2. İnsanlar
a) Sâhibe(Tanrıça)
Kur'ân, sahibe adı altında, kâinatın Yaratıcısını zevce edinmekten tenzih eder:
“Doğrusu, Rabbimizin yüceliği, her yücelikten üstündür. O ne zevce (sahibe) ne çocuk edinmemiştir” 2712.
“O, gökleri ve yeri yoktan yaratandır. Zevcesi olmadan nasıl çocuğu olabilir? Oysa her şeyi O yaratmıştır, her şeyi bilendir” 2713.
Kur'ân'ın nazil olduğu ortamda, Allah'a zevce isnad eden bir inanç meşhur değildir. Demin nakletitğimiz, 6, 101 âyetinde, böyle bir inancın araplarda olmadığına işaret bulunabilir. Çünkü burada esas gaye, onun çocuğu olmayacağını bildirmektir. Bunu isbat için Onun zevcesinin olmadığından hareket edilmektedir 2714. Tanrıya ezelî zevce veren bir çok şirk inancına göre, bunu isnad etmeyen arap müşriklerinin telakkisi, nisbe ten anlaşılır durumdadır. Zira, varlığın tek Tanrı'ya verilmesi makûldür. İki ezelî Tanrı tanımak, daha halledilmez güçlükler doğurur.
Gerçi bir rivayete göre Hz. Ebû Bekr, meleklerin, Tanrının kızları olduğunu iddia eden müşrikleri ilzam için; “Peki anneleri kimlerdir?” diye sorunca, onlar:
“Yüce cin kızlarıdır” diye cevap vermişlerdir 2715. Bu rivayet doğru olsa bile bunda araplar arasında bir “tanrıça” inancı olmadığına dair delâlet daha fazladır. Zira, onlarda bir ana tanrıça inanışı yok idi ki, Hz. Ebû Bekr, kız isnadının kendilerini, zevceyi de kabule mecbur edeceğini, onları güç durumda bırakmak için öne sürmüştür. Cevapları, sabit inançtan ziyade bir münakaşa halet-i ruhiyesiyle söylenmiş intibaını vermektedir. Ulûhiyet hakkında ciddi ölçülere sahip olmayanlardan böyle bir mübâlatsızlık, uzak değildir. Kaldı ki, onlar, cinler hakkında “meleklerin anneleri” demişlerdir; “Allah'ın zevceleri” dememişlerdir. Muhtemelen, Allah'ın -Hz. İsa'yı olduğu gibi- Kendisinin zevcesi olmayan “annelerden” yarattığını söylemek istemişlerdir.
Fakat öbür âyet 2716, zevceyi mutlak olarak reddetmektedir. Anlaşılan, “ana tanrıça” inancı, bir çok toplulukta görüldüğünden Allah'ın bundan münezzeh olduğunu, öbür şirk sistemlerini göz önüne alarak, Kur'ân reddetmeye lüzum görmüştür. “Ana tanrıça” inancına, dünyanın hemen her tarafında rastlanmaktadır. Mesela, Ken'an diyarında samîler tarafından tapılan bereket ve rüzgâr tanrısı Ba'al, karısı Astarte ile panteonun esası idi 2717. Mısır'da, başlangıçtaki “ilâhî çift” inancı bulunmaktadır. Avustralya'da (Polinezya bölgesinde), Azteklerde de bu inanç görülür 2718.
Kur'an, “tanrıça”dan çok fazla olarak, “evlad” isnadını reddetmeye ağırlık vermiştir. Bunun sebebi şu olabilir: Çocuk isnadı, daha fazla yaygındır (hıristiyanlar'da bile vardır). Ayrıca mitolojiler “genç oğulsa, büyük bir aktivite verdikleri halde, zevceler unutuluyordu. 2719
b) Çocuk
Dünyanın bir çok yerinde olduğu gibi, Câhiliye arapları arasında, Tanrıya çocuk isnad etme inancı yaygındı. İslâm'ın zuhurunda, Hz. İsâ (a.s.) gibi bir resulün getirdiği dine mensub olduğunu iddia eden hristiyanlar bile, bu sapıklığı benimsemişlerdi. Müşrikler, kendi inançlarını çok normal karşıladıkları gibi! Kur'ân'ın, Ulûhiyyeti, çocuktan tenzih eden Tevhid inancına karşı çıkarken, hristiyanların telakkileri ile de istidlal ediyorlar, “Son dinde de böyle bir şey işitmedik” 2720 diyorlardı 2721. Kur'ân'ın çocuk isnadı reddindeki ısrarını, biraz da bu ortam içinde değerlendirmek gerekir.
Başka yerlerden örnek vermek gerekirse:
Yunanlılarda Dionysos, Zeus'un oğludur. Mısırlılarda Oziris, gök ve yerin, yani bir tanrı ile tanrıçanın oğludur. Fenike'de Alein, Ba'al'in oğludur 2722. “Panteonların çoğu tenasülî (genealogiques) sistemler olarak görünürler. Bunlar ekseriya tanrıların tekevvününü (theogonie) böyle açıklarlar. Meselâ, Hesiod'un the-ogonte'si, Yunan panteon'unu, tenasül prensibini gözeterek yapılmış bir teşkilâtlandırılmasından ibarettir. Çok tanrılı dinlerde, -insanlardan farklı olarak- tanrılar; ezelî, ebedî, ölümsüz olarak anlaşılmakla birlikte bu, onların efsanevî bir zamanda, birbirlerinden doğmuş olmalarına engel sanılmaz. Bu tenasül fikrinin anlamı ne olabilir? Açıktır ki, müteaddid tanrıların hepsi, kendi kendilerine var yâni “zorunlu varlık” olamazlar. Eskiler, felsefî olarak düşünmeden bile, zorunlu varlığın (vâcibu'l-vuçûd) ancak bir olacağını, mutlak'ın kesret kabul etmeyeceğini idrâk ediyorlardı. Bundan ötürü, tanrıların çokluğu, cevher birliği ile uzlaştırılabilir olmalıydı:
İşte bu da, tenasül kavramıyla ifade edilmeliydi. Tenasül, bir varlıktan, ondan farklı ama, bununla beraber onunla aynı cevherden olan bir başka varlığın meydana gelmesini sağlar. (...) Tenasül, tek ilâhî cevheri, çeşitlendirmeyi mümkün kılar” 2723.
Bir başka dinler tarihçisi, Eliade ise bu tezahürü şöyle açıklamak ister:
“Semavi Tanrının oğluna verilen önem, insanlardaki “müşahhasa olan susuzluktan” ileri gelir. Bu susuzluk, her zaman, semavî Tanrıyı ikinci plâna itmiştir. Oğul, sadece soyu sebebiyle değil (Dionysos, Oziris, Alein vs.); insan oluşuyla, dinler tarihindeki bu baş rolü oynar” 2724.
Bu yazarların, hristiyan çevrede yetişmiş olmaları, ayrıca kendilerini, şirk inancının hüküm sürdüğü dinleri araştırmaya vermiş olmaları sebebiyle. Tanrının çocuk edinme fikrine karşı bağışıklık kazanmaları yzünden, böyle izahlara girişmeleri muhtemeldir. Fakat, akıl nazarında tamamen saçma olan bu şirk sapıklığına, insanlığın hangi saiklerle girmiş olabileceklerini ta'lil yönünden, bazı izahlar aramak meşrudur. İlâhî irşaddan mahrum, veya onu değiştirmiş olanların, niçin ve nasıl böyle bir yanlışa düşeceklerini düşünmek lâzımdır ki, Kur'ân'ın onları şiddetle ve devamlı surette mahkûm etmesindeki ısrarın sebebini anlayabilelim.
Az önce naklettiğimiz izahlardan çıkan sonuç önemlidir:
1- Tek Tanrı kabul edilmektedir. Buna rağmen, şirk eğilimi, çok tanrı arzu etmektedir. Bunun için çıkar yol, tenasülde bulunmaktadır. Şu halde, çocuk nisbet etmenin kaynağı çok tanrıcılıktır.
2- Tanrıya çocuk atfeden inançlar. Yaratıcıyı arka plâna atmışlardır.
Bu çalışmamızın bir kaç yerinde işaret ettiğimiz gibi, şirkin menşei üzerinde düşünen bir çok müslüman bilgin de olmuştur. Bunlardan Şâh Veliyullâh, hristiyanların “Oğul” inancı hakkında -özetle- şöyle der:
Hristiyanlar, Hz. İsa'nın mertebesinin-yüksekliğine, “kul” demeyi uygun bulmadılar. Onu, öbür insanlardan ayırmak gerekiyordu. Allah'ın, ona özel ihsan ve şefkatini ifade eder diye, mecazen “Tanrı oğlu” dediler. Kimisi ise, ondan zuhur eden olağan üstü hallere bakarak, bunu Ulûhiyyetin ona girmesi şeklinde ifade ettiler. Sonradan gelenler ise, bu tabirleri (oğulluk ve tanrılık), hakikî mânâya alır oldular 2725.
Kur'an'ın, Allah'a çocuk isnadını:
“Nerdeyse gökleri parçalayacak olan” 2726 bir dehşet sebebi sayması, böylece izahını bulmuş olur. Zira bu; Allah'ı insana benzetmek, çok tanrıcılık ve “mevhum oğlunu Onun yerine tahta geçirmek” gibi çirkin bir zulmün ifadesidir.
“Rahman çocuk edindi dediler. And olsun ki, kötülüğünü bağıran çirkin bir şey uydurdunuz. Rahmân'a çocuk isnad etmelerinden dolayı nerdeyse gökler paralanacak, yer yarılacak, dağlar göcecekti. Halbuki, Rahmân'a çocuk edinmek yaraşmaz; çünkü göklerde ve yerde olan her şey Rahmân'ın kulundan başka bir şey değildir” 2727.
Allah'a çocuk isnad edildiğini bildiren âyetlerin bir çoğunda Ulûhiyyet, Kendisini “Rahman” vasfıyla isimlendirir 2728. Buradan, “çocuk” şirkinin, merhamet kavramıyla ilgili sanıldığını düşünebilir miyiz? Belki de bazı insanlar şöyle tevehhüm etmişlerdir:
“Allah, merhametli olduğundan, sevgi ve merhametine husûsî surette mazhar edeceği kimselerin varlığı gerekir. Böyle olmaya en lâyık varlık da, evladdır. İnsanların, ilâhî sevgi ve rahmete ulaşabilmeleri için, bu hususiyetleri, beşeriyet arasında canlı olarak temsil eden birinin olması gereklidir, bu da “Tanrı oğlu” olabilir”. İnsanlar, bu tahayyül ile böyle bir şirke kaymış olabilirler.
Şimdiki indilerde, özellikle oğul tema'sını çok işleyen Yuhanna ve Pavlus'un yazılarında, bu fikri fazlasıyla bulmak mümkündür:
“Hiç kimse göğe çıkmamıştır, ancak gökten inmiş olan insanoğlu çıkmıştır; o ki göktedir (...) böylece insanoğlunu da yukarı kaldırmak gerektir. Ta ki iman eden her adamın Onda ebedi hayatı olsun. Zira Allah dünyayı öyle sevdi ki, biricik Oğlunu verdi; taki Ona iman eden her adam helâk olmasın, ancak ebedî hayatı olsun” 2729.
“Fakat Allah bize olan Kendi sevgisin bununla isbat ediyor ki, biz henüz günahkârlar iken Mesih için öldü. İmdi onun kanı ile şimdi sâlih sayılmış olarak, onun vasıtasıyla gazaptan daha ziyade kurtulacağız” 2730.
Tanrının, merhameti sebebiyle oğlunu insanlara yollayıp onu feda etmesi motifi çok yaygındır. “Yunanistan'da Zeus'un oğlu Dionysos, Mısır'da yer ve gök Tanrısının oğlu Oziris, Fenike'de Ba'al'in oğlu Alein; işkence, ölüm, dirilmeyle ilgili dramatik tanrılardır. Onlar insan kaderini yüklenir, onun gibi çileleri ve ölümü tadarlar” 2731. “Ölen tanrı tipi, eski Orta Şarkta (Dumuzi, Tamnuz, Adonis, Oziris) olduğu kadar, Orta Amerika eski medeniyetlerinde de yaygındır. Mesih de, buna bağlanmak istenmiştir; gerçekten, mevsim âhengine uyarak periyodik olarak kaybolup tekrar görünen bir tanrı söz konusudur. (...)” 2732.
Kur'ân, çeşitli yerlerinde şiddetle takbih ettiği çok tanrıcılığın özelliklerini, tehlikelerini ve bozukluklarını bu “vasıta-oğul” unsurunda görerek, bunu kesin olarak reddeder. Allah'ın insanlara bu yolla yaklaşmadığını. Onun merhamet etmesi için oğula ihtiyacı olmadığını bildirdiği gibi, böyle bir oğul tahayyül ile Kendi merhametine erişilemeyeceğini de belirtir 2733.
Allah çocuk edinmekten münezzehtir, her şey onun mahlûkudur. Hangi anlama alınırsa alınsın, doğurmak veya çocuk edinmek, Ulûhiyyetin hakikatine yaraşmaz 2734.
Allah'ın çocuk edindiğine dair, ne kendilerinin ne de atalarının bir bilgisi yoktur. Ağızlarından çıkan söz, büyük iftira ve yalandan başka bir şey değildir. 2735 Doğurmamış ve doğurulmamıştır 2736.
“Allah çocuk edindi' dediler; hâşâ. O müstağnidir, göklerde ve yerde olanlara sahiptir. Elinizde Onun çocuk edindiğine dair bir delil yoktur. Bilmediğiniz şeyi Allah'a karşı nasıl söylüyorsunuz?” 2737.
Kur'ân, bu konuda çok hassastır. Mecazî anlamda bile olsa, “Allah oğulları” tabirini kullanmaya veya Kendisi için “Baba” denilmesine müsaade etmez. Bazılarının dediği gibi bu hassasiyet, “Kur'ân'ın bu tabirleri hakikî mânâda düşünmesinden” ileri gelmemiştir. Kur'ân, beşeriyetin şirke kaymasını önleyecek her türlü tedbiri aldığı için, buna müsaade etmemiştir.
“Yahudiler ve hristiyanlar: 'biz Allah'ın evlatları ve sevgilileriyiz' dediler. De ki; 'Öyleyse, niçin günahlarınız sebebiyle sizi azablandırıyor? Hayır, siz Onun yarattığı diğer insanlar gibi insansınız. (...)”2738,
Bu âyette, mecazî olan “imtiyaz” anlamı açıktır. Fakat Kur'ân, bu tabirle birlikte, bu seçkinlik iddialarını da reddetmektedir 2739. Onların bu iddiaları, kendi Kitablarında çokça ifade edilmektedir (Meselâ: Km, Çıkış, 4,22 ve Yeni Ahid, Galatyalılara, 4, 4-5).
Allah hakikî anlamda çocuk isnadını (hristiyanlar Hz. İsa'nın mecazî değil, hakikî anlamda Allah'ın oğlu olduğunu söylerler) Meselâ 2,116 âyetinde şu sebeplerle reddeder:
1- Her şey Onun mahlûkudur, yani Allah'ın, Kendisinden başka her şeyle ilgisi, Yaratıcılık ilgisidir.
2- Bir işi yapmak istediğinde ona sadece: “Ol” der, O da oluverir. Halbuki doğurma. İbda' ile değil, bir parçanın ayrılmasıyla, güçlükle olur. Mahlûklar, Onun Zatında bir tagayyür ile başlayıp. Ondan koparak sudur veya tevellüdle var olan bir eser değildir. Böyle olsaydı O, bîr gün tükenir, hilkat kalmazdı.
Eski dinlerin mensupları. Yaratıcı olması sebebiyle Allah'a “Baba” derlerdi, fakat “evlatları var” demezlerdi. Sonradan cahiller, bunda bir doğurma mânâsı var sanarak:
“Babanın evladı olur; oğlu var, kızı var” demeye başladılar. Bu ise Allah'ı bilmemek. Ona şirk koşmaktır. Çünkü evlâd, babaya benzer, çocuk babasının bir parçasıdır. Nitekim “İsa Allah'ın oğludur” diyenler. Ona “Tanrı” da dediler. Bundan dolayı, İslâm'da Allah'a “baba” demek küfür sayılmıştır 2740. Kur'ân'ın “Allah doğurmadı” 2741 şümullü ifadesinin, Yeni Eflâtunculuk gibi bazı felsefelerde görülen her türlü sudur fikrini mahkûm ettiğini de unutmamak lazımdır. 2742
Dostları ilə paylaş: |