MENDERES VE İSTANBUL
393
MERCAN AĞA CAMİİ
manian sadece isteklerine kılıf geçirmek için kullanarak patolojik boyutlara ulaşan bir yol açma tutkusuyla (bu patolojik durum bugün de vardır), sağlıklı bir planlamanın çözebileceği konularda acele yapılaşmanın kurbanı olmuştur. Kentin 2000 yıldan fazla bir süre hizmet vermiş iş ve idare merkezlerini hâlâ aynı yerlerde düşünmek, bu yanılgıyı gösteriyor. Tarihi kentin özelliklerinin korunması amaçlan-saydi; ulaşım için daha çağdaş alternatifler düşünülebilirdi. Ancak Menderes'ten sonra geçen onca süre de, tarihi çevreye saygının kültürümüzün belirgin bir vasfı olmadığını göstermiştir. Demokrat Par-ti'nin iktidara gelmesiyle birlikte kurulan Anıtlar Yüksek Kurulu (bak. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu) böyle bir bilinçlenmenin tohumu bile olsa, yarım yüzyıla yakın bir süredir köklenip İstanbul'u kurtardığına tanık olunamadığına göre, bilinçlenme sürecinin yıllarla değil, yüzyılın fraksiyonlarıyla ölçülmesi gerektiği anlaşılır. Oysa suriçi ulaşımı için Menderes döneminden beri alternatifler vardı. İstanbul metrosu projesinin 19901ı yıllara kadar uygulamaya geçememiş olması, denizin ulaşım programı içinde ihmal edilmişliği, Abdülaziz döneminde Sirke-ci'ye kadar sokulmuş demiryolunun hâlâ aynı yerde bırakılmış olması, kentin liman tesislerinin (bak. limanlar) hâlâ Sirkeci, Galata, Salıpazarı, Haydarpaşa çevresinde düşünülmesi, o dönemin plancılarının ya da herhangi bir plan kararına uyarak hareket etmeyen Menderes'in gelecek için hiçbir tutarlı vizyonları olmadığını gösteriyor.
1950-1960 dönemi Türkiye'de kent ve
mimari alandaki başka köklü değişimleri de içerir. İstanbul'da belediye sınırlarının büyütülmesi, imar yasası, istimlak yasası, kat mülkiyeti yasası, kente göç, gerçek anlamda gecekondulaşma hep o yıllarda başlamıştır. Doğru ya da yanlış, kent planlamasının profesyoneller katında itibar kazanması da o dönemde olmuş, mimarinin II. Ulusal Mimari Akımı'nın baskısından kurtulup enternasyonal stile dönüşümü de 1950'li yıllarda tekrar başlamıştır. İstanbul'da yeni mimarlığın simgesi Hilton Oteli(-0 (1952-1955) idi. Belediye Sara-yı(-0 (1953), Divan Oteli ve Pastanesi(~0 (1955-1958) Büyükada'da Anadolu Kulü-bü(->) (1959) gibi yapılar modernizmin iyi örnekleriydi.
Fakat on binlerce apartman ve büro yapısı, eskiyi yitirmiş, yeninin ne olduğunu tanımlayamamış bir mimarlık uygulamasının spekülasyonun girdabında ürettiği yeni İstanbul imgesini asıl yaratan ürünlerdi. Bir yandan da, daha o zamandan kent kargaşasından kurtulmak isteyenlerin kendilerine yaratmak istedikleri yeni yaşam ortamlarını hazırlamaya çalışan Levent Mahallesi gibi projeler ortaya çıkmıştı. 1950-1960'lar bugünkü dev me-galopolis İstanbul'un minyatür habercisiydi ve tarihi İstanbul'u tahrip etme açısından bugünkü kadar acımasız olmuştu.
Menderes uygulamalarının yükü, sadece yukarıdaki temel karar yanlışlarında değildir. Bunlar kadar kötü olan, yanlış birikimlerin giderek onarılması olanaksız ve toplumun kaldırmakta zorluk çektiği ağırlıklar yaratmasıdır. Yıkılan bir eski anıt yerine gelemeyeceği gibi, ortadan kalkan bir güzellik de bir daha yaratılamaz. Yeşili
Karaköy
meydanında
yapılan
yıkımlar,
1958
kaldırıp apartmanlar dikilmiş yöre, yeniden yeşile kazandırılamaz. Yanlış saptanmış bir yerleşme yeri, üzerinde yüz binlerce insan yerleştikten sonra boşaltılamaz. Menderes döneminin bütün yanlışları katlanarak ve spekülatif boyutları büyüyüp toprak yağması haline dönüşerek günümüze kadar gelmiştir.
Menderes imarı denen 4 yıllık dönem, II. Dünya Savaşı'ndan sonra sanayileşmekte geç kalmış yarı köylü toplumların çağdaş dünya yorumlarının, iç göçlerle dolup taşan kentlere yansımasının özgün bir örneğidir. Çoğu fakir olan bu ülkelerde politik egemenliği ellerine geçirenler bir balon gibi sürekli şişen metropollerde-ki arazinin rant potansiyelini, bütün diğer kentleşme boyutlarını unutarak paraya çevirmeyi ulusal politika haline getirmişler ve bunu da, dünyada büyük kentlerin içinden geçtikleri deneyimleri göz ardı ederek, çağdaşlık, uygarlık adına yaptıklarını söylemişlerdir. Fakat köklü değişiklik isteklerinin yağmaya dönüşmesi bir politik süreçse, kentleri temelden değiştirme isteği bir kültürel süreç; kentlerin kontrolsüz büyümesi ise tarihi ve biyolojik bir süreçtir. 1950'li yıllara kadar, Türkiye'nin içinde bulunduğu tarihi koşullar büyük kent toprağı spekülasyonunu kısıtlamıştı. Zamanla bütün devlet politikasını kent toprağı rantı üzerine yoğunlaştıran mekanizmalar, toplumun kültürel davranışlarını da bu süreci destekleyecek şekilde yoğurmuşlardır. Menderes imarı olgusu, geç sanayileşen toplumların kontrol edemedikleri bir tarihi sürecin başlangıcıdır.
DOĞAN KUBAN
MERCAN
Eminönü İlçesi'nde. kuzeyde Tahtakale, güneyde Kapalıçarşı, doğuda Mahmutpa-şa, batıda Fuat Paşa Caddesi ve İstanbul Üniversitesi merkez binası ve bahçesi ile sınırlı eski semt.
Semtin kuruluşunun II. Mehmed (Fatih) dönemine (1451-1481) kadar gittiği sanılmaktadır. Semte adını da vermiş olan Mercan Ağa'nın kimliği tartışmalıdır. Kimi kaynaklarda, Mercan'da bir cami, çeşme ve sıbyan mektebi yaptırmış olan Mercan Ağa'nın Fatih'in darüssaade ağalarından olduğu yer almaktadır. Hadîka, Mercan' daki Mercan Ağa Camii'nin(->) banisinin Mercan Ağa olduğunu ve aynı yerde gömülü bulunduğunu yazarsa da, kendisinin darüssaade ağası olmadığını, caminin Darüssaade Ağası Camii diye anılmasının nedeninin, yangından sonra, muhtemelen 1114/1702'de, Darüssaade Nazırı Nezir Ağa tarafından yeniden yaptırılması olduğunu belirtir.
Kapalıçarşı'nmC-O çekirdeğini oluşturan Eski Bedestenin (İç Bedesten) bir Fatih dönemi yapısı olduğu, bu çevrede büyük çarşıların ve bir ticaret merkezinin oluşmasının Fatih dönemine gittiği düşünülecek olursa, aynı yörede ve bütünlükte yer alan Mercan'ın tarihinin de o kadar geriye gittiği varsayılabilir. Ayverdi, Mercan Ağa Camii Mahallesi'ni Fatih dönemi sonu mahalleleri arasında anar. İbrahim Paşa Camii nahiyesinde "Mahalle-i Mes-cid-i Mercan Ağa" adıyla kaydedildiğini ve vakfiye tarihinin 878/1473 olduğunu belirtir.
Mercan semtindeki cadde, sokak, mescit adları bölgenin ticari niteliğini, bir çarşı bölgesi olduğunu ortaya koymaktadır. Örücüler Camii (Mercan Ağa Camii), Ter-likçiler Mescidi (1942'de tümüyle yıkılan Pirî Mehmed Paşa Camii), Çakmakçılar Yokuşu, Uzun Çarşı Caddesi veya Mercan Yokuşu olarak da bilinen Yağlıkçılar ve Örücüler caddeleri, Ağızlıkçı, Hamamcı, Nargileci sokakları, Şamdancı Sokağı, Dök-meciler Sokağı, Çarıkçılar, Sandalyeciler, Fincancılar vb sokaklar, Kapalıçarşı ve Mahmutpaşa yöresinde de aynen görüldüğü gibi, çeşitli esnaf ve zanaatkar gruplarının adlarını taşımaktadır.
Bugün hemen hemen hiç konutun kalmadığı (1980'de Mercan Mahallesi sınırları içinde 2.150 dükkân ve işyerine karşılık sadece 15 konut vardı) Mercan'da Osmanlı döneminde tüccar ve esnafın konakları, evleri bulunduğu bilinmektedir. Fatih döneminde, 15. yy'ın son çeyreğinde Mercan Ağa Camii Mahallesi'nden başka Bezzaz-ı Cedid Mescidi Mahallesi'ni, Saman Veren-i Evvel (Saman Virân-ı Evvel) Mescidi (veya Çukur Çeşme Mescidi) Mahallesi'ni ve Saman Veren-i Sani (Saman Virân-ı Sani) Mahallesi'ni de içeren Mercan semti, günümüzde, batıda Fuat Paşa Caddesi, güneyde Mercan Caddesi ve onun güneydoğudaki devamı Çakmakçılar Yokuşu, doğuda, Fincancılar Sokağı ve kuzeyde Saman Veren-i Evvel Mescidi'nin yakınında İsmetiye ve Vasıf Çınar caddeleri arasında kalan bölümdür.
Mercan'dan bir
görünüm.
Banu
Kutun/Obscura, 1993
Fatih dönemine kadar geriye giden tarihiyle Mercan'da, çoğu mescit ve han türünden, günümüze kadar gelebilmiş veya yok olmuş çeşidi tarihi binalar vardır. Kapalıçarşı'nm Örücüler Kapısı yakınındaki Mercan Ağa Camii muhtemelen 17. yy'da bütünüyle onarılmış, daha sonra da çeşitli dönemlerde yangınlar geçirmiş ve 1946'da restore edilirken orijinal halinden bambaşka bir görünüm kazanmış olmakla birlikte halen varlığını korumaktadır. Atik İbrahim Paşa Camii, Çandarlı Halil Paşa oğlu Vezirazam İbrahim Paşa tarafından, Hadîka'ya göre 1492-1494 arasında yaptırılmış, daha sonra yıkılmış ve onarılmıştır (bak. Çandarlı İbrahim Paşa Camii ve Medresesi).
15. yy eseri Terlikçiler Mescidi (Pirî Mehmed Paşa Camii) 1940larda yıkılmıştır. Tahtakale'ye yakın Saman Veren-i Evvel (Çukurçeşme) Mescidi, Saman Emini Hoca Sinan'a atfedilir ve vakfiye tarihi 1478'dir. Çevrenin eski ve büyük hanlarından 17. yy yapısı Valide Ham(->) Çakmakçılar Yokuşu yakınındadır. Kanlarıyla ünlü olan semtte Fatih döneminde Mercan Odaları(->) vardı. Ayakkabıcı, terlikçi bekâr esnafı buralarda kalırdı.
Mercan, Fatih döneminden başlayıp
1960-1970'lere gelene kadar İstanbul'da pabuç ve terlikçiliğin merkezi sayılırdı. Mercan terlikleri âdeta tescilli bir marka gibiydi. Son 25 yılda, hele de 1980'den sonra Kapalıçarşı çevresinin ticari yapısındaki değişme Mercan'ı da etkiledi. Burası yine bir çarşı ve yoğun bir ticari semt olarak kalmakla birlikte dükkân ve işyerlerinin yapısı değişti ve çeşitlendi. Halen bu bölge her çeşit toptan ve perakende ticaretin yapıldığı işyerleri, dükkân ve hanlarla doludur.
İstanbul'un eski semtlerinin tümü gibi Mercan da, tarih boyunca yangın felaketlerine uğramış; semtteki evler, dükkânlar, işyerleri yanmıştır. Haziran 1645'teki yangın, 1790'da Uzunçarşı'dan başlayan yangın, 1795'te, 1911'de ve 1927'de çıkan yangınlarda semt büyük hasar görmüştür.
İSTANBUL
MERCAN AĞA CAMÜ
Eminönü İlçesi'nde, Mercan'da, Taya Hatun Mahallesi'nde, Örücüler ve Tığcılar sokakları ile Mercan Camii Çıkmazı arasında bulunan yapının banisi Mercan Ağa'dır.
Hadîka, yaptıranın darüssaade ağası olmadığını; yandıktan sonra Darüssaade Nazırı Nezir Ağa tarafından yeniden yapıl-
MERCAN ODALARI
394
395
MERDİVENKÖY
Mercan Ağa Camii
Banu Kutun /Obscura, 1993
dığını, Altuncuzade Hafız Mehmed adlı bir şairin tarih beytine dayanarak göstermektedir. Bu nedenle camiye Darüssaade Ağası Camii de denir. Bu beyte göre cami, 1114/1702'de yenilenmiştir. Yapı "Örücüler Camii" olarak da anılmaktadır.
E. H. Ayverdi, o tamirde duvarların ve boyutların aynen bırakıldığını; yan tarafta topuz parmaklıklı pencerelerin durduğunu; bunların, altlı üstlü iki sırasının da dikdörtgen olmasının yan mahfiller olduğunu gösterdiğini söyler. Yine Ayverdi'ye göre, duvarların çok kalın olması yapının eski olmasının bir delilidir. Ayrıca, Ayverdi, şimdiki yapının 17. yy başının damgasını taşımadığını da belirtir.
Yığma ahşap caminin, dıştan dışa boyutları 21,65x17,15 iridir. Duvar ise 1,25 m kalınlığındadır. 4,65 m genişliğindeki son cemaat mahalli bu ölçülerin içindedir. Oldukça uzun kesme taştan yapılan minare 18. yy özelliği taşımaktadır ve tek şe-refelidir.
Yapı, 17. yy'da (1652-53) sık sık çıkan yangınlarda çok tahrip olmuş, bu tahripler sonucunda gördüğü onarımlarla da yavaş yavaş tüm özgünlüğünü yitirmiştir. Bugün özellikle yapının iç kısmında orijinal denebilecek hiçbir ize rastlanmamaktadır. Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 200-201; Öz, istanbul Camileri, I, 102; Ayverdi, Fatih Devri III, 453-455; Eminönü Camileri, 134-135.
GÜLBİN GÜLTEKÎN
MERCAN ODALARI
Osmanlı döneminde Mercan(-») daha çok ayakkabı, terlik imalathanelerinin bulunduğu ve bunların "kavafiye" denilen malzemelerinin ticaretinin yapıldığı bir semtti. Esnaf, gedik usulüne bağlı bulunduğundan dükkânların sayısı ve düzeni belli idi (bak. gedikler). Buralarda çalışan bekâr işçiler, dükkânların üzerlerinde bulunan odalarda hayatlarını geçirdiklerinden buralara "Mercan odaları" adı verilmiştir. Böylece gedik usulüyle açılmış dükkânların odalarında yatanlar hem kontrol hem de himaye edilmiş oluyordu. Bazen dükkânı Mercan'da bulunan, bekâr veya evi uzakta olan usta ve kalfaların da bu odalarda kaldıkları olmuştur.
Mercan odalarında barınanlar gündüz işlerini bitirip dükkânlarım kapadıktan sonra akşam yemeğine kadar istirahate çekilirlerdi. Yemekten sonra bir müddet sohbet edilir ve yatılırdı. Odalara yabancı misafir davet etmek, buralarda geçici
de olsa hemşeri ağırlamak kesinlikle yasaktı.
Evliya Çelebi, Seyahatname'de Mer-caridaki pabuççu odalarının 8 tane olduğunu yazmaktadır. Mercan odalarında yatıp kalkan bekâr uşakları, şehrin diğer semtlerindeki esnaf içindeki bekârlardan gerek terbiye, gerekse fiziki güç açısından üstün olagelmişlerdir. Yine Evliya Çele-bi'nin kaydettiğine göre bir gün I. Süleyman (Kanuni) (hd 1520-1566), yeniçerilere kızdığında "Terbiyeli olun yoksa sizi Mercan Çarşısı'nda pabuççu bekârlarına kaldırtınm" demiştir. Bu sözü duyan bekârlar da hemen silahlanarak ve "Allah Allah" diyerek Bâb-ı Hümayuridan içeri girmişler, gülbang-ı Muhammediyye çekip padişahın karşısına geçmişlerdir. Sayılarının 40.000 olduğunu, emir buyrulursa sabaha kadar 80.000 olabileceklerini ve padişahın emrinde olduklarını söylemişlerdir. Padişahın arzularını sormaları üzerine de pabuç ve mestlerini biraz daha yüksek bedelle satmak istediklerini belirtmişler, sultan da bu arzularını kabul etmiştir.
Mercan odalarında bulunan bekârlar, 20. yy'a kadar "odabaşı" denilen oda zabitlerinin gözetiminde disiplinli bir şekilde yaşamışlardır. Gediklerin kaldırılması buradaki çalışma ve yaşama düzenini de değiştirmiş, mercan odalarının sayısı yavaş yavaş azalmıştır.
Günümüzde gayriresmi olarak dükkânların içinde ya da üstünde yatıp kalkan bekâr çıraklar nadir de olsa bulunmaktadır. Ayrıca bazı uzak semtlerde bekâr odalarının bulunduğu da bilinmektedir.
Bibi. Evliya, Seyahatname, I; "Bekâr Hanları, Bekâr Odaları", İSTA, V, 2406-2408; H. Kınay-lı, "istanbul'un Eski Dükkânları", Hayat Tarih Mecmuası, S. 8 (Eylül 1970), s. 13-15; "Mercan", IKSA, 2164-2165; Musahibzade, istanbul Yaşayıp, (1992), 195.
UĞUR GÖKTAŞ
MERCİMEK TEKKESİ
Eminönü llçesi'nde, Osmanlı kaynaklarında "Langa-i Kebir" ya da "Langa Yenika-pısı" olarak anılan semtte, Kâtip Kasım Ma-hallesi'nde yer almaktaydı.
Mercimek Tekkesi, aynı adı taşıyan mescide 18. yy'ın son çeyreğinde veya 19. yy'ın başlarında Rıfaî tarikatından meşihat konulması ile kurulmuştur. Mercimek Mescidi II. Mehmed (Fatih) döneminde (1451-1481), Beyazıt'ta, Koska'da ve Cibali'de de birer mescit inşa ettiren Çakır Ağa tarafından yaptırılmış, bütün bu hayır eserlerinin vakfiyesi 884/1479 yılının sefer ayında tescil edilmiştir. Yakınında yer alan Alaca Mescit'in adıyla da anılan tekkenin ilk postnişini, Şeyh Osman Hilmî Efen-di'nin halifesi Şeyh Mehmed Sadık Efen-di'dir (ö. 1821). Adı geçen şeyhin tekkenin banisi olması muhtemeldir. Nitekim Mercimek Tekkesi bazı tekke listelerinde "Şeyh Sadık Tekkesi" ve "Şeyh Sadık Efendi Tekkesi" adlarıyla zikredilmiştir.
Şeyh M. Sadık Efendi'den sonra tekkenin postuna, Şeyh Seyyid Ali el-Leyâli'nin halifesi olan ve Silivrikapı'da, yine Rıfa-îliğe bağlı Alyanak Ali Efendi Tekkesi'nin
haziresinde gömülü bulunan Reis Şeyh Mehmed Sabri Efendi (ö. 1826) geçmiş, kendisini oğlu Şeyh Mehmed Sabri Efendi (ö. 1862) ile torunu Şeyh Ali Haydar Efendi (ö. 1887) izlemiştir. Zâkir Şükrî Efendi'nin Mecmua-i Tekâyâ'sındaki me-şâyih listesinde Şeyh A. Haydar Efendi'nin vefatından sonra tekkenin postuna Nakşibendîliğe bağlı Şeyh el-Hac Süleyman Efendi'nin (ö. 1892) geçtiği belirtilmekte, Bandırmalızade A. Münib Efendi'nin 13077 1889 tarihli Mecmua-i Tekâyâ'sında da Mercimek Tekkesi "Nakşî" olarak gösterilmekte, şeyhinin adı "Süleyman Efendi" olarak verilmektedir. Ancak R. 1329/1913 tarihli Ihsaiyat Mecmuası'nda. Mercimek Tekkesi Rıfaî tekkeleri arasında gösterilmekte, tekkenin tekrar Rıfaîliğe intikal ettiği anlaşılmaktadır. Ayin günü cuma olan tekkede, Dahiliye Nezareti'nin R. 1301/ 1885 tarihli istatistik cetvelinde 2 erkek ile 5 kadının ikamet ettiği kayıtlıdır.
Bulunduğu semtle beraber 1918 tarihli Aksaray yangınında ortadan kalkan Mercimek Tekkesi'nden günümüze hiçbir iz ulaşmamıştır. E. H. Ayverdi'nin yayımladığı 19. Asırda istanbul Haritası'nda, Mercimek Tekkesi'nin "Rıfaî Tekkesi" adıyla işaret edildiği görülmekte, çevrenin, yangından sonra tamamen değişmiş olan topografyası içinde tekkenin konumu tespit edilmektedir. Bu haritada Mercimek Tekkesi'nin arsası, Alaca Mescit Caddesi ile Tekke Sokağı'nın kavşağında bulunmaktadır. Tekkenin mimari programı ve tasarım özelliklerini aydınlatacak herhangi bir belge bulunmamaktadır. Mamafih, kagir duvarlı, kırma çatılı bir mescit-tevhidhane ile bunun kuzeyindeki şadırvan avlusunu kuşatan ahşap tekke bölümlerinin mevcut olduğu varsayılabilir. Ayrıca tekke şeyhlerinin gömülü oldukları bir de türbenin bulunduğu anlaşılmaktadır.
Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 109, no. 6li; Ayvansarayî, Hadîka, l, 206; Aynur, Sa-liha Sultan, 38, no. 184; Âsitâne, 4; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 98-99, no. 397 ve no. 151; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 5; İhsaiyat H, 20; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 67; Öz, istanbul Camileri, I, 102; Ayverdi, Fatih III, 326; Eminönü Camileri, 135-136.
M. BAHA TANMAN
MERDİVENKÖY
Kadıköy'de aynı adı taşıyan semt ve mahalle.
Kadıköy'ün iç kesimlerinde yer alan Merdivenköy kuzeyde Üsküdar llçesi'ne bağlı Libade, doğuda Sahrayıcedit, güneydoğuda Erenköy, güneyde Göztepe ve batıda eskiden Fikirtepe Mahallesi'ne bağlıyken sonradan ayrılan Eğitim ve Dum-lupınar mahalleleri ile çevrelenmiştir. Kuzeyde yer alan ve kısmen Üsküdar ile sınır oluşturan Ankara Yolu ile güneyde Göztepe ve Erenköy'ü ayıran Kayışdağı Caddesi, yerleşmenin en önemli iki sınır-layıcısıdır. Merdivenköy bu iki ana ulaşım aksı arasında yer alan ve her iki yolu birbirine bağlayan Şair Arşi Caddesi çevresindeki düz alanlarda gelişmiştir. Merdivenköy sınırları içinde yer alıp, Ankara Yolu kenarında bulunan ve adını bu
tepenin güney yamaçlarındaki Gözcü Baha'nın kabrinden alan Gözcü Baba Tepesi (Göztepe) Kadıköy'ün de en önemli yükseltilerindendir. Üzeri halen yapılaş-mamış olan bu tepe ile doğusunda Sahra-vıcedit'e doğru yükselen oldukça dik yamaçlar arasında yer alan vadi, Merdiven-köy'ün ilk yerleşme alanıdır.
Günümüzde Kadıköy'ün en kalabalık semtlerinden olan ve hemen bütünüyle yapılaşmış bulunan Merdivenköy, adından da anlaşılacağı gibi Kadıköy'ün en eski ve kırsal yerleşmelerinden biridir. Kırsal ö-zelliklerini yakın zamanlara dek korumuş ve oldukça geç gelişmiş olan Merdiven-köy'de, günümüzde kırsal karakterim hâlâ nispeten koruyabilmiş bir-iki sokağa rastlamak mümkündür.
Merdivenköy çevresinin bir yerleşim alanı olarak oldukça uzun bir geçmişe sahip olduğu bilinmektedir. Eski çağlarda Kocaeli Yarımadası'nın büyük kısmını yurt edinmiş olan Trakların bu çevrede de yaşamış olmaları kuvvetle muhtemeldir. Bizans döneminde bugünkü asıl Merdivenköy civarında bir kadınlar manastırı olduğu bilinmektedir. Yine, 1329'da Osmanlılar ile Bizanslılar arasında, o zamanki adıyla Pelekanon denen, muhtemelen Maltepe veya Gebze yakınlarında bir yerde meydana gelen savaş sonrası Orhan Gazi (hd 1324-1361) ile III. Andronikos Paleologos (hd 1328-1341) arasındaki barış görüşmelerinin de Merdivenköy'de, Andronikos'un av köşkünde yapıldığı yolunda bazı kaynaklarda bilgiler bulunmaktadır. Çeşitli isimleri yanında bugün daha çok Merdivenköy Tekkesi yahut istanbul'un fethine katılmış Şahkulu Baba' nın adına ithafen Şahkulu Sultan Tekke-si(->) olarak bilinen tekkenin yerinde olduğu söylenen bu av köşkü, barış görüşmeleri sonucu Osmanlılara terk edilmiş ve burada Orhan Gazi tarafından bir Ahî dergâhı kurulmuştur.
Bununla birlikte, Semavi Eyice'ye göre, Bizans döneminde inşa edilen saraya ait sayfiye ve av köşkleri imparatorluğun son dönemlerinde çoğunlukla manastır türü dini yapılara dönüştürülmüş olabileceği gibi, 14. yy'dan sonra Üsküdar'a kadar olan sahanın Türk akıncılarının etki alanına girmesinden dolayı da, daha geniş bir çevredeki manastır gibi dini yapıların kısa ö-mürlü ve gittikçe küçülen yerler olduğunu düşünmek yanıltıcı değildir. Bu açıdan, Osmanlılara devredilen manastır ve av köşkü gibi Bizans tesislerinin, bu dönemde önemlerini eyepce yitirmiş olmaları mümkündür.
Osmanlıların Gözcü Baba, Eren Baba, Kartal Baba, Sarı Gazi gibi savaşçı din a-damlarını yerleştirdikleri ileri karakol durumundaki bu tekkelerin bir görevleri de, Osmanlı ilerleyişini kolaylaştırmak için toplumsal ve kültürel taban oluşturmak ve Bizans hakkında bilgi toplamaktı. Tekke şeyhlerine Bizans hakkında bilgi toplama görevi resmen verildiğinden, kendilerine genel olarak Gözcü Baba da deniyordu.
I. Bayezid (Yıldırım) zamanında (1389-1402), Güzelcehisar'ın (Anadolu Hisarı)
Merdivenköy'den
bir görünüm.
Banu Kutun/
Obscura,
1994
yapımından sonra Merdivenköy çevresi bu kaleye vakfedilmiştir. 1402 Ankara Savaşı sonrası Osmanlı Imparatorluğu'nda şehzadeler arasında başlayan taht kavgası sırasında Şehzade Süleyman Çelebi rakiplerine karşı Bizans desteğini sağlayabilmek için Gebze'ye kadar tekrar Bizans eline geçmiş bulunan topraklar üzerindeki fiili durumu kabul ederek, bu topraklan Bizans'a terk eder. Bölgenin Bizans'a geçişi sırasında tekkeler ortadan kaldırıldığı gibi, direnen derviş babalar da öldürülür. Bektaşî inançlarına göre öldürülen bu derviş babalar 40 erenlerdir. Bunlardan Gözcü Baba sonradan kendi ismini alan, Ankara Yolu'na bakan tepeye, Mah Baba ise tekkeye gömülür. Sancaktar Baba ile Hilmi Dede de Gözcü Baba'nın yanında gömülüdürler. Merdivenköy 1424'te Üsküdar'a kadar olan geniş bir çevreyle birlikte tekrar Osmanlı topraklarına katılır ve daha sonra Bektaşî tekkesine dönüşecek olan Ahî tekkesi de yeniden kurulur. Tekke, II. Mahmud döneminde (1808-1839) bir ara Nakşibendî tekkesi olmuşsa da daha sonra tekrar Bektaşî dergâhına dönüşmüştür. Osmanlı döneminde son tamiratı 1898'de yapılan bu tekke en son 1990-1991'de elden geçirilerek kısmen restore edilmiş ve bazı yeni eklemeler yapılmıştır. Şahkulu Sultan Tekkesi diye a-nılan bu yapı halen sosyal amaçlarla kullanılmaktadır.
Merdivenköy, Osmanlı döneminde, 19. yy'ın ikinci yarısına kadar Bizans döneminde olduğu üzere, tarımsal üretim yapılan bir köy yerleşmesi karakterini sürdürdüğü gibi, bu uzun yüzyıllar boyunca hemen hemen batıda Kadıköy, kuzeyde Kısıklı ve doğuda Erenköy'e uzanan geniş bir alan içinde de tek yerleşme olarak varlığını korumuştur. Osmanlı döneminde Merdivenköy'ün batısında, Fikirtepe'ye doğru yer alan mandıradan dolayı yöreye uzun süre Mandıra da denilmiştir. Bugün aynı adı taşıyan ve Kauf-fer'in 1776 tarihli istanbul haritasındaki Mandıra yoluna yakın bir güzergâhı takip eden cadde Merdivenköy ile Fikirte-pe'yi birbirine bağlamaktadır.
19. vy'ın ikinci yarısında Kadıköy banliyölerinde hızlanan yerleşme eğilimlerin-
den Merdivenköy'ün de kısmen etkilendiğini söylemek mümkündür. 1860'ta Merdivenköy muhtarlık haline getirilmişse de özellikle 1880'lerden sonra yerleşme eğilimlerinin bugünkü Göztepe kesiminde yoğunluk ve kararlılık kazanması sonucu zamanla geri plana düşmüş, nihayet 1908' de Göztepe, Merdivenköy'den ayrı bir muhtarlık haline getirilmiştir. Bu dönemde, Kadıköy'den Acıbadem ve Bostancı yönüne uzanan sahalarda geniş bahçeli köşkler inşa edilirken, 1873'te açılan demiryoluna uzak ve sapa düşen Merdivenköy bir süre daha bahçe ve bostanların ortasında ve Şahkulu Sultan Tekkesi çevresinde köy yerleşmesi karakterini devam ettirmiştir. Günümüzde Merdivenköy Mahallesi'nin kuzeydoğu köşesine sıkışmış bulunan asıl Merdivenköy yerleşmesindeki bir-iki köşe ile nispeten genel sokak dokusu bu döneme ait izler olarak halen varlıklarını sürdürmektedirler.
Son dönem Osmanlı yönetici ve ileri gelenlerinin pek azının rağbet ettiği Merdivenköy'de başlıca köşkler de aslında muhit olarak Göztepe'nin bir parçasını oluşturan Fahrettin Kerim Gökay Caddesi (eski Kayışdağı Caddesi) üzerinde yer almaktadır. Bu cadde günümüzde Merdivenköy ile Göztepe arasında da ortak sınır oluşturmaktadır. Bunlardan Dağıstanlı Said Paşa Köşkü'nde I. Dünya Savaşı yıllarında High School Ticaret Mekteb-i Âlisi açılmış ve daha sonra, 1950'li yıllarda Fahrettin Kerim Gökay ile Şair Arşi caddeleri köşesinde bulunan köşkün yerine Harun Reşit İlkokulu inşa edilmiştir. Fahrettin Kerim Gökay Köşkü'nde (eski Canib Bey Köşkü) ise 1967'de bir sinir hastalıkları kliniği açılmıştır. Bu köşk bahçesiyle birlikte özgün durumu hemen hiç bozulmadan günümüze ulaşabilmiş nadir sivil mimarlık örneklerinden birini oluşturmaktadır. Bu me-yanda bahsedilebilecek diğer yapılar ise Bahriye Nazırı Hacı Vesim Köşkü ile Sivas Valisi Reşid Paşa Köşkü'dür ki arsaları a-partmanlarla dolmuş olan bu köşklerden günümüze herhangi bir iz ulaşamamıştır.
Bir zamanlar geniş yeşilliklerin yer aldığı Merdivenköy çevresinde, Gözcü Baha'nın mezarının yer aldığı tepe üzerindeki koru, Şahkulu Sultan Tekkesi'nin ar-
Dostları ilə paylaş: |