KIYAMET SÛRESİ
24-25. ÂYET
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ بسم الله الرحمن الرحيم الحمد لله رب العالمين وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىَ رَسُولِنا مُحَمَّد وَ عَلَي آلِهِ وَصَحْبِهِ أَجْمَعِينَ رَبِّ اشْرَحْلِى صَدْرِى وَيَسِّرْلِى اَمْرِى وَاحْلُلْ العُقْدَةً مِنْ لِسَانِى يَفْقَهُوا قَوْلِى رَبِّ قَدْ آتَيْتَنِي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَنِي مِنْ تَأْوِيلِ الأحَادِيثِ فَاطِرَ السَّمَاوَاتِ وَالأرْضِ أَنْتَ وَلِيِّي فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ تَوَفَّنِي مُسْلِمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِين توفنا مسلمين وألحقنا بِالصَّالِحِين واحشرنا في زمرةالصَّالِحِينَ وأدخلنا الجنة مَعَ الأبْرَارِ يا عزيز يا غفار
KUR’AN’DAN OKUNAN BÖLÜM:
وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ بَاسِرَةٌ (24) تَظُنُّ أَنْ يُفْعَلَ بِهَا فَاقِرَةٌ (25)
TEFSİRDEN OKUNAN BÖLÜM:
{وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ بَاسِرَةٌ} كالحة شديدة العبوسة وهي وجوه الكفار{تَظُنُّ} تتوقع أَن يُفْعَلَ بِهَا فعل هو في شدته {فاقرة} داهية تقضم فقار الظهر
DÜNYANIN ÖLÜM KORKUSU
İÇİNDEKİLER
1.Kur’an’dan Okunan Bölüm
2.Tefsirden Okunan Bölüm
3.Kur’an Soluğu
4.Kutsiyet Paketleri
5.Kur’an’ın Sır Boyutu
6.Gönül Allah İle Mutlu Olur
7.Benimle Olsunlar
8.İZaman ve Mekân Ötesi Kitap
9.Kur’an Tercümanı
10.Zikirlerin En Güzeli
11.Ebubekir Çeşmesi
12.Altın Sİlsile
13.Âyetlerin Nakşı Dersi
14.Âyetler Allah’a Giden Yollardır
15.Günlük Çağrılar
16.Peygamberin Hüzünlü Şikâyeti
17.Yüzde Cemâl Tecellisi
18.Ru’yetin Eşsiz Zevki
19.Namazın Galibiyeti ve Mağlubiyeti
20.İman Gemisi
21.Sarsuk Dünya Batsın
22. Mümin Karınca Kâfir Ağustos Böceği Gibidir
23.Ölüm Ötesinde Yakin Olan Zan
24.Zan Şektir
25.Hafızlık Hatırlamaktır
26.Kemikkıran İşkence
27.İki Kaşın Arasındakiler
28.Mümin Sabittir
Değerli Müminler, Kıymetli Kardeşlerim;
Allah Teâlâ’nın izni ile inayeti ile bu günümüzü de Allah’ın Aziz Kitabı’ndan okuyarak şereflendirmeye çalışıyoruz.
KUR’AN SOLUĞU
Allah Teâlâ her anımızı Kur’an soluğu ile doldursun, ondursun, kemale erdirsin. Bizleri O’nunla beslesin. Ruhumuzu onunla yüceltsin. Kalbimizi onun nuru ile cilalasın. Önümüzü onun nuru ile aydınlatsın. İçimizi dışımızı feyzi ile lütfu ile perverde eylesin. Allah Teâlâ Hazretleri izzetimizi, onurumuzu kendinden eylesin, zatından eylesin. Lütfundan kereminden eylesin. Nefsimize bakarak onu bir şey sanarak onun oyununa gelerek kendimizi bir şey sananlardan eylemesin. Bir an olsun bizi nefsimize havale etmesin. Daima
إنك في أعيننا
Musa Nebi’ye “sen bizim gözümüzün önündesin” diye buyurduğu gibi bizi de daima gözünün ö nünde yani huzurunda, lütfuna keremine nail eylemiş olarak mahfuz olanlardan eylesin. Âmin! Bi hürmeti Taha ve Yasin! Kabul buyur Ya Rabbi!
KUTSİYET PAKETLERİ
Kıyamet Sure-i Celile’sinin içerisinde yer alan konular var. Bu sure bir pakettir. Her sure bir pakettir. Her sure-i celile Allah’ın kullarına postaladığı, mesajlarını, lütuflarını keremlerini içeren insan için mutlaka gerekli; olan olmazsa olmazların yer aldığı kutsiyet paketleridir. Bu sure-i celile yani kıyamet paketi birçok sırları havidir. Bizim için gerekli olan birçok manevi gıdaları ihtiva etmektedir. Biz de gıdalanmak için bir araya geliyoruz. Bu kutlu sofradan paketleri aça aça gönlümüze doldurmaya çalışıyoruz. Tüm duyularımızı, duygularımızı o pınarın altına girerek suvarıyoruz, onlarla yıkanıyoruz. İçimizi dışımızı pak etmek için uğraş veriyoruz. İşte bu tedrisin, dersin anlamı budur. Yoksa bir kahveye gider gibi lokantaya gider gibi konferansa gider gibi değildir. Bu olmazsa olmaz olan bir geliş, bir oturuş, bir bakış ve bir nakıştır. Biz buraya onmaya, dolmaya geliyoruz. Bunun dışındaki bir oluşuma karşı نعوذ بالله deriz. Biz ondan uzağız. Bunu bilin, bu şuurla gelin. Bu şuurla gelirseniz Allah sizi şuurunuza uygun olarak ezer, bezer ve yücelik tahtına oturtur. Buradaki koltuklara oturduğunuz gibi yücelik tahtında da sizlere yer verir. O’nun katında yer alanlardan olursunuz. Mele-i a’la ehlinden olursunuz. Kur’an ehli, mele-i a’la ehlindendir. Çünkü
أهل القرآن هم أهل الله
“Kur’an ehli, hanedanı Allah’ın hanedanıdır.”
Çünkü Kur’an Allah’ındır. O’nu seviyorsan, O’nu sayıyorsan, O’nunla kendini, yaşamı biliyorsan, kendinin ve yaşamın farkına varıyorsan ve O’nsuz yaşayamıyorsan işte sen Allah’ın hanedanından oldun. Rabbani bir aile kurdun. O ailenin bir üyesi oldun. Allah kutlu eylesin ve bu kutlulukla hepinizi daim mutlu eylesin.
KUR’AN’IN SIR BOYUTU
Bu paketin içerisinde neler var neler var. Kur’an-ı Azümüşşan, Peygamber-i Zişan ile tanışma olayı var. Diğer bir ifade ile peygamberin vahiy ile tanışma olayı var. Çok nükteli, çok güzel bir tanışma sahnesidir. O güzel, o sırlı olayı, o buluşmayı Yüce Allah bize nasıl da naklediyor. Yoksa Ey Efendi gecenin yarısında, bir cüzünde, karanlıkta, ta dağın başında, bir mağaranın içinde olan bitenden senin nasıl haberin olacaktı? Allah bize bunu anlatmasaydı, bu güzelim paket içerisinde bunu bize sunmasaydı biz nereden bilecektik? Ama Yüce Allah mümin kullarını da zaman ve mekân ötesi bir boyutta ki bu Kur’an’ın sır boyutudur. Oraya girdin mi, orası huzur boyutudur, emniyet boyutudur.
وَمَنْ دَخَلَهُ كانَ آمِناً
-
“Kim ona giriş yaparsa mahfuz olur, emniyette olur.”1
sırrıyla, emin olur, güvende olur, mutlu olur. Kederden kurtulur, huzurda olur, lütfa nail olur. İşte biz bu ayetleri okuyarak onun gizemli dünyasına giriyoruz. Bizi içine alıyor ve birimleri, dilimleri dilim dilim gezdiriyor, gösteriyor, yediriyor, içiriyor, yaşatıyor ve mutlu ediyor.
GÖNÜL ALLAH İLE MUTLU OLUR
Çünkü Allah’ın gönle bahşettiği bir sır vardır, bir özellik vardır. O ancak Kur’an ile mutlu olur. İnsan gönlü hiçbir şeyle mutlu olamaz. Ona cenneti versen de cehennemi versen de mutlu olamaz. نعوذ بالله Dünyayı versen de içindekilerle birlikte, bunların hepsi nesnedir, eşyadır. O ancak Allah ile mutlu olur. Allah ile O’nun yüce adı ile mutlu olur.
أَلَا بِذِكْرِ اللَّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
-
“Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”2
Cennet’i bil diyor mu hiç? Cennet’le mutlu olur diyor mu hiç? Yüce Allah’ın adıyla mutlu olur.
BENİMLE OLSUNLAR
Cennet-i A’la’ya bizi koymasının nedeni orada esenlikte olsunlar, orada kedere düşmesinler, orada canları sıkılmasın kederlenmesinler, maişet derdi olmasın, çoluk çocuk derdi olamasın, şeytan musallat olmasında rahat rahat benimle olsunlar diye Yüce Allah mümin kullarını oraya koyacaktır. Yoksa seni mutlu olsun diye değildir. Onsuz mutluluk olur mu? Öyle yok. Eğer Allah hâşâ orada değilse bizim orada ne işimiz var? O halde orada Yüce Allah Kulları ile hoş beş edecek, sohbet edecek. Karşı karşıya, bire bir beraberlik var. Onun için işte burada da bunu manevi olarak yaşatmaya çalışıyor. Belki fiziksel bir boyutu yoktur. Çünkü bu âlem fizik boyutuyla devam eder, burada fiziksiz iş göremezsin. Fiziksiz olmaz. Bu fizik de bizi böyle gammazlar, çimdikler, oramızdan buramızdan dürter, dişin ağrır, başın ağrır derken, tam huzura kavuşacağın zaman oradan buradan insanı iğneler. Çocuk bağırır, eşin bağırır. Birisi telefon eder. Dayın öldü, emmin öldü, sizlere rahmet der. Hoppala, gördünüz mü? İşte dünya ahvali budur. Bütün bunlardan sıyrılacaksın da
قُلِ اللَّهُ ثُمَّ ذَرْهُمْ فِي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ
-
“Allah de, sonra onları terk et. Bırak onları, at gitsin. Bulundukları mahalde yesinler içsinler, keyiflerine baksınlar. Dalbanıp dalbanıp dursunlar.” 3
Ne yapıyorlarsa yapsınlar. Eğlenen eğlensin, oyuncağıyla oynayan oynasın. Her biri bir sevda da, ya ehli ahiret, ahiret sevdasında, ehli dünya, dünya sevdasında, her biri bir sevdadadır. Bunların içinde de incik boncuk misali, ceviz fındık misali, lokum şeker misali herkesin avucunda bir şey var, kutusunda bir şey var. Bunları atıştırmakla, onlara nazarla, onlarla hoşbeş edip oynamakla, zıplamakla meşguldür. Bırak onları işretleriyle baş başa kalsınlar, sen benimle ol. Kulum yeter ki sen benimle ol. O kulu da öyle der. Ya Rab, sen benimle ol başka şey istemem.
Ehli dünya, dünyada
Ehli ukba, ukbada
Her biri bir sevdada
Bana Allah’ım gerek.
Hüdai Hazretleri (Cennet mekân)’nin Hüda’ya ait bir sözüdür Biz de ona uyarak Yüce Rabbimize böylece sesleniyoruz. Kabul buyursun!
ZAMAN VE MEKÂN ÖTESİ KİTAP
Peygamber-i Zişan’ın vahiy ile tanışmasını gördük ve büyük mutluluk duyduk. Sanki biz de onun yanındaymış gibi olduk. Çünkü Kur’an zaman ve mekân ötesi bir tecelli ile insanların gönüllerini mamur eder. İnsanların gönül dünyasına nüfuz eder. Çünkü Allah’ın Kelamı zaman ve mekândan münezzehtir. Zaman ve mekân fizik boyutu için geçerlidir. Gönül zaman ve mekân tanımaz. İnsan gönlü, Kur’an ile ilişki içerisine girdi mi zaman ve mekân boyutunu aşar. Ama akıl boyutunda zaman ve mekân vardır. O algılamasını böyle yapar. Enine boyuna ölçer ve biçer. Akıl, aklınca zevklenir. O da zevk alır. Onun zevk alamsı fizikten aldığımız zevk gibidir. Nesnelerden duyulan tat, alınan haz gibi kendince zevklenir. Aklın da bir zevki, mutluluğu vardır. Ama o mekânca zamanca ve çerçeveler içerisinde, kalıplar içerisinde alır. İnsanın duyuları hep farklı farklıdır. Göz görerek zevk alır. Güzelliğe bakar ve ondan tat alır. Kulak güzel melodilere, seslere açılır. O da güzel seslerden, sözlerden hazlanır. El tutmaktan, ayak koşmaktan, akıl taallük etmekten, fikir düşünmekten, hafıza tutmaktan velhasıl Allah’ın Kulu tepeden tırnağa insan haz alır. Kendince kararınca, miktarınca hepsinin nasibi vardır. Nasipsiz kalmazlar, hepsi nasiplenir. Demek ki gönül zaman ve mekân ötesi bir boyut içerisinde Kur’an’ın özünü alır. Vahyin özünü alır. Peygamber-i Zişan’ın gönül dünyasına nazil olduğu gibi
نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْأَمِينُ (193) عَلى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنْذِرِينَ (194)
-
“Uyarıcılardan olasın diye onu güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine apaçık Arapça bir dil ile indirmiştir.” 4
وَكَذلِكَ نُرِي إِبْراهِيمَ مَلَكُوتَ السَّماواتِ وَالْأَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِنِينَ
-
“İşte böylece İbrahim’e göklerdeki ve yerdeki hükümranlığı ve nizamı14 gösteriyorduk ki kesin ilme erenlerden olsun.” 5
KUR’AN TERCÜMANI
Ey Muhammed! İkan sahibi olup insanları uyarman için senin kalbine Ruhu’l- Emin bu Kur’an’ı emrimiz gereğince indirdi. Aynısı tilavet ederken, Kur’an’a nazar ederken, Kur’an’ı tedebbür ederken, Kur’an inmeye devam eder, gönlüne inmeye devam eder. Rahmet gibi yağar, gönlüne iner. Mukıninden olman için, Peygamber mukıninden olur da sen bundan mahrum mu kalacaksın? Sen de onun ümmetisin. O’nun sünnetince, O’nun yolunca gideceksin. O’na kim okuyordu? Cibril okuyordu. Sonra da Peygamber okuyordu. İnen Kur’an’ı okuyordu. Aslında Kur’an okumak kalbe geleni tercüme etmektir. Muhammed (a.s)”Tercümanü’l- Kur’an”dır. Kur’an-ı tercüme etmiştir. Kavminin anlayabileceği bir şekle getirmiştir. Bu da arabiyyün Mübin olan Kur’an ile olmuştur. Kur’an’ın Allah’a bakan veçhesi ile Arapçası, İbranicesi yoktur. Böyle şeyler Allah katında olmaz. Bu yön kullara müteveccih olunca ortaya çıkar. Cık, cuk Hasancık, Hüseyincik böyle şeyler dünyadadır. Allah, Hasancık filan demez. Küçültme ve büyültme bunlar Allah’a ait özellikler değildir. Bize ait şeylerdir. Küçüksen küçük olursun, alacağın şey de küçüktür. Büyüksen alacağın da büyüktür. Kabına göredir, bütçene göre, cüzdanına göredir. Ne kadar bedel ödeyeceksin o kadar alırsın. Say’ın ne ise o kadar meşkûr olacak, karşılığında alacağın şey de o kadardır.
وَأَنْ لَيْسَ لِلْإِنْسانِ إِلاَّ مَا سَعى وَأَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرى
-
“İnsan için ancak çalıştığı vardır. Şüphesiz onun çalışması ileride görülecektir.” 6
Demek ki Kur’an-ı Azimüşşan Peygamber (a.s)’ın kalp â lemine indikten ve bu vahiy bir şekilde bizim fizik yönümüzle bakışımızla bittikten, tamamlandıktan sonra resmi olarak kitaba geçirilmiş, bir nevi mühürlenmiş tescilli kitaptır. Bunun adı Kur’an’dır, Allah’ın kitabıdır. Okunduğu için Kur’an denilmektedir. O halde bu Kur’an’ın en önemli özelliği okunmasıdır. Okumuyorsan senin kitabın sözde kalır. Senin kitabın nedir? Kur’an’dır. Kur’an okumak demektir, sen Kur’an’ı okuyor musun? Ben, okuma bilmem. O halde senin kitabın yok gibidir. Senin kitabın lafta var, okumuyorsun ki. Kur’an okunan demektir, bol bol okunan kitap demektir. Okumadıktan sonra benim Kur’an’ım var demenin ne anlamı vardır. Senin Kur’an ile ne ilişkin olabilir? Seven sevdiğinin sözlerini hiç dilinden düşürür mü? Bu ne biçim sevgidir. Sen Allah’ı sevmiyor musun? Seviyorum. Her şeyden çok seveceksin. Ama senin dilinde romanlar var. Şiir okuyorsun, şarkı söylüyorsun ama Kur’an yok. Bu ne biçim iştir. Zatın birisi allı pullu falanın filanın kitabından Yüce Allah’a türlü diller döküyordu. Muhammed (a.s) rüyasına girdi. “Ali, Ne yapıyorsun sen? Ne imiş bu? Allah’ın kitabının yanında bunların sözü mü olur? Allah’ın kitabını oku.” dedi. Ondan sonra merhum Şarani (k.s) o zat vird olarak hep Kur’an okudu, başka bir şey okumadı diyor.
ZİKİRLERİN EN GÜZELİ
Allah’ın kendi beyanı dururken, duası, Kur’an duası var iken sen niye başka dualar ediyorsun? Burada zikirlerin a’lası var. Esmaü’l- hüsnası var. İsm-i A’zam’ı var. Ne oluyor da gidiyorsun onun bunun yazdığı şeyler ile vakit geçiriyorsun. Onun yerine Kur’an oku. Bir ayet okuman yemin ederim binlerce, milyonlarca insanların yazdığı çizdiği sözlere bedeldir. Sen onu yoksa Allah’ın kitabı ile mi ölçüyorsun? Bugün insanların hali işte budur. Virtciklerle, ciklerle cuklarla çikletlerle vakit geçiriyor. Cak cak cak ötüyor. Puf puf puf şişirip, pat çat. Eğlence efendi bu, bu bir oyundur, bu oyunlardan, gerçeğe gelin, Hakk’a gelin. İnsanların ürettiği şeyler oyuncak türü işlerdir. Allah’ın gönderdiği ile sen kendi ortaya koyduğun şeyi kıyaslama mı yapıyorsun? Kendi düzdüğün şeyi Allah’ın için alternatif mi kabul ediyorsun? İşte günümüzün insanına söylenecek sözler bunlardır. Allah uymak ve duymak nasip eylesin.
Keza bu paketin içerisinde Kur’an-ı Azimüşşan’ın, Peygamber-i Zişan’a yönelişi, indirilişi ve Peygamber tarafından gündeme getirilişi ki -bu tilavet dediğimiz olaydır- Peygamberin kendisine gelen bu hakikatleri bu vahyi insanoğluna iletmek için geldiğini görüyoruz. Çünkü Yüce Allah O’na:
يا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ
-
“Sana indirileni tebliğ et ey resul, ey elçi!”7 Yani insanlara bunları ilet.
لِتَقْرَأَهُ عَلَى النَّاسِ عَلَى مُكْثٍ
-
“Biz Kur’an’ı, insanlara dura dura okuyasın diye âyet âyet ayırdık ve onu peyderpey indirdik.” 8
dura dura, bekleye bekleye insanlara okuyasın diye sana bu kitabı verdik. Senin gönlüne onu indirdik ve duyularına sindirdik. Demek ki bakın insanlara karşı onu okuyasın diye indirdik diyor. Diğer ayette بَلِّغْ onlara ulaştır, onlara ilet. Nasıl iletecekse, iletecek. Vaaz u nasihat ederek, konuşma yaparak, tilavet ederek, yaşayarak, gönülden gönle bağlantı kurarak iletecektir.
EBUBEKİR ÇEŞMESİ
Muhammed (a.s)’ın Hz. Ebubekir Hazretleri ile ilişkisi fiziki bir ilişki değildi. Hz. Ebubekir Hazretleri Peygamber Efendimizden bir kaç hadis rivayet etmiş. Şu iki elin parmak sayısını nerdeyse geçmiyor, çok az, tam bilmiyorum. Bu zat hep peygamberle olmuş, Peygamberimizin en yakını odur. Niye bu kadar az hadis rivayet etmiş? Onun burası (gönlü) çalıştı. Peygamberimiz “Allah gönlüme ne verdi ise Ebubekir’in gönlüne aktardım” buyurdular. Eğer öyle birisi olsaydı, çok konuşarak, çok şey rivayet ederek, eğer zirveye doruğa erişseydi Ebu Hureyre’nin bunların başında gelmesi gerekirdi. Ama ne çare ki ashap da biliyor. Mesele dilin ucunda değil, gönlün derinliğindedir. Eğer öyle olsaydı Ebu Hureyre’yi baş olarak zirveye doruğa taşırlardı. Peygamber’in en çok sözünü sen naklediyorsun, bundan dolayı sensin başımız, emirimiz derlerdi.
Demek ki Allah’ın kitabının bir dile dökülen kısmı vardır ki ona tilavet diyoruz. Allah’ın kitabının telaffuzuna tilavet, kıraat diyoruz. Bu bir ibadettir. Güzel. Ama gönül var ki dilden anlamaz. Gönlün anlayışı dil ile değildir. O bir manadır. Eğer gönül dilin var ise gönlün hareketli ise, karşı tarafta ki gönül ile kontak kurarsın. Yoksa hiçbir şey, işte gelirsin gidersin bir şey anlaşılmaz. Geldik gittik. Sen susarsın o da susar, sen konuşursun o da konuşur. İşte olan budur. Ama elin oğlu gelmiştir, derler ki Muhyiddin-i Arabi Konya’ya geldi. Hz. Mevlana ile görüştü. Tarihi şeylerini pek bilmem. Tarihçi değilim, tam incelemedim. Hiç konuşmamışlar. İkisi de sükuti, böyle bir bakışmışlar. Ondan sonra gözlerini yummuşlar, hadi eyvallah. Selamun aleykum, aleykum selam. Onlar şimdi konuşmadı mı? Hayır. Gerçek sohbeti onlar yaptılar. Birbirinin dağarcığına el attılar. O onunki ile o onunki ile tanış oldu, nasiplendi. O ona bir ikramda bulundu, o da ona ikram etti. Ama bu el ile göz ile dil ile değildir, öz iledir. Onların dile ihtiyacı yoktur. Onlar gönül ehlidir, lisan ehli değildir. Ebubekir Hazretleri de gönül ehli bir insandı. Muhammed (a.s) O’na gönülden verdi. O da ümmeti gönül yönüyle suvardı durdu. Hala onun kaynağı akmaktadır.
ALTIN SİLSİLE
Sohbetimizde “silsiletü’z- zeheb”ten söz ettik. Altın nesil, altın halka dedik değil mi? İşte o halka sen de katılmalısın. Onun o halkın halkası olmalısın. Onlar kutluluk ve mutluluk halkıdır. O halka bir maden türü olarak ancak altın ile değerlendirilmiştir. Altın ne ki Allah’ın kulu. Dünya dolusu altın olsa Ebubekir’in bir “hu”su hepsine bedeldir. Dünya ve ahirete bedeldir. Ne diyordu değil mi hocam Farsçada. Ebubekir Hazretleri’ni anlatıyordu. Hatırlarsınız, Hocam o zaman ders verdi. Orada diyordu ki. Sakince bir odada kalırdı. Dışarı açılan penceresi de yoktu. Yalnız halinde, tefekkür eder, çenesi göğsünde, gözleri yumuk, böyle zikir yapardı. Gönülden Allah’ı zikrederdi ve sonra bir “hu” çekerdi. Her taraf pırıl pırıl şimşek çakmış gibi aydınlanırdı diyor. Hatırladınız mı? Böyle Farsça bir metinde Feridüddin-i Attar zannediyorum anlatıyordu. Ebubekir Hazretleri böyle dışa vuran bir kişi değil, içsel yaşayan, batıni yaşayan bir kişidir. O’nun bu halini bilen Hz. Ayşe, Peygamber-i Zişan yavaş yavaş vefatından önce Hz. Ebubekir’i vekilliğe hazırlarken “ben rahatsızım Ebubekir’e haber verin namazı kıldırsın” deyince hemen anladı. O pür zekâ hanım Peygamber’in hemen onu yerine hazırladığını, bu namazı eğer o kıldıracaksa imamet ona geçecek dedi, risalet nuru ona geçecek. Dedi ki: “Ya Resûlallah, O münkesirü’l- kalptir. O dayanıksızdır, halim selimdir. O tahammül edemez, ince yüreklidir.” Ebubekir’e haber verin, gelsin namaz kıldırsın dedi, sertelince Hz. Ayşe geri çekildi. Çünkü onun özünde bir yavru vardı; risalet yavrusu ki o ona hamile kaldı. Peygamber (a.s.) hatm-i nefes edince, bu dünyadan ayrılıp ölüm sırrına erişince o yavru dile geldi ve birden harekete geçti. Ebubekir’in tüm vücuduna sirayet etti, dizginleri ele aldı. Ve Allah Allah tanıyanlar şaşırdılar, bu Ebubekir mi? Nasıl yürüyor bu, nasıl bakıyor, yüzü değişmiş, gözü değişmiş. Geldi Muhammet (a.s) ‘in mübarek yüzünü açtı, O’nu öptü. Dünyada da tertemizdin ya Resûlallah! Dünya yaşamın tertemizdi, ölümün de tertemiz, uğurlar olsun dedi ve kapattı. Hemen hutbeye çıktı: “Ey Nas! Şunu iyi bilin ki ölümsüz olan sadece Allah’tır. Muhammet O’nun kulu ve resulüdür. İşte bakın O ölmüştür. Ölümsüz olan, حي لا يموت( hayy-ı la yemut) olan sadece Allah’tır. Kim O’na tapınıyorsa O Hay’dır, diridir. O hâlâ diridir. Kim Muhammet’e tapınıyorsa bakın işte O, öldü dedi ve meseleyi kökünden çözdü. Kendinden geçmiş, panik içinde olan insanları böyle zank diye yerine oturttu. Hz. Ömer bile kendinden geçmiş bir insan, gerisini düşünün. Âlimler, bilirkişiler eğer Ebubekir Hazretleri’nin bu çıkışı olmasa idi biz de Hıristiyanların durumuna düşecektik diyorlar. Ama O, kurtardı. İşte bu sır böyledir Allah’ın Kulları. O gönülde biter. Gönülde neşv-u nema bulur. Vakti gelince kendini gösterir. Allah’ın Kulları bu sırrın aslı Kur’an’dır. Bu Kur’an’ın tecellisidir, bu Kur’an’ın gücüdür. Bu Kur’an’ın insana sağladığı bir güçtür. Ruhu galeyana getirmesidir, ruhu ayağa kaldırmasıdır. İnsan sanki o zaman etten kemikten bir varlık değildir. Bu bizim gibi değil dersin. Bu bizim gibi değil.
مَا هَذَا بَشَرًا إِنْ هَذَا إِلَّا مَلَكٌ كَرِيمٌ
-
“Vallahi bu bir insan değil. Bu mükerrem bir melek, değerli yüce bir melektir.”
Yusuf Nebi’ye dediler ya. İşte o zaman sen de böyle dersin.
AYETLERİN NAKŞI DERSİ
Kur’an kendinde tecelli etti mi bir insanın, Kur’an onun bünyesine hâkim oldu mu, o artık tecessüm etmiş bir Kur’an gibidir. İleri gelmiş bir Kur’an gibidir. Yaşayan Kur’an’dır o. Onun için derler ki Muhyiddin Arabi işte bu anlamda enel kuranü أنا القرآن “ben Kur’an’ım” demiştir. Yani ben Kur’an ile bütünleşmiş bir insanım demek istemiştir derler. İşte biz bu yönde, bu yolda bu dersleri alıyoruz. Demek ki bu çok iştir, az iş değildir. Buraya gelmek basit bir olay değildir. Bu dersler, Allah’ın ayetlerini bilmek, O’nunla tanış olmak, bir bir o âyetleri nakşetmekle ilgilidir. Bire bir nakışla ilgilidir.
لَوْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
-
“Tabii ki biliyorsanız.”9
Bilene selam olsun. Bilen var bilmeyen var. Hani selam olsun deriz. Bilene de bilmeyene de selam olsun deriz. Ne diyeceksin. Selamun gavlen okuyup gidiyoruz.
سَلامٌ قَوْلاً مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ
-
“Çok merhametli olan Rab’den bir söz olarak (kendilerine) “Selam” (vardır).” 10
Kur’an ile olan ilişkisi dile getirildi. Cebrail’in gönlüne yerleştirme hadisesinden sonra onu izlemesi, izlemesi ise tilavet etmesi veyahut da ahkâmını icra etmesi anlamında müfessirlerce değerlendirilmiştir. Yani o Kur’an-ı
فَإِذا قَرَأْناهُ فَاتَّبِعْ قُرْآنَهُ
-
“O halde, biz onu okuduğumuz zaman, onun okunuşuna uy.” 11
Bunu tilavet yönüyle veyahut da onun içeriğini ortaya koymakla, sonra onun içinde yer alan hükümlerin izahı yine bize aittir buyurarak Yüce Allah’ın indirmiş olduğu vahiy gönül çerçevesi içine yerleşince, o konuda herhangi bir anlama yönünde sıkıntı olursa, yine Yüce Allah’a müracaat edilecektir. Ya Rabbi bu konuda sıkıntım var. Bunu bana beyan eyle. Bu ayetini bana beyan eyle, bu sureni bana izah et, açıkla. Ve gönülde onun anlamları gün ve gün zahir olur. Bir zaman anlayamadığın şeyi bir zaman gelir anlar olursun. Bunun sebebi sen olgunlaşmışsındır da ondan. O yönde adım attın, çalıştın, say-u gayret ettin.
AYETLER ALLAH’IN YOLLLARIDIR
Dostları ilə paylaş: |