MEKTEB-İ TIBBİYE-İ ŞAHANE 3 76
Her cemaatten, belli seviyede öğrencinin alındığı kurumda öğretim dili Fransızca idi. 1842-1843 öğretini yılında, 3 yıllık ilk ve idadi sınıfların ardından 4 yıllık bir tıp ve cerrahi dönemi ile toplam 7 yılda mezun veriliyordu. 1845-1846'da her iki bölümün 5 er yıla çıkarılmasıyla öğrenim süresi 10 yıl olmuştur. Ayrıca askeri eczacı yetiştiren eczacı sınıfı l yıllık eğitimle ebe ile cerrah yardımcısı ve yardımcı sağlık personeli yetiştiren bir bölüm de bulunmaktaydı.
184l'de, prangalı mahkûmların cesetlerinin kullanılması şartı ile disseksiyon izni alınmış, ancak Tersane Hapishanesi'n-den getirilen kadavralar ihtiyacı karşılayamadığı ve kadın kadavraları bulunmaması üzerine, Hekimbaşı ismail Efendi'nin girişimleriyle esir pazarında ölen kölelerin, cinsiyet ayrımı yapılmaksızın okula gönderilmesi sağlanmıştır. Bazı gayrimüslim kadınların, ölen çocuklarının cesetlerini o-kula vermeyi kabul etmeleriyle her cins ve yaştan kadavra üzerinde çalışma olanağı elde edilmiştir.
Hasta başında klinik öğretime önem verilmiş, Dr. Bernard, pek çok dalda başarılı ameliyatlar yapmıştır. Cerrahi Muallimi Konstantin Karateodori(->) de ameliyatları ile ün kazanmıştır. Son sınıf öğrencileri tarafından gerçekleştirilen çeşitli ameliyatlarda da yüksek bir başarı oram elde edilmiştir.
1847'de, Abdülmecid'in isteği üzerine, Avusturya'ya gönderilen, okuldan mezun hekimler, Viyana Tıp Fakültesi'nde ünlü hocaların yaptığı dinleyicilere açık bir bitirme sınavına girmişler, elde ettikleri başarı, istanbul'da Avrupa'daki tıp fakülteleri ile aynı düzeyde tıp eğitimi aldıklarını kanıtlamıştır.
Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane askeri bir o-kul olmasına rağmen sivil halkın sağlığı ile de yakından ilgilenmiş, toplum hayatını tehdit eden salgınlarda öğretim kadrosu ile öğrencileri aktif mücadeleye katılmışlardır. Üsküdar, Beyazıt, Eyüp ve Gu-reba Hastanesi'nde birer muayenehane a-çılmış, buralarda öğretim üyeleri ve yardımcıları ücretsiz hasta muayene etmişler, yoksul hastaların ilaçları okul bünyesindeki Merkez Eczanesi'nden verilmiştir. Eczacılık öğrencilerinin pratik yaptığı bu eczanede üretilen ilaçlar askeri hastanelere gönderilmekte ve çiçek aşısı ile de her yıl binlerce çocuk aşılanmaktaydı.
11 Ekim 1848 günü, Beyoğlu'nda çıkan ve güneyden esen rüzgârın yardımıyla da Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane' ye ulaşan yangın, 300 ev ve okulu mahvetmiştir. Bu yangınla, okulda yıllardır özenerek yapılan her şey kaybedilmiştir.
Yangından sonra okul, Halıcıoğlu'nda, daha önce Mühendishane-i Berri-i Hümayun olarak kullanılan Humbarahane Kış-lası'na taşınmıştır. 1865'teki kolera salgınında, kışla hastaneye çevrilince, idadi bölümü Topkapı Sarayı içindeki Kırmızı Kışla'ya, tıp ve cerrahlık bölümü de Hasköy' deki Gergeroğlu Konağı'na ve 1866'da da Sirkeci'deki Demirkapı Kışlası'na yerleşmiştir. 1874'te yangında harap olan bina-
nın onarılması üzerine tekrar Galatasaray'a nakledilmiş ancak 1876'da Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) buraya taşınınca yeniden Demirkapı Kışlası'na dönülmüştür. Artık okulun adındaki Adliye sözcüğü kullanılmaz olmuştur. Bu tarihlere ait diplomalarda okulun adı, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane (Ecole Imperiale de Medeci-ne-Faculte de Medecine de Constantinop-le) olarak yer almaktadır. Başbakanlık Ar-şivi'ndeki belgelerde 1893'te Mekteb-i Fü-nun-ı Tıbbiye-i Askeriye, 1900'e ait Askeri Tıbbiyenin umumi imtihan cetvelinde ise, Mekteb-i Tıbbiye-i Fünun-ı Şahane a-dı geçmektedir.
Kırım Savaşı'nda (1853-1856) ordu, hekim yetersizliği nedeniyle yabancı hekimler çalıştırmak zorunda kalınca, her yıl mezun olan hekim sayısının düşük olduğu ve ihtiyaca yetmediği anlaşılmıştı. Hekim sayısını artırmanın Türkçe öğretim ile mümkün olduğunu düşünen Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane Nazırı Cemaleddin Efendi 1856' da bir "mümtaz sınıf" açarak seçilen ehliyetli öğrencilere Türkçe, Arapça ve Farsça dersleri verdirmeye başladı. Amacı bu dilleri çok iyi öğrenenlere tıp kitaplarını Türkçeye çevirtmekti. 6 sene sonra kapatılan "mümtaz sınıf öğrencileri, tıp biliminin Türkçe okunabileceğini savunarak, Cemiyet-i Tıbbiye-i Osmaniye'yi(->) kurdular ve tıp kitaplarını Türkçeye çevirmeye başladılar. Diğer taraftan da derslerin Fransızca okutulmasını şiddetle savunan bir kısım yabancı ve azınlık hocalara karşı mücadele etmekteydiler.
Öğrencilerin bütün ihtiyaçlarının karşılanmasına, ara sınıflarda ve mezuniyette başarılı olanların ödüllendirilmesine rağmen derslerin Fransızca olması yüzünden mezun sayısı bir türlü artırılamamıştı. Diğer taraftan sivil halk da ehliyetsiz yabancı hekimlerin elinde kalmıştı. İşte bu sebeplerle, 1867'de okulun bir bölümünde, derslerin Türkçe olduğu, Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye açılmıştır. Türkçe öğretimin başarılı olması, Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâ-ne'de de Fransızca öğretimin terk edilmesini zorunlu hale getirmiş ve 1870'te Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne'de de dersler Türk-çeleştirilmiştir. Bunun üzerine iyi Türkçe
Mekteb-i
Tıbbiye-i
Şâhâne'nin
Demirkapı'daki
hariciye ve
cerrahiye
kliniği.
Nuri Akbayar
koleksiyonu
bilmeyen hocalar ayrılmak zorunda kalmışlar, onların yerine yetişmek üzere 1871' den itibaren Paris ve Viyana'ya hekim gönderilmeye başlanmıştır. Uzmanlık öğrenimi gören bu hekimlerin çoğu dönüşlerinde askeri ve sivil tıp okullarında ders vermeye memur edilmişlerdir.
1870'te, askeri hekimlerin daha iyi yetiştirilmesi amacıyla, Mekteb-i Tıbbiye-i Şâ-hâne'den mezun olan hekim, cerrah ve eczacıların, Haydarpaşa Askeri Hastanesi'nde 2 sene süreyle her klinikte üçer ay staj gördükten sonra tabur ve hastanelere tayin edilmeleri esası getirilmiştir. 1898' den itibaren mezunlar aynı yıl açılan, Gül-hane Tatbikat Mektebi ve Seririyat Hastanesi'nde^) staj yapmaya başlamışlardır.
Nakillerin yarattığı zorluklara rağmen okul bünyesinde, 1887'de Dâülkelp Ameliyathanesi, 1888'de Telkihhane, 1893'te Bakteriyolojihane-i Şâhâne(-»), 1894'te de Vilâdethane (doğumevi) açılmıştır.
Demirkapı Kışlası'nın, gelişen tıp öğretimi için yetersiz kalması yeni bir binanın yapımını gündeme getirmiş ve 1895'te Haydarpaşa'da görkemli bir binanın yapımına başlamış, 1901 de ise karşısında okulun hastanesi olmak üzere 5 pavyonun yapımına girişilmiş, bazı eksikleri olmasına rağmen 1903'te yeni binalarda öğretime geçilmiştir.
1909'da askeri hekim yetiştiren Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane ile sivil hekim yetiştiren Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye, Da-rülfünun-ı Osmani Tıp Fakültesi adı altında birleştirilmiş, daha sonra istanbul Darülfünunu Tıp Fakültesi, 1933'te üniversite reformuyla da İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi adını almıştır.
Bib. A. Altıntaş, "Tıphâne-i Amire ve 14 Mart Tıp Bayramı", 77; S. 117 (Eylül 1993), 45-56; T. Baytop, "Sultan Mahmud Döneminde İstanbul'da Eczacılık", /. Türk Tıp Tarihi Kongresi Bildirileri, Ankara, 1988, s. 141-148: ay, "Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Toplu Eczacılık Öğretimine Geçilmesi ve Sonuçları", Türk Eczacılık Tarihi Katkılar-I, İst., 1992, s. 1; "Ecole de Medecine", Gazette Medicale de Constantinople, Sene l (Ekim 1849), s. 38-39; Ergin, Maarif Tarihi, I-II; S. Eyice, "Dr. K. A. Bernard ve Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne'ye Dair Birkaç Not", Türk Tıbbının Batılılaşması, İst., 1993, s. 97-124; R. J. Gasser, "Profesör
Dr. Joseph Hyrtl und seine beziehungen zur Kaiserlichen Medizinschule in istanbul", Türk Tıp Tarihi Yıllığı (Açta Turcica Historiae Me-dicinae), I, İst., 1994, s. 91-121; F. tsfendiya-roğlu, Galatasaray Tarihi, İst. 1952; A. Kern-bauer, "Sigismund Spitzer und die Medizini-sche Schule in istanbul", Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane ve Bizde Modern Tıp Öğretiminin Gelişmesine Kalkılan, İst., 1993, s. 70-81; "Rapport sur leş Travaux de l'Ecole Imperiale de Medecine de Constantinople", Gazette Medicale de Constantinople, Sene 2 (Haziran 1850), s. 13-20; Tahsin, Tıbbiye, I; M. Skopec, "Zu Leben und Werk von Kari Am-ros Bernard dem Schöpfer und der Seele der rnedicinischen Schule zu Galata Serai", Türk-Avusturya Tıbbi İlişkileri, İst., 1987, s. 100-104; B. N. Şehsuvaroğlu, "Muallim-i Evvel Dr. C. A. Bernard", Türk İstanbul'da Tıp Öğretiminin 500. Yıldönümü, İst., 1971, s. 62-70; ay, Türk Tıp Tarihi, Bursa, 1984; A. Terzioğlu, "Başlangıcından Bugüne Kadar Türk-Avusturya Tıbbi İlişkilerine Bir Bakış", Türk-Avusturya Tıbbi İlişkileri, İst., 1987, s. 21-25; ay, "Dr. Kari Ambros Bernard ve Onun Galatasaray'daki Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane Hakkındaki Fransızca Raporu", TT, S. 103 (Temmuz 1992), 16-23; ay, "Galatasaray'daki Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şâhâne'ye Dair Şimdiye Kadar Bilinmeyen Almanca Kaynaklar", TT, S. 100 (Nisan 1992), 17-26; ay, "Hekimbaşı Salih Efendi ve Onun Prof. Dr. Joseph Hyrtî'e Yazdığı Fransızca Bir Mektup", TT, S. 118 (Ekim 1993), 30-36; ay, "Galatasaray'da Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne'nin Tesisi ve Bizde Modern Tıp Öğretiminin Gelişmesinde Önemi", Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane ve Bizde Modern Tıp Öğretiminin Gelişmesine Kalkılan, İst., 1993, s. 11-23; H. Tritt-hart, "Lorenz Rigler und seine Verdienste für die Entiwicklung der Medizinschule Galatasaray", ae, s. 82-87; E. K. Unat, "Türkiye Cerrahisinde Dr. K. A. Bernard ve Muallim Dr. Konstantin Karateodori", Haseki Tıp Bülteni, 24, S. 3 (1986), s. 241-243; F. N. Uzluk, "Bir Sertifika", Türk Tıp Tarihi Arkivi, c. 6, S. 21-22 (1943), s. 1-8; Y. I. Ülman, "Journal de Constantinople'e göre Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şâhâne'nin Galatasaray Dönemi", (yayımlanmamış yüksek lisans tezi), İst., 1994; S. Ünver-M. Belger, "Tam Bir Asır Evvel İstanbul Tıbbiye Mektebinde Bir Avusturyalı Muallim-i Evvel: Dr. C. A. Bernard", İstanbul
Üniversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası, c. 3 (1940), s. 1420-1425; S. Ünver, "1838'de Dr. Bernard'ın Memleketimize Gelişi", İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası, no. 3-4 (1956), s. 494-510.
NURAN YILDIRIM
MEKTEB-İ TIBBİYE-İ ŞAHANE BİNASI
Kadıköy Haydarpaşa'da, Tıbbiye Caddesi üzerindedir.
Kısaca Mekteb-i Tıbbiye veya Haydarpaşa Tıbbiyesi olarak anılan bina/binalar grubu, yakınındaki Selimiye Kışlası ile birlikte istanbul'un Anadolu yakasının siluetinde varlığını öncelikle duyuran yapılardandır. Siluetteki yerini ve damgasını, yalnız günümüzde bile ölçek dışı sayılabilecek boyutlarıyla değil, mimarisinin özgün biçimiyle çizmiş bir anıttır.
Yapımı için ilk girişimler 1893'te başlamıştır. BOA'âz 20 Muharrem 1311 (3 Ağustos 1893) tarihli Seraskerlik yazısında, mevcut Tıbbiye (Gülhane) binasının artan öğrenci ve hoca kadrosuna dar geldiği, ayrıca harap durumda ve bilimin gerektirdiği düzeyde yapılmasını sağlayacak donanımdan yoksun olduğu belirtilerek geniş, yeni ve mükemmel bir kuruluş olarak yenilenmesi gerektiği, Gülhane'de genişleme ve yenilenme olanağı bulunmadığı belirtilmiş ve Rumeli demiryolunun hemen yanında oluşunun sakıncalarına değinilerek uygun bir yer olarak Haydarpaşa'da mevcut askeri hastanenin yanındaki arazi önerilmiştir. Yazı, arazinin genişliği, temiz havalı oluşu ve manzaraya egemen konumu vb diğer avantajları yanında bir botanik bahçesinin kurulmasına da olanak verdiği belirtilerek sürmektedir. Seraskerliğin gerekçeli önerisi, plan ve keşifler daha sonra eklenmek üzere Serasker Rıza Paşa tarafından sadaret makamına sunulmuştur.
Cemil Paşa (Topuzlu) anılarında, yeni
377 MEKTEB-t TIBBİYE-t ŞAHANE
bir tıbbiye binası tasarısının ilk kez kendisi tarafından II. Abdülhamid'e açıldığını belirtmekte ve padişahın da "Size mükemmel bir Mekteb-i Tıbbiye yaptırmayı vaat ediyorum" dediğim nakletmektedir. Gerçekten de bir süre sonra Serasker Rıza Paşa, padişahın iradesi üzerine hemen çalışmaya başlamış ve işi mimar A. Vallaury' ye havale ettiğini Cemil Paşa'ya ifade etmiştir. Yukarıda belirtilen Seraskerlik önerisi büyük olasılıkla bu görüşmelerle ilintilidir.
Proje çalışmalarının oldukça uzun sürdüğü anlaşılmaktadır. 27 Kasım 1894'te Moniteur Oriental'de yayımlanan iradede yeni tıp okulunun plan ve keşiflerinin kabul edildiği, Avrupa'daki benzer kurumlar düzeyinde, hattâ daha ileri olması istenen okul için hemen çalışmalara başlanacağı bildirilmektedir.
10 Kasım 1894'te mabeyin başkâtibi tarafından Seraskerliğe bir tezkere ile tebliğ edilen iradede tıp okulu için hemen çalışmalara başlanması emrediliyor. Çalışma, Maiyet-i Seniye Erkân-ı Harbiye Reisi Müşir Şakir Paşa başkanlığındaki bir komisyonun hazırladığı projeye göre yapılacaktır. Çalışmalar Seraskerlik kontrolünde olacak, parası da yine Seraskerlik tarafından ödenecektir.
Yeni tıp okulunun ilk taşı koyma töreni 11 Şubat 1895 günü padişah adına Müşir Şakir Paşa'nm katılımıyla yapıldı. Mekteb-i Tıbbiye binasının mimari tasarımı dönemin en tanınmış mimarları olan Alexand-re Vallaury(-+) ve Raimondo D'Aronco' ya(->) aittir. Ancak pek çok yayında, genellikle mimarlık tarihi çalışmalarında, tasarım için yalnızca Vallaury'nin adı verilmektedir. Vallaury, o dönemde Sanayi-i Nefise Mektebi'nde hocadır ve istanbul' da D'Aronco "ya oranla daha çok tanınmıştır. Ayrıca Serasker Rıza Paşa'nm başta "işi mimar Vallaury'ye havale ettim" tümcesi ve projenin de Vallaury konseptine daha yakın duruşu, tasarımın tek başına ona mal edilmesinde rol oynamıştır. Raimondo D'Aronco'nun proje ve yapım çalışmalarına ne zaman ve hangi aşamada katıldığına dair resmi bir belge henüz bulunamamıştır. Tıp tarihi kaynaklarında D'Aronco'nun adı Vallaury ile birlikte anılmaktadır. Askeri arşivler incelenmeden kesin görüş verilemezse de D'Aronco'nun büyük olasılıkla -zaten Yıldız Sarayı kadrosunda olduğundan- Şakir Paşa başkanlığındaki komisyon içinde projeye katıldığı söylenebilir. Uygulama projesi ise bu iki mimarinin yönetiminde geniş bir mühendis subaylar kadrosu tarafından hazırlanmıştır.
Mekteb-i Tıbbiye Şahane binası, daha önce yapılmış (1845) olan Haydarpaşa Askeri Hastanesi(->) ile Selimiye Kışlası(->) arasında Kavak Deresi'nin sol yamacındaki tepe üzerinde ve Marmara'ya bakan alanda inşa edilmiştir. Yaklaşık 80.000 m2' lik bir arsa üzerine 140x80 m boyutunda dikdörtgen bir orta avluyu çevreleyen bir bina olarak kurulmuştur. 19. yy kışlalarını anımsatan planı, sade ve işlevseldir. Orta avlu dört kenarı boyunca sürekli koridorlarla çevrelenmiş; üç kenarda, güney,
MEKTEB-İ TEBBİYE-İ ŞAHANE 3 78
3 79 MEKTEB-I ULUM-I EDEBÎYE
Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane binası
Afife Batur
batı ve kuzey kenarlarında sınıflar ve o-kulun diğer birimleri yapının dış yüzüne gelmek üzere koridorlar boyunca sıralanmışlardır. Doğu kenarında, binanın Tıbbiye Caddesi'ne bakan yönünde ise beş ayrı kitle, planın iskeletini oluşturan koridora eklenmektedir. Bu ayrıksı düzenleme cepheye beklenmedik bir kitle hareketi kazandırırken tasarımı da kışla tipolojisin-den çıkarmaktadır.
Arazisinin eğiminden ötürü bina batıda deniz cephesinde dört, doğu cephesinde üç katlıdır, ayrıca doğu cephesi giriş katı, deniz tarafında üçüncü kata tekabül etmek üzere topografyaya uyumlandırılmıştır.
WC ve hamam gibi ıslak hacimlerle çamaşırhane, mutfak vb servis birimleri kapalı koridorlarla ana binaya bağlanan yan eklentiler olarak düzenlenmişlerdir. Dolayısıyla Marmara Denizi'ne bakan cephesi dışında monoblok cephesi yoktur.
Okul, büyük bir özenle ve para esirgenmeden inşa edildi. İnşaat alanı toplam 24.000 m2 civarındaydı. Duvarlarda Here-ke ve Bilecik ocaklarından özel olarak getirtilmiş renkli granitler kullanılmış, harçlar için Marsilya'dan en iyi su kireci getirtilmişti. Yapıda kullanılan metal strüktür ö-ğeleri Belçika'dan (Fokkeril firması) alınmış, putrelli volta döşeme yapılmıştı. Metal çerçeveli pencereler, Viyana'da hazırlatılarak getirilmiş ve. birçoğu renkli camlarla bezenmişti. Udine Kent Müzesi Arşi-vi'nde bu metal pencere doğramalarından bir ayrıntı çizimi bulunmaktadır. Okulun orta avlusu öğrenciler için bahçe olarak düzenlenmiş, botanik bahçesi için Marmara'ya bakan batı platosu ayrılmış, bahçe i-çin gereken nadir bitki ve ağaçlar Fransa' dan getirtilmişti.
Bu bahçenin önünden uzanan bir yolla Kavak İskelesi'ne inmek ve denize girmek olanağı sağlanmıştı.
Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane binası, büyüklüğüne karşın oldukça hızlı bir biçimde inşa edilmiştir. Şubat 1895'te başlayan yapım çalışmalarını hızlandırmak için Haydarpaşa istasyonu ile şantiye arasında malzeme naklini kolaylaştırmak ve hızlandırmak amacıyla dekovil kurulması bile düşünülmüştü. Mayıs 1896'da duvarların zeminden 2 m kadar yükselmiş olduğu gazete haberlerinden anlaşılmaktadır. Mart
1900'de yine gazetelerde tıp okulunun 2 ay içinde tamamen bitirileceği yazılmaktadır. Okul gerçekten de II. Abdülhamid'in 25. cülus yıldönümüne yetiştirilmiş ancak o-lasılıkla eğitim donanımı tamamlanmamış olduğu için açılamamıştır. Deniz cephesindeki orta pavyonun üzerindeki altın yaldızlı saltanat armasının altına yapımın bitimi için 18 Cemaziyelevvel 1318/13 Eylül 1900 tarihi işlenmiştir.
Okulun açılış ve eğitime başlama töreni ise II. Abdülhamid'in yaşgününde 15 Şaban 1321/6 Kasım 1903'te yapıldı.
Mekteb-i Tıbbiye binası, genel olarak oryantalist karakteri belirgin bir eklekti-sist tasarım olarak tanımlanabilir.
Oryantalist karakter, özellikle Tıbbiye Caddesi'ne açılan doğu cephesinde egemendir. Arkadaki koridora bağlanan dik konumlu beş kitleden oluşan bu cephede ortadaki anıtsal giriş bölümü, hem daha geniş tutularak hem de iki yanındaki kitlelerden biraz daha öne çıkarılarak cephede simetrik bir vurgu öğesi olarak biçimlendirilmiştir.
Bu bölüm kendi içinde üçlü bir kitle düzeni içerir. Merkezi bölüm, zeminde üç açıklıklı bir giriş portikosu ile başlar. Porti-konun ortadaki daha geniş tutulmuş olan üç kemeri, dikdörtgen tabanlara oturmuş kolon çiftleriyle ayrılmıştır. Bu üçlü düzen diğer katlarda da sürdürülür. Sade profilli bir kornişle ayrılan birinci katta ortadaki geniş ve yüksek kemer, iki renkli taşla almaşık düzende örülmüştür. Kolon çiftleri iyice yükseltilmiş tabanlara oturur ve üstte başlıktan sonra yine yüksek tutulmuş düşey parçalarla devam eder. Kolonun strüktür öğesi olarak varlığının ve işlevinin sınırlarını değiştiren ve düşey etkiyi güçlendiren Elhamra/Magrip kökenli bu öğeler, oryantalist repertuvarın çok kullanılan biçimlerindendir. İki yandaki yüksek ve dar dikdörtgen pencerelere, Bursa kemeri türevi olan profilli ahşap çerçeveler yerleştirilmiştir.
İkinci katta merkez aksında, ortadaki yandakilerden daha geniş ve yüksek olan üçlü bir kemer grubu vardır. Yine üstüne düşey parça eklenmiş birer kolon/pi-lastr ile ayrılmış bu üçlü, Osmanlı reviva-list tasarımlarında çok görülen ve görülecek olan bir cephe motifidir. Bu merkez
bölüm, yan bölümlerden ayrılıp yükselerek geniş saçaklarla ve bir kubbe ile son-lanır. Önde dairesel bir eğri ile yükselip küçük bir beşik tonoz gibi biçimlenen saçak, eliböğründelerle desteklenip yanlara doğru olabildiğince açılır. Üstte dar bir kasnaktan sonra çan biçiminde bir kubbe ile örtülür.
Yan açıklıklarda, ince kayıtlarla kafes biçiminde bölümlenmiş geniş pencereler vardır.
Giriş bölümünün yan hacimleri, ilk iki katta ana kitleye bağlı olarak, sonraki katta ise ayrı birer kuleli mekân oluşturarak yükselir. Giriş katının üstündeki mekânlar, yüksek taban ve başlık üstü parçalarıyla düşey etkisi vurgulanmış kolonlarla bölünen büyük cam açıklıklarına sahiptir. Kuleli hacimlerdeki benzer geniş açıklıklar ise Bursa kemeri biçimindedir. Kule, soğan biçimli bir dekoratif kubbeyle bitirilmiştir. Dört köşeye yerleştirilmiş yine soğan biçimli ve alemli dekoratif motifler, ortadaki kubbenin oryantalist etkisini yansılar.
Simetrik konumdaki iki yan kitlede de benzer motif ve biçimler yinelenir.
Oryantalist repertuvarı genişleten bir diğer düzenleme de ana kitleye iki yandan eklenen kitlelerin örtü öğeleridir. Dikdörtgen pencere dizilerinden oluşan oldukça sade cephe düzeninden sonra, birbiri ü-zerinde az yüksek servis hacimlerini barındıran ve gittikçe küçülen mekânların üç katlı örtüsü bir Uzakdoğu tapmağı çağrışımı verir.
Bu oryantalist referanslar dışında, çok parçalı kitleler, her katta değişen, düşey etkisi belirgin öğeler, geniş cam yüzeyleri ince taşıyıcılarla bölen hayli saydam cephe düzeni, uzun doğu cephesinin sürekliliğini hafifletip canlandıran biçimlendirmelerdir.
Deniz cephesinde daha homojen ve • daha kitlesel bir düzenleme yeğlenmiştir. Ortada anıtsal giriş bölümü ile daha alçak ve cepheye homojen karakterini veren yan kanatlar ve iki uçta köşeyi tutan bitiş bölümleri, ön cepheden farklı olarak aynı çizgi üzerinde sıralanır.
Giriş bölümü anıtsal bir merdivenle başlar. Zemin kata kemerli bir giriş veren ama asıl girişe üç sahanlıklı bir dolaşımla ulaşan merdiven, büyük kabul salonuna açılır.
Bu girişin üstü, bir dizi iri konsol taşıyla desteklenen bir çıkma yapmaktadır. Çıkma, sivri kemerli beş açıklıklı bir cephe motifini sunmak üzere tasarlanmış gibidir. Asıl cephe, duvar yüzeyi ve pencereler bu yapıntı (fiktif) cephenin gerisindedir. Çıkmanın üstü oldukça geniş bir saçaklıkla örtülüdür.
Aynı çizgi üzerinde süregiden uzun deniz cephesine derinlik, gölge ve hareket kazandıran bu düzenleme iki uçtaki bitiş bölümlerinde de kullanılmıştır. Yalnız bu bölümlerde açıklıklar, a/b/a/b/a dizilişinde dar ve geniş kemerlerden oluşmaktadır.
Gerek giriş gerekse yanlardaki bitiş bölümlerinde çıkmaların üstündeki katta Osmanlı sivri kemeri biçiminde ve tüm açıklığı kapsayacak genişlikte büyük cam yüzeyler oluşturulmuştur. Büyük sivri kemerin sırt çizgisi, Osmanlı geleneğine referansı güçlendiren bir ayrıntı olarak bir silme takımı ile belirgin bir biçimde çizilmiştir. Bu geniş açıklıkların bulunduğu mekânlar, merkezde camiye, bitiş bölümlerinde vaka takdim amfilerine aittir.
Giriş bölümünün betimlenen cephe düzenlemesini, iki yanından yükselen saat kulelerinin gövdeleri çerçeveler. Biri alaturka, diğeri alafranga ayarlı olan bu saat kuleleri, köşeleri pahlanmış kare kesitli gövdelerinin üstünde kübik bir kitle olarak biçimlenmişlerdir. Geniş bir silme takımı ile gövdeye oturan, köşeleri alttan pahlı, üstünde küçük gölgelikler olan bu küp biçimli öğe, yapının siluetinde etkin bir biçim olarak var olur. Küçük bir sivri kemeri çevreleyen dekoratif bir barok kemerimsiden sonra soğan biçimli bir tepelikle son bulur. Saat kulelerinin arasındaki barok alınlıkta bayrak motifi ile bezeli saltanat arması vardır.
Saat kulesi çiftleri, deniz cephesine olanca saydamlıkla açılan büyük sivri kemerli pencereyle birlikte, Selçuklu medreselerinin çifte minareli anıtsal girişlerini anımsatan bir referans motifi olarak değerlendirilebilir. İki yandaki bitiş bölümlerinde saat kulesinin yerini alan şe-refeli kulelerle bu referans bir kez daha yinelenir.
Binanın deniz cephesinin geri kalan kesimi ve yan cepheler, profilli kornişlerle ayrılmış ve her biri farklı biçimde pencere dizilerine sahip katlardan oluşmaktadır. Pencereler, aşağıdan yukarıya doğru kare, dikdörtgen, sivri kemerli ve eliptik kemerli olarak sıralanır. Bu sade cephe tasarımını canlandıran, "opus reti-culatum" tekniğindeki sarımsı taştan duvar dokusu ile bunun üzerine yerleşen sivri ve eliptik kemerli pencerelerin düz, ortogonal işlenmiş beyaz taş kaplı pencere çerçeveleridir. Son katlarda eliböğrün-deli saçakların gölgelediği küçük dikdörtgen yatakhane pencereleri vardır.
Mekteb-i Tıbbiye binasının baskın oryantalist karakteri yalnız cephelerinde değil iç düzenleme ve dekorasyonunda da gözlenir. Yalnız iç düzenlemede neootto-man çizgi biraz daha önde görünmektedir veya sivri kemerin içeride daha çok
kullanılmış olması böyle bir etki vermektedir. Örneğin kara tarafında Tıbbiye Cad-desi'nden girişteki büyük hol, eskiden Meclis-i Umur-ı Tıbbiye üyelerine ait olan odalara geçilen açık koridordan sivri kemerlerle ayrılmaktadır. Büyük vaka takdim amfilerinde de sivri kemerli geniş eyvanlar kullanılmıştır. Buna karşılık üst katta ortasında anıtsal merdivenin bulunduğu büyük hol, stuka tekniğinde almaşık boyanmış iki renkli ayak dizileri, yüksek sivri kemerli yarım tonozları ile Magrip kökenli biçimleri ve Vallaury'nin bir başka yapıtını, Pera Palas tören salonundaki kimi biçimleri çağrıştırmaktadır.
Büyük giriş holündeki dökme demir parmaklıklı anıtsal merdiven elbet oryantalist repertuvarın dışında bir tasarımdır. Tümüyle İtalya'dan getirildiği belirtilen bu metal strüktürün korkuluklarının flo-ral deseni çeşitli ayrıntılarıyla Raimondo D'Aronco tasarımının özelliklerine işaret eder. Benzer bir yaklaşım cami mekânının korkuluklarında da gözlenir.
Özetle dönemin en yetenekli iki mimarının ve çok sayıda yardımcılarının ortak çalışması olan Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane binası, dönemin en ileri yapım tekniklerinin uygulandığı, egzotik motiflerden yerel olana kadar zengin bir oryantalist repertuvarın sergilendiği ve asıl önemlisi yetkin bir kompozisyonla birleştirildiği gerçek bir kültür ve mimarlık mirasıdır.
Büyük olasılıkla o yıllarda Kadıköy'de olduğu için kent dışı sayılan ve öğretim kadrosuna ulaşım zorluklan getirdiği söylenen bina, yapıldığı yıllardan başlayarak bu kadro tarafından uzun koridorları, büyüklüğü veya kışlaya benzediği gibi gerekçelerle çok da benimsenmemiş ve Tıbbi-ye'nin İstanbul tarafına taşınması eğilimi hep var olmuştu. Öğretim kadrosunda hattâ buna bağlı olduğu söylenen ikilikler belirmiş, önce, Haydarpaşa'da yeteri kadar hasta ile karşılaşamadığı öne sürülerek 1917'de Cağaloğlu'nda yeni bir poliklinik açılmış, bu kez öğrenciler için ulaşım zorlukları başlamıştır.
Okul, 1919'da İngiliz işgal kuvvetlerinin denetimine girmiş, büyük zorluk ve baskılar yaşanmıştır.
Tıbbiye'nin İstanbul yakasına taşınması yanlılarının istekleri ancak 1933'teki üniversite reformu sırasında gerçekleşmiş, büyük harcama ve özveriyle yaptırılan bina Milli Eğitim Bakanlığı'na bırakılmış ve Haydarpaşa Lisesi'nin(-») kullanımına geçmiş, klinik pavyonları da Haydarpaşa Numune Hastanesi adıyla Tıbbiye'den bağımsız hale getirilmiştir. Uzun yıllar yeterli bakım göremeyen bina, nihayet 1990'da Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne verilerek yeniden üniversiter bir kuruluşa bağlanmıştır.
Dostları ilə paylaş: |