Kur'an nediR


Işin diğer bir boyutu da sahih diye kitaplarda yer etmiş hadislere baktığımızda bir çoğunun Kur'an'a açıkça ters olduğu görünmektedir



Yüklə 267,8 Kb.
səhifə3/4
tarix18.01.2018
ölçüsü267,8 Kb.
#38703
1   2   3   4

Işin diğer bir boyutu da sahih diye kitaplarda yer etmiş hadislere baktığımızda bir çoğunun Kur'an'a açıkça ters olduğu görünmektedir.


Peygamberimizin Kur'ana ters birşey söylemesinin mümkün olmadığı gerçeği göz öynünde bulundurulursa, bu kitablarda yer etmiş bir çok hadisinde uydurma olduklarınıda rahatlıkla söyleyebiliriz. 

 

Mesela en ufak bir araştırma yaparsaniz göreceksinizki; bırakalım Peygamberimizden 200 yıl sonra hazırlanan hadis kitablarınıda, daha Peygamberimizden hemen sonra, Hz.Ebu Bekir Hz.Ömer Hz.Osman.Hz Ali dönemlerinde hadisler ile nasıl hüküm verildiğine bir göz atın.

Bu konu ile ilğili (hadislerin anlaşılması adlı bölüme mutlaka bakın)

Hadisleri değerlendirirken şu gerçeği göz önünde bulundurmakta yarar var.

Hadisleri gerçeğe yakınlığına göre üç bölüme ayırmak gerekir:

1- Sahabenin kendisinin de Peygamberle beraber yaptığı bir işe dair rivayetler.

2- Yapıldığına şahid olunan bir hareketi anlatan rivayetler.

3- Herhangi bir konu ile ilgili duyulan veya anlatılan sözler. Kişi yaptığı bir hareketi bir başkasına aktarırken daha az yanılır. Bu gerçekten yola çıkarak diyoruz ki, Peygamber(sav)le birlikte yaptığı bir işi başkasına aktarmada daha az yanılma olduğundan, bir hareketi anlatan hadis, sadece duyduğunu aktaran hadis gibi değildir. Keza, insan gördüğü bir şeyi de, duyduğu şeyden daha az yanılma payı ile ifade eder.

O bakımdan hadis, yapılan veya görülen bir işi aktarıyorsa; bu hadis, sadece duyulan bir sözün rivayeti olan hadisten daha güçlüdür. Şu da bir gerçektir ki hiçbir hadisin Peygamber(sav)e ait olduğu konusunda kesinlik yoktur.Bütün sözler rivayete dayanmaktadır.

 

 Rivayete dayanan bir şeyde de zann (sanı) vardır.  Bu bakımdan gerek sünnet ve gerekse hadis, inançta itikad'da esas alınmaz. Amelde ise bizim tanımladığımız biçimiyle sünnet bağlayıcı özelliğe sahiptir.



Hadis ise, değerlendirme amacıyla kendisine gidilmesi gereken bir kaynaktır. Zira iman etmek, kuşkusuz olmayı; yüzde yüz emin olmayı gerektirir. Bu eminlik özelliğine ise yalnızca Kuran sahiptir. Çünkü, Kur'an Allah tarafından korunmuştur. Hadis ise, ne Kur'an gibi korunmuş, ne de zamanında kayda geçirilmiştir.

Peygamber(sav)in hadis yazımını yasaklamasından dolayı Kur'anın pratize edilişi olarak tanımladığımız sünnet ise, Kur'an gibi olmasa da yaşanarak bize kadar ulaşmıştır. En azından yapılan işin hükmü Kur'an'da olduğundan doğruluğu sabittir. Ancak zamanla bazı değişikliklere uğramış olabilir.



Yine de hükmü Kur'an'da olduğundan uyulması şarttır. Şu gerçek çok iyi kavranmalıdır; Eğer hadis îslam'ın olmazsa olmaz şartı olsaydı tıpkı Kur'an gibi koruma altına alınırdı. Oysa mevcut kaynaklara göre hadis yüz- yüzelli yıl sonra derlenmeye ve yazılı metinlere geçmeye başlanmıştır.

Bu işi yapanların ifadelerine göre bize sunulan hadisler yüzbinlerce hadisin içinden seçilmiştir. O bakımdan hiçbir hadise kesinlikle Peygamberi s a v)in sözüdür denilemez. Ancak Peygamber(sav)in sözü olduğu ihtimali vardır denilebilir. İhtimaller de inanca esas teşkil etmeyeceğine göre, hadislere yararlanma amacıyla gidilmelidir.



Bu anlayış sünneti ve hadisi dışlayıcı bir anlayış değil, tersine onlara gerçek anlamlarım (işlevlerini) kazandıran bir anlayıştır.

 

Değil sünnet ve hadisi dışlamak, Müslüman, Kur'an'ca belirlenen alanın dışında kalan konularda bir şey yaparken bu iş daha önce nasıl yapıldığının bilgisine ulaşmak ister. Ve öncelikle o konuda Peygamber(sav)in, ashabının, kendisinden önce yaşamış İslam alimlerinin yaptıklarına ve düşüncelerine bakar, onlardan da yararlanarak karar verir. Değil Peygamber(sav) ve sahabesi, en sıradan birisinin bile ne düşündüğünden, nasıl yaptığından yararlanmak Müslüman için kaçınılmaz bir zorunluluktur,



Burada dikkat edilmesi gereken bu yararlanmada Kur'an'ın ölçü alınmasıdır. Doğruyu ve yanlışı, iyiyi ve kötüyü, yapılması ve kaçınılması gerekenleri belirlerken, geçmişin bilgisine ihtiyaç vardır. O bakımdan Peygamberin elçilik ve insanî boyutundan da, hadisten de, ashabının söyledikleri ve yaptıklarından da, islam alimlerinden de yararlanırız.

Ancak, Kur'an'a uyanı alır; Kur'an'a rağmen olanı ve Kur'an'na' uymayanı da atarız.

 

Tarihi tesbit'lerle bize ulaşan Peygamberimizin tercihleri, tavırları, kararları bizim için davranışlarımıza kaynak ve referans teşkil eder. Söz gelimi, müşriklerle bir sözleşme yapacaksak ve bunun daha önce Peygamberce bir uygulaması varsa, Peygamberce yapılmış bu uygulama bizim için örneklik teşkil eder. Bu boyutu ile Peygamberin Kur'an'ın kapsamı dışındaki uygulamaları da mü'minleri bağlayıcı bir esastır.


Ayetlerin yalın anlamları

Kimi ayetler, kelimelerin yalın olarak ifade ettikleri anlamla değil, amaç olarak (anlatılmak istenilen şey) neyi ifade ediyorsa o anlamla anlaşılmalıdır. Bu tür ayetlerde önemli olan, kelimenin yalın anlamının ifade ettiği mana değil, verilmek istenen mesajdır. 'Amaç ve 'gerekçe önemlidir. Ayette,  yalın anlamda istenen şeye değil, amaca bakmalıyız. Ayette istenen şeyin gerekçesini, özünü kavramaya çalışmalıyız. Çünkü, gerekçe anlaşılmadan, ayetin hükmünü kavramak mümkün olmaz.

Kimi ayetlerde yalın olarak anlatılan şey ile 'öz' (illet) aynıyken, kimi ayetlerde ise kelimelerin 'yalın' anlamlarından anlaşılan ile 'gerçek'ten anlatılmak istenen şey birbirinden farklıdır. İşte bu tür ayetlerde, 'doğrudan anlatılan şeyin' bir bağlayıcılığı olmayıp, asıl bağlayıcı olan, ayetin amacıdır.

 

Örneğin:

وَأَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِهِ عَدُوَّ اللَّهِ وَعَدُوَّكُمْ وَآخَرِينَ مِنْ دُونِهِمْ لَا تَعْلَمُونَهُمْ اللَّهُ يَعْلَمُهُمْ وَمَا تُنفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فِي سَبِيلِ اللَّهِ يُوَفَّ إِلَيْكُمْ وَأَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ (60)


"Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın. Bununla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınız ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah'ın bildiği düşman kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız tam olarak size ödenir, hiç haksızlığa uğratılmazsınız"

 

(8 Enfal - 60)  ayetini ele alalım:



Bu ayeti, yalın anlamı ile değerlendirirsek, bu ayetten şunu anlarız: Her zaman ve her koşulda savaş için besili at bulundurmamız gerekir. Oysa ki bu tanımlamanın gereğini yerine getirmek, pratiğe geçirmek bugünün koşulları içinde imkansızdır, imkansızlığın ötesinde gereksiz ve anlamsızdır. Öyle ya savaş için at beslemenin, şimdi yapılacak savaşta ne yararı olabilir?

Bugünün teknolojisinin ürettiği savaş araçları yerine at edinmek bir anlam taşır mı?

O zaman bu ayetin bugün için bir geçerliliği yok mu? Zamanla sınırlı olmayan, evrensel ve tüm zamanların kitabı olan bir kitabın kimi ayetlerini geçersiz, işlevsiz saymanın, Kitabın kıyamete kadar geçerli olduğu gerçeği ile çelişmez mi?

Bu ve buna benzer ayetler o günün toplumunu bağlıyordu, bugün için geçerliliği yoktur, dersek bu anlayış kendisi ile beraber Kitabı zamana göre sınırlamak ve bir kısmını geçersiz kılmak demek olmaz mı? Eğer, bu ayeti kelime anlamlarına bağlı kalarak değerlendirmek şarttır dersek, elbette bu ayetin bugün için hiçbir geçerliliğinin olmadığını kabul etmek zorunda kalırız.

O halde bu ayeti nasıl anlamalıyız?

Veya bu ayetten ne anlaşılmalıdır?

Kur'an'la, O'nun ruhuna uygun bir şekilde, O'nun mantalitesini kavrayarak bağlantı kurmayan kişi için o'nun mesajı cansız ve donuk kalır. Oysaki Kur'an, her zaman canlı, aktif ve hareket halindedir. Ondaki bu canlılık, şayet insanın "anlayışına", yani ona verdiği anlama yansımazsa o, sadece indiği dönemin ve toplumun önünde canlı kalır. Onun dışındaki zamanlarda ve toplumlarda bu canlılığını yitirerek hayat sahnesinden çekilir. Kur'an, kendisi ile canlı bağlantı kurulmasını ister.

Yani, onun bütün sözlerinin anlamı her zaman ve her toplumda etki sahibidir. Sürekli canlıdır. Onda zamanın öldürebileceği söz(anlam) yoktur. Onunla canlı bağlantı kurmak, o'nun mesajının içeriğini, amacını ve özünü kavramakla olur. îşte bu anlamda Kur'an'la canlı(yaşayan) bağlantı kurabilen insan yukarıdaki ayette verilmek istenen mesajın bütün zamanlan ve toplumları kapsadığım görecektir.

 

 Evet bu ayetle anlatılmak istenen gerçek şudur:Savaş için gerekli olan her türlü aracı temin edin/bulundurun. Bu konuda her türlü önlemi alın. Bütün gücünüzle savaşa hazırlıklı olun ki; düşman sizden korksun. Burada gerçekte anlatılmak istenen şey, at beslemek değil, savaş için gerekli araçları edinmektir.



Savaşa hazırlıklı olmaktır. Bu ayet (yalın anlamı île) o günün toplumuna seslenirken; öz(amaç) anlamı ile, yani vermek istediği mesajla, bütün zamanlara ve tuplumlara seslenmektedir.

 

Yalın anlama takılıp kalmak, Kur'an'ın evrenselliğine ve bütün zamanlarda geçerliliğine ters düşer. Elbette ki o günün toplumunu doğrudan muhatap alan vahiy, o günün koşullan içinde sahip olunacak en iyi araç olan attan söz ederek "gücünüzün yettiği kadar savaşta araç olarak kullanmak için at bulundurun" diyecekti.

Dikkat edilirse amaç savaştır. Savaşa hazırlıktır. At ise araç olarak önerilmektedir.

 

Onun için ayetin gerçek anlamı, yani özü(ile) savaş için hangi araçlar geçerliyse, gerekliyse onları bulundurmanın, temin etmenin gerekliliğidir.



Eğer ayet, savaş için tanklar, toplar, savaş uçakları, füzeler edinin deseydi bu istek o günün toplumu için garip ve anlamsız bir istek olurdu. Elbetteki bu tür teknolojik silahların bulunmadığı ve ne anlama geldiklerinin bilinmesinin mümkün olmadığı bir toplumda, bu araçlardan söz edilmesi hiçbir anlam ifade etmezdi.

Doğru olan, elbettekı, o günün insanlarının kullandıkları araç olan attan söz etmekti. Araç her zaman değişebilir, Araç, dün attı, deveydi, kılıçtı; bugün tank, top, füzedir. Yarın da, şu an bizim de bilemediğimiz başka şeyler olabilir.

Şayet ayet bugün vahy ediliyor olsaydı, at yerine tank veya başka bir şey diyecekti.

Fakat gelecek toplumlarda yani tankın ilkel ve kullanılmaz olduğu bir toplumda, o toplumun üyeleri de aynı gerekçe ile, yani ayet tanktan söz ettiği için bu ayeti işlevsiz sayacak ve anlamsız bulacaktı. Onun için kelimelerin yalın olarak ifade ettiği anlamlara takılıp kalmayarak, asıl verilmek istenen mesajı kavramak gerekir.



Çünkü Kur'an'a, bütün zamanların Kıtab'ı olduğu konusunda kesin imanımız var.

O halde, bu ayeti kelimelerin yalın olarak ifade ettiği anlama göre değil, öz/illet anlamı ile esas almalıyız. Böyle olunca da, öz (illet/amaç) bütün zamanlarda geçerli ve kapsayıcı olduğundan, Kuran her zaman ve koşulda bize yol göstermeye devam edecektir.

 

 Araçlar her zaman değişebilir. Ancak amaç (öz) değişmez. Araç dün attı, bugün tank, yarın da başka bir şey olacaktır.


Muhkem ve Müteşabih Konusu

Bu iki sözcüğün kavram olarak tanımlanmaları daha çok kişilerin anlayışlardan kaynaklanan bir yaklaşımla yapılmaktadır. Bu iki kavram üzerinde tanım birliği sağlayanlar bile, anlayışta birlik sağlayamamaktadır. Yani, aynı tanımdan farklı sonuçlar çıkarılmaktadır. Öncelikle muhkem ve müteşabih'in sözcük ve kavram olarak yaygınlık kazanmış tanımlarını kısaca özetlemenin, konunun anlaşılması açısından katkısı olacağına inanıyorum.



Muhkem:   - Sağlam, anlamı açık, yorum götürmez, şüphesiz olan.
                   - Anlamı tevil kabul etmez derecede açık olan
                   - Zamanın ve şartların değişmesi ile anlam değişikliği olmayan
                   - Bir tek anlamı bulunan.
                   - Sağlam kılınan.
                   - Hükmü sabit olan, demektir.

Müteşabih: - Anlamı kapalı olan,
                    - Anlaşılması için akılca bir yol bulunmayan.
                    - Birden fazla anlamı olan.
                    - Anlamı kesinlik ifade etmeyen, başka açıklayıcıya ihtiyaç duyan.
                    - Birbirine benzeyen, kendisinde karışıklık bulunan.
                    - Bilinmeyen şey, demektir.

Muhkem ve müteşabih için yapılan ortak tanımlar kısaca böyle. Bu ön bilgiden yola çıkarak Kur'an'a göre muhkem ve mütesabih'in ne olduğunu bulmaya çalışalım.



Önce bu konuda yapılmış değerlendirmelere kısaca değinmekte yarar var. Özetle:

''Kendileri ile amel edilen nasihler, başka bir ifadeyle hükmü sabit olanlar muhkem, kendileri ile amel edilmeyenler ise müteşabih'tir"

"Helal ve haramları bildiren ayetler muhkem, diğer ayetler müteşabihtirler."

"Alimlerce anlamı bilinenler muhkem, Allah'ın anlamını kendisine sakladığı ayetler müteşabihtir."

"Tek anlamı olanlar muhkem, birden fazla anlamı olanlar miitcşabihtir.“
"Tek bir yoruma müsait olan ayetler muhkem, birden fazla yoruma müsait oları ayetler müteşabihtir."

 "Muhkem ue müteşabih ayırımı kıssalarla ilgilidir“.


"Amele konu olan ayetler muhkem, imana konu olan ayetler müteşabihdir,"

 

Hiç kuşkusuz şimdiye kadar yapılmış olan gerek sözcük, gerek kavramsal tanımlara göre hareket edersek, elde edeceğimiz netice, çerçevesi önceden çizilmiş bu dar alanla sınırlı kalacağından, Kur-'anı doğruya ulaşmamıza engel olacaktır.



Böylesi bir engele takılmamak için muhkem ve müteşabihi Kur'an'ın çizdiği/belirlediği (Kur'ani) alan içinde değerlendirmek zorundayız. Ancak o zaman, özden yoksun tanımlardan, kısır anlayışlardan ve yanlı yaklaşımlardan oluşan engelleri aşabiliriz. Yoksa kendi tanım ve anlayışımızın doğruları ile Kur'an'a gittiğimizde, Kur'an'ın akletmeye dayalı olarak önümüze serdiği geniş sahayı daraltmış oluruz. Kur-'an'ı, daraltmış olduğumuz bu alan içine sığdırmaya çalışma yanlışı, bizim O'nu doğru anlamamıza olumsuz olarak yansıyacaktır.

Şu gerçek çok iyi bilinmelidir ki, Muhkem ve müteşabih konusuna takılarak, Kur'an'ı anlamayı, bunları anlamaya bağlayanlar, bu anlama işini birilerine havele ederek, onların yardımı olmaksızın Kur'an'ı anlamanın mümkün olamayacağını sananlar, anlamını bilemediği ve kavrayamadağı kimi ayetleri bahane ederek Kur'an anlaşılmazdır düşüncesiyle onu anlamada , anlayan ve bilen birilerine gitmeyi esas alanlar, bu tercihleri ile Kur'anla aralarında engel oluşturmaktadırlar.

Sözcük ve kavram olarak yapılan tanımlar ve bu tanımlarla muhkem ve müteşabihe yüklenen anlamların neticesinde oluşan anlayışların yanlışlığından dolayı Kur'anın bir bölümü ya işlevsiz (bilinmez) hale getirilmiş veya anlam sapmalarıyla tahrif edilmiştir.

 

 Amacımız muhkem ve müteşabihe sözcük ve kavram olarak yeni veya değişik bir tanım getirmek değildir. Çünkü yanlışlık tanımlamada değil, bu tanımların gereğinden fazla öne çıkarılarak yalın ve yetersiz ifade gücü içinde boğulan, kaybolan öz anlamın yok edilmiş olunmasındadır.



 

Sahih bir Kur'an'î anlayışa sahip olmadan yapılan tanımların ifade gücüne dayanarak elde edilecek her türlü bilgi ve netice, ya yanlış ya da eksik olacaktır.

Muhkem ve müteşabihe bakış  açımızı belirlerken şu gerçek çok iyi bilinmelidir:

"Allah Kitab'ında bizim bilmemiz gereken ve bize gerekli olan her şeyi açık ve anlaşılır bir şekilde bildirmiştir. Bu konuda Kitap'ta müteşabih olan hiçbir şey yoktur. Müteşabîh olarak nitelenen ayetler Kur'an'ın amacına ulaşmasına ve anlaşılmasına asla engel değildir.

Gerçek bu olunca da müteşabih ayetler, Kur'an'ı anlama ve kavrama konusunda bir engel teşkil etmezler. Kur'anî anlayışın belirleyiciliği içinde, müteşabihten ne anlaşılmalıdır sorusuna cevap olarak şunları söyleyebiliriz:



a - Kur'an'da müteşabih anlatımlı kimi ayetlerin bulunuyor oluşu, bizim gücümüzün ve bilgimizin üstünde olan (gaybi) şeylerin, bize indirgenerek, kavramamıza yardımcı olmanın bir gereğidir.

b - Kur'an, gerekli oluşu ve bağlayıcılığı açısından bizim için tümüyle muhkemdir.

c - Kur'an'in bizatihi kendisi muhkemdir. (Allah'tandır ve korunmuştur.)

d - Bulunur muhkemlıği içinde, müteşabih kısımların oluşu onun mühkemliğine engel değildir.  Zira, Kur'an'nın bütününe iman ederiz.

e - Bizim için kapalı olan, bilinmeyen ve anlaşılmayan olarak görülen ayetlerin (anlam olarak) bilgisinin saklı olması, gücümüzün üstünde olanı haber vermede kullanıldığından, bu ayetler, olduğu gibi ve bilindiği kadarı île bizim için yeterlidir. Asıl sorun, yeterli olanı yetersizmiş gibi görerek, onu yeterli hale getirmeye çalışmaktır.

 

Gören birisinin, doğuştan kör birisine anlattığı bir şey, kör için bilinen özü kavranan olmaz. Ancak kör, bilmediği ve özünü kavramadığı bu şeyi kabul eder ve ona.inanır. O şey'in nasıllığını bilinmeyişi, var olanı bilmede, kabul etmede bir engel değildir.



Müteşabih ayetler de gören bir kimsenin, doğuştan görmeyen birine herhangi bir cismi anlatmasına benzer. Anlatılan cismin görmeyen için müteşabihe giriyor olması, anlatılan şeyin gerçekliğine, anlaşılmasına engel değildir.

Elbetteki görenin, görmeyene bir şeyi izah etmesi, görmeyenin neyi, nasıl bildiğinden hareketle mümkün olabilir. Allah'da tıpkı bunun gibi gücümüzü aşan, mevcut halimizle kavrama imkanımız olmayan, fakat gerçekte var olan şeyleri, bize benzetmelerle, sembollerle anlatmaktadır.

İşte, amacına bağlı olarak Kur'an, bu anlamda tamamen muhkemdir. Yani kimi ayetlerin müteşabih olması, gerçeği kavramamız için bir anlatım yöntemidir. Bir ayette geçen kelimeleri anlamasak da, o kelimelerle anlatılan şeyi anlam aya çalışır ve anladığımız kadarına iman ederiz.

Şu tesbitlerle konuyu açmaya çalışalım;

a - Müteşabih olan, kelimenin (lafzın) kendisidir. Bu müteşabih olan kelimelerle anlatılan şey ise muhkemdir. Kelimeler sadece bir araçtır. Aracın kendisi (kelime) müteşabih olsa da, amaç (anlatılmak istenen şey) muhkemdir. Kalplerinde eğrilik olanlar anlatılan şeye (amaca) değil, anlatan şeye (araca/kelimelerin yalın anlamına) yönelmekte ve onları tevil ederek, sapıklığa düşmektedirler.

 

Zira, ayetin kendisini lafzen anlamasakda anlattığı şeyi, yeterli görür ve ona iman ederiz. Müteşabîh ayetlerle, anlatılan şeyi değil de, bizzatihi o şeyi anlatan kelimelerin kendisini tanımlamaya kalkmak, körün fili tanımlamasına benzer.



Filin neresinden tutarsa, onun için fil orasıdır. Zira kör, kendisine izah edilen şeyi ne kadar iyi anlarsa anlasın, gören kadar iyi anlaması ve kavraması mümkün değildir,

b - Müteşabih ayetlerde geçen sözcüklerin kendisini tanımlamaya çalışmak ne kadar yanlışsa bu sözcüklerden gerçek anlamlarının bilinmeyişinden dolayı ayetin kendisini dikkate almamak ta en az onun kadar yanlıştır. Çünkü, muhkem olsun müteşabih olsun, bizim için anlamı olmayan hiçbir ayet olamaz. Mevcut bilgimizle tanımım (izahını) yapamadığımız ayetleri dikkate almamak veya yok saymak doğru bir tutum değildir.

c - Muhkem ve müteşabihi sözcük tanımları içinde değerlendirmek ve bu tanımlara göre bir anlayış geliştirmek, Kur'an'ın muhkem ve müteşabihe yüklediği anlamı daraltmak olur. Her ne kadar yapılan tanımları temel alsak ta yine de Kur'anın bu sözcükleri Kur'anî bir zeminde ele aldığını dikkate almalıyız. Yoksa, yapılan tanımların dar anlamı İçinde kalırsak yanlış bir neticeye varırız.

d - Kendi tanımlarının sınırları içinde kalarak ayetlere yaklaşan bazı kimseler, ayetleri anlamada çaresizliğe düştükleri yerlerde bu çaresizliklerini gidermek için sürekli tevil yapmak zorunda kalmışlardır. Hatta bu çaresizlik yüzünden daha önce yapılan tanımlardan bile vazgeçme zorunluluğa doğmuştur.

Tıkanma giderilemeyince çözüm tanım değişikliğinde aranmıştır. Öyle ki kimi alimler „müteşabih ayetler mensuh ayetlerdir“ diyecek kadar ileri gitmişlerdir. (Sanki Kur'an'da mensuh ayet varmış gibi). Bazıları da, kıyametin kopmasına dair ayetleri müteşabih saymışlardır. Oysa ki kıyametle ilgili ayetler hüküm bildiren ayetler değil gayibten haber veren ayetlerdir. ve biz de görmediğimiz ve nasıl olduğunu bilmediğimiz halde iman ederiz.

 Bu tür ayetlerin müteşabih sayılması geleneksel tanıma göre anlam verilmesinin bir neticesidir,

e - Bilinmezi, bilinen şeylerle izah etmek, müteşabihin kapsamına girmektedir. Ve bu bilinmezin (kelimelerin yalın anlamları) anlamı peşine düşmeyin, bildirdiği şeye inanın o size yeter anlamına gelmektedir.

Ne var ki Al-i İmran 7 ayeti yanlış değerlendirilerek, kimileri bildirilen şeyden de uzak durmanın gereğine inanmaktadır.

 

Özetlersek; Yüce Allah, gücümüzün yetmediği ve bizim için bilinmez olanı anlatırken, anlamamızı sağlamak için, anlatımda kullandığı şeylerin (araçların) anlamını (ki müteşabih olan kısım burasıdır) bilmemizi değil, anlatılan şeyi(amacı) bilmemizi istemektedir.



Bunun böyle olduğunu Kur'an;

هُوَ الَّذِي أَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاءَ تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلَّا اللَّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلَّا أُوْلُوا الْأَلْبَابِ (7)



"Sana bu kitabı indiren O'dur. Bunun âyetlerinden bir kısmı muhkemdir ki, bu âyetler, kitabın anası (aslı) demektir. Diğer bir kısmı da müteşabih âyetlerdir. Kalblerinde kaypaklık olanlar, sırf fitne çıkarmak için, bir de kendi keyflerine göre te'vil yapmak için onun müteşabih olanlarının peşine düşerler. Halbuki onun te'vilini Allah'dan başka kimse bilmez. İlimde uzman olanlar, `Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır` derler. Ancak akıl sahipleri düşünüp öğüt alır" (3 Al-i îmran 7) ayetîyle ortaya koymaktadır.

Örneğin;


 "Allah 'in eli onların elleri üstündedir" ayetinde müteşabih olan kısım, 'Allah'ın eli nitelemesidir. Çünkü Allah'ın eli, burada, bizim somut olarak algıladığımız el değildir. Ya nedir ? işte bu sorunun peşine düşmek hastalıktır. Çünkü bizim için Allah'ın elinin nasıl olduğunu bilmek gerekli birşey değildir. El bizim için müteşabihe girmekte ve bir araçtır. Asıl amaç bu deyimle (müteşabihle) bize anlatılmak istenen şeydir. Allah bu anlatımla, müminlerin gücüne güç katacağını ifade etmektedir. Bunu görmezlikten gelerek el nasıldır? Bizim elimiz gibi ellerden mi söz edilmektedir? Allah'ın eli mi var? gibi anlamsız soruların cevabını aramak hiçbir şeyi çözmez ve gereksizdir,

f - Kur'an kapsadığı herşeyin bir hikmet ve amaca yönelik olduğunu bildirmektedir. Bu gerçekten şu sonucu çıkarmaktayız; Kur'an'da bizim için gereksiz olan hiçbirşey yoktur. İnsan bilgisini ve gücünü aşıyor olduğu için müteşabihatı değerlendirmeye almamak, Kur'an'ın bîr kısmını işlevsiz kılmak olur.

g - Müteşabihat konusunda ortak bir sonuca varabilmek mevcut anlayışı düzeltmekle ve bu konuya, verilen önemin, verilmesi gerekenden çok fazla olduğunun kavranılmasiyla mümkündür.

 

Tutarsız ve dayanağı olmayan söylemlerle konuya izah getirmeye çalışmanın şimdiye dek bir yararı olmadığı gibi bundan böyle de olması sözkonusu olamaz. Söylenenlerin çoğu, daha önce söylenenlerin aktarılması veya tekrarı oluşu, başlangıçdaki yanlış anlayışın günümüze dek sürmesine ve bundan sonra da süreceğine neden olacağa benzemektedir,



Sonuç olarak:

 Kur'an'ın muhkem ve müteşabih ayetlerden oluşan iki gruba ayrıldığını (Al-i îmran-7) ayetinde gördük. Anlaşmazlık Kur'anın müteşabih ayetleri üzerinde yoğunlaşmış ve bu konuda biri diğerini geçersiz sayacak birbirinden farklı tanımlar konunun anlaşılmasına katkıda bulunmamış, daha da anlaşılmaz kılmıştır.

Bu bakımdan önceki kabullerin ortaya koyduğu sonucun, konuya yeterince açıklık getirmediği ortadadır. Varılan sonuçla, Kur'an'ın bir bölümü (müteşabih olanı) anlaşılamaz kabul edilip işlevsiz kılınmıştır. Oysa ki Kur'an, bizim için gereksiz ve anlaşılmaz bilgilerin içinde bulunduğu bir kitap değildir, ö halde bu anlayış temelde Kur'an'la çelişmektedir.

Bu bakımdan müteşabihatta bizim üzerinde durmamız gereken kısım, kelimelerin tek tek anlamının verilmesi yoluyla anlaşılmasını sağlamak değil, müteşabih (aracı) kelimelerle anlatılmak istenen şey neyse (amacı) onu kavramaya çalışmaktır. Evet müteşabihat bir anlatım tekniğidir. Anlatan (yani konuyu anlatırken kullanılan kelimeler) müteşabih olabilir, bu anlatılanı anlamamıza engel değildir.

Yani, anlatan (tanımlayan) ve anlatılan (tanımlanan) vardır, Anlatan(tanımlayan) müteşabîhse de anlatılan(tanımlanan) muhkemdir. Anlatanın müteşabih oluşu, anlatılanın anlaşılmasına engeî değildir.  Bizim bilmediğimiz, görmediğiniz, anlayamadığımız şeylerin bizini bildiğimiz, gördüğümüz ve anladığımız şeylerle anlatılması, bizim o şeyleri görüyor, ve anlıyor gibi anlamamızı sağlar.


Yüklə 267,8 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin