KirkçEŞme tesisleri



Yüklə 8,15 Mb.
səhifə60/140
tarix27.12.2018
ölçüsü8,15 Mb.
#87838
1   ...   56   57   58   59   60   61   62   63   ...   140

Bibi. A. M. Schneider, "Regionen und Quar-tiere in Konstantinopel", IstanbulerForschun-

Bizans


döneminde

şehirdeki idari

bölge sistemi.

A. Berger

gen, S. 17, Berlin, 1950, s. 149-158; Janin, Cons-tantinople byzantine, 303; G. Prinzing-P. Speck, "Fünf Lokalitâten in Konstantinopel", Studien zur Frühgeschichte von Konstantinopel, Münih, 1973, s. 184; A. Berger, Unter-su-chungen zu den Patria Konstantinupoleos, Bonn, 1988, s. 166-173.

ALBRECHT BERGER Osmanlı Dönemi

Gelişmiş İslam kentlerinde işlevsel ve sosyal bütünlüğü olan birimler şeklinde karşımıza çıkan mahalleler, İslam tarihinin erken dönemlerinden bu yana kent tanımında önemli yeri olan fizikososyal olgulardır. Devletin sultanın iradesine ve örfe dayalı işleyişi içinde, mahalle şeriatın kontrolüne bırakılmış bir toplumsal varlıktır. Bir mahalleyi diğerlerinden ayıran bir fiziksel sınır ve biçim olmasa da, kent toplumunun idari ve sosyal tanımında belirgin bir kimliği vardır. Bir "commune" o-larak örgütlenmemiş olan ve insanların bağımlılıkları sadece kendi yöresinden, tarikatından, inancından, ailesinden ve etnik grubundan olanlarla tanımlandığı İslam kentlerinde sosyal dayanışma ve katılım, temelde sadece mahalle düzeyinde etkili olmuş sayılabilir. Bir Bizans kenti üzerinde gelişen İstanbul'un Osmanlı döneminde diğer İslam kentlerine göre farklı bir dokuda olabileceği düşünülebilirdi. Ne var ki konut tasarımı, iklim ve Türk göçerinin yerleşme mekanizmalarına bağlı bazı ayrılıklar olsa bile, kesin konuta tahsis edilmiş işlevi ve genelde bir mescit çevresinde oluşan fiziksel yapısı, konut ve yol ilişkileri, çıkmaz sokakları ile İstanbul da İslam kentlerinin genel özelliklerini taşımıştır. Bu, genel geçer İslami ilkelere yüzyıllar boyu uyulması ile ortaya çıkmıştır. Bunların başında kişinin yaptıklarıyla baş-

ka kişilere zarar ve ziyan vermemesi gelir. İkincisi ailenin mahremiyetine hürmet edilmesi, üçüncüsü öncelik hakkıdır. Çıkmaz sokak ve eğri büğrü sokak dokusu da kent mekânlarının ortak kullanılmasını kontrol eden hukuksal ilkelerle ortaya çıkmıştır. İslam hukukunda iki tür sokak vardır: "Tarik-i nafiz" ve "tarik-i gayri nafiz". Bunlardan birincisi herkesin geçiş hakkı olan sokaktır. Buralarda kişiler kamu alanına kuramsal olarak tecavüz edemezler. Mahalle içindeki sokak ve çıkmaz yollar ise ikinci gruba girer; başka bir deyişle o sokakta oturanların yarı özel malları olan bir alan sayılır. Her evin önü, İslam hukukuna göre, diğer sokak sakinleri şikâyetçi olmadıkça, o ev tarafından kullanılabilir. Çıkmaz sokağın oluşumu da, ilk kuruluş aşamasında, bir evden çıkanın ortak yola varmasını sağlayan bir özel yol niteliği taşır. Bu özel yol bir evin olabildiği gibi, birkaç evin ortak yolu da olabilir. Hattâ bir sokağın ortasına bir ev yapıp sokağı kapatmak, sokağın üzerine çıkmak, evin önüne sundurma yapmak gibi müdahaleler, başkalarına ziyan vermedikçe ya da başkaları şikâyet etmedikçe İslam hukukunca kabul edilir sayılmıştır. Ortaçağ İslam kentlerindeki sayısız kapılar da bu sokakların, sokakta oturanların bir tür ortak malı olduğu ilkesinden kaynaklanmıştır. Sokağın bu tanımı İstanbul'u bütün İslam kentlerine benzeten temel davranışlardan biridir.

İstanbul'un 18. yy'dan önceki yol dokusuna ilişkin hiçbir belgeye sahip değil-sek de, yangın yerlerine ortogonal sokak düzenlerinin tatbik edilmeye başlandığı 18. yy'ın sonlarına kadar İstanbul'un genel kent dokusunun herhangi bir İslam kentinin sokak dokusundan farklı olmadığını biliyoruz. Mahallelerin birbirlerinden duvarlarla ayrılması, geceleri kapılarının kapanması gibi ortaçağ kentlerinde gördüğümüz uygulamalar İstanbul'da olmamıştır. Hattâ Müslüman olmayan mahallelerin bile diğerlerinden herhangi bir duvarla ayrılmadığını biliyoruz. Vakfiyelerde Müslüman evlerini Hıristiyan ve Yahudilere ait mülklerin izlediği ve divan kayıtlarında camilerin yakınına Hıristiyan evi yaptırılmamasına ilişkin emirler bulunduğu görülür. Gerçi Müslümanlar gibi Hıristiyan ve Yahudilerin de ayrı semtleri olmuştur. Fakat erken yüzyıllardan başlayarak bunun dışında durumlar vardır. Son 2 yüzyılda ise böyle bir pratiğe kentin birçok bölgesinde itibar edilmemiştir.

Mahremiyet ilkesi İslam hukukçuları için büyük önem taşımıştır. Evlerin birbirlerinden yüksek olarak diğerlerinin iç hayatım seyretme olanağına sahip olmaması, pencerelerin komşunun ev hayatını rahatsız etmeyecek şekilde açılması, ev kapılarının birbirlerinin karşısına gelmemesi gibi düzenlemeler bu ilkenin varlığından kaynaklanmaktadır. Hattâ minareye çıkan müezzinin gözlerini kapamaya çalışarak, iyinin kötüye egemen olmasını sağlamaya çalışan muhtesipler olmuştur. Öncelik hakkı ise her zaman eskinin yeniye yeğlenmesinin, başka bir deyişle, değişmeye karşı

Yüzyıl başında bir kartpostalda İstanbul'dan bir sokak görünümü.

Nazım Timuroğlu fotoğraf arşivi

oluşun ilkeleşmesidir. Bu mahallenin biçimlenişinde ilk yapı yapanın ötekilere göre daha haklı olduğu kuralını getirmiştir. Kamu için zararlı olmadıkça, yeni bir ev kendisinden önce var olanın yol hakkını, manzarasını, mahremiyetini bozacak şekilde yapılamazdı. Bu temel ilkeler, bütün Müslüman ülkelerde şeriatın onaylayıp kontrol ettiği ve kent yapısına, sokak dokusu, mahalle yapısı ile evrensel benzer davranışlar getirmiştir. Erken dönemde yapı alanı kontrolü kadı ve muhtesip tarafından yapılmıştır. Fakat Osmanlı döneminde İstanbul'da ihtisab ağası daha çok ti-



İSTANBUL KAYMAKAMI OSMAN PAŞA'YA HÜKÜM

İstanbul tevabünde vaki büyüt ve dekakin ve sair ebniye müstaid-i afet-i harik olan elvah ve ahşap ve pedavra ile bina olunduğundan nüşi bikazaillahi teala defa bedefa ekseri muhterik olmağla badelyevm tstanbulda müstaiddi harik olan ecza ile hane ve dekakin bina olunduğuna rıza-i hümayunum olmayub Halep ve Şam ve sair Anadoluda olan ebniye gibi taş ve kireç ve çamur ile bina olunmasına fermanım olmağın... her kes haline göre kaşi ve kireç ve çamur ile bina eyleyüb ve kirpi saçak yapub...

(Altınay), Onalttncı Asırda, 21

H A S S _A_ M İ M AJRJ^A___Ş I Y_A HÜKÜM K J

Bazı kimesneler menzillerinin sakflan üzerine âdeti kadimeye mugayir mürtefi tah-tapuşlar ihdasına mübtelâ olub olmakule tahtapuşun hariklerde civarında olan me-nazile sirayeti sebebile zararı uzmâ olduğuna binaen memnutdan oldığından maada etrafında olan tahta sütreler zemanı kalilde fena bulmağla civarında olanlar ile birbirlerinin nisvamna nezaretleri menhi ve münker olub ve birbirlerile niza' ve husumete müeddi oldığı zahir ve müteayyin ve müteaddiden vaki olmağla finıa-baad bu misillû sakf üzerinde tahtapuş ihdas olunmamak emri savab oldığı cihetle âlâ vechi't-te'kid sabıka istanbul kadısının ilâmı mucibince fimabaad sakf üzerine tahtapuş ihdas olmıyub hilâfına haraket idenler... 1156/1743

(Altınay), Onikinci Asırda, 158

MAHALLELER

244

245

MAHALLELER

Goble'nin fırçasından Rumelihisarı'ndan bir

sokak.

Doğan Kuban fotoğraf arşivi

rilmiştir. Başka bir deyişle arazi verilenler bunun kirasını ödemişlerdir. Fakat aradan 10 yıl geçtikten sonra, bu sistem yerine kent arazisi parasız ya da bir bedel karşılığı kişilere temlik edilmiştir. Yeni gelenler kendilerine tahsis edilen konutlara, eski kilise ve manastırlara yerleşmişler ya da boş arsalara yeni binalar yapmışlar, kente Anadolu ve Rumeli'den getirilerek yerleşenler de, kısa bir sürede, mescitle çevresinde oluşan mahalleleri iskân etmişlerdir. Bu mescitler fetihte önemli rolleri olan ya da yeni başkentte özel görevlere getirilen komutanlar, devlet erkânı ve ulema tarafından yaptırılmıştır. Ayverdi'nin Fatih dönemi sonu ve II. Bayezid dönemi (1481-1512) başı için verdiği mahalle listesinde suriçindeki 181 mahalleden 154 tanesi kişiler tarafından yaptırılmış bir mescide göre adlandırılmıştır. Bunların içinde kiliseden çevrilenler de vardır. Geri kalan 27 mahalleden 11 tanesi o sırada ayakta duran sur kapılarından ad almıştır. Kişi adına bağlı 2 mahalle vardır. Ne var ki fetihten sonraki ilk yıllarda mahalle adları, 1472 tarihli Fatih vakfiyesine göre doğrudan kişi adlarıyla ilişkilidir. Yerleştirilen etnik gruplara göre sadece Edirneli Yahudiler mahallesi belirtilmiştir. Bizans döneminin ünlü semt adlarını koruyan Langa, Blahernai mahalleleri dışında Haliç kıyısında Unka-panı, Cibali ve Balat mahalleleri vardır. Diğer ilginç mahalleler Can Alıcı Kenisası (16. yy'da yok olan Fatih civarında bir kilise) Mahallesi, Lips Manastırı Mahallesi (sonradan camiye çevrilen Fenarî Isa Camii bu manastırın kilisesidir) ve Fildamı (Atatürk Bulvarı üzerindeki büyük Bizans sarnıcı) Mahallesi'dir. Bir manastır, sarnıç ya da çarşı adına mahalleler olması fetihten sonra mahallelerin bulundukları yerdeki en önemli fiziksel yapının adıyla anıldığını, mescitler çoğaldıkça, mahallelerin mescit adıyla tanınmaya başlandığını göstermektedir. Balıkpazarı ve Bozhane de mes-

citsiz mahallelerdir. Kırkçeşme Mahalle-si'nin de o sırada mescidi yoktur. Eyüp ve Kasımpaşa'daki 10 mahalleden sadece biri, Otakçıbaşı Mahallesi mescitsizdir. Gala-ta'daki 61 mahallenin ise sadece 6 tanesinde mescit vardır. Üsküdar'ın 3 mahallesinin mescidi vardır. Boğaz'da sayılan 7 mahallenin de 5'inde mescit vardır. Ayverdi'nin belirttiği gibi İstanbul'da nüfusun yerleşmesi ve kentin gelişmesini mescitlerin kuruluşunun kronolojisini izleyerek yapmak mümkündür, îlk mescitler Haliç kıyısında Tahtakale ve Unkapa-nı'nda kurulmuştur (Ayverdi'ye göre el-Hac Hace Halil Attar'ın 1454'te kurduğu iki mescit). Bunlardan sonraki ilk önemli cami ise bir selatin camisi olan 1459 tarihli Eyüb Sultan Caınii'dir. ilk Eyüp mahallesi bunun etrafında gelişmiştir. Mescitlerin kuruluş tarihlerine bakılacak olursa, fetihten sonraki ilk 20 yılda halk daha çok eski konutlarda oturmuştur. Fatihin kenti iskân için getirdiği nüfus istanbul'a 1466'dan sonra yerleşmeye başlamıştır. Bunlar da ilk önce var olan konutlara yerleştirilmiş olmalıdır.

Bütün mahalleleri içermese bile Ayverdi'nin listesi istanbul'un yeni gelen Müslüman nüfusunun, fiziksel olarak mescitler çevresinde örgütlendiğini göstermektedir, ilginç olan, 1934'te belediye tarafından yeni mahalle bölünmesi ve yeni ad verilmesine kadar, aradan geçen bütün doğal felaketlere, yangınlara ve kentsel gelişmelere karşın, bu ilk mahalle adlarının ve yerleşim alanlarının bütün Osmanlı tarihi boyunca varlıklarını korumuş olmalarıdır. Bu süreklilik kent tarihi boyunca bir sosyoekonomik sürekliliğe işaret eder. Bunun temelinde de mescitlerin vakıflar yoluyla yaşatılması önemli bir yer tutar. Bir bakıma Osmanlı hanedanının kesintisiz yaşamı kadar, başkentin sosyal dokusuna fizik-

Fener Mahallesi'nde bir sokak. Doğan Kuban, 1980

sel bir çerçeve oluşturan mahallelerin sürekliliğinin de devletin stabilitesini koruyan faktörler olduğunu söyleyebiliriz.

istanbul'da ilk mahallelerin kurulduğu dönemle son yüzyılların mahalleleri arasında, özellikle sosyal açıdan farklar vardır. Son yüzyıllara doğru giderek, etnik mozaik daha karmaşık hale gelmiş, kaçgöç azalmıştır. Fakat istanbul'da Cumhuriyet dönemine kadar yer yer devam eden Müslüman mahalle olgusunun hem fiziksel, hem de sosyal olarak gerçekten özgün ve kenti tanımlayan nitelikleri vardır. Bir mescitle ilişkili olarak tanımlanan mahalle, mescidin etrafında gelişmez. Bu ilişki geometrik olarak değil, işlevsel olarak belirlenmiştir. Mescidi kullananların ve kent içinde bir köyün halkı gibi birbirlerini tanıyanların, cuma namazında, öğle namazında, bayram namazında buluşanların, mahalle imamının (bugünün kentlisi için artık söz konusu olmayan) bir tür spiritü-el liderliğini kabul edenlerin (Arap ülkelerinde daha büyük bir benzer ünitenin başına şeyh adı verilir), aynı sıbyan mektebine gidenlerin ve büyük bir olasılıkla ülkenin aynı yöresinden gelenlerin bir araya geldikleri bir mahalle ünitesinde, genellikle, mahalley kent merkezine özellikle çarşıya bağlayan bir anayol vardır. Fakat bunun dışında konutlar arasındaki sokak (Arapça: Zukak) dokusu bir bölümü çıkmaz sokak, bir bölümü herhangi bir şekilde planlanmamış düzensiz sokaklardan oluşur. Bu sokaklarda son yüzyıla gelene kadar ticaret yapılmaz, dükkân açılmazdı. Nasıl bir ev, avlu kapısından girildiği zaman bir içe kapalı mikrokozmos ise, mahalle de sade mahallelinin içine girebildiği bir mikrokozmostur. Mahallede dışarıdan görenler için pek fark edilmeyen bir hiyerarşi vardır. Bu mimari karakter açısından birbirine benzese bile boyutsal olarak farklılaşan konutlarla belirgindir. Fakir evler arasında konaklar bulunur. Bu konakların bir bölümü, diğer evlerle aynı sokağa cephe veren yan yana yapılar olsalar bile, bir bölümü bahçeler ve yüksek duvarlar içinde daha büyük yapılardır. Konaklarda oturan büyük memurlar, zengin tüccarlar mahallelinin hamisi, bayramlarda kapıları mahalleliye açık, zekâtım cömertçe veren, mahalle imamının özel olarak hürmet gösterdiği kimselerdir.

Mahalle kentin en küçük idari ünitesidir. İmam mahallelinin örf, âdet ve din kurallarına göre yaşayıp yaşamadıklarını kontrol eden, nikâh kıyan, yazılı belgeler hazırlayan, mahallenin temizliğinden ve düzeninden sorumlu olan, mahalleli arasındaki anlaşmazlıkları çözmek için yargısına başvurulan ve bir bakıma devletle kişi arasındaki ilişkiyi kuran tek otorite idi (bak. mahalle imamı).

19. yy'm sonunda gelişmiş ve yerleşmiş bir mahallenin başlıca fiziksel öğeleri cami, çeşme, sıbyan mektebi, bakkal ve fırın, belki bir kahve ve başka mahallelerle ortak kullanılan hamamdır. Fakat her mahalle için bir hamam söz konusu değildir. Halk civar mahallelerdeki en yakın hamama gider. Örneğin Cerrahpaşa'da

oturanlar Davutpaşa, Haseki ya da Murad Paşa hamamına giderler. Bir mahalle biçimi yoktur. Yollar kent oluşumunun uzun tarihi içinde, boyuna değişen, organik bir dokuya sahiptir. Mahalle ekonomik olarak tanımlanmış bir bütün de değildir. Fakat sosyal açıdan oldukça tutarlı bir gruptur. Fakat burada ekonomik açıdan değişik konumlardaki insanlar yaşayabilir, ilk kuruluşuna bağlı olarak etnik, dinsel homojenlik söz konusu olabilir. Bugün de görüldüğü gibi, Lazlar, Kürtler, Karamanlılar, Eğinliler, Sivaslılar ya da Boşnaklar aynı mahallelerde oturmaya gayret ederler. Konutlar yol cephelerinde birbirinin yanındadır ve arkalarında küçük bir bahçeleri olur. Bazen Anadolu kentlerinde olduğu gibi, yol üzerinde de bahçe duvarları vardır ve evlere bahçeden girilir. Harem ve mutfak bu bahçeye açılır. Selamlık için doğrudan sokaktan girilen bir başka giriş de olabilir. Fakat küçük evlerde bu lüks pek olmaz. İstanbul'da mahallelerin büyüklükleriyle ilgili çok ayrıntılı çalışmalar yapılmamış olsa bile, E. H. Ayverdi, R. Mantran, S. Aktüre gibi araştırmacıların gözlemlerine dayanarak büyüklükleri l ile 10 hektar arasında (ortalama 5 hektar) ve nüfusları 150-2.000 arasında değişen mahalleler olmuştur. Hektar başına nüfus ilk yüzyıllarda 50-100, yapı yoğunlaşması çok artan 19. yy'da bölgelere göre, bazı semtlerde 250-400 arasında tahmin edilmiştir. Yüksek yoğunlukları ancak yeni mahallelerde ya da Galata gibi semtlerde, ortalama yoğunlukları ise, bahçeli dokuyu bir ölçüde koruyan Kocamustafapaşa gibi semtlerde buluyoruz. Bütün İstanbul nüfusunun 1950 başında 1.000.000 civarında olduğu düşünülürse, 6.000 hektardan daha az bir alan işgal eden suriçin-de hektar başına ortalama nüfus yoğunlu-

Bir kartpostalda mescit çevresinde kurulan

bir mahalle.



Nazım Timuroğlu fotoğraf arşivi

ğunun 100 civarında olduğu anlaşılır. Ortalama mahalle nüfusunun da 500 ile 1.000 arasında olduğu söylenebilir. Mahalleler aynı kaldığı halde, nüfus yangınlar, göçler ve başka sosyal nedenlerle çoğalıp, azalabilir.

Son 2 yüzyılın köklü değişimlerini bir yana bırakırsak konut mahalleleri ticari bölgelerden ayrıdır. Zanaatkarın evi, örneğin İtalya'da görüldüğü gibi, dükkânının üstünde ya da arkasında değildir. Konut bölgesinin kesin bir işlev tanımı ile diğer alanlardan ayrılması, İslam toplumunda kadının konumu ile ilişkilidir. Ailenin ve kadının mahremiyetini en iyi sağlayabilecek yöntem, kentin bu kesin işlevsel ayrımı idi. istanbul'un başkent olması nedeniyle hemen her mahallenin yakınında büyük ya da orta boy bir külliye bulunur. Bu külliyeler bütün bir semtin imgesi gibidirler ve büyük semtleri tanımlayan, kentin ortak olarak benimsediği ve bütün kente hizmet veren odaklardır.

Bu dönemdeki kent fizyonomisinin bizim gravürlerden bildiğimiz ve 19. yy'ın ikinci yarısı ile 20. yy'ın başından kalan fizyonomi ile ilişkisi yoktur. 15-16. yy'larda istanbul evlerinde ahşap kullanılışı yaygın değildir. 16. yy'da İstanbul'u ziyaret eden gezginler evlerin çoğu kez tek katlı, kerpiçten olduğunu yazarlar. Fatih'in vakfiyesinde kendisine ait mülklerin içinde iki katı geçen yapı yoktur. Çok sayıda da tek katlı (beyt-i süfli) ev vardır. Bunların iki katlı olanlarının, özellikle 16. yy'ın ikinci yarısından sonra ahşap çatkı ile yapılmış olduğu söylenebilir. Bunlarda sonradan karakteristik bir mimari öğe olan çıkmalar (şahnişin) olduğu anlaşılıyor. Bu çıkmaların anayollar üzerinde yapılmamasına ilişkin 1559 tarihli bir divan kaydı vardır. İstanbul'da evler genel olarak iki katlı olmuştur. Bu ev yüksekliği kent içinde 19. yy'a kadar devam etmiştir. Zemin katlarına pencere açılmış, üç katlı büyük kent konutları 19- yy'da yaygınlaşmıştır. Melling' in ya da Fossati'nin resimlerinde görülen Atmeydanı'ndaki yüksek konutlar en üst düzeydeki idarecilerin konaklarıdır.

istanbul bütün yaşamı boyunca yangınları bol bir kenttir. Fakat bunun, ahşap inşaatın artmasıyla birlikte çoğaldığı görülür. Bu devletin ve başkentin başlıca sorunlarından biridir. Yangına karşı tedbir alınma-sıl. Süleyman (Kanuni) döneminden (1520-1566) başlayarak sayısız divan kaydında emredilmiştir. Galata kadısına bir yangından sonra yazılan 1559 tarihli divan emrinde saçak yapılmaması ve saçakların tuğla kirpi ile bitirilmesi emredilmektedir. 17-18. yy'daki büyük yangınlardan sonra ahşap konut ve dükkân yapılmaması için birçok karar alınmış ve kadılara tebliğ edilmiştir.

Büyük külliyeler ve onların çevresindeki mahallelerden oluşan kent dokusu iki değişik türde biçimlenme sürecinin ifadesi olarak karşımıza çıkar. Külliye ya da cami bir yer seçimi, bir düzenleme iradesinin ifadesidir ve toplumu idare eden sınıfların toplum düzeninin temelini oluşturan dini ve sosyal görevlerinin yerine getirilmesini yansıtır. Bunun karşısına spon-

Bir kartpostalda Tepebaşı ve Kasımpaşa mahallelerinin görünümü.

Nuri Akbayar koleksiyonu

tane oluşumu ile mahalleler çıkar. Bir mescidin ulaşılabilir çevresinde, ilk yerleşenin başlattığı ve yönlendirdiği, kendisinden sonra gelenlerin iradesiyle bütünleşen bir "concensus" içinde, fakat önceden bilinemeyen, doğal çevrede topografyaya uyarak kendiliğinden meydana gelen yolların ortaya çıkışına benzer bir oluşum süreci sonucunda biçimlenen bir mahalle dokusu gerçekleşmiştir. Önceden var olan bir kentin bazen yeni bir binaya temel oluşturan, bazen bir sarnıca kuyu açılmasını sağlayan, bazen bir eski forum duvarının ya da bir mescide dönüştürülmüş kilisenin yönlendirdiği, zaman içinde depremler, yangınlar, su baskınları ile bozulup, küçük ötelemelerle yeniden oluşan, bir sosyal tesis kurmak isteyen güç sahiplerinin daha rijid çerçevelerinin araya zorla girdiği bu mahalle dokusu, eğer, dönem dönem belgelere dayandırılarak restitüe edilebilseydi, Osmanlı toplumsal yaşamının bütün eğilip bükülmelerini İstanbul mahallelerinde okuyabilirdik. Burada yaygın toplum katında gerçekleşen ve gerçekleşemeyen bütün potansiyeller dile gelmiştir. Örneğin büyük yangınlardan sonra kent içi inşaatları kontrol altına almak için sayısız divan emri vardır.

İstanbul'un değişik bölgelerinde mahalle dokusunda farklılıklar vardı. Bu farklılaşmayı erken yüzyıllar için bilmiyoruz. Galata'nın suriçindeki ilk yapısının Ceno-va gibi, Sirkeci'deki ilk Yahudi mahallelerinin Granada ya da Kordova gibi olmaması için bir neden yoktur. Nitekim 18-19. yy'dan kalan dokularda da gerek sokak dokusu, gerek mimari açıdan Müslüman, Hıristiyan ya da Yahudi mahalleleri arasında fark vardır. Bir mescitle ilişkili olarak oluşmuş, hemen tümü ahşap konutlu Müslüman mahalleleri suriçi, Eyüp ve Üsküdar'da benzer nitelikler taşırlar. Buna karşın Galata kurulduğundan bu yana yer yer

MAHALLELER

246

247

MAHMUDI

MAHALLE

Bu dar arka sokak bulunduğu semtin adını almıştır: Sinekli Bakkal. Evler hep ahşap ve iki katlı. Köhne çatılar; karşıdan karşıya birbirinin üstüne abanır gibi uzanmış eski zaman saçakları. Ortada baştanbaşa uzanan bir aralık kalmış olmasa, sokak üstü kemerli karanlık bir geçit olacak. Doğuda batıda bu aralık, renkten renge giren bir ışık yolu olur. Fakat sokağın yanları her zaman serin ve loştur.

Köşenin başında durup bakarsanız: her pencerede kırmızı toprak saksılar ve kararmış gaz sandıkları görürsünüz. Saksılarda al, beyaz, mor sardunya, küpe çiçeği, karanfil. Gaz sandıkları da öbek öbek yeşil fesleğen ile dolu. Ta köşede bir mor salkım çardağı, altında civarın en işlek çeşmesi vardır. Bütün bunların arkasında tiyatro dekorunu andıran beyaz, uzun, ince minare.

Sürürü kafeslerin arkasında kocakarı başları dizili. Arada dikişlerini bırakır, pencereden pencereye bağıra bağıra dedikodu yaparlar. Sokakta ayağı takunyalı, başı yazma örtülü, eli bakraçlı kadınlar çeşmeye gider gelirler. Saçları iki örgülü kız çocukları kapı eşiklerinde sakız çiğner; çakşırı yırtık, yalınayak, başı kabak oğlanlar kırık taşlar arasındaki su birikintileri etrafında çömelmiş kağıttan gemi yüzdürürler.

Burası dünyanın herhangi yerindeki bir fukara mahallesinden çok farklı değildir. Bir geçitten ziyade toplantı yeri: Mahalleli orada muhabbet eder, konuşur, kavga eder, eğlenir. Hayatın orada geçmeyecek safhası yok gibidir...

Eğer bir yabancı durur, su dolduran kadınlarla ahbablık ederse bir kınalı parmak ona mutlaka iki yer gösterir. Biri Mustafendinin "istanbul Bakkaliyesi", öteki, arka pencereleri çeşmenin üstüne açılan imamın evi. Birincisi sokağın ortasındaki evlerden birinin altına kara kovuk gibi gömülen dükkân, öteki sokağın biricik üç katlı binası. Gerçi kapısı öteki sokağa açılır, fakat küçük Sinekli Bakkal onu benimsemek ister. Çünkü zengin, fakir bütün civar halkı ölüm, doğum, nikâh gibi hayati meselelerde o eve gelmek mecburiyetindedir.

H. E. Adıvar, Sinekli Bakkal

kagir ve çok katlı yapının egemen olduğu, karanlık ve sıkışık bir Akdeniz liman kenti özelliklerini taşımıştır. 18. yy'ın sonunda ve 19. yy'ın başında Kuzguncuk üzerinde İcadiye'de ve Selimiye mahallelerinde uygulanan ortoganal sokak düzeni üzerinde geleneksel konutlarla oluşan mahalleler, eski mahallelerden çok farklı bir Batılı görünüm yaratmışlardı. Özellikle Selimiye Mahallesi İstanbul tarihi için çok ö-nemli ve belki de başka örneği olmayan bir yerleşim alanıydı. Bunun 1960'lı yıllarda giderek yok olması, kent tarihi için büyük bir kayıp olmuştur. 19. yy'ın Balat, Fener, Kumkapı, Beyoğlu yakasında Ta-tavla (Kurtuluş), Kadıköy'de Yeldeğirme-ni, Bahariye, Moda gibi semtlerindeki mahalleler de, o dönemde İstanbul mimarisine egemen olan Batılı üsluplarla inşa edilmiş yapılarıyla, İstanbul'un Avrupa kent tarihine katıldığı örneklerdir. Suriçinde de, özellikle son dönemin büyük yangınlarından sonra, benzer karakter gösteren Laleli, Fatih gibi semtler ortaya çıkmıştır. Fakat bunlarda geleneksel İstanbul'un özgün nitelikleri, hattâ sosyal dokusundaki homojenlik ortadan kalkmış, daha genel bir kent burjuvazisinin ikamet ettiği yerler olmuşlardır.

Boğaziçi mahalle dokusu olarak değişik bir karakter sergiler. Buradaki ilk mahalleler kaleler içinde kurulan küçük yerleşmelerdir. Bunların en ilginç örneği Rumeli Hisarı içindeki mahalleydi. Mescidinin minaresi hâlâ duran bu mahalle, kalenin restorasyonu sırasında ortadan kaldırılmıştır. Boğaz'daki Türk öncesi balıkçı ya da tarımla uğraşan köylerin niteliğini bilmi-

yoruz. Fakat Boğaz'ın egemen dokusu yazlan kullanılan yalılarla oluşuyordu. Kıyı boyunca dizilen bu aristokratik, büyük bir bölümü sultanlara ve vezirlere ait geniş sahilhaneler bir mahalle dokusu o-luşturmamışlardır. Ulaşımları da denizden oluyordu. Arkalarındaki küçük köyler tarımla ve balıkçılıkla uğraşırlar ve yalılara hizmet verirlerdi. Bu köylerin bir bölümü 19- yy'ın ikinci yarısında büyüdükleri zaman geleneksel dokuya uygun bir gelişim göstermişlerdir. Fakat kent içine göre çok daha geniş bahçe olanakları olduğu için, daha yeşil ve serbest bir düzende kurulmuşlardır. Fakat giderek, 20. yy'ın başında, eski ailelerin hizmetlileri ya da sultanın hizmetinde çalışanlar, eski büyük mülklerin parçalanmış parselleri üzerinde geleneksel dokuyu anımsatan sokaklar yaratmışlardır.

Sayfiye yerlerinde Boğaz'da, Çamlıca, Kısıklı, Acıbadem, Bağlarbaşı, Kızıltoprak, Feneryolu, Çiftehavuzlar, Erenköy gibi semtlerde, hattâ yeni yeni kent dokusuna katılan Teşvikiye, Nişantaşı, Şişli gibi semtlerde büyük bahçeli konak, yüksek sağır duvarlar, tümüyle Batılılaşmış mimarileriy-le, gelenekle ilişkisi tümüyle kesilmiş yeni bir kent fizyonomisi yaratmışlardır. Bunlar Abdülmecid döneminden (1839-1861) başlayarak Beşiktaş'tan sırtlara doğru ya da Büyükdere yolunu izleyerek Taksim'den Şişli'ye doğru uzanmışlardır. Bu bölgelerde konakların apartmanlarla yer değiştirmesi ise daha çok 20. yy'ın başında yoğunlaşan bir gelişmedir. Apartmanla birlikte eski kent yapısını anımsatan bütün özellikler de ortadan kalkmıştır. Bugün eski kent içi doku-

su ne kadar yok edilmişse, bu zengin ve yarı burjuva, yarı aristokratik kent görüntüsünün öğeleri de çağdaş gelişmenin baskısı altında, 1970'li yıllardan başlayarak ortadan kalkmıştır.

DOĞAN KUBAN Cumhuriyet Dönemi

Cumhuriyetin ilanından sonra, kentin idari yapısındaki değişikliklere bağlı olarak mahallenin tanımı kadar yapısında da değişiklikler olmuştur. Günümüzde mahalle, kentsel veya kırsal alandaki yerleşmelerde yerel yönetim amacıyla ayrılan en küçük birim ya da il, ilçe, nahiye veya köyün, idari olarak bölündüğü parçalardan her birine verilen addır. 1994 yerel seçimlerine esas olan muhtarlık listelerine göre, İstanbul'da Büyük Şehir Belediyesi sınırları içinde kalan 27 ilçede 606, Büyük Şehir Belediyesi sınırları dışındaki ilçelerde de 57 olmak üzere toplam 663 mahalle vardır. 1955'ten 1994'e kadar belediye sınırları içinde kalan ilçelerdeki mahalle sayısı tabloda gösterilmiştir.

İstanbul'un idari yapısında ve ilçelerde gözlenen değişiklikler mahallelerin dağılımını, sayısını ve sınırlarını etkilemiştir. 1927'de 7 olan ilçe sayısı 1950'de 16 olmuş, 1965'te 19'a, 1990'da 25'e, 1992'de 32'ye, 1994'te 33'e yükselmiştir.

1994'te, Büyük Şehir Belediyesi sınırları içinde sayıları 606'ya ulaşan mahalleler, kapladıkları alan ve içerdikleri nüfus miktarı ile, İstanbul'un Türkiye'nin en fazla göç alan kenti olduğunu ve bu göçün sürekliliğini bir kez daha kanıtlarlar. Büyük Şehir Belediyesi sınırları içindeki 27 ilçenin mahalle sayıları şöyledir: Adalar 5, Avcılar 9, Bağcılar 22, Bahçelievler 11, Bakırköy 15, Bayrampaşa 11, Beşiktaş 22, Beykoz 20, Beyoğlu 45, Eminönü 33, Esenler 13, Eyüp 19, Fatih 69, Gaziosmanpaşa 29, Güngören 13, Kadıköy 28, Kâğıthane 16, Kartal 27, Küçükçekmece 21, Pendik 18, Maltepe 17, Sarıyer 22, Şişli 28, Ümraniye 18, Üsküdar 52, Tuzla 10, Zey-tinburnu 13.

Listede görülen ilçelerden sadece Emi-nönü'nün tüm mahalleleri (33 mahalle), 1955-1994 arasında gerek adları gerekse alan büyüklükleri ile aynı kalmıştır. Fatih İlçesi mahalleleri açısından da durum aynıdır. Aynı adlarla günümüze kadar gelen Fatih mahallelerinden sadece ikisi, Kaz-lıçeşme ve Merkez Efendi mahalleleri, Zey-tinburnu 1957'de ilçe olduğu zaman bu ilçeye bağlanmıştır. Her iki ilçenin de kentin suriçinde ilk yerleşilen alanlar olması dikkat çekicidir. Adalar İlçesi'ne yeni yerleşmeler eklenmişse de, muhtarlık, yani mahalle sayısı aynı kalmıştır. Bakırköy İlçe-si'nde 1994'te var olan mahallelerden 8'i 1955'te de aynı ad ve sınırla vardı. Bu ilçenin 5 mahallesi ise 1957'de ilçe olan Zey-tinburnu'nun alanı içinde kalmıştır. Beşiktaş'tan 13, Beykoz'dan 11, Beyoğlu'ndan 37, Eyüp'ten 8, Kadıköy'den 14, Sarıyer'den 12, Şişli'den 13, Üsküdar'dan 36 mahalle günümüze kadar eski adlarıyla ulaşabilmişlerdir.

Ancak yaklaşık 40 yıl önceki adlarını .



Yüklə 8,15 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   56   57   58   59   60   61   62   63   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin