Çemberleri kırarak
Kalktım yine ayağa.
Yine
istiyorlar eğmeye,
Ama ellerinden gelmez:
Yaş iken eğilmeyen
Kuruyunca eğilmez.
ON KİŞİ
(4-33)
Yurdum için “Kalûbala”dan beri
Yapılan savaşlara katıldım.
Çok türlü silah yarası aldım,
Paramparça olup dağıldım.
İki saç telim bir yere gelmeden
Hep kalbim çarparak
Döndüm, doğduğum topraklara.
Şimdi kalan azalarım,
Kopan kollarım, bacaklarım,
Kesilen başım,
Kimi yuvarlanıp, kimi sürünerek,
Yavaş yavaş bir yere toplanıyor.
Anayurdum yardıma çağırırsa,
On parmağım on kişi olur,
Ve yeniden doğrulurum.
BİLMEDİM
(4 – 36)
Bilemedim,
Yüreğimden uçup giden sevginin
Gözlerinden yaş olup akacağını.
Bilemedim,
O selin gelip gölü basacağını.
Şimdi nasıl huzur bulurum.
Bilemedim,
Sevginin dağ suyu gibi akıp
Bulut olup geriye döneceğini.
Oy, bilemedim,
O bulutun omuzuma konup
Fısıltıyla değil,
Gürültüyle haber söyleyeceğini.
BAYRAK İLE ORAYDA*
(6-155)
İnsan, insan olmaya çalışarak
Yaşıyor yerde.
Kumaş parçasını bayrak yapıp
Kaldırıyor yükseğe.
Yiğitlik, güzellik simgesiyle
Yasamışlar onu.
Temiz, güzel renklerle
Boyamışlar onu.
Bayrak, halkın niyeti,
Çehresidir halkın.
Millî orayda kanadıdır,
Canıdır bayrağın.
Bayraksız, oraydasız
Yoktur devlet.
Bunları hatırlayıp
Olun millete, tarihe mukayyet.
Karaçay’ın oraydası
Hem bayrağı Bengüdağ**.
Bengüdağ bayrağımız,
Bengüdağ** oraydamız:
“Sen göklere erişen zirvesin
Kafkas dağlarının içinde.
Cam gibi parlıyor
Ebedî buzların üstünde.
Beyaz kürkün var üzerinde,
Yazın kışın hep giyersin.
Hava soğumaya başlarsa,
Tipi yapmayı seversin.
Güzel, sakin olsa da gün
Durmak bilmez fırtınaların.
Yaz da kış da erimez
Doruğundaki buzların.”***
*
Orayda: marş, millî marş
* * Karaçay’ın simgesi olan Mingitav (Bengüdağ) ın çifte zirveli
silüeti kastediliyor.
*** Burada kastedilen Mingitav (Bengüdağ), ünlü Karaçay şairi İsmail Semen’in aynı isimli şiiridir ve Bilal Laypan buraya üç kıtasını aldığı bu şiirin Karaçay’ın millî marşı olmasını öneriyor.
ÖLÜMÜ SEVERİM
(4-11)
Ölümü severim ben,
Vaktinde gelirse.
Ram olan insanı
Yiğitçe alırsa.
Ölüm kaderin bir işi,
Zahmet de olsa anlanır.
Sorulmadan verilen can
Sorulmadan alınır.
Doğmasak da ölmesek de
Adettir, gelene gitmek.
Biz konuk değil konakbayız,
Hayata kapı açan.
HEPSİNİ GÖSTEREN
(4-14)
Yıldızın sevimliliği sende,
Ayın sevimliliği sende,
Yerin sevimliliği sende,
Sorun bakalım, ne var bende?
Onların hepsini gösteren,
Onları yakın eden,
Aşkın sevimliliği de bende.
SENİN HAKKINDA
(4-17)
Senin hakkında öyle haberler aldım...
Gacırdatıp kayayı ısırasım geldi.
Bıçağı alıp elime, koşasım geldi.
Örtüldü, örtüldü iki kapım,
Sevgi kapılarım kapandı.
Benim sevdiğim nasıl yanıldı,
Beni seven nasıl yanıldı?
Sana boş görünen şey
Ruhuma çok dokundu.
Sevginin kayasından
Yuvarlandı geyik yavrusu.
Sana da ona da kaldırmam
İntikamın kanlı bıçağını.
Bilek gücüyle tutamazsın
Hoşça kal derse, kıvancını.
Sevgi kayasının yüksekliğini
Ondan yuvarlanan bilir.
Sen ey sevgi, insana
Sadece sevinç için veril.
ARADIĞIM ÖZGÜRLÜK
(4-53)
Kader, sen sakla beni
Haksızlığa baş eğmekten.
Ben hayatı sevsem de
Az mı çektim elimden.
Yok, henüz bir yerde,
Benim aradığım özgürlük.
Bu yüzden yüreklerde
Yer etmiş hep ikilik.
Olsaydı böyle özgürlük,
Değişirdi derler, bugünkü hal.
Olmazdı bu dünyada
Kaygı, kavga, sınır, kural.
Ama
böyle bir özgürlük,
Yağmur gibi inmez gökten.
Oturtmak gerek onu
Her insanın kalbinde.
Uğraşalım devler gibi
O günü getirmek için.
Sakınmasın her insan,
Hem fikir hem bilek için.
ALLAH’TAN DİLERSEN ÇOK DİLE
(7-154)
Ahrette ödemek şartıyla, borca
Allah verseydi bana bol akça:
Hasetlerin, açgözlerin gözlerini
Çıkarırdım ve akçanın bir kısmını
Doldururdum onların göz çukurlarına.
Kalanını, Allah veren akçanın,
“Allah” diyen dimağlara verirdim,
Sonra nasıl değişirdi her şey, görürdün.
Ama, Allah’tan diliyorsak bir şey,
Eğlenmeyelim dostlar, ahça-bohça diye,
İsteyelim hepimiz, iman ile aklı,
Bunların üstüne de isteyelim nasibi.
Bizde olsaydı keşki, üçünün birliği...
Ama Allah kime ne vereceğini
Kendisi bilir. Verdiğini biz uğura
Sayalım da edelim hamdü sena.
ANNEMİ ANARKEN
(4-82)
Annemin dokuduğu bu siyah yamçı,
Koruyor beni rüzgârda, soğukta.
Ama garip anam yatıyor kendisi,
Yalnız başına bu kara toprakta.
Onun verdiği güzel Karaçay diliyle
Okuyorum, yazıyorum, düşünüyorum.
Dua ediyorum, zikir ediyorum.
Garip anama bunlardan ne fayda?
Her şeyi borçluyum anama,
Yaşamım, ruhum borçludur derinden.
Bana hayat verdi de çekip gitti,
Ölsem kalsam da ne gelir elimden?
Yaramazdım, kimseyi dinlemezdim,
Koşup gezerdim kendi kendime.
Yonga idim, göçmendim, dağlıydım.
Canına tak mı etti bilmem,
Bana şöyle demişti anam:
“Lâyıksın anasız büyümeye...
Ama üzülüyorum yine de.”
O biliyormuş meğer, bunun zorluğunu,
Ana gidince anlarmış, insan bunu.
“Sen nasıl olursan babana anana,
Senin balan da öyle olur sana”.
Derdi garip, sıkılınca canı,
Az mı üzdüm bu sevdiğim insanı.
Geçen günler dokunuyor bana...
Bugün bile duası, dileği boynumda,
Koruyor beni, veriyor güç...
Affımı, rızasını istiyorim bugün:
Ya Rabbi! Duamı sen ona eriştir,
Yattığı yeri nur pınarına bitiştir.
Kendi sevdiklerine haldaş eyle,
Cennet ehline Sen yoldaş eyle.
Ya Rabbi! Günahlarımı bu dünyada ödet.
Ahirette anamla cennette bir et.
Anama yapamadığım iyiliği,
Ana dilime yapayım.
Arayıp uğraşıp, ona yeni bir söz
Bir güzel söz katayım.
Başka ne yapayım,
Tanrım öğret.
Aşındı, tükendi,
Ama durmadı
Garip yürek.
ÖZDEN YURDUDUR KAFKAS
(7-5)
Çeçen börü Dudaların Cahar
Senin hayrın hepimizi tutar.
Sana benzer nice yiğitler çıkar.
Birleşen güç zulmü yıkar,
Özgür olur Kafkas.
İtleştirmek için uğraştılar börüyü,
Savaştılar kaç yıldır, kaç asır :
Her yere yaymaya yalanı, ölümü,
Yok etmeye yetişen genç dölüyü.
Ama onların dediği olmaz.
Hainleri arayıp buldular,
Amantişler’e altından diş vurdular* ;
Başımıza baş edip üstümüze saldılar,
Böyle böyle tüm gücümüzü aldılar.
Ama diz çökmeyecek Kafkas.
İt gâvurlar anlamıyor bir şeyi:
Yenecek güç vardır zorluğu, işkenceyi.
Özden yürek köle sezimine yenilmez,
Allah diyenler iblislere yenilmez.
Gök kuppeye yakındır Kafkas,
Özden yurttur Kafkas,
Özdenlerin yurdudur Kafkas,
Nartların yurdudur Kafkas,
Gök gürlemesi gibi bir türküdür Kafkas,
Börülerin yurlarıdır Kafkas.
06. 01. 1995
*
Amantiş (ler): 1828’de Rusya’nın Karaçay’ı işgali sırasında onlarla işbirliği yapan yerli hainin adı. Burada çoğul olarak kullanmış. [Y.N.]
ALLAHIM TÜKENMEZ GÜÇ VER
(4-76)
Ben bilirim kendimi, kendime
Nasıl dost, nasıl düşman olduğumu.
Kaç kez ölüp dirildiğimi
Kendim bilirim.
En sevdiğim iki can vardı:
Biri girdi kara yere,
Biri gitti ere.
Gözüm gönlüm karardı.
Ben şiirin kazak börüsü...
Aşındı, inceldi zaman derisi.
Zorbalaştı insan teğrisi...
Kimim ben?
Hayır, ben boş, güçsüz
Nasipsiz bir insanım.
İnsan değil insancığım.
Ama canım çıkmadan,
Karaçay benliğimi atamam,
Haksızlığa, zulme tapamam.
Gerekirse Karaçay’a
Deri bile olurum.
Kabre giren cennetmekân olsun,
Ere giden talihli olsun.
Karaçay’dadır ölenin kabri.
Karaçay’dadır o kızın evi.
Bu nasip. Kalbimi ferahlattı.
Benim gibi sevsin Tanrı yurdumu.
Şefkatle baksın Karaçay’a dönerek,
Halkım yaşasın, sevinci acısını örterek.
İşte Bengüdağ, Kuban. İşte ağaç, taş.
Allahım Sen ver tükenmez gücü,
Karaçay için yaşamayı, ölmeyi.
ANAMIN KABRİ BAŞINDA
(4-74)
Kimi ağlamaya, kimi görmeye,
Geldiler insanlar, dursuz duraksız.
Dayanmaya çalıştım, yüksünseydim
Üzülürdüm orada uçsuz bucaksız.
Bu gece, gecenin bir vaktinde,
Çıkıp geldim taze kabrine,
Ruhum kazak börü gibi uluyarak,
Sessizlikte çocuk gibi ağlıyarak.
Kara yazgın göründü gözüme,
Sağlığını, yaşamını bize verdin.
Engel olamadık hastalığına, ölümüne,
Hangimizden ne hayır gördün?
“Allah” sözü düşmedi ağzından,
Hepimize kaygılanıp durdun.
“Gâvur ilinde kalan küçük oğlum”
Diye, bu dünyadan uçdun.
Gözden uzakta, ağlaya ağlaya,
Allah’tan rahmet diliyorum.
Kökü kesilmiş narin kavak gibi
Kabrinin yanında hüzünle titriyorum.
İKİ DÜNYANIN ARASINDA
(6-79)
Dünya yataktan geniş.
Ama bazı bazı
Yatak dünyadan geniş.
Sevgi ise her vakit
Arşu âlâya erişmiş.
Gökten daha fazla,
Sinlerdeki ay ile yıldız.
Tümünü anlıyorum artık.
Yıldız taş da, taş yıldız da boş,
Yıldız gözler kapandıktan sonra.
Dilek, dua, şiir, mısra da boş,
Verilen süre dolduktan sonra.
Beni seven erde.
Ben seven kabirde.
İki dünyanın arasındayım ben.
Bir dünyadan öbürüne,
Geçiyor büyük de, küçük de
Kalbimin içiyle.
Aşındı kalbim benim,
Tükendi yüreğim benim.
Ozan İsmail ile
Kâzım Hacı da
Bekliyorlar beni.
Alan ülkem Arhız da,
Yeni yetme bir kız da,
Tutuyorlar beni.
İki dünyanın arasında
Şaşkın şaşkın dikiliyorum.
Burada sözü geçen Ozan İsmail, ünlü karaçaylı şair İsmail Semen, Kâzım Hacı da yine ünlü malkarlı şair Kâzim Möçü’dür. [Y.N.]
ŞARKI OKUYOR ZURİYAT BOTAŞ
(6-16)
İnsancıklardan, insanlardan soğuyup
Taş kesilmişti kalbim, taş.
Ama şarkı okuyunca Zuriyat Botaş,
Dokunsam değecek kadar yakın oldu bahar.
Güneş tutulup açılmış gibi oldu yeniden,
Tükenen ay aydınlanıp doldu yeniden.
Yıldız gökten düşecekmiş gibi baktı,
Zuriyat’ın nağmeleri kalbime aktı.
Yerin nefesiyle, göğün nefesi beraber
Gür makamıyla onun nağmesi beraber.
Ömrümce duymadım böyle bir avaz,
Gül bahçesini okşayıp geçti ayaz.
Ebemkuşağından örülen nağmedir,
Zuriyat Botaş’ın güzel çehresi.
“Allahım ver” dedim onun muradını,
“Koru”, halkıma gerekli bu kabiliyeti.
Bu hangi halktan, hangi yurttan diye,
Hayran kaldılar, onu dinleyenler.
Karaçay yurdundan, Karaçay’dan, diye
Gurur duydum Newyork’da, İstanbul’da
Çok karaçaylı Zuriyat’ı dinleyip
Biz de halkız, insanız dediler.
İşte bunun için sağol Zuriyat,
Devlerin yapamadığını yaptın, gördüler.
VERİRİM
(4-36)
Ben veririm, güzel kız sana,
Alıp gökten yıldızları.
Kar altından kardeleni,
Yalnız “hayır” deme bana.
“Evet” desen de, sözünü
Sadaka verir gibi söyleme.
Gençlik yıllarımızı kendimize,
Davacı yapma, ne olur uzatma.
Baksak da yıldızlara,
Kardelenler gibi ecelliyiz.
Mühleti uzatmanın yararı ne?
Bu, olacak iş olduktan sonra.
Dallarına seviniyor,
Kendisi de henüz genç kavak.
Ondan ibret alarak
Biraz aklımızı toplasak.
Kavak gitse de budağı kalsa,
Ölüm yok ya orada...
Gençlik var, yeşillik var
Kalbi çarptıran arada.
Karanlık da var, sen de varsın,
Yıldız gibi kaya başında.
Korkmam yolun taşından,
Yıldızlara erişen kavaklar,
Korkarak sağ kalmaz yıldırımdan.
BEN NASIL BİRİYİM ?
(7-27)
Kıznöker¹ ne de sağdıç
Olmadan yaşayıp gidiyorum.
Gençlik hareketlerine katılmadım.
Yaşıma hürmeten, başa geç deseler,
Ben tamada² olmasını beceremem.
Ben hayvanı usulünce kurban edip,
Kesip, yüzüp, içini temizleyip,
Parçalarına ayırıp, ülüşleyip
Tahtaya dizmesini öğrenemedim.
Toyda düğünde öncü olamadım.
İnsan huyunu bilmem ben,
Hayvan huyunu bilmem ben.
Babam gibi hayvan gütmedim,
Koş³ tamadası nasıl olurum ben?
Biraz ot biçmesini becerirdim, ama
Tırpan tutmasını hiç denemedim.
Ot toplayıp öbek bile yapmayan ben,
Cemaat önderi nasıl olurum?
Başsağlığı dilemeyi bilmem.
Cemaatle mezarlığa gidip,
Ölünün nasıl gömüldüğünü, Kabrin nasıl kazıldığını,
Ne okulduğunu, ne yapıldığını
Bilmiyorum. Bir şey bilmiyorum.
“İt gibi dolaşan, it gibi ölür”.
Cenazem nerde kalacak kim bilir?
Kendi halkımdan evlenseydim,
Halkımla birlikte olsaydım,
Bilirdim ben de, bilmem gerekenleri.
Şimdiki çocuklar neyi bilecek?
Ben yine de dilimi biliyorum.
Onlar bunu da bilmeyecek!
Kendim ettim kendime kötülük.
Bu şiir defterime yazılanları
Açacak bir genç çıkar mı?
Talihime, talihine bakar mı?
¹
Nöker: arkadaş, yoldaş.
Kıznöker: Karaçay töresinde evlenen genç kıza, düğün sırasında refakat eden sıhrî akrabalardan bir delikanlıya verilen unvan.
² Tamada: önder, başçı, önde gelen, itibarlı kişi.
³ Koş : müşterek hayvancılık yapılan çiftlik.
KARAÇAY’DA
(4-6)
Güreş tutuyor dağlı çocuklar...
Allah korusun yenilmekten...
Ayıptır yenilgi, dağlarda,
Kenetlenmiş kolları, bu sebepten.
Bügün bile gözümün önünde,
Cesurluk kamanın ucu gibi...
Yürüyorum, mutluluk yüreğimde,
Dağ köyümün kıyısından girerek.
Yaşlılar her zamanki sohbetlerinde:
“Biz bunlardan üstündük” derler.
Alınları kaya kovuğuna benzemekte,
Çok görmüş, çok yaşamış devler.
Yürüyorum. Yolun iki yanında
Çit ören, duvar ören dağlılar.
Selamün aleyküm, kolay gelsin
Taş üstünde yaşayanlar, avullular.
Kayalar
mağrur bakar vadilere,
Gümüş rengi vadi suları da öyle.
Bu pekliği, pehlivanlığı seziyorum,
Hep dağ yollarını adımladığımda.
Taşlar-dağlıcıklar, kayalar-dağlılar.
Bilmek istersen onların birlikteliğini,
Bir taşı kaldır. Taş taşı oynatır...
Öyle tutarlar, dağlılar bir birlerini.
Allah korusun kaya göçüğünden,
Taş düşmesinden de korusun Hüda.
Dağlarda büyük konuşacağını sanma,
Yoksa seni bekler bin türlü bela!
Huzur içinde yürüyorum köyümde...
Kulaklarımı tüm vadiye açarak.
Karşıma çıkanları selamlıyorum,
Yalın ayaklı çocukları ayıplayarak.
Ölsem de kalsam da burada olayım,
Ne olsam da dağlarda bulunayım.
Beni doğurdu, büyüttü burası,
Halkım, seninle hep beraber kalayım!
GÖRÜYOR MUSUN ?
(4-7)
Görüyor musun güneşin doğuşunu,
Aşk gibi al renge boyanarak.
Hep bana gülümsesin gözlerin,
Yanakların da hep bana kızararak.
Bembeyaz karı utandırıp duruyor
Yemyeşil sarıçamın budağı.
Sana hep sevgiyle açılıyor
Seven kalbin sevgi dolu kucağı.
Görüyor musun ayın doluşunu,
Yıldızlarla yanar yürekler.
Oy dudakların, senin dudakların
Dağlarda olgunlaşan çilekler.
Nasıl da özlem doluyum sana
Kimseye demesem de açıktan.
İlgi duymazsan, garip kalbim
Sahipsiz tazı gibi ulur açlıktan.
Güneş vuruyor önce tepelere,
Sonra da vadinin taşlarına.
Lâyık değilsem de istiyorum,
Gülümseme sakın başkalarına.
Görüyor musun genç kavağı,
Yaralamışlar her yanını.
Her şeyden korkarım senin için,
Bana ver de saklayım canını.
Kim olsa da bakar bir tarafa...
Can taşıyanın gelir bir gün eceli.
Bilinmez yarının ne getireceği,
Uzatıp durmayalım bu mühleti.
Dağ suyunun şırıltısı gibi sözün
Kalbinden kalbime geçiyor senin.
Çolpan gözlüm, elma yanaklım,
Sensin benim en güzel nasibim.
SENİ GÖRDÜM
(3-244)
Yol şaha kalkıp
Ayaklarını yıldızlara dayadı.
Göğe sığmadan yanan güneş
Su kovasına sığıverdi.
Kalbimi eline aldın da
Yeni doğan bebek gibi,
Yıkayıp severek
Öpüp yerine koydun.
Dünyanın
en temiz yağmuru,
Gözlerinden gönlüme yağdı.
Güvercinlerin gölgeleri
Güvercin olup yükseldiler.
Ağaçların gölgeleri,
Ağaç olup dikeldiler.
Yıldırım yıldırıma çarptı,
İkisi birden yandılar.
Ebemkuşağı belini doğrulttu da,
Sırtına umudu bindirdi.
Önü sonu olmayan zaman,
Ucu bucağı olmayan mekân,
Balçık bulaşmış, nur ışığı-Adam.
Selam verdiler. Seni gördüm.
NEREDE YAŞASAM DA
(4-28)
Orada, dağlarda kar yağdı,
Burada da değişti gün.
Bahar çimeni gibi bahar karına,
İyice bak, sen benim için.
Kar yerine yağıyor yağmur,
Burada kışın adeti böyle.
Doğduğu yerden iyisi var deyen,
Yalan söyler kendi kendine.
Ama bu yerin insanları,
Bu yerlere bağlanmışlar.
Sulanıp yeşeren yerleri
Ağaç bahçeleri yapmışlar.
Özgürüm, nerede yaşasam da,
Ama dağlıyım, dağlı kaldım.
Gidip Bengüdağ’ın koynundan,
Sımsıkı kucaklar gibi oldum.
KUL HÜVALLAHÜ AHAD
(7-148)
Eskiden çok gözüpektim,
Bir deli fişektim.
Rahat huzur bilmeyen,
Bir aygır yürektim.
Kurda ya da kısrağa
Şaha kalkıp kişnerdim.
Gece gündüz durmadan
Onları düşlerdim.
Bedende ruh yokmuş gibi,
Korku gelmezdi aklıma.
Bedensiz gibi şimdi ruh,
Titriyorum kendi başıma.
Şu işe bir bakın,
Korkuyorum ben canıma.
Korkunun geldiği yana,
Gideyim de alayım yara.
Canım boğazımda titreyerek
Durmaktansa ömürboyu,
Çıkıp gitsin bu canım.
İstedim bugün ölmeyi.
Düşman nerede?
Şehitlik yolu
Bugün bana açılsın.
Korkak canım düşmana
Ok-top olup saçılsın.
Ben en büyük düşmanı,
Ölüm korkusunu yendim.
Diğer düşmanlar boş,
Ben yiğitlere özendim.
Yurttan kaçıp gitti düşman,
Kaldım sağ, gönlüm sınmadan.
Allah gitmedi kalbimden,
Kızıp soğumadım kendimden.
En güçsüz, korkak bir can
İdim ben dağlarda.
Saklamadım kendimi,
Halkım için kavgada.
Ölüm o kadar zor değil,
Korkakların dediği gibi.
İnsancıkların korktuğu gibi,
O kadar zor değil ölüm.
Bana açılan göklere,
Bakıp gülümseyerek, rahat
Ölüyorum. Her şey boş, tek gerçek:
“Kul hüvallahü ahad”.
Her türlüsünü.
Geçirmek için.
Yaptılar.
İçeri girdiler.
Ayırmadan.
Kurmak için.
2
Yazdılar.
Duymuyorlar.
Kulakları sağır olanlar.
“Hannas” diye bağırıyor İblis.
İnsan kalbinden çıkıyor avaz.