Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 171-172; Öz, istanbul Camileri, I, 83; Kumbaracı, Sebiller, 29; Eyice, İstanbul, 40; (Konyalı), Abideler, 65-66; Unsal, Eski Eser Kaybı, 37-39; Kütükoğlu, istanbul Medreseleri, 355; Kütükoğlu, Darü'l-Hilafe, 32-53; Z. Nayır, Osmanlı Mimarlığında Sultan Ahmet Külliyesi ve Sonrası (1609-1690), İst., 1975, s. 188-191; A. Egemen, istanbul'un Çeşme ve Sebilleri, İst., 1993, s. 646.
AHMET VEFA ÇOBANOĞLU
MERZİFONLU KARA MUSTAFA PAŞA MESCİDİ
Zeytinburnu Ilçesi'nde, Kazlıçeşme'de, semte adını veren çeşmenin biraz güneyinde yer almaktadır. Eski deri fabrikalarının yakın tarihte yıktırılması ile bugün boş arazide yer alan bu yapı Kasaplar veya iskele Mescidi adı ile de tanınmaktadır.
ilk yapısı 17. yy'ın sonlarına tarihlen-dirilen mescidin banisi Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'dır. 1195/1780'de e-saslı bir tamir gördüğü bilinen yapı zamanla harap olmuş, son yıllarda tekrar tamir edilmiş ve tamamen yenilenmiştir. 1990'lı yıllarda burada bulunan eski deri fabrikalarının yıktırılması ile çevresi boşalan mescit bugün ibadete kapatılmış ve görevlisi de yakınındaki Fatih Camii'nde görevlendirilmiştir.
Eskiden fevkani olduğu bilinen yapı
MEŞE
404
405
MESERRET KIRAATHANESİ
SÜTUNU) FORUMU, J# FORUMU « CONSJÂNTfNuf==™ffi%*USTElON
i SÜTUNU /7/7EÛKSIPPOS HAM,
; (ÇEMBERLlTAŞ)/y
jigg^^ HWODROM
Bizans döneminde kenti boydan boya aşan Mese'nin güzergâhı. Doğan Kuban
bugün kare planlı, üstü ahşap tavanlı ve kiremit kaplı bir çatı ile örtülüdür. Yapının batı cephesinde hafif bir çarpıklık söz konusudur. Bu cephede yer alan dikdörtgen açıklıklı bir kapı ile mescide geçilir. İçeride kuzey ve batı yönde dört tanesi serbest, iki tanesi duvara bitişik olan altı a-ğaç direk ile taşınan "L" şeklinde ahşap bir mahfil bulunmaktadır. Kuzey ve güneyde ikişer, batıda bir. doğuda dört pencere ile yapı aydınlanmaktadır. Mescitte bulunan minber ve vaaz kürsüsü yeni o-lup ahşap malzemeden yapılmıştır.
Mescidin minaresi alışılmışın dışında batı duvarının mihrap duvarı ile birleştiği köşeye yakın olarak yerleştirilmiştir. Altta yukarı doğru daralan çokgen kaide ü-zerinde silindirik gövdeli minare tek şe-refeli ve üzeri kurşun kaplı piramidal külahlı olup gövdesi tamamen sıvalıdır.
Caminin mihrap duvarında batı köşesine yakın yerde bulunan ve üzerindeki iki satırlık kitabesinde Merzifonlu Mustafa Paşa'ya ait olduğu anlaşılan bir çeşme vardır. Kitabe bir tamir kitabesi olup üzerinde 1239/1823 tarihi yazılıdır.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, l, 227; Tanışık, istanbul Çeşmeleri, I, 248; Öz, İstanbul Camileri, I, 85.
AHMET VEFA ÇOBANOĞLU
MEŞE
Kentin bütün tarihi boyunca kaburgasını oluşturan anayol ya da orta yol (Türk döneminin Divanyolu) Roma ve Bizans döneminde Meşe (erken dönemlerde Tauri Forumu'na kadar Regia) adını taşımıştır. Bu yol Trakya'dan Bizantium'a gelen eski Via Egnatia'nın sonradan kent içinde kalan bölümüdür.
Mese'nin Beyazıt'tan sonra Edirnekapı ve Aksaray'a doğru uzanan bölümü Aya-sofya-Beyazıt arasında kalan bölümü kadar iyi bilinmiyorsa da yarımadanın ortasından geçen bu yolun kent yaşamında bir omurga görevi gördüğü, Konstanti-nopolis'in ve istanbul'un kent içi imgesinin onun çevresinde şekillendiği biliniyor. Meşe konusundaki bilgiler temelde yazılı belgelere dayanmaktadır. N. Fıratlı'nın Mi-lion kazısı sırasında, yolun altındaki kanalizasyona ilişkin bilgiler; Meşe ile Antiohos Sarayı arasında 1964'te Naumann tarafından yapılan kazıda ve Çemberlitaş, Beyazıt çevresindeki kazılarda, yol kaplamasına ve revaklara ilişkin bazı ayrıntılar bulunmuştur.
Meşe, bugünkü Divanyolu(-») gibi düz bir doğrultuda Beyazıt'a kadar uzanıyordu. Genişliği bütün öğeleriyle birlikte 25 m civarındaydı. Bu revaklar çok kez yanmış, depremlerde yıkılmış, zaman içinde büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. 406'daki büyük yangından sonra II. Teodosios döneminde çıkarılan bütün yasaklara karşın Meşe' nin revakları 5. ve7. yy'lar arasında çok kez yangınlarla tahrip olmuştur.
Mese'yi Roma çağının bir mimari yapıtı ve kent düzeninin bir öğesi olarak tanımlamak gerekir. Constantinus kenti kurarken sarayla kendi forumu arasında iki kadı bir revak yaptırmış ve bunu heykeller
ve sanat yapıtlarıyla süsletmişti. Bu revak-lı yol Regia (ya da Pigia) adını taşıyordu. Pseudo-Kodinus bu revağın surlara kadar uzandığını yazar. Fakat Augusteion'dan Porta Auera'ya kadar uzanan 3,5 km'yi geçen bu yolun kendinden sonra gelen imparatorlar tarafından tamamlanmış olacağı da düşünülebilir. Kaldı ki Mese'nin çevresindeki görkemli mimarinin, forumların, yapıların oluşması yüzyıllarca sürmüştür.
Doğu Roma başkentinin bu anayolu, ortada büyük taş döşeli yaya ve araba yoluydu. Yolun altında büyük bir itina ile yapılmış ve Roma kent düzeninin ulaştığı düzeyi gösteren, tuğla ile örülmüş kanalizasyon kalıntıları bulunmuştur. Mese'nin iki tarafında yoldan bir-iki basamakla çıkılan iki katlı revaklar vardı (embolos). Bu revakların arkasında dükkânlar sıralanıyordu. Duvarları tuğladan yapılmış, birinci katı muhtemelen tonozlarla örtülü, kolonları mermer olan bu revakların dükkânları ve çatıları ahşaptı. Revaklar arasında ahşap merdivenler; birbirini izleyen revaklarda değişik mesleklere mensup ticaret erbabının dükkânları ya da bölgeleri vardı. Dükkânların sahipleri bunlara yakın civar evlerde oturuyorlardı. Çarşı gibi çalışan bu revaklara halk "agora" diyordu. Bu dükkanlı revaklar Osmanlı döneminin arastalarına tekabül eder. Fakat inşaat sistemleri farklı olduğu gibi, iki katlı idiler ve heykellerle süslenmişlerdi. Zaman içinde bu revaklar çevresinde, derme çatma, ahşap birçok depo, satış yeri cinsinden ek yapı türemiş, Osmanlı dönemindeki yangınlar gibi, Türk dönemi öncesinin birçok yangını da bu revaklarda başlamış, imparatorluğun ekonomik zaafa düştüğü çağlarda giderek yok olmuşlardır.
Bizantion'un agorasına tekabül ettiği düşünülen Augusteion'a(-t) saray kapısına ve Milion'a bağlanan Meşe, kentin bu gösterişli meydan ve yapılarının, ünlü Ba-silike Stoa'nın ve Hippodrom'un(->) olduğu bir noktada başlıyordu. Saray, Ayasofya ve Hippodrom nedeniyle burası kentin en önemli sosyal ve politik olaylarının geçtiği yerdi. Batıya doğru uzanırken, yolun hemen başında Milion Meydanı vardı, imparatorluğun kentlerinin başkentten uzaklıkları Milion'dan başlayarak hesaplanırdı (bak. Milion Taşı) Meşe bugünkü gibi hafif yükselerek Çemberlitaş'm(-0 merkezini oluşturduğu Constantinus Forumu' na(->) geliyordu. Augusteion'a en yakın olan dükkânlarda en pahalı eşyalar satılırdı. Saray kapısından Milion'a gelene kadar parfüm satıcıları vardı. Böylece kötü kokuların saraya gitmesi önlenmiş oluyordu. Daha sonra ünlü Zeuksippos Ha-mamı(-0 yakınında kumaş satıcıları bulunuyordu. Daha sonraki yüzyıllarda (9. yy) gümüşçülerin (argiroprateia) dükkânlarının da Milion ile Constantinus Forumu arasında olduğunu öğreniyoruz. Kuyumcular da bu bölgedeydi. Constantinus Forumu (Foros) kentin ana forumu kabul edilir, kentte forum dendiği zaman Constantinus Forumu anlaşılırdı. Burada da kumaş tüccarları vardı. Bu forumda di-
ğer idari yapılarla birlikte Praetorium(->) (vilayet konağı) bulunduğu için, aynı zamanda kentin idari merkeziydi. Halic'e inen ticaret bölgesiyle bugün olduğu gibi doğrudan ilişkili birçok yol Mese'ye açılıyordu. Bu yollarda da revaklar vardı. Bunlardan bir tanesi Makros Embolos (Uzun Çarşı) günümüze kadar adını ve revakları hariç varlığını korumuştur (bak. Mercan). Fatih'in ilk bedesteni de Constantinus Forumu çevresinde yapılmıştır. Bu durum, İstanbul'da bazı eşyaların satıldığı yerlerin bile Constantinus'tan Fatih'e kadar süreklilikle uzandığını gösterir.
Meşe, Constantinus Forumu'ndan sonra yine Regia adı altında batıda Theodo-sius Forumu'na ulaşıyor ve onun doğusundan geçerek Aksaray'a doğru uzanıyordu (bak. Beyazıt). İki forum arasında fırıncıların (artopoleia) dükkânları vardı. Roma' daki Traianus Forumu'ndan esinlenmiş olan Theodosius Forumu kentin önemli bir anıtsal meydanıydı. Kentin büyük anıt sütunlarından bir diğeri olan Theodosius Sütunu buradaydı. Daha sonraki dönemlerde bu forum batısındaki Tauri Forumu ile bir anlamda birleşerek sadece Tauri Forumu(-») olarak tanınmıştır. II. Teodosios Takı Meşe üzerinde olmalıdır. Fakat bu anayolun Beyazıt'tan sonra ikiye ayrılıp Yedikule'ye ve Edirne Kapısı'na gittiği meydan olan Filadelfion'un(->) yeri tartışmalıdır. Bu konuda yeterli arkeolojik veri ortaya çıkmamıştır.
Tauri Forumu ile Bous Forumu (Aksaray) arasında üç önemli kent öğesi vardır: Kapitol, Filadelfion ve Amastrianon. Ka-pitol Roma'daki gibi merdivenlerle çıkılan bir platform üzerindeydi ve Tauri Forumu' ndan sonra geliyordu. Mango'ra göre burada Jüpiter, Minerva ve Jünon'a ait bir tapınak ve üniversite bulunuyordu. Arazinin topografyasına göre bunun bugünkü Hasan Paşa Medresesi ve Bayezid Hamamı yakınında olması gerekir. Yol bugünküne yakın bir yönde Koska'ya(->) inerken de Filadelfion'a ulaşmış olmalıdır. Çünkü bu noktadan sonra ikiye ayrılarak Şeh-zadebaşı üzerinden Constantinus'un Mar-tirion'una ve Edirnekapı'ya uzanıyordu. Bu yol ayrımının çok daha aşağı bir kotta olması topografik olarak pek anlamlı değildir. Burası Meşe üzerinde ve Vezne-ciler'e doğru uzanan bir meydan olarak düşünülebilir. Filadelfion'un genellikle Şehzade Camii civarında olduğu söylen-mişse de, Beyazıt'a daha yakın, KapitoPle ilişkili bir ara kotta olması araziye daha uygundur (Mango, Laleli Camii'nin yerinde olduğu kanısındadır). Daha sonra Meşe, Laleli Camii civarında Amastrianon Forumu'na(->) ulaşıyordu. Aksaray'a inen yokuşun Lykos (Bayrampaşa) Deresi vadisi ile buluştuğu düzlükte, sınırlarını bilmediğimiz Bous Forumu(->) vardı. Bous Forumu, Marmara üzerindeki limanlarla ilişkili büyük bir hayvan ve tahıl pazarıydı. Burada Meşe dereyi geçerek ve büyük bir olasılıkla bugünkü Cerrahpaşa Cadde-si'ni izleyerek İstanbul'un yedinci tepesine tırmanıyordu. Bu bölge, sınırları pek belli olmayan ve Bizans döneminde Kse-
rolofos adıyla anılan Türklerin Yayla dedikleri düzlüğe çıkardı. Yayla'ya çıkıldığı yerde, Cerrah Mehmed Paşa Külliyesi'n-den(->) sonra, surlara giden yol üzerindeki son forum olan, ünlü Arkadios Sütu-nu'nun(->) süslediği, Arkadios Forumu' na(-0 varılıyordu. Daha sonra yol batıya doğru devam ediyor ve Constantinus döneminde kentin anakapısı olan Altın Kapı' ya(-t) (Porta Auera) varıyordu. Constantinus Suru'nun(->) bu ilk kapısının bugünkü Esekapı Medresesi civarında olduğu tahmin edilmektedir. Teodosios Surları yapıldıktan sonra Altın Kapı Yedikule'ye gitmiş, Meşe de oraya kadar uzamıştır.
Mimarisinin bütün görkemine karşın Meşe, üzerinde zafer alayları ya da dini alaylar düzenlenmediği zaman, Mahmut-paşa Çarşısı'mn eski dönemlerine benzerdi. Ayaklarına kadar uzanan yünden tunikler giymiş, başları örtülü kadınlar, yine benzer şekilde daha kısa tunikler giymiş erkekler, bazen katırların çektiği süslü arabalara binmiş zengin kadınlar, atla ve maiyetleriyle gezen büyük idareciler ya da zenginler, Osmanlı döneminde olduğu gibi sırt hamalları, yük taşıyan deve, at, katır ve eşekler, sokak satıcıları, revakların arasında dükkânlar önünde kurulmuş tezgâhlar, hayvan sürüleri, bugünkü Türklerin hiç de yadsımayacağı, gürültülü ve renkli bir günlük yaşam gösterisiyle kentin bu anayolunu doldururdu. Fakat büyük merasim günlerinde, örneğin dini alaylarda, özellikle imparatorlar seferden zaferle dönerken, esnaf loncaları yolları temizlemek ve çiçeklerle süslemekle görevliydiler (bak. alaylar). Bütün bu yaşamın çevresinde forumlardaki anıtlar, heykeller,
çeşmeler, sütunlar, arkada saraylar, kiliseler ve halkın konutları yükselirdi.
Meşe hakkındaki betimlemelerin çoğu erken dönemlere ilişkindir. Daha sonraki dönemlerde forumların çoğu harabe haline gelmiş, yapılarla dolmuş, Mese'nin revakları da ortadan kalmıştır. Buondelmon-ti 1420-1430'da Meşe üzerinde iki revak kaldığını yazar. Fetihten sonra bu revaklar-dan da iz kalmamış, İstanbul'un yeni inşa döneminde ele geçen bütün sütunlar cami, medrese gibi yapılarda kullanılmıştır. Helenistik geleneğin istanbul'daki uzantısı olan revaklı yollar, 6. yy'a kadar yapılmakta devam etmiştir. Bunlara daha çok geç Roma dönemi Konstantinopolis'in bir özelliği olarak bakılabilir. Anıtlar, sütunlar, taklar, heykellerle süslü taş döşemeli meydanları geçerek kenti bir başından öbür başına geçen bir revak düşünmek bugünün insanı için zordur. Fakat Roma'nın günümüze kadar uzanan büyüklüğünün, hayalleri hâlâ işgal eden imgeleri bu olağanüstü yapı gösterileriyle elde edilmiştir.
Bibi. Guilland, Etudes, II, 69-79; Janin, Constan-tinople byzantine, 90-100; C. Mango, Le Deve-loppment urbain de Constantinople (IV-VlIsiec-les), Paris, 1985, s. 27-28, 30-32; Müller-Wiener, Bildlexikon, 269-270.
DOĞAN KUBAN
MESERRET KIRAATHANESİ
Sirkeci'den Babıâli'ye çıkarken Ankara Caddesi ile Ebussuut Caddesi'nin kesiştiği köşede bulunan eski bir kıraathane. Üst katlan da "Meserret Oteli" adıyla faaliyet göstermiştir.
Kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte 20. yy'ın başlarında faaliyette olduğuna ilişkin kayıtlar vardır. H. Z. Uşak-
lıgil Kırk Yıl (yb 1969) adlı anılar kitabında bu kıraathanenin başlangıçta Yıldız Kıraathanesi adını taşıdığını, ancak saraydan çekinildiği için bazı memurların tavsiyesiyle bu adın Yaldız'a çevrildiğini belirtir. Kıraathane o yıllarda Salih Efendi adında biri tarafından işletilmekteydi. Uşaklıgil, şair Abdülhalim Memduh'la (1866-1905) burada buluşup sohbet ettiklerini yazar. Abdülhalim Memduh'un 1900'de Fransa' ya kaçtığı ve bir daha dönmediği düşünülürse Yaldız Kıraathanesi'nin başlangıcını daha eskilerde aramak gerekecektir.
H. Z. Uşaklıgil, H. C. Yalçın, Mehmed Rauf(->) gibi edebiyatçıların devam ettiği kıraathanede 1910'lu yıllarda aralarında H. F. Ozansoy(->), A. N. Karacan(-0 ve S. Enis Atabeyoğlu'nun(->) da bulunduğu "Nayî-ler" grubu da sık sık toplanır.
Yaldız Kıraathanesi'nin ne zaman Meserret Kıraathanesi olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Mustafa Ragıp Esatlı da ittihat ve Terakki Tarihinde Esrar Perdesi (yb 1975) adlı eserinde Yakup Cemil ve arkadaşlarının 23 Eylül 19l6'da Babıâli'yi basma kararı verdikleri zaman Meserret'te toplandıklarını, baskım haber alan güvenlik güçlerinin binayı sardıklarını yazar. Bu bilgi, kıraathane ve otelin büyük bir ihtimalle işletmeci ya da sahip değiştirdiği için adının da değiştiği anlamında yorumlanabilir.
Meserret Kıraathanesi, 1920'li yılların Babıâli'ye ve diğer devlet dairelerine; gazete ve dergi basımevi ve idare yerlerine, yayınevlerine yakınlığı nedeniyle gazetecilerin, şairlerin, yazarların buluşma yeri haline gelmişti. Ayrıca Sultanhamam, Mahmutpaşa, Eminönü, Kapalıçarşı gibi ticari merkezlere yakınlığı bakımından da Anadolu'dan gelen tacirlerin konaklama yeriydi. Bu yüzden üst katları "Meserret Oteli" olarak hizmet veren binanın giriş katındaki Meserret Kıraathanesi de günübirlik, birkaç günlük İstanbul ziyaretçilerinin de uğrak yeriydi.
1930'lu yıllarda da geleneği sürdüren şairler, yazarlar, gazeteciler burada çıkaracakları gazete ve dergi tasarılarını görüşür, tartışırlardı. Bu tartışmalardan biri de Fikret ÂdiFin(->) Asmahmescit 74 (1933) adlı kitabında anlatılır. Nizamettin Nazif (Tepedelenlioğlu), Peyami Safa, Reşat Nu-.ri (Güntekin), Vâlâ Nurettin, Mahmut Ye-sari, Necip Fâzıl (Kısakürek), Ahmet Kutsi (Tecer), Sadri Etem (Ertem), Kemalet-tin Şükrü, Osman Cemal'in (Kaygılı) katıldığı ve oldukça gürültülü patırtılı geçen bu toplantıda gazetenin adı tartışılır. Sonunda, katılanların adlarının ilk hecelerinden oluşan "Penfamoh" gibi garip bir gazete adı ortaya çıkar. Ancak birçok tasarı gibi bu da orada kalır.
Meserret Kıraathanesi'nin 1940'lı yılları da şair, yazar ve gazetecilerle dolu olarak geçer. Bu yıllara tanıklık eden Salâh Birsel, Kahveler Kitabı'nâz (1975) Meser-ret'e geniş yer ayırır. Bu yıllarda kahvehane kapıdan girilince sağ tarafa yerleştirilmiş kanepelerle ikiye bölünmüş ve solda kalan bölüme tavla oynayanlar yerleşmiştir. Tezgâh ve ocağın önündeki sağ kö-
MESİH MEHMED PAŞA CAMÜ 406
407
MESİRELER
şede ise sohbet edenler ya da yazılarını kahvede yazanlar oturur. Ebussuut Caddesi cephesinin sol yanı ile Ankara Cadde-si'ne bakan cephesi baştan başa camlarla kaplıdır. Caddeye gelmeyen sağ tarafın duvarı ise kirli sarı renkte aynalarla kaplıdır. Sol bölümün sonundaki camlı kapı otel kısmına çıkan merdivene açılmakla birlikte otelin ana kapısı Ebussuut Cadde-si'nde bulunmaktadır.
1940'lı yılların birçok edebi olayı burada geçer. Yürüyüş'ü çıkaran topluluktan Rıfat İlgaz, Hüsamettin Bozok, A. Kadir, Ömer Faruk Toprak, Lütfü Erişçi dergi işlerim burada toplanarak yürütürler. Bu yılların müdavimleri arasında Sait Faik Abası-yamk(->), Sabahattin Batur, Rüştü Onur, Sabahattin Kudret Aksal, Salâh BirseK-»), Münir Süleyman Çapanoğlu(->), Ertuğrul Şevket Avaroğlu, iskender Fikret Akdora ve Haldun Taner(->) dikkati çekerler.
1950'li yıllarda Meserret Kıraathanesi'n-de Orhan Kemal(->), Yaşar Kemal, Muzaffer Buyrukçu, Edip Cansever(->) ve Fikret Otyam gibi yeni adlar görülmeye başlar, ikbal Kıraathanesi'ne(-») devam etmeye başlamadan önce Orhan Kemal de buraya sık sık uğrar. Sait Faik ve Orhan Kemal Meserretin coşkulu söz ve davranışlarıyla dikkati çeken ve vaktinin çoğunu burada geçiren bellibaşlı müdavimleridir. Nu-rer Uğurlu'nun Orhan Kemal'in ikbal Kahvesi (1973) adlı kitabı Orhan Kemal'i öne çıkarmakla birlikte Meserret Kıraatha-nesi'nin bir dönemini anılara, gözlemlere dayanarak anlatması bakımından önemlidir. Orhan Kemal'in "Kahvetül Meserret" diye adlandırdığı, Halid Ziya Uşaklıgü'den Nurer Uğurlu'ya kadar birçok şair, yazar ve gazeteci kuşağına mekân olmuş Meserret Kıraathanesi, 19601ı yılların sonunda eski işlevini yitirmiş, sönük bir yer haline gelmiş; "Meserret Pastahanesi"ne dönüşmüş, otel ise faaliyetine devam etmişti. 1970'li yılların sonunda pastane ve otel de kapanmış, uzun süre boş kaldıktan sonra Ziraat Bankası tarafından satın alınıp restore edilmiş ve banka şubesi olarak hizmete sokulmuştur. Bibi. F. Âdil, Asmahmescit 74, ist., 1933, s. 87-
Meserret Kıraathanesi'nin uzun yıllar faaliyette bulunduğu bina. Banu Kutun/Obscura, 1994
88; H. Ziya Uşaklıgil, Kırk Yıl, İst., 1969, s. 152-153, 163; N. Uğurlu, Orhan Kemal'in ikbal Kahvesi, ist., 1973; M. R. Esatlı, İttihat ve Terakki Tarihinde Esrar Perdesi ve "Yakup Cemil Niçin Öldürüldü?", ist., 1975; S. Birsel, Kahveler Kitabı, ist., 1975.
M. SABRİ KOZ
MESİH MEHMED PAŞA CAMÜ, TÜRBESİ VE ÇEŞMESİ
Fatih Ilçesi'nde Muhtesip iskender Mahal-lesi'nde, Hırka-i Şerif Camii(-+) yakınında, Mevkufatçı Sokağı ile eski Ali Paşa Cad-desi'nin kesiştiği yerdedir.
III. Murad'ın (hd 1574-1595) vezirazam-larından, Mısır beylerbeyliği yapmış olan Hadım Mesih Mehmed Paşa (ö. 1588) tarafından 1585-1586'da yaptırılmıştır. Mimar Sinan'a ait kaynakların çoğunda caminin adı geçiyorsa da, çırağı Davud Ağa'nın tasarıma katkısı olduğu olasılığım göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Yapı, doğudan batıya doğru alçalan bir arsa üzerine, batı yönünde sıralanan dükkânlarla zeminin yükseltilmesi sayesinde düz bir zemine oturtulmuştur. Caminin tasarımında daha önce ivaz Efendi ve Mehmed Ağa camilerinde kullanılan sekiz dayanaklı strük-tür kullanılmış, ancak yan galerilerin kullanımı ve avlu tasarımıyla yeni denemeler ortaya koyulmuştur. Enlemesine dikdörtgen bir plan şeması gösteren cami, kesme taştan inşa edilmiştir. Harim mekânını örten 12,80 m çaplı kubbenin basıncı kemerler aracılığıyla sekiz dayanağa aktarılmıştır. Kubbeye geçiş tromplarla sağlanmış, dışarıya taşkın derin mihrap bölümü yarım kubbeyle örtülmüştür. Taşıyıcı sistem, merkezi kubbenin etrafını kuşatan, çokgen kesitli ağırlık kuleleriyle dışarıdan da okunabilmektedir. Cami doğu ve batıdan galerilerle kuşatılmış, ancak galeriler orta bölümün mekân bütünlüğüne katılmamıştır. Söz konusu yan mekânlar, üçer birim halinde alt katta dışarı açılmakta, bunların kaburgalı çapraz tonozları üzerine oturan üst kat ise harim mekânına açılmaktadır. Bu tasarımda, galerinin üstü içeriye açılan oldukça geniş mahfiller halini almış, ayrıca zemin katında duvarların içinde kalan taşıyıcı sistem, yukarıda açıkça görülebilmiştir. Mahfil, pandantiflerle geçilen üçer kubbeyle örtülmüştür. Köşelerde kemerlerin birleştiği yerler iri mukarnaslarla dolgulanıp, mekânı zen-ginleştirmiştir. Altı granit sütunun taşıdığı beş gözlü son cemaat yeri, yanlarda kubbe, ortada aynalı tonozla örtülüdür. Granit sütunların başlıkları köşeleri pahlanarak kaba bırakılmış, yalnızca batıdaki başlık mukarnaslarla süslenmiştir. Son cemaat yeri kuzeye doğru ikinci bir revakla kuşatılmış, üzeri ahşap çatıyla örtülmüştür. İkinci bölümün mermer sütunları kemerlere bak-lavalı sütun başlıklarıyla bağlanmaktadır.
Cami aydınlık bir mekâna sahiptir. Yan duvarlarda mahfil seviyesinde açılan pencereler ve kubbe kasnağını kuşatan 24 pencereden yeterli ışık alınmaktadır. Yan galerilerin pencerelerinden ise, harim bölümüne pek az ışık alınabilmektedir. Dışarıdan pencere dizilerini ayıran korniş iki kat
Mesih Mehmed Paşa Camii
Erkin Emiroglu, 1988
ayrımını göstermektedir. Üst kat pencereleri üç adet sivri kemer içine alınmıştır. Kemerlerin içinde de iki bölüme ayrılan pencereler üstte revzenli, altta lentolu ve demir parmaklıklıdır. Zeminde yan cepheler boyunca açılan üç büyük sivri kemerin ikisi pencere, biri galerilere açılan kapıdır. Pencerelerin kemer aynaları, ajur tekniğinde, çokgenlerin birbirleri içine geçmesinden oluşan geometrik süslemelerle hareketlendirilmiştir. Alt bölümleri düz mermer söveli ve demir parmaklıklıdır. Mermer kapının etrafı baklava biçiminde ajurlu mermerle kuşatılmıştır.
Yapı kuzeyde küçük kubbelerle örtülen on iki birimden oluşan bir revakla kuşatılmıştır. Kuzey duvarı boyunca abdest muslukları sıralanmakta, kayyım ve müezzine ait birer oda avluyu sınırlamaktadır.
Yapının planı gibi süsleme düzeni de Mehmed Ağa Camii'ne benzemektedir. Minber ve mihrap mermerdendir. Mihrabın içi mukarnaslarla dolgulanmış, minber ajur tekniğinde yapılan geometrik geçmelerle dantel gibi işlenmiştir. Camide, çinilerin sade ve ölçülü kullanımı dikkat çeker. Mihrabın etrafı yeşil zemin üzerine kare levhalardan oluşan çinilerle kuşatılmıştır. Levhaların içinde, rozet biçimli kırmızı ve mavi renkli çiçeklerin ve yaprakların, merkezdeki iri bir rozetten çıkarak sıralanmasıyla meydana gelen bir kompozisyon yer almaktadır. Dış bordür-de yarım palmetlerle birleşen cin bulutları, mihrabın iki yanındaki pencerelerin etrafını çevreleyen çinilerle uyumlu bir geçiş sağlar. Doğu ve batı duvarlarındaki ikişer pencere alınlığı lacivert zemin üzerine sülüs yazılıdır.
Minare vezir camilerine uygun olarak kuzeybatıda tektir. Plandaki yeri kıble eksenine göre simetriğinde bir merdiven ku-lesiyle dengelenmiştir. Kesme taş mina-
renin kare kesitli kaideye ve prizmatik üç-genli papuçluğa oturan çokgen gövdesi sonradan yenilenmiş bir külah ile örtülüdür. Mukarnaslı şerefesi özgündür.
Revaklı avlunun ortasında, genellikle şadırvanın olduğu yerde inşa edilen Mesih Mehmed Paşa'nın türbesi, konumu ve planıyla ilgi çekicidir. Sekizgen planlı, açık türbe mermerdendir. Demir parmaklıklı sekiz adet pencereden oluşmaktadır. Sade görünümlü ve küçük ölçekli yapıyı üstte bir palmet frizi dolaşmaktadır. Mesih Ahmed Paşa'nın ölüm tarihi düşünüldüğünde, tasarımın Davud Ağa'ya ait olması olasıdır. Ancak A. Kuran, cami ve avlunun bir bütün olarak tasarlandığını, bu yüzden türbenin de 1585-1586'ya tarihlen-diğini zikretmektedir.
Caminin güneybatı köşesindeki kavşakta bulunan çeşmenin iki cephesi vardır. Mevkufatçı Sokağı üzerindeki tek çeşme günümüze kadar özgün tasarımını korumuş olup klasik üslubu yansıtmaktadır. Kesme küfeki taşıyla inşa edilmiş olan çeşme sivri kemerli bir nişle donatılmıştır. Ki-tabesiz ve bezemesizdir. Eski Ali Paşa Cad-desi'ndeki ikiz çeşme ise, kitabelerde belirtildiği üzere Mesih Mehmed Paşa tarafından 994/1585'te yaptırılmış 1233/1817-18' de de III. Mustafa'nın kızı Beyhan Sultan^) tarafından yenilenmiştir. Beyaz mermerle kaplı olan cephesinin eksenine ve yanlarına toplam üç adet pilastr konmuş, bunların arasına çeşmeler ile onarım kitabeleri, üstlerine de, asıl inşa kitabesini sınırlayan iki silme yerleştirilmiştir. Pilastr-ların başlıkları volütlerle ve girlandlarla bezelidir. Kıvrımlı yaprak kabartmaları ile taçlandırılan aynataşları, bileşik kemerli nişlerle çerçevelenmiş, onarım kitabesi, uçları bileşik kemerlerle son bulan ve birer yaprak kabartması ile bezeli olan büyük kartuşlar içine alınmıştır. Her ikisi de manzum olan kitabelerden asıl kitabe sülüsle, onarım kitabesi ise talikle yazılmıştır. Günümüzde bakımsız durumda olan çeşmeler kısmen toprağa gömülmüş, ikiz çeşmenin en sağdaki pilastrı sökülmüştür.
Dostları ilə paylaş: |