Küresel Bir Dünya mı? BİR evriMİN Özeti



Yüklə 436,59 Kb.
səhifə6/6
tarix23.01.2018
ölçüsü436,59 Kb.
#40286
1   2   3   4   5   6

Texas ınstruments




Northrop

Westinghouse Northrop Grumman 4 $

Grumman



Dünyada önde gelen 20 silah üreticisi arasında ABD’nin 8 şirketi liderdir. 1995 itibariyle sektörün toplam cirosu içinde ABD şirketlerinin payı % 60’ıdır. ABD silah endüstrisi her yıl Rusya, Almanya, İngiltere, Çin ve Fransa toplamından fazla silah ihraç etmektedir. ABD’nin silah alımı Avrupa toplamından % 50 fazladır. Savunma harcamaları her yıl 100 milyar $’a ulaşmaktadır. Bunun 40 milyar $’ının araştırma giderlerine harcanması, endüstriyi geliştiren nesnel ortamı bizlere anlatmaktadır.

Kuşkusuz dünyayı tehdit eden “nükleer güç” sadece ABD’den ibaret değil. Halen 6

ülkede nükleer başlık var.
Bütün bu veriler ne anlama geliyor?
Nobel Barış ödülü sahibi Oscar Arias sorunun karmaşık cevabını şu tümceler içinde aramış:
- ABD’nin demokratik olmayan ülkelere silah ihracı ciddi artış göstermektedir. ABD’de silah endüstrisi federal hükümetten artan ölçüde sübvansiyon almaktadır. Bu destek sıralamada ülkenin en büyük ikinci desteğidir. 1999-2004 döneminde, ABD’nin savunma amaçlı silah alımında % 50 artış vardır. Bu ortam içinde Nobel Barış ödülü almış 17 kişinin yürüttüğü silah satışlarının kısıtlanmasına ilişkin uluslararası sözleşme görüşmelerine, ABD’nin duyarsız kalması düşündürücüdür.
Bu veriyi daha ekleyeyim: ABD’nin 75 ülkeye silah satış ambargosu var. ABD Kongresi 60 adet ambargo kararı almış. Kararların büyük bir kısmı 80’li yılların sonrasına ait. Uygulanan ambargo ise toplam sayının %10’unun geçmiyor. 75 ülkeye varolan silah satış yasağında, etkin uygulama 7’yi geçmiyor.
Silah satışları zaten niye düşsün ki?

GLOBALLEŞME: BİR YENİ SİLAH
ABD’nin 16.Başkanı Abraham Lincoln, “ABD, dünyanın en son ve en iyi umududur” diyordu. Bu “son” ve “iyinin” neden buluşmadığı sorusunu, ABD eski Hazine Bakan yardımcılarından biri şu cevabı vermiş:
- Avrupa’nın ABD’ye artan oranda düşmanlığı

globalleşmeden doğan artan rahatsızlıktır. Sam Amca’yı

günah keçisi olmaktan kurtarmadıkça, bu böyle

sürecektir...

Globalleşmenin soyutlama (izolasyonizm) karşıtı kullanıldığı, toplumların artan oranda küreselleşme korkusuna (globalfobia) kapıldığı bir ortamda, ABD küresel liderliğini günah keçisi olmadan nasıl sürdürecektir?


Harvard Üniversitesi Kennedy School Dekanı Profesör J.S.Nye’ya göre, ABD yumuşak ürünler (soft power) ihraç etmelidir! Bunlar; ABD değerlerini özümsemiş kültürel ürünler olmalıdır. ABD-Carnigie Enstitüsü bu projeyi çok destekleyerek, “Dünya genelinde demokrasiyi destekleme ve geliştirmek” adını vermektedir.
ABD Başkanlarından Carter Enstitüsü Başkanı Carter ise projeye katkıda bulunarak, “ABD barış rolünde aşırı hata yapan konumundan sıyrılmalıdır” sözleriyle “yumuşak mal”ın nasıl paketleneceğini anlatmaktadır. ABD; BM’de Güvenlik Konseyi’ni dikkate almalı, STK’larla daha fazla işbirliği yaparak çalışmalıdır.
Anımsatalım: ABD’nin Vietnam savaşına kadar sloganı “Dünyanın Düzeni”ydi. Başkan 1. Bush Körfez Savaşı’nda sloganı “Yeni Dünya Düzeni”ne çevirdi. Eklenen salt “Yeni” sözcüğü değildi.
ABD’nin belirleyici rolü 90’larda artık kırılmaz-bükülmez konuma gelmişti. Yine de bu bükülmez güç, egemen olma da zorlanıyor. Bu nedenle ABD’nin eski Paris Büyükelçisi yeni dünya düzeni yerine “Popüler Kapitalizm” sözcüğünün ikame edilmesini öneriyordu. Bu hem Avrupa’nın arayışına daha uygun olacak, hem de “3.Yol” özelliği taşıyacaktı.


DOLAR VAR, ALIR MISINIZ?
Küresel egemenliğin yeni aleti dolar!
“Güçlü dolar, ABD’nin çıkarınadır” ifadesi formülün gizemini oluşturuyor. Buna dönük alandaki siyaset kısa vadeli bir bakışla belirlenmiyor.
Dış ticaretle ağırlıklandırılmış doların değeri, 1950’dan bu yana 130 endeks değerine ulaşmış. (1990=100). İki ayrı partiden olma 2 ABD Başkanı döneminde görev yapan 3 Hazine Bakanında dolar küçük iniş-çıkışlar dışında değerini hep korumuş. Başkan 2.Bush döneminde görev üstlenen Hazine Bakanı Paul O’Niell döneminde de bir olumsuzluk beklenmiyor.
Güçlü dolar bence ABD’nin “stratejik tercihi”dir.
Kilit soru; ABD dış ticaret açığının bu ülke için ne kadar “sürdürülebilir” olduğudur. 1996’da milli gelirin % 1.7’si kadar açık veren cari işlem dengesi, 1998’de % 2.5’a, 1999’dada % 3.6’ya ve 2000 yılında % 4.5’a ulaştı.
2001’de bir değişim öngörülmediğine göre, güçlü doların sürdürülebilir maliyeti, % 4.5’lık bir açıkta zorlanmıyor.
Dış ticaretin, ABD ulusal geliri içindeki büyüklüğü esasen “küçük”. 10.533 milyar $’lık ABD GSMH’sın da 700 milyar $’lık ihracat ve 950 milyar $ civarında ithalat, cari dengedeki 150 milyar $’lık açık, ABD’nin gerçekten “küçük büyüklükleri” olarak kalıyor.
ABD dünya ticaretinin % 9’unu elinde tutuyor. Bu, hemen nerdeyse AB’nin 15 üyesinin toplamına yakın.
Maliyetin getirisi ise açık! ABD, dünyanın en fazla sermaye ithal eden ülkesi. Güçlü doların ABD içi yatırımları desteklemesi, tahvil piyasasını olumlu etkilenmesi, faiz hadlerini düşük tutması gibi başkaca avantajları da var.
1990’dan bu yana sürdürülen güçlü dolar politikası ABD için yüksek ve istikrarlı bir büyümenin en önemli aracı. Kesin olan bir olay var. “Güçsüz dolar ile ihracatı destekle” politikası artık geride kaldı. Bunun yerine “Güçlü dolar ile mali piyasaları büyüt” dönemine geçildi.
Birinci dönemin temsilcileri tarım ürünü ve mal ihracatı temsil eden gelenekçi görüş sahipleriydi. 2.görüşün temsilciliğini ise mali piyasalar yapıyor.
ABD dolarının gücü bugünün olayı değildir. Uluslararası Ekonomi Enstitüsü Başkanı Profesör F.Bergsten’e göre ABD’nin üstünlük süreci, sterlinin 1931’de develüasyonuyla başlar. Bretton Woods bölgesinde altın-dolar eşdeğerliğinin kalkmasından sonra, dolar bir kırılma yaşar. Sonrasında gerek Yen, gerekse DM’a karşı bir yükselmenin yaşandığı 1980’ler vardır. Bu yıllar, Başkan Reagan’ın “Güçlü ABD’nin yıldız savaşlarına hazırlandığı süper güç oluşumu tanımını yaptığı yıllardaki döneme denk düşmektedir. 90’lı yıllarda “İstikrarlı Güçlü Bir Dolar” dönemine girilmiştir.
Şimdi de belki yeni bir dönem başlamaktadır: Dolarizasyon!..
Bu görüşün birçok sahibi var. Ama Florida Senatörü C. Mack tarafından ilk kez açıklıkla kamuoyuna sunuldu. Senatör Mack “global köye” dönüşen dünyada, 150’den fazla ulusal paranın varlığını gereksiz niteliyor. Yerine bir “Uluslararası Parasal İstikrar Paktı” öneriyor. Bu Pakt’ın içinde yeralmak isteyen ülke doları resmi para birimi olarak benimseyebilecek. Senatör, dünya genelinde dolara geçen ülke sayısı açıklamasa da bu uygulamayla Panama’nın refahını arttırdığını kaydediyor.
Bu “pratik?” öneri Profesör J. Sachs ve F. Larrain tarafından “Dolarizasyon: Kurtuluş mu, Deli Gömleği mi?” başlığı altında “Foreign Policy” dergiside ele alındı. Yazarlar, dolarizasyon önerisini “mantıksız” hatta “pervasız” buldu.
Bu akademisyenlere göre, dolarizasyonla doğan en önemli tehlike bağımsız bir para politikası için bir manevra alanının kalmamasıdır. Saptamanın da en önemli yanı da bu! Manevra alanı... Toplum mühendisliği yaparak, dolar gibi bir dış değişkenle denge ummanın Arjantin’in başına 2000’de ördüğü çorap ortadadır.
Son bir not: Dünyada tam dolarize olmuş sadece 4 ülke var: Marşhal Adaları, Mikronezya Palau ve Panama. Dördünün toplam nüfusu 3 milyon, milli gelirleri ise 10 milyar $’ı bulmuyor. Unutmadan ekleyelim: Kervana son olarak Honduras da katıldı. Sonucu ise henüz belirsiz.
Sadede gelsek nasıl olur?

GREENSPAN’DE KİM?
Bence dolarizasyon değil ama bir “İngiliz Konuşan Ekonomi Grubu” gerçeğiyle karış karşıyayız. Anglo-Amerika dünyasının 4 büyük ülkesinin (Britanya, ABD, Avusturalya, Kanada) ortak özelliği, uyumlu bir büyüme eğilimi içinde olmaları geliyor.






Yıllık Büyüme %’si

MG içi Borsa Değeri Kap. %’si

ABD

3.9

122

BRİTANYA

2.1

143

KANADA

3.0

62

AVUSTURALYA

5.1

64

(1998)
Profesor Krugman uyumun yarattığı gelişimi mizahi bir dille açıklamış: “Onlar liberallerin şampiyonu Prefesör Friedman’ı orijinal metninden okuyabildikleri için bu sonucu alıyorlar!” İngilizce Konuşan Ekonomi Grubu’nun önemli bir özelliği var: İngiltere hariç hepsinin para birimi dolar adını taşıyor. ABD doları ise grubun kıblesi durumunda.
Bu yüzden FT’nin deneyimli köşe yazarı S. Britan’a kulak asmakta yara var: “Dolar’ı izle gerisine boş ver!”. Yine de önerisine “Amerikanlaşma Dersini Almak” adını vermekten geri kalmıyor.
ABD’de ise egemen korku ne $ değeri, ne de büyümedir. Korku derinliklere gizlenmiş bir paranoya olan enflasyondur!
Zira enflasyon % 3’lere yükselince, sermaye piyasalarının hareketliliği artıyor.
Tüketici fiyatlarındaki yükseliş sinyalleri sonrası, 14 Nisan 2000 Nasdaq Borsası bir günde % 9.7, Dow Jones % 5.6, S & P 500 % 5.7 düşüş gösterir. Bu yüzden FED’in temel faiz ayarlamaları, ekonominin aşırı ısınması durumunda maliyet baskılı enflasyonun önlenmesi için hayati önem taşıyor.
İşte bu ortamda unutulmaması gereken bir portre de Alan Greenspan’dır.
Greenspan, 14 yıl önce, 1987 yılının Ağustos ayında ABD Başkanı Reagan tarafından göreve getirildi. Durgunluk yaratma pahasına, enflasyonu tek haneli oranlara indirilmiş bir ekonomi devralmıştı. Uzmanlar işinin kolay olduğu sonucunda birleşti. Göreve gelişinden iki ay sonra, 19 Ekim 1987’de hisse senedi piyasasının çöküşü -Dow Jones endeksi yüzde 22.6 düştü- ile gösler kurtarıcı olarak Greenspan’a çevrildi.
Greenspan son derece basit bir strateji uygulayarak ekonomi el kitaplarında yazılanları uyguladı. Para politikasını gevşetti, faizleri aşağı çekti. Çok geçmeden hisse senedi fiyatları yükselişe geçti. Aslında yazıldığı kadar kolay olmayan bu operasyonu kararlılıkla gerçekleştiren Greenspan, ekonominin kurtarıcısı haline geldi. Greenspan’ın 2004’e dek görevinin başında olacağına göre dolar da onun görev süresinde değerli kalmada ısrarlı olacak.
Greenspan ABD’ye 2. Dünya Savaşından bu yana kesintisiz en uzun büyüme evresini yaşattı. 1990’lı yıllarda % 3’ler yüzeyinde büyüyen ABD ekonomisi, vatandaşın tüketiciye % 5’ler düzeyinde her yıl bir tüketim artışı sağladı.
Yeni dönemde ne olacak? Paul O’Niell 2. Başkan Bush’un Hazine Bakanı’nın olarak beyanı açık:
- ABD dünya krizlerine müdahale etme sorumluluğu taşımaz. Tüm krizler kapitalizmin

yanlışından değil kapitalizmin yokluğundan doğar.
ABD Hazine Bakanı IMF’yi itfaiyeye benzeterek “ideal dünyada itfaiye yerini hiç terketmeden yangını önler” diyor.
Yorum gerekmiyor: ABD müdahalelerini artık göremeyeceğiz!


YENİ EKONOMİ Mİ, VERİMLİLİK Mİ?
Adına “Yeni Ekonomi” diyorlar. Görenleri onu ABD’nin batı yakasında yerleşik olduğunu söylüyor. Kod adı Silicon Valley. Adını San Francisco ile San Jose arasında sıkışmış vadiden alıyor. Günümüzde bu vadi bir ekonomik çekim merkezi olmuş.
Yeni ekonomi kimi yerde vadi, kimi yerde bilim merkezi, kimi yerde de teknopark adıyla birlikte anılıyor. Yeni ekonominin ortak paydası ise yapılan yatırımların ileri teknolojik ürünlerde yoğunlaşmış olması.
Kaliforniya Ekonomisi Enstitüsü, bu alanda öncü olan Silicon vadisinde yaşayan ve üreten 2 milyon insanın yıllık gelirini 65 milyar $ olarak kestiriyor. Bu toplam 15 milyonluk Şili’nin toplam hasılatına eşdeğer. Türkiye toplamının ise üçte biri yıllık ortalama ücret 43 bin $. Bilgisayar endüstrisinde bu ücretler iki kat artıyor. Vadide 6.000 teknoloji kuruluşunun yıllık 200 milyar $’lık cirosu Türkiye’ye eşit. Risk sermayesiyle yani ekonomi bir, bütünlük sağladı. 2000 yılında risk sermayesinin toplam yatırımı 108 milyar $. Bunun “47 milyar $’ı bilişim 12 milyar $’ı ise iletişim teknolojilerine yapılmış.
Silicon Valley’e ABD içinden ve dışından taklitleri çıkıyor. İşte taklitçilerden bir demet: Silicon Desert (Utah), Silicon Alley (New York), Silicon Hills (Austin), Silicon Forest (Seattle).
Yurtdışındaki taklitçiler arasında Tayvan, İsrail, Hindistan, Britanya, Fransa ve Malezya var.
Fransa her zamanki farklı duruşu için kendi teknoloji parkına “Avrupa’daki Kaliforniya” diyor. Malezya klasik iddiası içinde uygulamaya “Multi Medya Süper Koridoru” adını veriyor. Ülke 100 bin insanın yaşayacağı koridor kent için 750 km2’lik alan tahsisi yapmış. Yatırımın toplamı ise 40 milyar $’ı buluyor.
Silicon Valley’deki gelişmeleri izleyen ABD Stanford Üniversitesi’nin endişeşi, yeni fikirlerden kaynaklanan ileri teknoloji yatırımlarının azalan verim yasasının etkisinden nasıl uzak tutulacağı. Önemli bir soru! Daha önemlisi bu cevabın verilmemiş olması. Verimin belli bir dönemden sonra azalacağını öngören yasa bir yana, yani ekonominin anı anına uymayan kırılgan bir yapısı var.
Die Welt’e göre en büyük ileri teknoloji bölgesi Tokyo-Osaka arasındaki megalopolis. İstihdam edilen insan sayısı 700 bin. 300 bin istihdamla Silicon Valley izliyor. 230 bin istihdamla ABD’nin 2. büyük teknoloji bölgesi “Route 128” olarak anılan Boston ve Kuzeyi. Avrupa’daki en büyük ileri teknoloji bölgesi Londra ile Galler arasındaki bölgede ve 320 bin kişilik istihdamı var. Almanya’da, Siemens öncülüğüyle Münih çevresinde kurulan İsar Valley teknoloji bölgesi var. 3. Dünyada tek büyük Teknoloji Bölgesi Hindistan Silicon Valley’i ülkenin güneyinde Bangalore içinde yer alıyor. 230 bin insanlık bir istihdam kapasitesi yaratılmış.
Bu sayısal değerleri bir yere itersek, karşımıza ilginç bir gerçeklik çıkıyor. Bilişim teknolojilerinin istihdam çarpanı çok zayıf.
İşte kanıtı: Silicon Valley’de kişi başına katma değer 5 yılda 120 bin $’a yükselmiş. 1997’de yeni ekonomi burada yılda 61.000 yeni istihdam alanı yaratırken, 1999’da bu sayı 21.000’e düşmüş. Verimlilikle istihdam arasında ters orantılı ilişkinin varlığı bu uygulamayla açık - seçik görülüyor.
Öğrendiklerimiz bununla sınırlı değil! Verimlilik, milli gelire ciddi sıçramalar da yaptırıyor. Fiyat artışları bastıran etkisi ise işin cabası. ABD’de 1995-2000 döneminde verimlilik yılda % 2.2 artmış. Tarım sektörünü kapsam dışı tutarsak verimlilik 2000 yılında % 5 gibi yüksek bir oranda artmış. Aynı dönemde GSMH artışı % 4. Sonuç çıkaralım derseniz, her yarım puanlık verimlilik artışı 1 puanlık GSMH artışına zemin yaratıyor.
Verimliliğin sonuçlarına Profesör W. D. Nordhaus’un itirazı var. 3 araştırmasıyla hem nedenlere, hem de nasıllara yer veriyor. Temel savı çıktı ile girdi arasındaki net fazlanın parasal değer olarak ölçülmesi olan verimlilik de ürün palentinde yapılan Prof. Nordhaus değişikliğin hiç dikkate alınmadığını savlıyor. Açık anlatımıyla, verimliliğin üründen ürüne değişik ele alınması gerektiğini belirtiyor. Paranın baz oluşturan görgül saptaması da şu: Bilişim teknolojisini kullanan ancak bunu üretmeyen mallarda verimlilik % 100 arttı!
Ülke teknolojik dönüşümleri ve fiyat gerilemesiyle birlikte bakarsak, 1800 – 1840 arasında buhar makinası buluşunun etkisiyle genel fiyatlar % 3 civarında düşmüş. 1970 – 2000 döneminde Bilişim ise teknolojilerinin fiyat düşüşüne etkisi ise % 30’a varıyor.

Genel fiyatlar açısından 1900 – 2000 yılları arasında, zorunlu malların tamamında fiyatların gerilediği ortaya çıkıyor.


Buna ekonomimizin reel teknolojinin insanoğluna armağanı diyelim!
1991’den bu yana ABD ekonomisi % 40 oranda büyüdü. 20 milyon insana yeni istihdam olanağı yaratıldı. İşsizlik son 30 yılın en düşük düzeyinde düştü. Risk sermayesi yılda 50 milyar $’lık bir büyüklüğe ulaştı. Şirket birleşmeleri yılda 2 Trilyon $’lık bir değere geldi. 268 milyon nüfuslu 9 Trilyon $’a ulaştı. Ekonomide, tüketim harcamaları ise yılda % 5.5 artıyor.

Bu verilerin gizemi “Yeni Ekonomi” deyiminde aranıyor.


Öyle olduğundan kuşkum var. Ekonomi kitaplarında yeni bir kural var. Uygun bir ekonomik iklimin yaratılmasıyla yüksek bir büyüme ve düşük işsizlik oranı bir arada gerçekleşebiliyor. İşte bu olgu istihdam yaratırken enflasyon etkisini vurgulayan kuramı geçersiz kılıyor. Çünkü bu bağ uygun iklimde artık söz konusu değil.
ABD’nin 1800 – 2000 yılları arasında 200 yıllık dönemde büyüme ortalaması % 3.7. Yeni ve eski ekonomi ayrımını yapmak bu yüzden çok anlamlı gözükmüyor. Ama ekonomik yapıda önemli olan değişim ve yenilikler.
Son 10 yılda bu değişimin göstergesi ABD’nin teknolojik yatırımları arttı. Firma bazında maliyetler azaldı. Etkinlik yükseldi. İşgücü piyasasının organize özelliği yokoldu. İşgücü maliyetleri düştü. Finansal piyasaların serbestleşmesiyle dışa açılma süreci hızlandı. Belki de yeni olan ortan etkinlikle ekonominin verimliliğinin ABD tarihinin en yüksek düzeyine çıktı. Tescil edilen patent sayısı 10 yıl öncesine göre 2 kat fazla arttı. Bu verimlilik, Eski Başkan Clinton’un sözleriyle “ABD’ye tarihimizin en uzun dönemli büyüme hızını yaşarken, gerçekleştirdiğimiz ekonomik dönüşüm, yeni bir sınai devrimin yaşanmasına olanak tanıdı.”
Nobel Ekonomi sahibi Profesör R. Solow’un “Bilgisayar çağını en çok verimlilik analizlerinde görürsünüz.” Bu amaçla kullanılan yeni kavram “Çok Faktörlü Verimlilik (ÇFV).” Bu kavram içinde emek verimliliği, emekle birlikte kullanılan artan oranlı sermaye ve genel teknolojik gelişim var. Böyle bakıldığında ÇFV 1995 – 2000 döneminde bir önceki beş yıla göre % 100 ilerleme kaydetti. A. Toffler’in 80’li yıllarda yazdığı “Şok” adını taşıyan eserinde “3. İhtilal”de hep bir süper teknolojik yapı söz edilirdi. Bence işin aslı verim artışı dediğimiz bir temel gerçeklikte gizliydi. Yeni ekonominin hisse senetlerinin yer aldığı Nasdaq bu yüzden prim yapıyor!
Akademik görüşlere de kulak asalım: Princeton Üniversitesinde Profesör R. Shiller eserinde ekonomi de “Ponzi Şeması”nın çalıştığını savlıyor. Şemaya adını veren Charles Ponzi, paydaşlarına yeni paydaşlarından topladığı paraları ödeyerek, bir saadet zinciri kurduğunu savlayan bir sahtekardı. Profesör Shiller yeni ekonominin bu yöntemle para toplayıp – toplamadığını sorguluyor. Yargısı, Ponzi Şeması Kadar bir Levi Strauss stratejisinin izlendiği. Herkes altın ararken onlar altın arayıcısına kot pantolon satmak istiyorlar. “Dot.com”lar nema sağlamasa bile, internet altyapısı pazarlayan şirketlerin çıplak değeri artıyor.
Tartışmayı biraz daha açalım: 2000 yılında kabul gören 21 Borsa – aralarında IMKB yok. Toronto, Milan ve İsviçre borsaları dışında ciddi düşüşler göstermiş. Düşüş, Seul Borsası’nda % 51’e varıyor. Yeni teknolojinin kabesi olarak kabul edilen Nasdaq’ta bu ortamdan payını almış (-% 39). Zirveye göre düşüşü % 50’yi buluyor. Bu açık veriler yeni ekonomiden çok yeni ekonomi kaosundan sözetmeyi daha akıl karı kılmıyor mu?
2000 yılı başında dünyanın en büyük internet kuruluşu Americana Online (AOL) ile dünyanın en büyük yayın kuruluşu Time Warner birleşme kararı aldı. Ocak 2000’de 340 milyar $ olan Pazar fiyatı, Aralık 2000’de 140 milyar $’a gerilemişti. Herhalde yeni yazılan ders kitapları bir de “sanal fiyat”dan sözedecek.
FT gazetesi olayı “Çıkmaz Sokak” sözleriyle değerlendirilmiş. Mizahi bir anlatımla “bir yeni ekonomi şirketi ihtisna organda iki kere yeralıyor” diyor. Birincisinde zirveye tırmanma ve ikincisinde ise düşüşte.
1995 – 2000 dönemi “med” dalgası sonrası olaya bağlı bir “cezir” dalgası etkisi yaşıyor.
Clinton kabinesinde Çalışma Bakanı olan Prof Reich “The Future Sucess” başlıklı eserinde yeni ekonominin tek yararının üniversitelerin arasındaki farkı belli etmesinde görüyor.
Borsalardaki iniş ve çıkışlardan oluşan oynaklık (volatilite) yeni ekonominin artık “küçük tansiyonu” 2000’li yıllardaki oynaklık 1987’li ortamdan daha fazla.
Şimdi madalyonun öbür yüzüne bakalım: ABD dünyanın en borçlu ülkesi. Dünyadaki toplam devlet borcunun % 45 – 50’lik dilimi bu ülke tarafından gerçekleştiriliyor.
Özel sektörün borcu ABD GSMH’nın % 130’luk büyüklüğüne ulaşmış. Devlet kadar, ABD vatandaşı da borçlu. Vatandaşın 2000 yılı itibariyle hisse senedine bağladığı para, toplam yıllık harcanabilir gelirine göre % 170’lik bir büyüklüğe ulaşmış. 10 yıl önce bu % 50 düzeyindeydi.
Dünyanın hiçbir ülkesinde, vatandaşların menkul kıymet yatırımı toplam harcanabilir gelirini aşmıyor! ABD hariç...
ABD borçlanması ülke içi etkili bir olay olmakla kılmıyor. Ağustos 2000’de New York borsasında 18.2 trilyon $’lık toplam piyasa içinde yabancı şirketlerin payı % 34’e ulaşmıştı. Bir yıl önce bu oran % 26 idi. ABD şirketlerinin 1999 – 2000 yılı döneminde toplam değer değişimi % 8.1 ile sınırlı kalırken, yabancı şirketlerin değeri % 55 artmıştı.
Dünyaya yön veren 5 borsanın 2000 piyasa değeri 25 trilyon $. ABD’nin payı % 70’e ulaşıyor. Bu durumda ABD “Sermayenin Başkenti” ünvanıyla dünyanın sırtından, dünyanın en borçlusu olabiliyor...

2001’de ABD ekonomisi yavaşlamaya başladı işten çıkarmalar hızlandı.

Bu bir kriz başlangıcı mıydı? “Kelebek Ekonomisi” ve “Ekonominin Ölümü” çalışmalarından tanıdığımız Paul Gmerod “Depresyonlar Küçücük bir olaydan çıkabilir. Bu krizlerin öngörülebilirliğini azaltıyor” görüşünü taşıyor.


Gmerod, quantum fiziğinin nedensellik ilkesini yoketmesiyle, tezinin daha fazla dayanak kazandığını söylüyor. Yazar, 1870’den bu yana ekonomiyi negatif yönde etkileyen 300 olgunun varolduğunu kaydediyor. Milyonlarca iktisadi aktörün davranışı ve karşılıklı etkileşimi artık bir kriz nedeni olabiliyor.

PERDEYİ KAPATIRKEN...
Beyaz Amerikalının mitosu açıktır: Düşler, dünyada gerçekleştirilmek için vardır. Bu amaç için çok çalışmak ve iradeli olmak yeterlidir. Zenginlik mutlu olmanın yoludur. Mutluluksa, tüketim cennetinde yaşamaktır...
Bir mitos 1980’lerde tüm defolarıyla hayata geçti! Son 20 yılda ABD tarihinin her döneminden daha fazla sınıf atlama örneği yaşandığını söylemeliyim.
ABD için eşsiz bir benzetmeyi Immanuel Wallerstein “Liberalizmden Sonra” eserinde şöyle yansıtır:


  • Öyle görünüyor ki, Tanrı rahmetini ABD’ye üç kez bağışlamış: Günümüzde, geçmişte ve gelecekte. Günümüzde refah, geçmişte özgürlük, gelecekte eşitlik...

Wallenstein galiba haklı...


Unutmayalım ki “Özgürlük Şehidi” Martin Luther King’in 28 Ağustos 1963’te yaptığı “Benim Bir Düşüm Var!” başlıklı konuşmasındaki gündem hala hayata geçmeyi bekliyor. Onun sözleriyle, “Eğer ABD, büyük bir devletse, bu düş gerçek olmak zorundadır...”
Başkan Clinton 54 yaşında 8 yıldır oturduğu koltuğu 43. Başkana devredeken yaptığı konuşmadan bir dizi ekonomik olgu sıraladı.
Kişi başına gelir 12 bin dolar artmıştı. 22 milyon insana yeni iş alanı yaratılmıştı. Enflasyon % 2’lere düşmüş, 29 yıl açık veren bütçe 230 milyon $ fazla vermişti. Bu gelişme “Her Amerikalıya özlemlerini gidermesi için gerekli amaçları ve koşulları yaratmasına dönüktü.”
M. Luther King’in “Düş”ü sizce bu muydu?




Yüklə 436,59 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin