Bibi. Müstakimzade, Tuhfe, 465-470; Habib, Hat ve Hattatân, İst., 1306, s. 145-147; Rado, Hattatlar, 155-156; M.C. Baysun, "Eğrikapılı Rasim Efendi", TD, S. 10 (1954), 1-16.
ALİ ALPARSLAN
MEHMED RAUF
(1875, İstanbul - 23 Aralık 1931, İstanbul) Romancı ve hikayeci.
Balat'ta, Kesmekaya Mahallesi'nde doğdu. Sırasıyla Balat mahalle mektebinde, Eyüp Rüştiyesi'nde, Soğukçeşme Rüştiye-si'nde okudu. Küçük yaşta edebiyat ve tiyatroya merak sarması üzerine babası o-nu sivil okuldan alarak Heybeliada Bahriye Mektebi'ne verdi. Okuldaki askeri düzene önceleri alışamadı. Ama bir süre son- ' ra uyum sağladı. Bu arada, dönemin yazarlarına öykünerek yazdığı Gaskonya Korsanları adlı ilk eseri okul yönetimi tarafından elinden alındı. Mehmed Rauf okul yıllarında Fransız romancılarından Alphon-se Daudet, Octave Feuillet, Emile Zola'yı asıllarından okudu. Bu arada Halid Ziya' yi eserlerinden tanıdı.
1893'te okulu bitirdikten sonra Girit'te (1894), Almanya'da Kiel'de deniz subayı olarak görev yaptı. İstanbul'a dönüşünde bir sefaret gemisine irtibat subayı olarak atandı. Boğaziçi'nde demirli bu gemideki 6 yıllık yaşantısı eserleri için malzeme oluşturdu. 1908'de emekliye ayrılarak kendini tümüyle edebiyat çalışmalarına verdi.
Roman ve hikâyelerinde ana konu olarak aşkı, kadın-erkek ilişkisini işleyen Mehmed Rauf'un kendi hayatında da aşk ve kadın önemli bir yer tutar. Yaşadığı birçok gönül serüvenin yanısıra üç kez evlendi. İlk eşi Tevfik Fikret'in halasının kızıdır. İkinci evliliğini İzmir'de yaptı. 1926'da ü-çüncü kez evlendi. 1927'de hastalandı ve hastalığı gittikçe ağırlaşarak sürdü. Cerrahpaşa Hastanesi'nde öldü.
Mehmed Rauf'un yayımlanan ilk hikâyesi "Düşmüş", İzmir'de Hizmet gazetesinde yer aldı. Yazarın Halid Ziya ile tanışması da bu yolla olmuştur. Daha sonra Mektep ve Servet-i Fünun dergilerinde yazdı. Türk edebiyatında ilk büyük psikolojik roman diye nitelenen Eylül de Servet-i Fü-nun'da tefrika edildi (1900-1901). Ga-râm-ı Şebab (Gençlik Aşkı, 1896), Serâb (1909), Genç Kız Kalbi (1912), Bir Aşkın Tarihi (1912), Menekşe (1913), Ferdâ-yı Garâm (1913), Yara (1921), Karanfil ve Yasemin (1924), Böğürtlen (1926), Son Yıldız (1927), Define (1927), Ceriha (1927), Kan Damlası (Define'nin devamı, 1928), Halâs (1929) öteki romanlarıdır. Hikâyelerini İhtizâr, 1909), Âşıkane (1909), Son Emel (1915), Hanımlar Ara-smda(19l4), Kadın İsterse (19 W, Üç Hikâye (1919), İlk Temas İlk Zevk (1919), Pervaneler Gibi (1920), Safo ve Karmen (1920), Gözlerin Aşkı (192<£), Eski Aşk Geceleri (1927) başlıkları altında topladı. Oyunları ve edebiyat üzerine yazıları da (anılar, kişiler) yayımlanmış olan Mehmed Rauf mensur şiirlerini Siyah İnciler (1901) adıyla çıkarmıştır. 1908'de Mehâsin adlı bir kadın dergisi de çıkaran yazarın Zambak adlı açık saçık eserinden başka bu tarzda hikâyeler yazdığı da bilinmektedir.
Mehmed Rauf un romanlarında çoğunlukla varlıklı ya da yaşama düzeyi ortanın üzerinde olan kesimler konu edildiğinden olaylar konaklarda ya da köşklerde geçer. Olayların kahramanları varlıklı ailelerden ya da yüksek memur ailelerindendir. Olaylar Boğaziçi'nde ya da Adalar'da (özellikle de Büyükada'da) yaşanır. Bunun dışındaki semtler İstanbul'un "asri", Batı'ya açık semtleridir (Beyoğlu yakası). Sözgelişi Eylül Yenimahalle'de (Boğaziçi); Ferdâ-yı Garâm Yeniköy ve Beykoz'da (Boğaziçi); Genç Kız Kalbi'w\ bir bölümü îstinye'de (Boğaziçi); Böğürtlen Büyükada, Burga-zadası ve Tarabya'da (Boğaziçi) geçer. Mehmed Rauf eserlerinde İstanbul'un öbür semtlerinden kalıplaşmış yargılarla ve kısaca söz eder. Eserlerine konu olan semtler şehrin tarihsel ve toplumsal yapısının yarattığı örgüden çok doğal yapısıyla, doğal güzelliğiyle anlatılır. Bu açıdan İstanbul Mehmed Rauf için bir artgörünüm, bir "manzara"dır.
Mehmed Rauf un İstanbul'a bu anlayış
Mehmed Rauf
Nün Akbayar koleksiyonu
içinde bakışının en belirgin yanları, en önemli eseri olan Eylül'de neredeyse ana-hatlarıyla ortaya çıkar. Karı-koca-âşık üçgeni içinde sınırlanan bu psikolojik romanın baş kahramanları ve ikinci derecedeki kahramanları aracılığıyla İstanbul zaman zaman değerlendirilir. 1900'lü yıllara göre İstanbul'a (Boğaziçi ve Beyoğlu) uzak, trenle gidilip gelinebilen kırsal (bağlık) bir bölgede yaşayan Eylül'ün karı-koca kahramanları, Suad ve Süreyya'nın düşleri Bo-ğaz'da bir yalıda yazlıkta kalmaktır. Romanın hemen başında Süreyya, yaşadıkları çorak yöreden şikâyet eder ve büyükbabalarını suçlayarak "...ne olurdu şu İstanbul'u İstanbul eden güzel yerlere gitseler-di..." der. Boğaziçi'nde ya da Adalar'da olmayı düşler. Eşi Suad'ın düşünceleri de bu doğrultudadır. Yalıya taşındıktan sonra, gözler önüne serilen görünüme duyulan hayranlık dile getirilir: Anadolukavağı, Beykoz, Paşabahçe, Çubuklu, Yeniköy, Tarabya, Büyükdere, Mesarburnu. Âşık kimliğiyle romana giren kahraman Necib, İstanbul'un bir başka semtinin, Beyoğlu' nün insanıdır. Yazar, Necib aracılığıyla bu semti değerlendirir. Roman boyunca Boğaz'ın çeşitli yerlerine yapılan yürüyüşler, gezintiler anlatılırken doğal güzellikler betimlenir.
BibL L. Sami Akalın, Mehmet Rauf/Hayatt-Sa-natı-Eserleri, İst., 1953; E. Coşkun, Mehmed Rauf, İst., 1976.
ERAY CANBERK
MEHMED REFİ' (Kâtipzade)
(1682, İstanbul - 8 Eylül 1769, İstanbul) Ta'lik hattatı ve hekim.
Divan-ı Hümayun Çavuşları Kâtibi Mustafa Efendi'nin oğludur. Bu yüzden "Kâtipzade" diye anılır. Tıp eğitimi görürken Kev-keb Hafız Mehmed Efendi'den aklam-ı sit-teyi meşk etti ise de icazetnamesini Eğrikapılı Mehmed Rasim'den(-0 aldı. Bu yazılarla iktifa etmeyerek ayrıca devam et-
tiği Kazasker Abdülbâki Arif Efendi'den(->) ta'lik yazı dersleri gördü. Durmuşzade Ah-med'le(->) bu yazının incelikleri hakkında görüşmelerde bulundu. Mehmed Refi', bilhassa ta'lik yazı üzerinde durdu ve çok değerli bir hattat oldu; hattâ icazetname aldığı Mehmed Rasim'e, ta'likten icazetname verdi.
1714'te hekim olarak girdiği sarayda yükselerek 1757'de III. Mustafa'nın hekim-başısı oldu. Bir müddet sonra önce Anadolu, daha sonra Rumeli kazaskerliğine getirildi. Aynı zamanda şairdi. Çok öğrenci yetiştirdi. Talikte İran, aklam-ı sittede Hafız Osman ekolüne bağlıdır.
Amcazade Hüseyin Paşa Külliyesi'nin(-») ön cephesinde Şeyhülislam Seyyid Mustafa Efendi'nin yaptırdığı çeşmenin tarihi, Şeyhülislam Mehmed Efendi'nin medrese, şadırvan ve mektebinin tarihleri, Nuruos-maniye Külliyesi medresesinin tarihi onun tarafından yazılmıştır. Refi' mahlasıyla şiirler de kaleme almıştır.
Bibi. Müstakimzade, Tuhfe, 717-718; Habib, Hat ve Hattatân, İst., 1306, s. 243-244; U. Derman, Türk Hat Sanatının Şaheserleri, ist., 1982, 24. no'lu resim; Rado, Hattatlar, 99; S. Ünver, Hekimbaşı ve Hattat Kâtipzade Mehmet Refi'Hayatı ve Eserleri, İst., 1950.
ALİ ALPARSLAN
MEHMED SÜREYYA BEY
(1845, İstanbul - 12 Ocak 1909, İstanbul) Tarihçi.
Darü'l-Maarif Rüşdiyesi'ni bitirdi. Özel ders alarak Arapça, Farsça ve Fransızca öğrendi. 1863'te Babıâli Tercüme Odası'na girdi. Bir süre Ceride-i Havadid->) gazetesinde çalıştı. 1886'da getirildiği Meclis-i Maarif üyeliğini 1907'ye kadar sürdürdü.
Mehmed Süreyya Bey İslam kültüründe önemli bir yeri olan "teracim-i ahval" (biyografi) alanında benzersiz bir çalışma meydana getirmiştir. Kısaca Sicül-i Osma-nî olarak anılan, tam adı Sicill-i Osmanî yahut Tezkire-i Meşahir-i Osmaniye olan bu 4 ciltlik (I, İst., 1308, II, 1311, III, 1311, IV, ty) eser Osmanlı döneminde yetişmiş her alandan 20.000'e yakın kişinin kısalı u-zunlu biyografisini kapsar. Eser biyografileri başka kaynaklarda bulunan devlet ricali, ulema, şeyhler, şairler, hattatlar gibi ünlüler dışında kalan, özellikle alt görevlerdeki devlet adamları için tek başvuru kaynağıdır.
Mehmed Süreyya Bey, eserim yazma ve basma kaynakların dışında, özellikle bugün büyük bölümü ortadan kalkmış olan İstanbul'daki mezarlıkları dolaşarak, mezar taşlarındaki biyografik bilgilerden yararlanarak hazırlamıştır. Bu yönüyle eser daha önce örneği görülmemiş bir çalışmadır. Yıllarca yaz kış, yağmur çamur demeden mezarlıkları dolaşmış, bu yüzden de adı "Hırpani Süreyya Bey"e çıkmıştır.
Mehmed Süreyya Bey, eseri basıldıktan sonra da çalışmalarını sürdürerek bir "tekmile" ve ona bir "zeyl" (ek) hazırlamış, söylentiye göre bu notları 1916'daki Cihangir yangınında yok olmuştur. Ayrıca 1831-1875 arasındaki Osmanlı Devleti'n-deki resmi atamaları ve azilleri kapsayan
MEHMED SAKİR PAŞA TÜRBESİ 366
36-7
MEHMED TAHİR AĞA
Nubbetü'l-Vekayiadh eserinin de 1852'ye kadar gelen birinci cildi basılmıştır (İst., ty). ikinci cildi yazma olarak Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi'ndedir. Bunların dışında 1808-1861 arası Osmanlı tarihine ilişkin 9 ciltlik tarihi ile Mir'at-ı Tarib-i İslam adlı 4 ya da 10 ciltlik çalışması ve 6-7 ciltlik sözlüğü olduğu kaynaklarda yazılıdır. Bunların ne olduğu bilinmemektedir.
Bibi. Osmanlı Müellifleri, III, 36; Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları, 419-421; O. F. Akün, "Süreyya", lA, XI, 247-248; Nevsâl-i Osmani, I, 184; Salname-i Servet-i Fünûn, I, 196; Göv-sa, Türk Meşhurları, 361.
istanbul mehmed sakir paşa türbesi
Fatih Ilçesi'nde, Fatih Külliyesi'nde(->), caminin haziresinde bulunan küçük bir mezar anıtıdır. Madeni konstrüksiyonlu bir tür açık türbe olarak nitelendirilebilecek bu anıt 1905'te tanınmış italyan mimar Ra-imondo D'Aronco(-0 tarafından tasarlanıp uygulanmıştır.
istanbul kaynaklarında, arşivlerde ve yayınlarda, bu küçük mezar anıtına ilişkin bir belge henüz bulunamamıştır. Buna karşılık Udine (italya) Kent Müzesi Ar-şivi'nde biri suluboya çalışması olan üç a-det çizim vardır.
II. Abdülhamid döneminin (1876-1909) ve sarayın en önemli kişiliklerinden biri olan Mehmed Şakir Paşa ile ilgili çok sayıda belge ve bilgi bulunmaktadır.
M. Şakir Paşa (1847 Arapkir-1905 istanbul) 1868'de istanbul Harbiye'sinden erkân-ı harb yüzbaşısı olarak mezun olduktan sonra bir süre orduda çalıştı. 1871' de gönderildiği Paris'te Mekteb-i Osmanî' de kalarak eğitimini sürdürdü. Jeodezi e-ğitimi gördü ve aynı kentte ataşemiliter o-larak bulundu. 1877'de yurda döndükten sonra askeri jeodezi öğretmenliği yaptı. Önemli bayındırlık çalışmalarına katıldı; köprü-, yol, demiryolu, özellikle harita yapımlarında çalıştı. Askeri, politik ve diplomatik görevler yaptı. Doğu Rumeli Tah-did-i Hudud komiserliğinde (1880), Ege a-dalarmın devren teslimi görevinde (1881); Anadolu Tahkim-i Hudud Komisyonu'n-da (1882) bulundu.
1888'de Maiyet-i Seniye Erkân-ı Harbi-yesi'nde görevlendirildi. 1891'de başkanlığa getirildi. Bu görevi sırasında dürüstlüğünün yanısıra çalışkan, bilgili ve iyi yetişmiş bir kişilik olarak tanındı, iki kez II. Abdülhamid'in özel temsilcisi olarak Alman imparatoru II. Wilhelm'le görüşmeye yollandı, istanbul'u ziyaretinde ve Kudüs gezisinde II. Wilhelm'e refakatle görevlendirildi. 1896'da mareşal oldu. Maiyet-i Seniye Mülukane Erkân-ı Harbiye müşiri iken 2 Ocak 1905'te öldü.
Bu görevinde iken yalnız sultanın kurmay başkanlığını değil, güvenilir kişiliği ve bilgisi ile birçok kez saray inşaatlarıyla ilgilenmek görevini de üstlendi. R. D'Aron-co ile Yıldız Sarayı'ndaki çalışmaları sırasında yakın ilişkisi oldu. D'Aronco, M. Şakir Paşa'mn mezarını, II. Abdülhamid'in isteği üzerine tasarlamış olmalıdır.
Küçük mezar anıtı için R. D'Aronco iki
Mehmed Şakir Paşa Türbesi
Afife Batur fotoğraf arşivi
öneri hazırlamıştır. Barok bir bezemenin egemen göründüğü öneri veya etüt değil, daha özgün bir tasarım olan art nouveau(->) çizgisindeki önerisi uygulanmıştır.
Mezar, l m yüksekliğinde ince bir korkulukla çevrili 3,67x1,65 m boyutunda dikdörtgen bir alan üzerindedir. Mehmed Şakir Paşa'mn mezarı, 17. yy'ın sonrasında görülmeye başlanan ve genellikle oldukça sade olan demir parmaklıklı veya kafesli mezar örtüsü geleneğinin bir yorumudur. Şakir Paşa'mn mezarında kafes, sekiz tane demir dikme ile başlar ve üstte, 2,80 m yükseklikten sonra, iki tarafından yarım kubbelerle desteklenmiş bir merkezi kubbe kompozisyonu ile sonlanır. Yarını kubbelerle desteklenen merkezi kubbe motifi, Ayasofya örneğinden beri var olan ve Süleymaniye Camii örneğinde olduğu gibi Osmanlı mimarlığında da benimsenip kullanılan bir örtü geleneğidir. R. D'Aronco, istanbul'un en köklü geçmişine gönderme yapan bu simgesel motifi, çizgisel bir strüktüre dönüştürerek ve neredeyse model boyutuna küçülterek kullanmıştır. Kubbelerin geçiş kesimlerim bile göz ardı etmemiş, tromp öğesine gönderme yaparak buraya çeyrek daire kesitli parçalar yerleştirip basamaklandırmıştır.
"Yarım kubbe/kubbe/yarım kubbe" strüktüründen aşağıya doğru perde gibi inen dekoratif bölüm ise art nouveau bir desen oluşturan eğrisel çizgilerden ve minik kemerciklerden oluşmuştur. Projesinde küçük gül motiflerinin de bu desene eklenmiş olduğu, ancak uygulanmadığı görülmektedir. Art nouveau bezeme, strüktü-rü taşıyan dikmelerde de vardır. Dikmeler 2 m'ye kadar bilezikli dökme demirdendir. Üstlerindeki NP I'den yapılma parçaların yüzeylerinde dalgalı şeritler halinde dizili küçük daire motifleri vardır.
Lahit 2,10x1 m boyutunda mermer bir sokl üzerindedir. Lahtin zemin taşı, yuvar-
latılmış profili üstünde dolaşan meandr motifli bir şeride bezelidir. Üç büyük mermer bloktan oluşan lahtin gövdesi, köşeleri basamaklandırılmış bir dikdörtgen kitledir. Köşelerinde, eskiden sulukların oturtulduğu anlaşılan ortası boşluklu ve yivli parçalar vardır. Lahit gövdesinin yüzeyi büyütülmüş bir tepelik motifi oyularak bezenmiştir. Uzun yüzde üç, dar yüzde bir motif vardır. Motif araları üçlü bir profil takımının çizdiği panolarla doldurulmuştur. Lahit kapağı kenarda bir rumî şeritle çevrilidir. Üst yüzeyinde ise stilize bir geçme şeridi baş ve ayak taşlarını çevreler.
Baş ve ayak taşları, lahte piramidal bir tabanla oturur. Aslında ters çevrilmiş bir sütun başlığı biçimindeki taban, D'Aronco tasarımının öznellik özelliğine işaret e-den bir buluştur. Taban, art nouveau'ya dönüştürülmüş bir rumî oyma ile bezelidir. Benzer anlayışta bir desen taşların üzerinde şerit olarak da işlenmiştir. Baş taşı, art nouveau üslubunun bir mezar taşında ve bir yontu estetiği ile kullanımının ender örneklerinden bilidir. Taşın silindirik yüzeyine serbestçe dolanan bayrak, bayrak sopasının ucundan çıkarak dalgalanan kurdeleler, figürlerin asimetrik pozisyonu ve dalgalanışı ilginç bir stilistik yoruma işaret eder.
Bayrağın figür ve simge olarak ve hey-kelsi bir tasarımla mezar taşında kullanımının bu erken örneği herhalde özel bir ilgi ile karşılanmış olmalıdır.
Bibi. D'Aronco, Architetto, Milano, 1982, s. 101-163; V. Freni-C. Varnier, Raimondo D'Aronco/l'opera completa, Padova, 1983, s. 168; Z. Nayır, "Raimondo D'Aronco and Ot-toman Revivalism", Atti del Congresso Internationale di Studi R. D'Aronco e il suo tempo, Udine, 1982, s. 141; M. Nicoletti, D'Aronco e l'architettum liberty, Roma-Bari, 1982, s. 151. AFiFE BATUR
MEHMED ŞEFİK BEY
(1819, İstanbul - 1879, İstanbul) Hattat.
Divan-ı Hümayun memurlarından Süleyman Mahir Bey'in oğludur. İlköğrenimin-den sonra babasının çalıştığı kaleme girdi. Önce Ali Vasfi Efendi'den meşk aldı. Onun vefatı üzerine teyzesinin kocası o-lan büyük hattat Kazasker Mustafa izzet Efendi'ye(->) devama başladı. Bu zatın, Abdülmecid'in ikinci imamlığına tayini ü-zerine onun yerine Muzıka-i Hümayun ve Hademe-i Hümayun hat öğretmenliğine getirildi ve emekli oluncaya kadar bu görevde kaldı.
Değerli bir hattattı. Aklâm-ı sitte dışında celi sülüs, celi divani ve siyakat yazısında ustaydı. Ta'liki Melek Paşa torunu Ali Haydar Bey'den yazdı ise de üzerinde fazla durmadı. Eseri çoktur, iki Kuran, sekiz delâil-i hayrat ve sayısız kıt'a ve levha yazmıştır. Bir Kuran'ı Türk ve islam Eserleri Müzesi'ndedir. Beyazıt'ta istanbul Ünive-sitesi merkez binası bahçesinin dış kapısı üstündeki "Daire-i Umûr-ı Askeriye" i-baresi ile iki yanındaki Fetih suresi ayetleri onun eseridir.
Vefatında Beşiktaş'ta Yahya Efendi Dergâhı haziresinde toprağa verilen hat-
tat, celi sülüste tamamen Kazasker Mustafa izzet yolundadır. Nesih yazıda Hafız Osman'a bağlıdır.
Bibi. Habib, Hat ve Hattatân, ist., 1306, s. 177; İnal, Son Hattatlar, 384-389; U. Derman, Türk Hat Sanatının Şaheserleri, İst., 1982, 27. levha; ay, İslam Kültür Mirasında Hat Sanatı, İst., 1992, 115, 122, 123, 130 no'lu levhalar (s. 211, 213, 215); Rado, Hattatlar, 220-221.
ALi ALPARSLAN
MEHMED ŞEMSEDDİN EFENDİ TEKKESİ
Fatih Ilçesi'nde, Hırkaişerif'te, Mimar Sinan Mahallesi'nde, Keçeciler Caddesi ü-zerinde, Akşemseddin Mescidi'nin(->) yakınında yer almaktadır.
Şeyh Mehmed Şemseddin Efendi (ö. 1812) tarafından 18. yy'ın son çeyreğinde tesis edilmiş, vakfiyesi 1203/1788'de düzenlenmiştir. Şeyh M. Şemseddin Efendi Bayramîliğin(->) Şemsî kolunu kuran Ak-şemseddin'in(-») torunlarından ve Kadirîliğin^) Resmî kolunu kuran Şeyh Mustafa Resmî Efendi'nin (ö. 1793) halifelerin-dendir. Vefatından sonra tekkenin postuna oğulları Şeyh Ahmed Izzeddin Efendi (ö. 1813) ile Şeyh Mehmed Muhyieddin Efendi (ö. 1862) geçmiş, daha sonra Şeyh Hayrullah Efendi postnişin olmuştur. Tekkenin son şeyhi olan ve yaşı küçük olduğu için kendisine Şeyh Mehmed Sadred-din Efendi'nin naip olduğu Hayrullah Efendi de bu şeyhin torunu olmalıdır. Ayin günü perşembe olan tekke kaynaklarda, "Akşemseddin" ve "Şeyh Muhyî Efendi" adları ile de zikredilir. Dahiliye Nezareti' nin R. 1301/1885'te hazırlattığı istatistik cetvelinde tekkede 8 erkek ile 7 kadının ikâmet ettiği belirtilmiştir. Müşir Asaf Paşa tarafından 1311/1893'te yeniden inşa ettirilen tekke 1925'ten sonra bakımsız kalmış, önce tevhidhane, 1970'lerde de harem ve selamlık bölümlerini barındıran ahşap bina ortadan kalkmış, günümüze yalnızca onarım gören türbe bölümü intikal e-debilmiştir.
Tekkenin, Akşemseddin tarafından II. Mehmed (Fatih) döneminde (1451-1481) vakfedilen bir mescidin yanında, Akşemseddin neslinden gelen bir şeyh tarafından yaklaşık üç yüzyıl sonra inşa ettirilmesi dikkat çekicidir. Her iki yapının da, Fatih tarafından Akşemseddin'e temlik edilen geniş bir arsanın parçalan üzerinde tesis
edilmiş olmaları muhtemel görünmektedir. Diğer taraftan, bu tekkenin yapımından bir buçuk yüzyıl kadar önce Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sinde, istanbul' daki tarikat yapıları arasında "Alipaşa kur-bünde" bulunan "Tekke-i Akşemseddin' den" söz edilmektedir. Akşemseddin tarafından, mescidin yakınında (veya "derû-nunda") bir Bayramî zaviyesinin tesis edilmiş olması, torunlarından Kadirîliğe mensup Şeyh M. Şemseddin Efendi'nin, zamanla ortadan kalkan ya da meşihatı kesilen bu zaviyeyi ihya etmiş olması da ihtimal dahilindedir. Ancak kaynaklarda bu hususu aydınlatacak herhangi bir ipucu bulunmamaktadır.
Vakıflar Arşivi'nde bulunan 1966 tarihli rölövede tekkenin türbe ve harem-se-lamlık bölümleri tespit edilmiştir. Kagir duvarlı, kısmi bir bodrum katı üzerine oturan iki katlı ahşap harem-selamlık kanadı Keçeciler Caddesi üzerinde, türbeye bitişik olarak yer almaktadır. Tasarımı ve cephe düzeni ile bir konak yavrusu niteliğinde olan bu yapının caddeye açılan iki girişi vardır. Soldaki harem bölümüne, sağdaki ise, türbeye komşu olan selamlık bölümüne aittir. Orta sofalı plan tipinin görüldüğü harem bölümünde, her iki katın da ekseninde dikdörtgen planlı sofalar uzanmakta, sofaların dibindeki üç kollu merdiven katlar arasındaki bağlantıyı sağlamaktadır. Harem girişi zemin kat sofasına açılmakta, üst kat sofası, cadde yönünde, girişin üzerine isabet eden yerde bir çıkma ile genişletilmiş bulunmaktadır. Sofaların yanlarında ikişer oda ile bunların arasında birer hela-abdestlik birimi sıralanır. Sofaların sağındaki hela-abdestlik mekânları selamlık bölümüne açılmakta, arka bahçeye bakan köşe odaları mabeyin o-dası niteliğinde olup harem-selamlık bağlantısını kurmaktadır. Hareme göre daha ufak boyutlu olan selamlık bölümü ise yamuk planlı sofalara açılan, zemin katta bir, üst katta iki odadan ibarettir.
Yamuk planlı türbenin Keçeciler Caddesi üzerindeki cephesinde, solda dikdörtgen açıklıklı ufak bir kapı, bunun sağında, basık kemerli, çok geniş bir ziyaret penceresi yer alır. Tekkenin banisi Şeyh M. Şemseddin Efendi ile neslinden gelen post-nişinlerin ve aile fertlerinin gömülü oldukları türbenin bu cephesi yatay ahşap kaplamalarla, ziyaret penceresi de demir par-
Mehmed
Şemseddin
Efendi
Tekkesi'nde
türbenin
Keçeciler
Caddesi
üzerindeki
cephesi.
M. Baha Tanınan,
1983
maklıklarla donatılmıştır. Parmaklık, kemerin üzengi hizasına kadar yatay çubuklardan oluşmakta, basık kemerin aynasında ise, eksendeki yarım daireden dağılan ışınlar görülmektedir. Türbe girişinin üzerine konmuş olan, ta'lik hatlı ve düz yazılı kitabede tekkenin 1311/1893-94'te "müşirân-ı izamdan Asaf Paşa hazretleri tarafından müceddeden inşa edildiği" belirtilmiştir. Ortadan kalkmış bulunan tev-hidhanenin türbe ile selamlık bölümlerinin arkasında bulunduğu belli olmaktadır.
Bibi. Çetin, Tekkeler, 585; Aynur, Saliha Sultan, 38, no. 180; Âsitâne, 16; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 8-9, no. 8, 96-97, no. 148; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 14; İhsaiyatll, 20; Vassaf, Sefine, V, 272; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 71; "Akşemseddin (Şeyh Şemseddin, Şeyh Muhyi Efendi) Tekkesi", İKSA, I, 568-569.
M. BAHA TANMAN
MEHMED TAHİR AĞA
(18. yy) Mimar.
Doğum tarihi ve yeri bilinmemektedir. I. Mahmud döneminde (1730-1754) 12 yaşındayken babası ile birlikte Rusya ve Avusturya seferlerinde (1736-1739) bulunmuş olması çocukluğuna ilişkin tek bilgidir.
Kaynaklarda yer alan bilgilerden Mehmed Tahir Ağa'mn hassa başmimarı olmadan l yıl önce, bu görevde bulunan Hacı Ahmed Ağa'ya vekâlet ettiği saptanmıştır. Mehmed Tahir Ağa, hassa başmimarlığı görevine üç kez getirilmiştir, ilk ikisi III. Mustafa dönemine (1757-1774), sonuncusu ise I. Abdülhamid dönemine (1774-1789) rastlar. Görevinden ayrılma ve tekrar dönme nedenlerine ilişkin bilgiye henüz rastlanmamıştır.
1767'ye kadar süren ilk dönem hassa başmimarlığı görevinin ne zaman başladığı konusunda kesin bilgi yoktur. Osmanlı mimarlık tarihi açısından önemli yapıların inşa edildiği bu ilk dönemle ilgili bazı belgelerden, hassa başmimarlarmın görevleri hakkında fikir edinmenin yanısıra, 18. yy'da yapılaşma koşulları ve bazı yapı malzemelerinin üretim yerleriyle ilgili bilgi almak da mümkündür. Bu belgelerden birinde mimar, sur yakınlarında yangınların yayılmasına neden olan cihannüma ve saçak gibi mimari elemanların yapılmamasına ilişkin bir karar alındığım açıklamakta ve hassa başmimarlarmın değişmesiyle öteden beri var olan bu kurala uyulmadığının anlaşıldığını, bundan böyle bu kurala uyulması için azami dikkat gösterilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Bu dönemde rastlanan bir başka belgede de, 18. yy'da kiremit üretim yerleri ile ilgili bilgi yer almaktadır. Bu belgede, Şehirkö-yü civarındaki üç köyde üretilen kiremitlerin satışında yolsuzluk yapıldığı söylenmekte, bunun önlenmesi için Mehmed Tahir Ağa'dan girişimde bulunması istenmektedir. Sözü edilen belgeler ışığında, Mehmed Tahir Ağa'mn hassa başmimarı olarak yapı inşa etmenin yanısıra, çeşitli imar faaliyetlerine ilişkin denetim görevlerini de üstlendiği söylenebilir.
Mehmed Tahir Ağa'mn ilk görev dönemi sırasında inşa edilen bazı yapıların
MEHMED TEVFİK
368
369
MEHMED ZİYA
kendi tasarımı olup olmadığı konusunda kuşkular vardır. Söz konusu yapılardan biri de, 1762'de inşa edilen Ragıb Paşa Kü-tüphanesi'dir. Bu dönemde inşa edilen bir başka önemli yapı da III. Mustafa'nın annesi Mihrişah Kadın için 1757-1760 arasında Üsküdar'da inşa edilen Ayazma Ca-mii'dir(->). Birçok araştırmacı, bu caminin tasarımının Mehmed Tahir Ağa'ya ait olduğunu kabul eder. Nitekim, caminin klasik mekân örğütlenmesiyle barok dekorasyonunun kaynaştırılmış olması, Mehmed Tahir Ağa'mn tasarım anlayışıyla uyumlu bir özelliktir.
Tasarımının Mehmed Tahir Ağa'ya ait olduğunu birçok araştırmacının kabul ettiği, dönemin en büyük anıtsal yapısı ise, III. Mustafa'nın kendi adına yaptırdığı Laleli Külliyesi'dir(-»). Külliyenin ana yapısı camiyi çok beğenen III. Mustafa, başarısından ötürü Mehmed Tahir Ağa'ya hilat giy-dirmiştir. Caminin inşasına gösterilen özen külliyenin diğer yapılarına da gösterilmiştir. Yapı, 1766'da yaşanan büyük depremden sonra Seyyid Mustafa Ağa tarafından onarılmıştır.
ilk dönemde inşa edilen 1763 tarihli Pa-şabahçe Camii'nin ise Mehmed Tahir Ağa tarafından tasarlandığına ilişkin kesin bir bulguya henüz rastlanmamıştır. Mimarın ilk göreve getirilişi sırasında çok sayıda yapının onarımının da gerçekleştirildiği, onarım keşif bedellerini bildiren belgelerle doğrulanmaktadır. Kız Kulesi'nin 1763'te-ki onarımı da bu dönemde gerçekleştirilmiş önemli yapı faaliyetlerinden biridir.
Mimarının tartışıldığı bir başka yapı, 1767-1771 arasında inşa edilen Fatih Camii' dir. K. Altan, T. Öz, M. Cezar, O. Aslanapa gibi bazı araştırmacılar yapının tamamının Mehmed Tahir Ağa tarafından gerçekleştirildiğini iddia etmişlerdir. Mayer ise, bu büyük yapının yeniden inşa edilmesinde Mehmed Tahir Ağa'mn yalnız olmadığını, Kör Yani Kalfa ve Hacı Ahmed Boyazade' nin de yapıya katkılarının olduğunu öne sürmüştür. Ancak, yapının inşa edilmekte olduğu ilk iki yıl Mehmed Tahir Ağa'mn görevinden ayrıldığı göz önünde bulundurulursa bir başka mimarın yapının sorumluluğunu üstlendiği düşünülebilir. Mehmed Tahir Ağa, bilinmeyen bir nedenden ötürü, 1767'de görevden alınmış, yerine Abdi Ağa atanmıştır. 17ö9'da görevine tekrar dönen Mehmed Tahir Ağa, yapıyla ilgisini yeniden kurmuş olmalıdır ki, caminin inşaatının tamamlanmasında gösterdiği özen nedeniyle kendisine Ayasofya Kürsü Şeyhi Abdülkadir tarafından soft ferace giydirilmiştir. Kuban da, caminin Mehmed Tahir Ağa tarafından inşa edilmiş olduğu düşüncesine katılmamış ve sadece Fatih Türbesi'nin tasarımının Mehmed Tahir Ağa'ya ait olduğunu kabul etmiştir.
Mehmed Tahir Ağa'mn 1769-1775 arasındaki ikinci dönem hassa başmimarlı-ğı sırasında gerçekleştirilen yapılardan biri de, III. Ahmed'in kızı Zeyneb Sultan'ın 1769'da yaptırdığı Zeyneb Sultan Camii' dir. Öz ve Cezar, yapının tasarımının Mehmed Tahir Ağa'ya ait olduğunu kabul ederlerken, Kuban bu konuda kuşkulan oldu-
ğunu belirtmiştir. Yeniliklerin pek benim-senmediği Zeyneb Sultan Camii, kesme taş ve tuğla kullanılarak klasik üslupta inşa edilmiş, tek kubbeli bir yapıdır.
Mehmed Tahir Ağa, yine bilinmeyen bir nedenden dolayı 1775'te görevden alınmış, yerine Hafız İbrahim Ağa, hassa baş-mimarı olmuştur. 1777'de görevine dönen Mehmed Tahir Ağa, 1784'e kadar I. Abdül-hamid'in hassa başmimarı olarak önemli mimarlık faaliyeüeri gerçekleştirmiştir. Bunlardan biri de Valide Rabia Şermi Kadın adına inşa edilen Beylerbeyi Camii'dir;(~») birçok araştırmacı tasarımının Mehmed Tahir Ağa'ya ait olduğunu kabul eder, bununla beraber, bu konuda kuşkuları olan araştırmacılar da vardır. Cami, deniz kıyısında inşa edilmiş ilk büyük barok yapı o-larak bilinir. Barok özellikler daha çok, 15 m çapında tek bir kubbenin örttüğü mekânın dekorasyonunda görülmektedir. Bu yapının bir başka özelliği de, şişkin bir kaide üstünde yükselen ince minareleridir.
Son dönem hassa başmimarlığı sırasında yapılan bir başka yapı da I. Abdülhamid Külliyesi'dir(->). Medrese, imaret, sıbyan mektebi, kütüphane, sebil, çeşme, arasta, türbe ve hazireden oluşan külliye, Osmanlı sultanları tarafından yaptırılmış son külliye olarak tanınır. Külliyenin ana yapısı olan medrese, şadırvanlı avlunun etrafında tasarlanmış iki katlı hücrelerden oluşan bağımsız bir yapıdır; bu yapıda da görülen klasik mekân anlayışının barok detaylarla kaynaştırılma özelliği, Mehmed Tahir Ağa'ya özgü tasarım ilkelerinden biridir.
Mehmed Tahir Ağa'mn, 176l'den 1784'e kadar aralıklarla sürdürdüğü hassa başmimarlığı görevi sırasında Anadolu'da ve Rumeli'de çok sayıda askeri yapının onarımı da gerçekleştirilmiştir. Bu onarımlar içinde, özellikle kale onarımları önemli bir yer tutar.
Mehmed Tahir Ağa'mn hassa başmimarlığı görevinde bulunduğu sırada inşa edilen veya onarımları yapılan yapıların hangilerinin doğrudan kendisi tarafından gerçekleştirildiğinin araştırılması ayrı bir konudur. Ancak, Mehmed Tahir Ağa'mn Osmanlı mimarlığına önemli katkılarının olduğu tüm araştırmacılar tarafından kabul edilmektedir. Mehmed Tahir Ağa'mn mesleki faaliyetlerini gerçekleştirdiği 18. yy'da barok ve rokoko üslup, daha çok dekorasyonda görülmüş ve klasik Osmanlı mimarlığı, bu üslupların katılmasıyla yeniden yorumlanmıştır. Nitekim, Mehmed Tahir Ağa da bu döneme özgü mimari anlayışın gelişmesinde katkıda bulunmuş ve bu ö-zelliği yapılarına yansıtarak Osmanlı mimarlık tarihinde ayrıcalıklı bir yer edinmiştir. Mehmed Tahir Ağa'mn görevde bulunduğu sırada çok sayıda yapının gerçekleştirilmiş olması, özellikle III. Mustafa'nın imar faaliyetlerine ağırlık vermesiyle de ilişkilidir. Mehmed Tahir Ağa, belki III. Mustafa gibi bir hamisinin olması nedeniyle de istanbul'un mimari dokusuna katkıda bulunma fırsatını elde etmiş bir mimardır.
Dostları ilə paylaş: |