KirkçEŞme tesisleri



Yüklə 8,15 Mb.
səhifə56/140
tarix27.12.2018
ölçüsü8,15 Mb.
#87838
1   ...   52   53   54   55   56   57   58   59   ...   140

LOTI, PEERRE

228

229


LUTFÎ EFENDİ

Lorichs'in 1557 tarihli Süleymaniye Külliyesi gravürü. Galen Alfa

Portrenin üstündeki Latince yazı bunun 15 Şubat 1557'de yapılmış olduğunu belirtir. Bu konuda söyleyebileceğimiz tek şey Ka-nuni'nin bu tarihte İstanbul'da bulunduğudur. Aynı biçimde birbirinden çizilerek büst ve boy resimleri haline getirilen İran ŞahıTahmasb'ın elçisinin resimleri ise 1557 tarihlidir. Üstündeki yazıda İsmail adı verilen elçinin, aslında Süleymaniye Camii' nin açılışı münasebetiyle gönderilen ve adı Osmanlı kaynaklarında Tabit ya da Tebet olarak geçen kişi olduğu anlaşılıyor. Sü-leymaniye'nin açılış töreni ise 8 Ekim 1557'de yapıldığına göre çizim de bu tarihe yakın olmalıdır. Lorichs, bu dört portreyi 1571-1574 arasında gravür haline getirerek 21 Nisan 1574'te Anvers'te yayımlayacak ve bu yayını Danimarka Kralı II. Freder-cik'e ithaf edecektir. Bu portreler 16. ve 17. yy'da onlara başka isimler yakıştırılarak, bastırılmıştır. Kanuni portresine Nasuh Paşa (1611-1614 arasında sadrazam) ya da Sultan İbrahim (hd 1640-1648) ismi, İran elçisine ise Rüstem Paşa ya da IV. Murad (hd 1623-1640) isimleri yakıştırılmıştır.

İstanbul dönemine ait iki diğer portre Elçi Busbecq ve elçilik maiyetinden Francis-cus Zay'e aittir. Birincisi 24 Eylül 1557 tarihlidir, yani İran elçisinin portresine yakın bir tarihte yapılmıştır. Zay'e gelince, 1553 An-ton Wrancic ile birlikte İstanbul'a gelmiş ve 1557'de kentten ayrılmıştır. Bunlardan başka saray kadınlarına ait olması gereken birkaç portre vardı, ancak bunların belgesel değeri hakkında bir yorum yapmak güçtür.

Üçüncü önemli bir seri İstanbul'un çeşitli binalarına ve görüntülerine aittir. Bunların arasında Süleymaniye Külliyesi'nin görkemli bir gravürü vardır ki, caminin açılış tarihini tam olarak (8 Ekim 1557) verir. Ayrıca Atik Ali Paşa Camii'nin bir gravürü, Elçi Hanı'ndan yapılmış kentin yakın bir görüntüsü önemli çizimler arasındadır.

Dördüncü bir grup, kıyafet (özellikle yeniçeri ve diğer ordu mensupları), alet ya da günlük hayat sahnelerine ait çizim ve gravürlerdir. Genellikle nitelikleri gibi belgesel değerleri de çok büyük olan bu resim-

lerin önemli bir bölümünü Lorichs yedi grup halinde ve büyük bir olasılıkla profesyonel gravürcüler kullanarak 1570, 1575, 1576, 1579, 1581, 1582 ve 1583'te gravür haline getirmiştir. Birinci grup mimari çizimlere, diğerleri çeşitli eşya ve kıyafetlere aittir ve toplamı 128 gravür eder. Baskıya hazırlanan bu gravürler, ancak ressamın ölümünden çok sonra l626'da Hamburg'da yayımlanmıştır, aym kentte yapılmış 1641 ve 1646 baskılan vardır. Bunların dışında gravür haline getirilmiş ya da getirilmemiş çok sayıda çizimler çeşitli kütüphane ve özel koleksiyonlarda bulunur ki bunların tam katalogunun yapılmış olduğu söylenemez.

Bibi. S. Eyice, "Avrupalı Bir Ressamın Gözü ile Kanunî Sultan Süleyman, İstanbul'da Bir Sa-fevî Elçisi ve Süleymaniye Camii", Kanuni Armağanı, Ankara, 1970, s. 129-170; E. Fischer, MelcbiorLorck: drawingsfrom theEvelyn Col-lection at Stonor Park England and from the Department ofPrints and Drauıings of the Ro-yalMuseum offinearts Copenhagen, Kopenhag, 1962; H. Harbeck, MelchiorLorichs, Hamburg, 1911; M. Y. Libman, "Risunski Melkhiora Lorikhsa v Gosudartsvennom Ermitaje v Gosu-daıtsvennom muzee izobrazitelnih iskussty im A. S. Puşkina", Trudy Gosudartstvennogo Er-miaja, VI, 1961, s. 213-223; E. Oberhummer, Konstantinopel under Sultan Suleiman dem Grossen, Münih, 1902; P. Sherrard, Konstantinopel: Bild einer heiligen Stadt, Lausanne, 1963; P. Ward-Jackson, "Some rare drawings by Melchior Lorichs in the collection of Mr. John Evelyn of Wotton, and now at Stonor Park, Oxfordshire", The Connoisseur, 1955, s. 83-93; K. Wulzinger, "Melchior Lorichs An-sicht von Konstantinopel als topografische Quelle", Festschrift G.Jacob, Leipzig, 1932, s. 355-368; Yerasimos, Voyageurs, 242-243.

STEFANOS YERASİMOS



LOTI, PIERRE

(14 Ocak 1850, Rochefon - 10 Haziran 1923, Hendaye) Fransız yazar.

Asıl adı Louis-Marie Julien Viaud'dur. Deniz subayı olarak askeri gemilerle Ortadoğu ve Uzakdoğu'da bulundu, buralardaki gözlemlerini aşırı romantik ve gizemli üslubuyla kitaplarına yansıtarak üne kavuştu. Selanik ve İstanbul'da harem içinde

bir aşkı anlatan ilk romanı Aziyade (1879) ile dikkati çeken Loti, İzlanda Balıkçısı (1886), Madam Krizantem (1887) gibi ro-mamarıyla ününü pekiştirdi, 1891'de Fransız Akademisi'ne seçildi. Mesleğinde albaylığa kadar yükselen yazar, ömrünün sonuna kadar eser vermeye devam etmiştir.

İlk kez 1876'da genç bir subayken Türkiye'ye geldi. Daha sonra 1887 ve 1890 ziyaretlerinin arkasından 1903-1905 arasında elçiliğin koruma gemisinin komutanı o-larak İstanbul'da yaşadı. Avrupa'nın maki-neleşen, aşırı maddileşen yaşamına karşı Doğu, hele İslam ülkelerindeki çekişmesiz, hoşgörülü yaşama özlem duyuyordu. Bu sebeple yerli giysileri giyip Eyüp gibi İstanbul'un en sakin ve dine bağlı bir bölgesinde yaşamayı yeğledi. Kendisim tanıyan II. Abdülhamid bütün polis teşkilatına resmini dağıttırdı ve rahatsız edilmeden koruma altında tutulması emrini verdi. Bu sayede İstanbul'un en tehlikeli Galata meyhanelerine girebiliyor, diğer yandan İstanbul sosyetesinin en önünde geliyordu. Gemisinde verdiği ziyafetler, balolar olay oluyor, Avrupa basını bile bunları aktarıyordu. Nitekim kendisini vaftiz etmek için düzenlediği toplantı büyük yankılar yaptı ve hem İstanbul'dan, hem de Avrupa'dan kadınlardan "Kedin olayım Loti" ithaflı mektuplar aldı. Yine bu dönemde kendisini protokolün gerektirdiği şekilde selamlamayan bir kişiyi düelloya davet edişi de Avrupa basınının baş konularından biri oldu.

Kadınlara ilgi duymadığı bilindiği halde kadınlar tarafından paylaşılamayan Loti, bu İstanbul ikameti sırasında, hayatının en eğlenceli ve ona en çok ün kazandıran olayıyla karşılaştı. Osmanlı hariciyesinin yüksek rütbeli, Fransız kökenli bir memurunun kızları, Fransızca öğretmeni olan kadınla birlikte Loti'ye mektup yazıp harem hayatının sıkıntılarını aktardılar ve zorla evlendirilme hikâyesi ile onu etkilediler. Hattâ biri bu yüzden verem olmuş diye anlatıldı.

İstanbul'daki görevi bitip Fransa'ya dönüşünden sonra yazar bu konuyu LesDe-senchantees (Mutsuz Kadınlar, 1906) ro-

manında işledi. 220.000 nüsha basılarak döneminde en çok okunan kitaplar arasına giren eser, Avrupa'da da İslam toplumlarında da büyük etki yarattı ve pek çok dile çevrildi. Daha sonraları olayın sahte olduğu, bu tür bir haremin bulunmadığı ortaya çıktıysa da, yarattığı ilgi gerçeği örttü. Türkiye ve Doğu toplumlarında Loti'nin "dost" ünü daha da pekişti. Diğer yandan kendisindeki Doğu'ya hayranlık da daha kökleşti.

Hızla değişen Batı'ya tepkisi o hale geldi ki, 1908'deII. Meşrutiyet ilan edildiğinde bunu kendisine müjdeleyen bir Türk dostuna, ileri toplumlar düzeyine gelmenin mutluluk olmadığını, bu yüzden Türkleri dünyada eşsiz yapan bütün çekici özellikleri, bütün sevimli güzellikleri kaybedeceklerini hatırlatıyordu. Avare ve tasasız yaşamak, ihtirassız ve idealsiz yaşamak, büyük fincanlarla kahve içmek, nargile hö-pürdetmek, uzunuzun rüya ve daima rüya görmek, üzüntüsüz, şikayetsiz ölmek varken uygar olmaya özenmenin umutsuzluk ve keder getireceğini ileri sürdü.

Jön Türkler'in bu sevmediği değişmeyi zorlamalarına karşı olmakla birlikte, Türklere olan sevgisi asla azalmadı. 1911' de ve Balkan Savaşı ertesinde 1913'teiki defa daha İstanbul'a geldi. Balkanlılara ve Avrupa devletlerinin Osmanlı'yı paylaşma politikalarına karşı sürdürdüğü basın kampanyası sebebiyle büyük törenlerle ve "Bü-

yük Dost" diye adlandırılarak karşılandı. Can Çekişen Türkiye (1913) kitabıyla cesaretle ortaya çıktı. 1915'te de Fransa'nın I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin karşısında yer almasını açıkça eleştirdi ve bu yüzden kendi ülkesinde sevilmeyen adam durumuna geldi. Ancak büyük ünü ona dokunulmazlık sağladı. 1918'de Mondros Mü-tarekesi'nin ilanından hemen sonra Osmanlı Devleti'nin paylaşılma planları yapılırken yine gazetelere makaleler yazarak ve konferanslar vererek Türk savunuculuğuna devam etti.

İstanbul'da anma törenleri yapıldı ve 1920'de "İstanbul'un fahri hemşerisi" ilan edildiği gibi, adına bir dernek kuruldu, Di-vanyolu'nda bir caddeye de adı verildi. İstanbul'daki 80 kadar aydın bir ortak mektupla yardımlarını isterken, Cenevre'deki Türk öğrenciler de sürekli olarak kendisiyle ilişki kurarak Türk davasını daha iyi savunmasını sağlamaya çalışıyordu.

1920'de SevgiliFransamızmDoğu'da Ölümü ve 1921'de Doğu'dan Ulvi Hayaller adlı kitaplarıyla savaşını sürdürdü. Bu çabalar, temel görüşlerine aykırı olduğu halde Ankara hükümetinin de takdirlerini topladı ve 1922'de Mustafa Kemal Paşa kendisine bir değerli halı göndererek teşekkürlerini bildirdi.

Bugün Eyüp'teki Piyer Loti Kahvesi bir ziyaret merkezi olduğu gibi, Divanyolu'n-da bir süre oturduğu binaya da bunu be-

Pierre Loti hizmetkârı Hasanla.



istanbul le Regard de Pierre Loti, Tournai, 1992

lirten bir kitabe konulmuştur. Abdülhak Şinasi Hisar da istanbul ve Pierre Loti (1958) adlı kitabında yazarın İstanbul'a ilgisini işlemiştir.

ORHAN KOLOĞLU

LOUISA BOTTER KÖŞKÜ

bak. JEAN BOTTER KÖŞKÜ



LUTFÎ EFENDİ

(1817, İstanbul - 17Mart 1907, İstanbul) Tarihçi.

Tam adı Ahmed Lutfî Efendi'dir. Emi-nönü'nde Alacahamam Mahallesi'nde doğdu. Nalıncı ustası Mehmed Ağa'nın oğludur. İlköğrenimden sonra bir süre Mühen-dishane-i Berr-i Hümayun'a devam etti. Ardından Amcazade Hüseyin Paşa Medrese-si'ne girdi. Burada 8 yıl okuduktan sonra 183l'de müderris oldu. 1836'da İstanbul müderrisliği rüusunu elde etti. 1837'de Takvimhane mukabeleciliğine getirildi. 1841'de sadaret mektebi kalemi mümeyyizliğine atandı. 1845-1852 arasında çeşitli kâtiplik görevleriyle Rumeli ve Anadolu'da bulundu. 1852'de Takvimhane'deki görevine döndü.

1861'de ek olarak Mekteb-iTıbbiye Türkçe inşa hocalığına ve Meclis-i Tıbbiye üyeliğine getirildi. 1864'te Takvimhane ve Matbaa-i Âmire Matbuat Nezareti adıyla yeniden örgütlenince nazırlığa atandı. Ayrıca Meclis-i Maarif üyesi oldu. Aynı yıl İstanbul'da yapılan nüfus sayımında görev aldı ve Boğaziçi'nin Rumeli yakasında Ye-niköy'den Kilyos'a uzanan bölgenin nüfus yazımım gerçekleştirdi. 1865'te Matbuat Nezareti'nin kaldırılması üzerine emekliye ayrıldıysa da Mart 1866'da Cevdet Pa-şa'nm(->) yerine vakanüvisliğe getirildi. Bu arada ilmiye sınıfındaki rütbesi İstanbul kadılığına, ardından da Anadolu kazaskerliğine yükseltildi. 1881'de Rumeli kazaskerliği payesini de alan Lutfî Efendi Ocak 1888-Nisan 1889 arasında fiilen Rumeli kazaskerliği yaptı. 1889'dan ölümüne kadar 1877'de atandığı Şûra-yı Devlet üyeliğiyle birlikte vakanüvislik görevini de sürdürdü.

Lutfî Efendi, Osmanlı Devleti'nin Ab-durrahman Şeref ten(-t) önceki vakanüvi-sidir ve Osmanlı tarihinde bu görevde en uzun süre bulunmuş kişidir. Tarih-i Cevdet' in zeyli olarak kaleme aldığı 1825-1879 arasını kapsayan tarihi büyük ölçüde İstanbul'da meydana gelen olayları anlatması bakımından dönemin İstanbul'u için önemli bir kaynaktır. Tarih-i Lutfî olarak tanınan eserin ilk 7 cildi sağlığında basılmıştır (İst. 1290/1873-1306/1889). 8. cilt 1328/1912'de Abdurrahman Şeref tarafından yayımlanmıştır. 9-15. ciltler ise Münir Aktepe tarafından yayımlanmıştır (9. c. İst., 1984,10-15. c., Ankara, 1988-1993). Bibi. M. Aktepe, "Vak'a-nüvis Ahmed Lutfi ve Tarihi Hakkında Bazı Bilgiler", TED, S. 10-11 (1981), 121-152; ay, "Ahmed Lutfî Efendi", DlA, II, 97-98; İnal, Türk Şairleri, 896-901; Ba-binger, Osmanlı Tarih Yazarları, 417-419; Ce-maleddin, Âyine, 121-125; Osmanlı Müellifleri, III, 136-137; Gövsa, Türk Meşhurları, 230.

İSTANBUL

LUTFULLAH EFENDİ ÇEŞMESİ 230

231

LYKOS DERESİ

LutfiıUah Efendi Çeşmesi

Yavuz Tiryaki, 1993

LUTFULLAH EFENDi ÇEŞMESİ

Fatih îlçesi'nde, Müftü Ali Mahallesi'nde, Çırakçı Çeşmesi Sokağı'nda yer alır. Kü-feki taşından inşa edilen bu çeşme, kitabesinden anlaşıldığı kadarıyla Lutfullah adındaki bir şahıs tarafından 1129/1716' da yaptırılmıştır.

tanışık, İstanbul Çeşmeleri kitabında bu çeşmeyi oldukça harap bir vaziyette tanıtmaktadır. Saçaklı, yalağı ve musluğu kırık, suyu akmaz bir halde iken, günümüzde restore edilmiştir.

Klasik tarzda inşa edilen Lutfullah Efendi Çeşmesi sivri bir kemere sahip olup cephesinde ince bir silmeden başka hiçbir süsleme öğesi yer almamaktadır, iki be-yitlik kitabesinde döneminin kıvrık dallı stilize çiçek motifleri yer almaktadır.

Mermer aynataşının üzerinde günümüzde ilave edilmiş bir musluk yer alır. Aynataşının sağında ve solunda kaş kemerli tas yuvaları, üzerinde ise kitabesi bulunmaktadır. Mermerden inşa edilen testilikler ve yalak, restorasyon sırasında yenilenmiştir.

Lutfullah Efendi Çeşmesi aynı mahalledeki Tiftik Sokağı'nda iken yerinden sökülerek restore edilmiş, yalağı ve testilikleri yenilenmiş, saçaksız olarak Çırakçı Çeşmesi Sokağı'na taşınarak şehir şebekesinden su bağlanmıştır.



Bibi. Tanışık, istanbul Çeşmeleri, I, 114; A. Egemen, İstanbul'un Çeşme ve Sebilleri, ist., 1993, s. 488.

YAVUZ TiRYAKi



LÜFER

Pomatomidae familyasından, Pomatomus saltatrix bilim adıyla tanınan balık.

Küçüğünden büyüğüne, sırasıyla; def-neyaprağı (10 cm'ye kadar), çinakop (11-15 cm), kabaçinakop (15-16 cm), sarıkanat (17-20 cm), lüfer (21-25 cm) ve kofana (30 cm'den fazla) diye adlandırılırlar. Ağustos sonunda Karadeniz'den istanbul Boğazı' na ilk inişi yapan lüferlere "koruk lüferi" ya

da "otlak balığı" denir. Bunları takiben tam boy lüferler ve kofanalar eylül ortasından itibaren Boğaz'a girmeye başlarlar. Burada bir süre oyalanıp av verdikten sonra Marmara'ya yayılırlar. Yıllar önce Halic'e bile girdikleri bilinmektedir. Bir kısmı Marmara'da kalan lüferlerin büyük bir bölümü göçlerine devam ederek Ege Denizi'ne inerler. Göç aralık ayına kadar devam eder. Mayıs ayında Ege ve Marmara'dan Karadeniz'e doğru çıkış yaparlar. Balıkların iniş ve çıkışları Boğaz balıkçıları tarafından "anavasya" ve "katavasya" diye adlandırılır.

Lüfer Marmara'ya iniş yaparken en verimli av mahalleri Karadeniz'de Kilyos önlerinde Kalafatya taşı açığı, Uzunya önleri, Anadolu Feneri yukarısında Yom Burnu, Anadolu ve Rumeli fenerleri önü, Plav-kaya, Anadolukavağı'nın üst tarafında kale arkası, Umuıyeri, Kireçburnu, Tarabya, Kandilli, Bebek, Vaniköy, Çengelköy koyları, Kuruçeşme'de Büyüktaş ve Küçüktaş (Büyüktaş Galatasaray Adası, Küçüktaş Kuruçeşme Feneri'dir), Ortaköy sahili, Dol-mabahçe-Fındıklı arası ve balık yatak yaptığı zamanlar Dike ile Haliç'tir. Marmara'da Yenikapı önünden Yeşilköy'e kadar uzanan sahil boyu, Anadolu yakasından Yeşilköy'e kadar uzanan sahil boyu, Anadolu yakasında Kız Kulesi civarı ve Moda önleridir.

Her iki çenesinde de ustura gibi keskin dişlere sahip olan lüfer, kıvrak ve saldırgan bir balıktır. Bu nedenle avı kolay değildir. Lüfer balığının boylarına göre kıyıdan ve sandaldan yapılan av sırasında kamışla veya elle kullanılan 24 çeşit olta takımı vardır. Bunlar değişik renkte tüylerle donatılmış çapariler, çeşitli zokalı takımlar, kaşıklar, seğirtmeler, çarpmalar, uzun oltalar, yünlüler, yüksükler ve yapay yem-li takımlardır. Uzun olta ve zokalı takımlarda canlı ve cansız yem olarak kraça, istavrit, izmarit, kolyoz ve uskumru vonozu, hamsi, zargana, gümüş, istrongilos ve ilarya gibi balıklar kullanılır.

Ayrıca profesyonel balıkçılar tarafından gırgır, voli ve dip ağlarıyla avcılığı yapılır. Boğaz'm akıntılı sularında av sırasında kürek tutmak da oldukça maharet isteyen bir iştir, itinayla hazırlanan Boğaz'a özgü lüfer takımları ve ustalıkla tatbik edilen bu av teknikleri Boğaziçi'nin balık kültürüne girmiş ve en önemli yeri işgal etmiştir.

Sonbahar başlangıcında, meraklı ve usta balıkçılar Boğaz'm Karadeniz ağzında saatlerce sabredip bekleyerek mevsimin ilk balığını kollarlar. Boğaz'a giren "turfanda" balığı tutmak ustalar arasında büyük bir prestij konusudur.

Yıllar önce Boğaziçi'nde, güve girmesin diye servi ağacından yapılmış, içleri mis gibi kokan takım kutuları açılır, gözlerine bin-bir itina ile yerleştirilmiş, at kılından bükülmüş lüfer oltaları çıkarılıp elden geçirilir, zokalar dökülür ve mazgallanırdı. Gece avında kullanılan lüks lambaları kontrol edilir, sandallar bakıma alınır, renk renk muşambalar dolaplardan çıkarılıp havalandırılarak mevsime hazırlanırdı.

Akşam yenilisinde kullanılan büyüklü

küçüklü lüfer zokalarının kalıplarını yapmak da maharet isteyen bir işti. Sakıztaşı ve kırmızı maltataşından oyulan bu kalıplar paket kâğıtlarına sarılıp saklanır, pek çoğu yıllarca kullanılır ve babadan oğla intikal ederdi. Örneğin Alıırkapı'daki Bahriyeli Ahmed'in, Bebekli Angeli'nin kalıpları daima aranırdı. Beylerbeyi'nin kalıbı denince bunu dönemin bütün balıkçıları bilirdi. Kandilli'de Edib Efendi Yalısı'mn(->) o günkü sahibi Asaf Muammer Bey'in zoka kalıpları ise dillere destandı. Bazıları günümüze kadar intikal eden bu kalıplardan dökülen "sülük" ve "sarımsak" zokaların boy ve ağırlıkları Boğaz akıntılarına göre ayarlanmış olup, biçimleri itibariyle de âdeta birer sanat eseriydiler.

Eski devlet adamlarından, ünlülerden birçok lüfer avı meraklıları arasında Ab-dülaziz'in başmabeyincilerinden Nevres Paşa, Ahmed Rasim, Recaizade Ekrem Bey, Sahip Molla Bey ve Said Halim Paşa'nın isimleri sık sık geçerdi. Padişahlar arasında da Abdülaziz lüfer tutmaya merak sar-dıranlardandı.

Büyükdere'de oturan Abraham Paşa^), av sırasında üşümemek için özel bir sandal yaptırmıştı. Sandalın üst kısmını camekânla kapattırmış, iç kısmın ambarında da oltasını denize rahatça sallandırmak için etrafı küpeşteli büyük bir delik açtırmıştı. O dönemde, ağzında gümüş zokayla yakaladığı lüferi, balığa son derece meraklı saray erkânından birine sunan bir balıkçı bir kese altınla ödüllendirilmişti.

Uğruna gümüş zokalar dökülmüş, Boğaz ve İstanbul'un eski yaşamıyla bütünleşmiş bir balık olan lüfer, eti en lezzetli balıklar arasında sayılır. Başta ızgarası olmak üzere buğulaması ve köftesi yapılır. Kofananın sadece yanaklarından haşlanarak yapılan salatası Abdülhamid'in sofrasından eksik olmazmış.

Bugün diğer pek çok balık türü gibi lüferin de deniz kirlenmesi ve aşırı avlanma gibi nedenlerle gün geçtikçe azaldığı görülmektedir.

ALİ PASİNER

LÜLECİLİK

Eskiden çubuk ve nargilenin ucuna takılıp içine tütün, tömbeki doldurmaya mahsus olan, ağzı fincan gibi açık, dibinde bir delik bulunan, pişmiş topraktan imal edilmiş, üzeri çeşitli motiflerle süslenmiş kaba "lüle", bunları imal eden ustalara da "lüleci" denirdi.

Lülenin yaygınlık kazanması tütün içimiyle ilişkilidir. I. Ahmed (1603-1917), IV. Murad (1623-1640), IV. Mehmed (1648-1687) dönemlerinde çıkarılan, bazen sıkı bazen de yumuşak yaptırımlarla uygulanan tütün yasağı, uzun müddet devam ettiğinden tütüncü esnafı ve ona bağlı olan ticari kolların bir müddet loncaya kavuşamadığını görmekteyiz. Ancak III. Ahmed döneminde (1703-1730) tütüncüler, lonca halinde örgütlenmiş, III. Mustafa döneminde (1757-1774) lüleci esnafı da örgütlenmiş ve başlarına bir kethüda tayin edilmiştir. Bu tarihlerden itibaren tütün içimi,

büyük bir yaygınlık kazanmış, nargile ve çubuk girmeyen ev, kahve kalmamış olduğundan lülecilik sanatının güzel örnekleri de görülmeye başlanmıştır.

Kırmızı topraktan pişmiş olarak imal edilen lüleler, tütünün doldurulduğu "tütün çanağı", dumanı tütün çanağından çubuğa götüren yol olan "duman yolu" ve çubuğun lüleye sokulduğu "çubuk ağzı" denilen üç kısımdan meydana gelir.

Lülenin yapımındaki ilk aşama, ağaçtan bir numunenin hazırlanmasıdır. Bu numunenin içine çamur doldurularak lüle yapıldığı gibi eskiden Okmeydam'ndan alınan ve nemli yerlerde muhafaza edilen lüleci çamuru, el tornasında şekillendirilerek de yapılabilirdi. Lüleler, tam kurumadan şimşirden yapılmış, ucu istenilen desenin dişisi olarak oyulmuş kalemlerin astarlı çamur üzerine bastırılmasıyla değişik motiflerle süslenir ve bir sanat eseri haline getirilmiş olurdu. Ayrıca zenginler için, gümüş kakmalarla süslenmiş lüleler de yapılırdı. Lüleleri yapan ustaların ismi mühür şeklinde vurulurdu. Bazı lülelerin üzerinde ise hem lüleyi yapan ustanın hem de ustanın isminin kalıbını zarif bir yazıyla hazırlayan hattatın mühürleri bulunurdu. Bazen de ustanın adı, eski yazı mührün yanında bir de Fransızca olarak basılırdı. Nadir olarak üzerlerinde resimler, beyitler ihtiva eden lüleler de yapılmıştır. Hattâ, lüleyi yapan ustanın dükkânının adresini, kapı numarasını içerenler dahi imal edilmiştir.

Lüleler, bu işlemlerden geçirildikten sonra Van'dan getirilen ve "gülbahar" ismi verilen kırmızı toprakla astarlanır ve fırınlanmaya hazır hale getirilirdi. Kendine has odun ateşiyle fırınlanan lülelerin çatlayarak bozulmalarını önlemek için en son olarak yapılan bir işlem de "püf noktası" dır. Günlük hayatımızda sık olarak kullanılan bu deyimin kökeni lülecilik sanatın-dadır. Fırınla dışarısı arasındaki sıcaklık farkından dolayı lülelerin çatlamaması için ustalar, lülelerin üzerine "püf diyerek ılık bir nefes verir, böylece sıcaklığın yavaş yavaş değişmesini sağlamış olurlardı.

En güzel lüleler Tophane'deki çarşıda yapıldığından bu sanat "Tophane lülecili-

ği", ürünler de "Tophane lülesi" ismiyle anılmıştır. Tophane'deki Kılıç Ali Paşa Ca-mii'nin yanından başlayan Lüleciler Çarşısı, Hendek denilen yere, Kumbaracılar Yo-kuşu'nun aşağılarına kadar devam ederdi. Burası sonradan Lüleci Hendek Sokağı adını almıştır. Buradaki çarşıda 60 kadar dükkân faaliyet gösterirdi. Alışverişe gelenler, satılan lülelerden en az bir düzine alırlardı. Çünkü gayet ince ve zarif olan lüleler, çok kısa zamanda temizlenirken zedelendiğinden ve zedelenmiş lüleyle tütün içmek ayıp sayıldığından alışveriş düzine hesabıyla olurdu.

Sigaranın fabrikalarda seri olarak imal edilmeye başlamasıyla çubuk içme âdeti ortadan kalktığı için lüleci esnafı nargile imame ve ateşliği, aynı teknikle "evanî" denilen tiryaki fincanları büyüklüğünde fincan ve tabaklar, mürekkep, hokka kutuları, şekerlikler, askı topları imal ederek bir süre daha geçimlerini temine çalıştıktan sonra dükkânlarını teker teker kapamak zorunda kalmışlardır. 1921'de tek örnek o-larak kalan Ömer Usta'nın dükkânını 1928' de kapamasıyla beraber bu sanat dalı da tarihe karışmıştır. En son ustanın malzemesi ve aletleri bugün Yıldız Sarayı'nda bulunan İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı Şehir Müzesi'ne intikal etmiştir.



Bibi. H. Kocabaş, "Tophane Lüleciliği", Türk Etnografya Dergisi, S. 5 (1962), s. 12-13; Paka-lın, Tarih Deyimleri, II, 372; Büngül, Eski Eserler, II, 11; Arseven, Sanat Ansiklopedisi, III, 1245-1247; E. Bakla, "Unutulmuş Bir Halk Sanatı: Lülecilik", Antika, S. 5 (Ağustos 1985), s. 4-8; ay, Tophane Lüleciliği, İst., 1993; M. Z. Kuşoğlu, "Dünkü Sanatlarımızdan Lülecilik", İlgi, S. 56 (Kış 1986), s. 32-35; N. Bayraktar, "Tütün Lüleleri-Tophane işi Eserler", Türki-yemiz, S. 62 (Ekim 1990), s. 16-25; Musahibza-de, istanbul Yaşayışı, (1992), 194.

UĞUR GÖKTAŞ



LÜTFİ KERDAJR SPOR SALONU

bak. SPOR VE SERGİ SARAYI



LÜTFİ PAŞA MESCİDİ

Fatih İlçesi'nde, Çapa-Fındıkzade'de Ördek Kasap Mahallesi, Lütfi Paşa Sokağı'n dadır.

Mescidin asıl banisi Defterdar Ahmed Çelebi'dir. Lütfi Paşa'nın mescidin civarın-

Tophane'de

üretilmiş çeşitli

lüleler.


E. Bakla, Tophane

Lüleciliği, ist., 1993

Lütfi Paşa Mescidi

Nurdan Sözgen , 1994, TETTVArşivi

da bulunan hamam ve çeşmesinden dolayı, Lütfi Paşa Mescidi olarak tanınmıştır. Mescidin inşa tarihi belli değildir. Fakat vakfiye tarihinden önce olduğu tahmin edilebilir. Minare kapısında yazılı olan ve bazı kaynaklarda geçen 1518 tarihinin nereden çıktığı belli değildir. 900/1494 tarihli vakfiyesinde ismi "Ahmed Beğed-defteri" olarak kaydedilen Defterdar Ahmed Çelebi'nin, Zağanos Ahmed Paşa'nın oğlu olduğu ve II. Bayezid (hd 1481-1512), I. Selim (1512-1520) dönemlerinde iki defa defterdarlık yaptığı bilinmektedir. Yenibahçe'deki bu mescidi için evler, hücreler, fırın, değirmen, bostan ve araziler vakfetmiştir. Ayrıca bir mektebi olduğu da anlaşılmaktadır. Mescidin yanındaki medresesi 1911'de harap olarak durmakta idi. Ahmed Çelebi'nin kabri, Ha-dîka 'ya göre Sofular Camii karşısında Ek-mel Tekkesi kabristanında olup, 931/ 1524 tarihlidir.

Mescit, zaman içinde çeşitli tamirlerden sonra 1958'de cemaat tarafından yeniden yaptırılmıştır. Bugünkü mescit, kagir, çatılı ve geniş saçaklı, iç ölçüleri 7,40x 12,50 m olan bir yapıdır. Son cemaat yeri yoktur. Pencereleri uzun ve tuğladan yuvarlak kemerlidir. Sağ ve sol duvarlarında üçer ve diğer duvarlarında ikişer pencere ve mihrap duvarında da yuvarlak bir pencere vardır. Mihrap kısmen eski izler taşımaktadır. Minaresi sağ taraftadır ve oluklu olarak yapılmıştır.


Yüklə 8,15 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   52   53   54   55   56   57   58   59   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin