şiddetli kışta ve manevî dehşetli ayrı tarz bir kışta ve nev-i beşerin içtimaî hayatında müthiş kanlı diğer tarz bir kışta
(112) Osmanlıca Kastamonu-1 S: 212
79
1093
çırpınan biçarelere rikkat-i cinsiye ve şefkat-ı nev'iye cihetinden gayet derece bir hüzün ve elem hissettim. Çok yerlerde beyan ettiğim gibi, yine Erhamür-rahimîn ve ahkem-ül hâkîmin olan onların Halık-ı Kerim ve Rahiminin hikmet ve rahmeti benim kalbimin imdadına yetişti.. Manen denildi ki: Senin bu şiddet-i teessürün, o Hakim ve Rahimin hikmetini bir nevi tenkid hükmüne geçer. Rahmet-i ilâhiyeden ileri şefkat olunmaz. Hikmet-i Rabbaniyeden daha mükemmel hikmet dair-i imkânda olamaz. Âsiler cezalarını, masumlar, mazlumlar zahmetlerinden on derece ziyade mükâfatlarını alacaklarını düşün. Senin dairei iktidarın hâricinde olan hadisata onun merhamet ve hikmet ve adalet ve rububiyyeti noktasında bakmalısın!.. Ben de o lüzumsuz şiddetli elem-i şefkatten kurtuldum!..(113)"
2. CİHAN HARBİNDE TARAFLARIN DURUMU VE AHVAL-İ ÂLEM
Âlemin hadisatından olan İkinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında bir tazaf; sefih ve merhametsiz olan medeniyetin mimsiz kısmının zâlim düsturlarına göre hareket ile, kapitalizm ve emperyalizm zulmünün en gadirli ve vahşetli prensiplerini yaşayanlarla; halk sınıfına ve hıristiyanlık dininin esasatına istinad ettiklerini ilân eden diğerleri, müthiş bir şekilde bir-biriyle boğuşurlarken ve bu berikiler ilk başlarda her tarafta galib durumunda oldukları bir sırada; Üstad Hazretleri ahval-i âlem icraatında cereyan eden hadiselerin keyfiyetlerine azıcık bakmış ve ahir zamanda Hazret-i İsa'nın nüzûlü ile ilgili vurûd eden pek çok sahih hadislerin küllî manalarının bu hadiselere bazı işaretlerinin vech-i tatbikini düşünmüş.. Ve o çok çeşitli rivayet şekilleriyle gelen hadislerin bir kısmının zuhûrunun bir köşesinin te'vilini bu hadiselerle ilgili olduğunu hissetmiş ve kaleme almıştır.
Hz.Üstad ahir zaman hadisatı hakkında evvelce yazmış olduğu bazı eserlerinde de bu hakikate çok kere temas etmiş ve ilhamî ma'nalarla o gibi hadislerin hakikatlerinden bir parçacık beyan etmiştir. Bilhassa 1938'de tanzim ve tebyiz ettiği BEŞİNCİ ŞUA' eserinde çok ilmî, hakikatli ve hadisat-ı âlemin ve adetullah'ın seyri ve cereyanı istikametinde te'villi mana ve hakikatlerini izhar etmiştir.
Ancak burada şu noktayı da kaydetmek gerekir ki; Hazret-i İsa'nın (A.S.) nüzûlünü, hadis tefsir eden bazı müçtehid âlimlerin veya büyük hadis âlimi ve râvilerinin içtihadlı istinbatlarının gösterdikleri manalar ki; "Hazret-i İsa'nın (A.S.) nüzûl hadisesini hep âlem-i İslâmın merkezlerinde ve doğrudan doğruya İslâm alemi içinde cereyan edeceği" şeklindedir. Lâkin Bediüzzaman, bu mevzuda gelen hadislerin mecmuundan istihrac ettiği
80
(113)Osmanlıca Kastamonu-1 S: 463
81
1094
bir mana ile; Hazreti İsa'nın nüzulünün en birinci sebep ve hikmetini, Hıristiyanlık dini ile münasebettarlığı cihetinde düşünmüş ve bu hikmetin esası da, çok geniş ve maddeten pek kuvvetli olan Hıristiyanlık dininin İslâmiyete iltihakını ve ona maddeten kuvvet sağlamak olduğunu anlamış ve hep bu istikamete göre mezkûr hadisleri tefsir etmiştir.
Bu noktadandır ki; Hazret-i Üstad bütün hayatında hep Hıristiyanlık âleminden İslamiyete maddî bir imdad, hir kuvvet geleceğini beklemiş ve zaman zaman bu hakikatin bazı parıltılarına ümidle müteveccih olmuştur.
İşte burada da, İkinci Cihan Harbi sıralarında, ahir zaman hadiselerinden haber veren bir hadis-i şerifi şöylece tev'il edip tefsir etmiştir:
"Küçük Hüsrev olan Feyzî'nin ve Emin'in suallerine bir cevab olarak ve haşa hurafe diye tevehhüm edilen bir rivayetin bir mu'cize-i gaybiyesidir:"
"Ahir zamanda Hazret-i İsa (A.S.) nûzulüne ve Deccalı öldürmesine ait ehadis-i sahihanın ma'nay-ı hakikileri anlaşılmadığından; bir kısım zâhiri ulemalar, o rivayet ve hadislerin zahirine bakıp şüpheye düşmüşler veya sıhhatini inkâr edip veya hurefevâri mana verip, adeta muhal bir sureti bekler bir tarzda avam-ı müslimine zarar verirler. Mülhidler ise, bu gibi zahirce akıldan çok uzak hadisleri serrişte ederek hakaik-i İslâmiyeye tezyifkârane bakıp taarruz ediyorlar.
Risale-i Nur bu gibi ehadis-i müteşabihenin hakiki te'villerini Kur'an'ın feyziyle göstermiş- Şimdilik nümüne olarak bir tek misal beyan ederiz şöyle ki:
"Hazret-i İsa (A.S.) Deccal ile mücadelesi zamanında, "Hazret-i İsa onu öldüreceği vakitte, on arşın yukarıya atlayıp; sonra kılıncı onun dizine yetiştirebilir" derecede, vücudca Deccalın heykeli, Hazret-i İsa'dan büyüktür diye mealinde rivayet var.
Demek Deccal, Hazret-i İsa Aleyhisselâm'dan on, yirmi misli yüksek kametli olmak lâzım gelir.
Bu rivayetin zahiri ifadesi, sırr-ı teklife ve sırr-ı imtihana münafi olduğu gibi, nev-i beşerde carî olan âdetullah'a da muvafık düşmüyor. Halbuki bu rivayeti, bu hadisi haşa muhal ve hurafe zanneden zındıkları iskât... ve o zahiri aynı hakikat i'tikad eden ve o hadisin bir kısım hakikatlerini gözleri gördükleri halde, daha intizar eden zâhiri hocaları dahi ikaz etmek için bu
82
zamanda da ayni hakikat ve tâm muvafık ve mahz-ı hak müteaddit manalarından bir manası çıkmıştır, şöyle ki:
İsevilik dini ve o dinden gelen adat-ı müstemirresini muhafaza hesa
83
1095 bına çalışan bir hükümet(1) ile; resmi ilanıyla zulmetli pis menfaatı için dinsizliğe ve bolşevizme yardım edip tervic eden diğer bir hükümet(2) ki, yine hasis menfaatı için İslâmlarda ve(3) Asya'da dinsizliğin intişarına taraftar olan fitnekâr ve cebbar hükümetlerle muharebe eden evvelki hükümetin şahs-ı manevisî temessül etse.. Ve dinsizlik cereyanının bütün taraftarları da bir şahs-ı manevîsi temessül eylese; üç cihette bu müteaddit manaları bulunan hadisin bu zaman aynen bir manasını gösteriyor.
Eğer o galib hükûmet, netice-i harbi kazansa, bu işarî mâna dahi bir manay-ı sarih derecesine çıkar. Eğer tâm kazanmasa da yine muvafık bir mana- yı işerîdir.
Birinci cihet: Din-i İsevînin hakikatini esas tutan İsevî ruhanîlerinin cemaatı ve onlara karşı dinsizliği tervice başlıyan cemaat tecessüm etseler; bir minare yüksekliğinde bir insanın yanında bir çocuk kadar da olamaz.
İkinci cihet: Resmî ilâniyle Allah'a istinad edip "Dinsizliği kaldıracağım, İslâmiyeti ve İslâmları himaye edeceğim" diyen bir hükümet, yüz milyon küsûr iken; dörtyüz milyona yakın nüfusa hükmeden bir diğer devlete.. Ve dörtyüz milyon nüfusa yakın ve onun müttefiki olan Çin'e ve Amerika'ya.. Ve onlar ise, zahîr ve müttefik oldukları olan bolşeviklere gâlibane öldürücü darbe vuran hükûmetteki muharib cemaatın şahs-ı manevisiyle, mücadele ettiği dinsizlerin ve taraftarların şahs-ı manevileri tecessüm etse; yine minare boyuda bir insana nisbeten küçük bin insanın nisbeti gbi olur.
Bir rivayette “Deccal dünyayı zabteder” manası ekseriyet-i mutlaka ona taraftar olur demektir. Ve şimdide öyle oldu.
Üçüncü cihet : Küre-i arzın dört kıt'aları içinde (114) en küçüğü olan Avrupa'nın ve bu kıt'anın dörtte biri olmayan bir hükûmetin memleketi; ekser Asya, Afrika, Amerika, Avusturalya'ya karşı galibane harp ederek; Hazret-i İsa'nın vekâletini dava eden bir devlet ile beraber;(*) dine istinad edip, çok müstebidane olan dinsizlik cereyanlarına karşı semavî paraşütlerle muhabere ve mücadele eden o hükûmet ile, ötekilerin şahs-ı manevileri insan suretine girse; ceridelerin eskiden beri yaptıkları gibi, devletlerin kuvvetlerini ve hükûmetlerin derecelerini göstermek nev'inden, o manevî şahıslar dahi ruy-i zemin ceridesinde bu asır sahifesinde insan suretinde tersim ve tasvirleri gibi temessül etseler; aynen ve tam tamına hadis-i şerifin mucizane ihbar-ı gaybîsi nev'inden beyan ettiği hadise-i ahir zamanın müteaddid manalarından tam bir manası çıkıyor. Hatta “şahs-i
84
İsa'nın semavattan nüzulü” işaretiyle, bir mana-yı işarisi olarak; Hazret-i İsa'yı (A.S.) temsil ederek
(1) Bu hükümet İtalya ve Almanyadır. A.B.
(2) Bu ise Rusyadır. A.B.
(3) Bu da İnğiliz hükümetidir. A.B.
(114) Avusturalya dikkate alınmamış-Müellif
(*) 2.Cihan harbinde Almanlar’ın İtalyanlar ile ittifakı demektir. A.B.
85
1096 ve namına hareket eden bir taife dahi, şimdiye kadar işitilmemiş ve görülmemiş bir tarzda tayyarelerle, paraşütlerle semadan bir bela-i semavî gibi nüzûl ettiriyor, düşmanların arkasına indiriyor. Hazret-i İsa'nın nüzûlünün maddeten bir misalini gösteriyor.
Evet, hadis-i şerifin ifadesiyle Hazret-i İsa'nın semavi nûzulü kat'i olmakla beraber, mana-yı işarisiyle başka hakikatleri ifade ettiği gibi, bu hakikate de mu'cizane işaret ediyor... (115) ”
“... Ahmedin rü'yası çok mübarek ve güzeldir. Hazret-i İsa'nın kuvvetli sadasını işitmek, İsevîlerden kuvvetli bir imdat hizb-i Kur'an'a iltihak etmeye işaret olabilir...(116)”
“...İşarat-ı Kur'aniyenin bu zamanımıza temas eden küçük bir şua'ı bugün sure-i Vel-Asr'i nükte-i i’caziyesi münasebetiyle; Sure-i fîl'den ma’nay-ı işarî tabakasından tevafuk düsturuna istinaden bir nüktesini beyan etmem ihtar edildi, şöyle ki:
Sure-i ... meşhur ve tarihî bir hadise-i cüz'iyeyi beyan ile, küllî ve her asırda efradı bulunan o gibi ve ona benzeyen hadiseleri ihtar ve tabakat-ı işariyeden her tabakaya göre bir manayı ifade etmek, uzun asırlarda umum nev'i beşerle konuşan Kur'an-ı mu'ciz-ül beyanın belagatının muktezası olmasından, bu kudsî sure, bu asrımıza da bakıyor, ders veriyor. Fenaları tokatlıyor. Manay-i işarî tabakasında bu asrın en büyük hadisesini haber vermekle beraber; dünyayı her cihetle dine tercih etmek ve dalâlette gitmenin cezası olarak; cifir ve ebced ile üç cümlesi aynı hadisenin zamanına tetabuk edip işaret ediyor.
Birinci cümlesi: Kâ'be-i Muazzama'ya hücum eden Ebrehe askerlerinin başlarına Ebabil tayyareleriyle semavî bombalar yağdırmasını ifade eden
Cümle-i kudsiyesi 1359 edip, dünyayı dine tercih eden ve nevi beşeri yoldan çıkaran medeniyetçilerin başlarına semavî bombalar ve taşları yağdırmasına tevafukla işaret ediyor.
İkinci Cümlesi: ... kelime-i kudsiyesi, eski zaman hadisesindeki Kâ'be'nin nurunu söndürmek için, hilelerle hücum edenlerin kendileri yokluk zulümat dalâletinde aksülamel ile aleyhlerine dönmesiyle tokat yedikleri gibi; bu asrın aynen hilelerle, desiselerle, zulümlerle edyan-ı semaviye kabesini, kıblegâhını dalâlet hesabına tahribe çalışan cebbar, mağrur ehl-i dalâletin tadlil ve idlallarına semavî bombalar tokadıyla cezalanmasına aynı tarihi kelime-i kudsiyesi 1360 makam-ı cifrisiyle tevafuk edip işaret ediyor.
86
(115) Osmanlıca Kastamonu-1 S:146-149
(116) Aynı eser S:251
87
1097
Üçüncüsü cümle-i kudsiyesi Resul-i Ekrem Aleyhisselatü Vesselâm'a hitaben: "senin mübarek vatanın ve kıblegâhın olan Mekke-i Mükerreme'yi ve Ka'be-i Muazzama'yı harîkulade bir surette düşmanlarından kurtarmasını ve o düşmanları nasıl bir tokat yediklerini görmüyor musun?" diye mana-yı sarihiyle ifade ettiği gibi; bu asra dahi işaret eden o cümle-i kudsiye mana-yı işarisiyle der ki: "Senin dinin ve islâmiyetin ve Kur'an'ın ve ehl-i hak ve hakikatin cebbar düşmanları olan dünyaperest ve dünyanın menfaati için mukaddesatı çiğneyen o ashab-ı dünyaya, senin Rabbin nasıl tokatlarla cezalarını verdiğini görmüyor musun? Gör, bak!..” diye manay-ı işarisiyle bu cümle aynen makam-ı cifrisiyle tam 1359 tarihiyle aynen sfat-ı semaviye nev'inden semavî tokatlarla islâmiyete ihanet cezası olarak... diye manay-ı işarî ifade ediyor. Yalnız yerinde gelir. Fil kalkar, dünya gelir.
Bu fil lafzı kalkmasının sırrı; eski zamanda dehşetli fil-i Mahmudî azametine, heybetine dayanmış hücum etmişler. Şimdi ise, dünya servetine ve malına ve o servetle filolar teşkil edip; hatta kırk milyon bir millet, o fil gibi filolarla dörtyüz milyonu esaret altına almış.. Ve Avrupa medeniyetçileri medeniyetin mehasiniyle, iyilikleriyle, menfaatleriyle değil; Belki medeniyetin seyyiatı ile ve sefahetiyle ve dinsizliğiyle üçyüz elli milyon Müslümünların her tarafta hâkimiyetlerini imha edip istibdadına serfürû etmiş ve musibet-i semaviyeye sebebiyet vermiş.. Ve dünyaperest gaddar zalimler zulümlerine ceza olarak tokatlar gelmeye ve masumlar ve mazlumlara fanî mallarını ve hayatlarını ahiretlerine çevirmek ve kıymettar eylemek ve dünyadaki günahlarına keffaratüz-zünub etmeye kader-i İlahi'ye fetva verdiler.
Ben bir buçuk senedir, dünyaperestlerin o musibetten vaziyetlerini ve sefahatlarını ve Harb-ı Umumi safhalarını kat'iyyen bilemiyordum. Fakat iki sene evvelki vaziyetleri bu sûre-i kudsiyenin manay-ı işarî tabakasından tokatlar, tam tamına onların başlarına iniyorlar ve sûrenin bir manay-ı işerisini tam tefsir ediyorlar...
Evet bu tokattan pür-şer beşer şirkten şükre girmezse ve Kur'an'a tarziye vermezse, melaike elleriyle de ahcar-ı semaviye başlarına yağacağını bu sûre bir mana-yı işariyle tehdit ediyor.(117)"
ZELZELELER HAKKINDA
88
Hazret-i Üstad Bediüzzaman Kastamonu da iken, Türkiye de bir kaç dehşetli zelzele vuku buldu. Bunlardan en büyüğü 27-28 Aralık 1939'da vuku' bulan Erzincan ve İzmir zelzeleleridir. Bu zelzelelerde Erzincan mah
(117) Osmanlıca Kastamonu-2 S: 432-435
89
1098 voldu, kırkbin ölü verdi. İzmir'de de büyük tahribat vuku' buldu.
20 Haziran 1943 Adapazarı ve Geyve civarında da müthiş bir zelzele oldu. Büyük zayiatlar oldu. Hazret-i Üstad, bu zelzelelerin ehl-i dalâlet ve tuğyanın dalâletleri yüzünden bir eser-i gazab-ı ilâhi olarak vuku' bulduğunu, fakat içinde masumların yanmasını da; kendilelerinin şehid, mallarının sadaka olduğunu yazdı. Hatta Erzincan zalzelesi münasebetiyle kaleme almış olduğu küçük bir risalecik, Ondördüncü Söz'ün zeyli olarak ilhak edildi. Bu mevzu'da talebelerine yazdığı bir mektupta da şöyle diyordu:
"... Size bu defa, bu zelzele münasebetiyle hem insî hem manevî taraftan sorulan beş-altı küçük suallere gayet kısa cevablar gönderiyorum. Ondördüncü Söz' ün ahirindeki bahse bir tetimmedir.(118) O cevablar dahi hem manevî ihtar ile, hem mühim noktalarda beni sükûta mecbur etmek ile hissettim ki size faydası var.(119)"
Erzincan zelzelesi münasebetiyle yazılmış parçadan sadece son ve yedinci sual ve cevabı yazıyoruz:
"Yedinci Sual: Bu hadise-i arziye, bu memleketin ahali-i İslâmiyesine bakması ve onları hedef ittihaz etmesi ne ile anlaşılıyor? ve neden Erzincan ve İzmir taraflarına daha ziyade ilişiyor?..
Elcevab: Bu hadise hem şiddetli kışta, hem karanlıklı gecede, hem dehşetli soğukta, hem Ramazan'ın hürmetini tutmayan bu memlekete mahsus olması, hem tahribatından intibaha gelmediklerinden, hafifçe gafilleri uyandırmak için o zelzelenin devam etmesi gibi, çok emarelerin delâletiyle bu hadise ehl-i imanı hedef edip, onlara bakıp namaza ve niyaza uyandırmak için sarsıyor ve kendisi de titriyor.
Biçare Erzincan gibi yerlerde daha ziyade sasmasının iki vechi var:
Biri: Hataları az olmak cihetiyle, temizlemek için ta'cil edildi.
İkincisi: O gibi yerlerde kuvvetli ve hakikatlı iman muhafızları ve İslâmiyet hâmileri az veya tam mağlub olmak fırsatıyla, ehl-i zendekanın orada te'sirli bir merkez-i faaliyet te'sis etmeleri cihetiyle en evvel oraları tokatladı, ihtimali var...(120)"
90
20 Haziran 1943'de Adapazarı ve civarında vuku' bulan zelzeleyi de Üstad şöyle değerlendiriyordu:
"Medar-ı ibret ve hayret bir hadise:
Risale-i Nur'un erkân-ı mühimmesinden bir zat yazıyor ki: Adapazarı
(118) Bu bahis ğibi birde 1930'larda lzmir civarında vuku' bulan bir zelzele münasebetiyle yazılmış ve "Gafil kafaya bir tokmaktır" başlığıyla ondördüncü Söz'e ilhak edilmiş bir parça daha vardır. A.B.
(119) Osmanlıca Kastamonu-1 S: 23
(120)Ondördüncû Sözün Zeyli
91
1099 zelzelesinin aynı gününde, zelzeleden bir kaç saat evvel, umumî ve herkese göstermek için bir büyük tiyatro teşekküliyle ve oyuncu kızlarından dört güzelini çırılçıplak olarak alayışla çarşı ve pazarda gezdirerek o cazibelere kapılan, tiyatro binasında toplanan bin kişiden fazla seyirciler, oyun başlarken birden bire arz kemal-i hiddet ve gayzla onların hayasız yüzlerini dehşetli tokatladı, mahvedip zir ü zeber etti.. Ve o binayı hâk ile yeksan eyledi.
Ben dünyanın bu nevi hadiselerinden iki senedir hiç haberim yoktu, bakmıyordum. Fakat bu günlerde hem Hüsrev hem kahraman Çelebî zelzeleden haber vermeleri.. Ve Hüsrev ve rüfekasının kanâatiyle Isparta'nın gürültülü zelzelesi karşısında, Risale-i Nur'un kuvvetli bir kalkan olmasıyla hiçbir zarar vermemesi.. ve Risale-i Nura muarız bir hocanın bütün hasılatını mahveden dolu o muarıza hâs kalması, başkalarına ilişmemesi bir derece kanaat verir ki; ekser vilâyetlere giren ve Adapazarı'na girmiyen Risale-i Nurun ehemmiyetli bir esası olan tesettür şiarını bu derece açık ihanetiyle, Risale-i Nur onların yardımlarına koşmamış diye yalnız bu hadiseye baktım.
Said-iNursi(121)
Daha sonra, Denizli hadisesi ile hapse giren Nur talebelerinden Hüsrev Altınbaşak, hem bu iki zelzele hadisesini, hem de 27 Kasım 1943 de Corum, Tokat, Amasya ve Kastamonu'da vuku' bulan zelzele hadisesiyle beraber; 1 Şubat 1944'de Bolu, Gerede ve Düzce civarında vuku' bulan zelzeleler hadisesinin her birisi Risale-i Nur ve talebelerine ilişme hadiselerine tevafuk ettiğini ispatlı şekilde yazmış.. Üstad Hazretleri de onu tasdik etmiştir. Yerinde ve sırasında kısmen kaydedilecektir. İnşaallah.
KASTAMONU'DA HÜKÜMET ADAMLARININ BEDİÜZZAMAN'A KARŞI TUTUM VE MUAMELELERİ
Bu faslın başından buraya kadar yer yer kaydettiğimiz Üstad Bediüzzaman'ın fiil, hareket ve hizmet şekillerini ortaya koyan, onun ifade ve beyanlarından şeksiz, şüphesiz anlaşılmış olduğu üzere; O, hükümetin, idarenin, asayişin ve nihayet siyasî hadise ve işlerin tamamen dışında kalmış olduğu görülmüştür. Hatta Üstad Hazretleri bu gibi şeylerle zihnen meşguliyeti de abes gördüğü halde; ve onun bu hali hükûmet ve idarecilerce de çok yakından ta'kib edilip görülmesine rağmen; Kastamonu'da iken, hükûmet ve idareciler tarafından ona uygulanan
92
muamele ve tecessüs politikasının nümunelerinden ve Hazret-i Üstad'ın bunlara karşı zaman-zaman hakikat-i hali dile getiren ifadelerinden bazı örnekler vermek istiyoruz. Bu ifadeler,
(121)Osmanlıca Kastamonu-2 S: 495
93
1100
talebelerine hem beray-i ma'lûmât, hem de ders olsun diye kaleme alınmış şeylerdir. Yoksa hükümete herhangi bir müracaatı olmamıştır.
"... En ziyade bize nezaretle, bizimle meşgul ve siyasetle alâkadar mühim bir me'mur yanıma geldi. Ona dedim ki: Bu on sekiz senedir sizlere müracaat etmedim ve hiç bir gazete okumadım. Bu sekiz ayda bir defa "cihanda ne oluyor" diye sormadım. Üç senedir, burada işitilen radyoyu dinlemedim. Tâ ki, kudsî hizmetimize manevî zarar gelmesin.
Bunun sebebi şudur ki: İman hizmeti, İman hakaiki bu kâinatta her şeyin fevkindedir. Hiç bir şeye tabi' ve alet olamaz. Fakat bu zamanda ehl-i gaflet ve dalâlet ve dinini dünyaya satan ve bâki elmasları şişeye tebdil eden gafil insanlar nazarında o hizmet-i İmaniyeyi hariçteki kuvvetli cereyanlara tabi' veya alet telâkki etmek ve yüksek kıymetlerini umum nazarında tenzil etmek endişesiyle, Kur'an-ı Hakimin hizmeti bize kat'î bir surette siyaseti yasak etmiş. Sizler ey ehl-i siyaset ve hükûmet! Evham edip bizlerle uğraşmayınız!.. Bilâkis teshilat göstermeniz lâzım... Çünkü hizmetimiz, emniyet ve hürmet ve merhameti te'sis ile, hem asayişi, hem inzibatı, hem hayat-i içtimaiyeyi anarşilikten kurtarmaya çalışıp, sizin hakiki vazifenizin temel taşlarını tesbit ediyor, takviye ediyor... (122)"
"Daimî hizmetinde bulunan Risale-i Nur Şâkirtleri tarafından olan bir suale cevabtır:
"Sual: Bu kadar zamandır hizmetinizde bulunuyoruz. Dünyaya, hayat-ı içtimaiyeye ve siyasete dair bir alâkanızı ve merakınızı görmedik. Daima iman ve ahiret dersinden başka bir meşgalenizi görmüyoruz. Öyle anlamışız ki; bu on sekiz senedir vaziyetininiz böyle imiş. Nedendir ki, Isparta'da hiç bir şey yok iken, memleketi heyecana getirip, sizi mahkemeye verdiler(123) ve yüzer, kardeşinizi dört ay mahkeme tetkikatı neticesinde, dünya ile siyaset ile alakaya dair hiçbir şey bulamadılar. Yalnız kendilerini ve mahkemelerini ebedi mahçup edecek bir bahane buldular.. Ve yüzden yalnız beş on adama beş- altı ay ceza verdiler.
Hem burada altı seneden ziyade karakolun nezareti ve nazarı altında, oturduğun odanın pencereleriyle daima senin her vaziyetin karakolca görüldüğü halde, bundan iki üç ay evvele kadar her vakit gizli aşikâr seni tarassud ve kaç defa taharrî etmeleri, dostları senden kaçırmak için tahkikatlarla sana en mühim ve karışık bir siyasetçi gibi bakmaları nedendir? Biz bundan hem müteessir hem mütehayyiriz. Ancak iki üç aydır
94
yanınıza serbest gelebiliyoruz. Evvelde korkarak gizli gelebilirdik. Bu meseleyi bize izah et!"
Dostları ilə paylaş: |