Kavgam adolf hitler



Yüklə 1,93 Mb.
səhifə13/40
tarix27.10.2017
ölçüsü1,93 Mb.
#15810
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   40

BÖLÜM 8


Bir gün, şeflerimden, görünüşte siyasi vasfı bulunan “Alman iş­çi Partisi” ismi altında yakında toplanacak olan ve bu toplantısında Gottfried Feder’in konuşacağı oluşumun mahiyetini anlamak emrim aldım. Benden bu teşekkül hakkında bir rapor istiyorlardı. O sırada ordunun siyasi faaliyetlere ve siyasi partilere karşı ilgi göstermesi normaldi. Çünkü ihtilal askere siyasi faaliyette bulunmak hakkını vermişti. Hatta tecrübesiz olduğu sıralarda ordu, bu hakkı çok bol kullanmıştı. Merkez ve Sosyal Demokrasi, ordunun sempatisinin devrimci partiden ayrılarak milli harekete doğru teveccüh ettiğini gördüğünde, askerden oy kullanmak hakkını aldı ve her türlü siya­sal faaliyetten askerleri menetti. Eğer bu manevraya başvurulmayıp, askerin eşit hukukunun veya ihtilalden sonra denildiği gibi vatan­daş haklarının iptaline gidilmeseydi, Kasım Hükümeti birkaç yıl sonra mevcut olmayacak ve haysiyetsizliği devam etmeyecekti. Or­du o günlerde milleti, kanını emenlerden ve memleket içindeki ihti­lafa çanak tutanlardan kurtaracak yolun üzerinde idi. Fakat parti mensuplarının da Kasım katilleri ile bir olup, güle oynaya bu husu­sun lehinde oy kullanmaları ve böylece bir milli gelişme vasıtasını tesirsiz hale gelmesine yardım etmeleri, Marksizm’e istinat eden dü­şüncelerin memleketi uçuruma götüreceğini bize gayet iyi gösterir. Gerçekten fikri sakatlık içinde bulunan burjuvalar, ordunun, eski durumuna tekrar kavuşarak Alman kahramanlığına önayak olacağı­nı biliyorlardı. Bunun için merkez ile Marksizm, kendilerine en bü­yük tehlikeyi oluşturan nasyonalizmin dişini sökmek istediler. Bu diş kökünden çıkarılıp atılırsa, o zaman ordu bir asayiş kuvveti durumuna girecek ve böylece düşmana karşı savaşmak kabiliyetini kaybedecekti. Bu durum sonradan tam manasıyla meydana çıkmış­tır.

Bizim sözde milli olan devlet adamlarımız, ordumuzdaki geliş­menin milli istikametin aksine olacağını düşünüyorlardı. Gerçi bu imkan dışı bir şey değildi. Çünkü bu siyaset adamları; üniforma gi­yecekleri yerde, birer geveze olup parlamentoya dolmuşlardı. Böyle­ce bu siyasetçiler, en şerefli bir geçmişin dünyanın en üstün askerle­ri olduğunu hatırlattığı adamların kalplerinden neler geçebileceği hakkında hiçbir fikre sahip olamamışlardır, işte bu ortam içinde ve henüz benim için tamamen meçhul olan bu partinin toplantısına gitmek üzere hazırlıklara başladım. Akşam Münih’te Sternecker Birahanesi’nin Leiberzzimmer’ine giriyordum. “ALMAN İŞÇİ PARTİSİ”nin bu toplantısında yirmi, yirmi beş kişi vardı. Toplantıdaki ki­şilerin çoğunluğu, halkın aşağı tabakalarına mensup kimselerdi. Konferansı verecek olan Feder’i kurslar sırasında gayet iyi tanımış­tım. Bunun için topluluğu incelemeye daha çok önem verdim. Ben­de etkisi ne olumlu, ne de olumsuz oldu. Öteki kuruluşlardan bir farkı yoktu. O sıralarda herkes yeni bir parti kurmak istiyordu. Çünkü, kimse bugüne kadar olanlardan memnun değildi. Aynı za­manda kimsenin mevcut partilere güveni kalmamıştı. Bundan dola­yı bu tip partiler her tarafta mantar gibi bitiyor ve kısa bir zaman sonra kaybolup gidiyordu. Teşekküllerin kurucuları, bir parti mey­dana getirmek, bir hareket yapmaktan aciz kimselerdi. Bunun için bu topluluklar gülünç bir küçük dükkan hüviyetinde idiler ve he­men daima tabii ve mukadder bir ölümle ortadan kalkıyorlardı.

Alman işçi Partisi’nin toplantısında 2 saat hazır bulundum. Feder nihayet sözlerini bitirince memnun oldum. Artık gitmek istiyor­dum. Tam bu sırada, serbest münakaşa yapılacağı ilan edilince kal­mak gereğini duydum. Fakat bu tartışmada da ilgi çekici bir taraf bulamadım. Tartışma renksiz bir şekilde geçerken söz bir profesöre verildi. Bu profesör, Feder’in prensiplerini isabetsiz bulduğunu söy­leyerek konuşmaya başladı. Sonra Feder’in yerinde bir müdahalesi ile birdenbire olaylar zincirine atladı. Sonra bu profesör Bavyera’nın Prusya’dan ayrılmasını, ancak bu sayede Alman Avusturya’nın der­hal Bavyera’ya iltihak edeceğini ileri sürdü ve bunun parti progra­mına alınmasını talep etti. Bunun üzerine söz istemekten ve bilgin efendiye bu husustaki fikrimi söylemekten kendimi alıkoyamadım. Nihayet ben sözlerimi bitirmeden profesör salonu ıslak bir köpek gibi terk etti. Ben konuşurken sözlerimi salondakiler hayretle dinle­mişlerdi. Topluluğa hayırlı geceler dileyerek uzaklaşacağım sırada, yanıma bir adam sokuldu, kendini tanıttı, ismini tam olarak anlaya­madım ve elime küçük bir kitap sıkıştırdı. Bu siyasi bir broşür idi. Okumamı ısrarla rica ediyordu. Bu broşür hoşuma gitti. Böylece bu can sıkıcı topluluğu, tatsız toplantılarını takip etmeden daha kolay bir şekilde tanıyacaktım. Fakat şunu da belirteyim ki, elime broşürü sıkıştıran adam bende olumlu bir tesir yapmıştı. Toplantıdan ayrıl­dım.

O sırada, ikinci piyade alayının kışlasında, hâlâ ihtilalin izlerini muhafaza eden küçük bir odada oturuyordum. Gündüzleri kırk bi­rinci avcı alayında, yahut başka alayların toplantı ve konferansların­da bulunuyordum. Odamda geceyi yalnız geçiriyordum. Sabahları saat beşte uyanmayı adet edinmiştim. Döşemenin üstüne kuru ek­mekler bırakarak farelerin onları yemesini seyrediyor, bu hayvanla­rın birbirleri ile kavga etmelerini seyretmekten hoşlanıyordum. Ha­yatımda o kadar yokluk çekmiştim ki, açlığın ne olduğunu gayet iyi biliyordum. Bundan dolayı bu hayvancıkların memnuniyetini de gayet iyi anlıyordum.

Toplantının ertesi günü yine saat beşte uyandım. Farelerin ha­reketlerim takip ediyordum. Tekrar uyuyamadığım için bir gece ev­velki küçük broşür aklıma geldi. Bu broşürde işçi olan yazar, Mark­sist ve sendikalist kargaşalıkların içinden çıktıktan sonra, milli fikir­lere nasıl döndüğünü anlatıyordu. Konu, broşüre isim veriyordu: “SiYASİ UYANMAM”. Okumaya başlayınca bu broşürün sonunu getirdim. Gözlerimin önünden kendi gelişmemin geçtiğini gördüm. O gün bu olayları birkaç defa düşündüm. Bu tesadüfe önem vermek niyetinde değildim. Fakat birkaç hafta sonra bir kartpostal aldım. Hayretler içinde, Alman işçi Partisi’ne kaydolduğum haberini öğre­niyordum. Beni bu hususta izahat vermek için parti komisyonunun bir toplantısında hazır bulunmaya davet ediyorlardı. Bu şekilde üye kazanmak usulüne çok şaştım. Kızmak mı, yoksa gülmek mi lazım­dı, bilemiyordum. Mevcut bir partiye girmeye niyetim yoktu. Ken­dim bir parti kurmak ve o partinin lideri olmak istiyordum. Sonuç olarak, böyle bir davete itibar etmemeliydim. Bu daveti yapanlara yazılı cevap vereceğim sırada, merakım düşündüklerime ve yapmak istediğime hakim geldi. Düşüncelerimi sözlü olarak anlatmak üzere, çağrılan günde toplantıya gitmeye karar verdim.

Nihayet çarşamba günü geldi. Bu toplantının yapılacağı bina gayet mütevazı idi. Hornstrasse’de otel Vieux Rosenbad. Büyük me­rasimler hariç, diğer zamanlarda buraya hiç gelinmez gibi görünü­yordu. Bu 1919 yılında normaldi. Çünkü yemek listesi, öteki büyük otellerin fiyatlarından çok daha pahalıydı. Bu yüzden bir müşteriyi bile zorlukla çekebiliyordu. Bu otelin adını dahi duymamıştım.

Az aydınlatılmış boş bir salondan geçtim, içerde kimse yoktu. Yandaki odaya geçilen kapıyı arıyordum. Beni yurt üyesi karşıladı, havagazı lambasının şüphe uyandıran aydınlığı altında, odada bro­şürün yazarı hariç, dört kişi daha vardı. Yazar beni derhal selamladı, partinin yeni üyesi sıfatıyla bana hoş geldin temennisinde bulundu. Biraz şaşırmıştım. Benden izahatımı biraz sonraya bırakmamı istedi­ler. Çünkü Reich Başkam henüz gelmemişti. Biraz sonra o da geldi. Sternecker’de Feder’in konferansına başkanlık eden şahıstı. Adı M. Harrer idi. Diğerlerinin de adlarını öğreniyordum. Münih teşkilatı başkanı Anton Drexler idi .Son toplantının zabıtları okundu. Muha­sip raporunu açıkladı. Parti topluluk olarak yedi mark elli feniğe sa­hipti. Rapor üzerinde muhasip güven oyu aldı. Bu husus da zabta geçirildi. Daha sonra başkan; Kiel, Dusseldorf ve Berlin’den gelen mektuplara verilen cevapları okudu. Herkes cevapları kabul etti. Gelen tebliğ edildi. Mektup teatisinin artması Alman işçi Partisi’nin yayılmasının gözle görülür bir işareti olduğu ifade edildi. Bunun üzerine tekrar verilecek cevaplar münakaşa edildi.

Acayip, çok acayip bir şeydi. Bu en kötü bir kulübün iç yüzüy­dü. Buraya girmem lazım mıydı? En sonunda sıra gündeme geldi. Gündemde yeni üye kabulü vardı. Yani benim durumum görüşüle­cekti.

Sorular sormaya başladım. Fakat belli belirsiz birkaç direktifin dışında hiçbir şey yoktu. Program yoktu. Üye defteri, hatta hatta bir mühür dahi yoktu. Yalnız göze çarpan, iyi bir niyet ve iyi bir arzu­nun var olduğuydu.

Bu gençleri gülünç duruma düşüren şey, içlerinden gelen sesti. Bu ses, onlara mevcut partilerin bu işi başaramayacaklarını söylü­yordu. Partinin makine ile yazılmış emirlerini okudum. Bu emirler de iyi niyetle beraber acz ifadesini buldum. Çok şey eksikti. Özel­likle mücadele ruhu yoktu. Bu adamların hissettikleri şeyi anladım. Bu o güne kadar parti kelimesine verilen manadan daha fazla bir şey ve yeni bir hareket arzusu idi.

Kışlaya döndüm. Hayatımın en güç sorunu ile karşı karşıya bu­lunuyordum. Partiye girmeli mi, yoksa daveti ret mi etmeliydim? Akıl, ancak ret cevabı verilmesini tavsiye edebilirdi. Fakat hissiya­tım beni rahat bırakmıyordu. Bu partinin mantıksızlıklarını düşün­dükçe hissiyatım onların tarafını daha çok ilzam ediyordu. Ertesi günler artık hiç rahat edemedim. Lehte ve aleyhte olan mütalaaları tartıyordum. Eskiden beri siyasi bir faaliyette bulunmaya kararlıy­dım. Yalnız bugüne kadar bende bir hamle eksikti. Ben bugün bir işe başlayan, yarın onu yarıda bırakan ve mümkünse bir başka işe geçen kimselerden değildim. Bundan dolayı karar vermekte güçlük çekiyordum. Kuracağım müessese ya büyük bir önem kazanmalı, ya da ortadan kalkmalı idi. Bunun, benim için kesin bir karar olacağı­nı, geriye dönülemeyeceğini biliyordum. O zaman bu geçici bir eğ­lence veya oyun değil, benim için gayet ciddi bir işti. Daha o za­manlar olumlu bir sonuca ulaşmadan, her şeye teşebbüs eden kim­selere antipati duymaktaydım. Her yerde görülen bu maymun iştah­lılar, bence nefret edilecek kimselerdi. Ben bu kimselerin hareketle­rini tembellikten daha kötü kabul ediyordum.

Şimdi, sanki kader parmağı ile işaret ediyor gibiydi. Mevcut büyük partilerden hiçbirine girmeyecektim. Fakat bu küçük ve gü­lünç parti henüz taş gibi kaskatı bir teşkilat haline gelmemişti ve herhangi bir kimse için müessir olma imkanı veriyordu. Bu bakım­dan bu partide çalışabilmek mümkündü. Hareket ne kadar küçük ve basitse, ona uygun bir şekil vermek de o kadar kolay olur. Bu partide konuyu, yolu ve gayeyi tayin etme imkanı mevcuttu. Halbu­ki büyük partilerde böyle bir şeyi tatbik imkanı olamazdı.

Bu hususta ne kadar çok düşünürsem, kalbimde böyle küçük bir hareketle bir gün, milletin yükselip gelişmesinin tohumlarının atılabileceği kanaati de o kadar kuvvet buluyordu. Eski köhnemiş fikirlerle veya son feci olayların suçlusu yeni parlamenter rejime bağlı hareketlerle böyle bir başarı sağlamanın imkanı yoktu. Çünkü yapılacak olan iş, seçim için bir slogan bulmak değil, yeni bir dünya görüşü tespit etmekti. Fakat bu isteği gerçekleştirmek son derece zor olacaktı, işte bu görevi başarabilmek için çalışmaya başlarken, benim ortaya koyabileceğim vasıf ve meziyetlerim nelerdi?

Servetsiz, fakir bir insan oluşum, bana tahammülü kolay bir dert gibi geliyordu. Bana en güç gelen şey, adı meçhul kimselere mensup ve milyonlarca vatandaş arasında yapayalnız oluşumdu, öyle bir kimseydim ki, tesadüf benim yaşamama müsaade edebilir, yahut vücudumu ortadan kaldırır da hiç kimse farkına bile varmaz­dı. Buna tahsilimin yetersizliği de ekleniyordu. Aydınlar adı verilen kimseler, düzenli öğrenim görmemiş, gerekli olan bilimi öğrenme­miş bulunanlara sonsuz bir gurur ve azametle tepeden bakarlar. Fa­kat hiçbir zaman şu soruyu sormazlar, Bu kimseler neler yapabilir? Onlar yalnız “ne öğrenmiştir?” diye sorarlar. Bu öğrenim görmüş ki­şiler, çevresi birçok diploma ile çevrili bir aptalı, bu kağıtlardan yoksun zeki bir delikanlıya tercih ederler.

Böylece, bu öğrenim görmüş çevrenin beni ne şekilde kabul edebileceğini kolayca tahmin edebilirdim. Ama bunda aldanmıştım. Çünkü insanları basit ve maddi gerçeklerden biraz olsun uzak kala­bileceklerini sanmıştım.

iki gün süren tatsız hülyalardan ve acı düşüncelerden sonra, ar­tık adım atmanın gerektiği kanaatine vardım. Bu karar, hayatımın kesin kararı oldu. Artık geriye dönüş yoktu.

Alman işçi Partisi’ne üye oldum ve artık yedi numara ile mu­vakkat üye unvanına sahiptim.



Yüklə 1,93 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin