“felemma etaha nudiye ya musa” (11)
“inniy ene rabbüke fahla’ na’leyke
inneke bi’l vadi’l mukaddesi tuven” (12)
(11) artık ne zaman (vakta) ki etaha/ona/kendisine geldiğinde
Ya Musa (diye) nida edildi/çağırıldı
inniy/muhakkak ben ene/benim senin rabbinim
artık ihla et/çıkar senin na’l/ayakkabı, nalınlarını
(12) inneke/muhakkak sen mukaddes vadi ile Tuva
11. Vaktaki, ateşin yanına geldi. Ya Musa!. Diye nida olundu
12. Şüphe yok benim, ben senin Rabbinim. İmdi pabuçlarını çıkar. Muhakkak ki, sen mübarek bir vâdide, Tuvadasın
Allah c.c zatiyle her yerde mevcuttur, fakat tecelli ve mertebelere riayet şarttır.
(Necm Suresi 53/7)
ve hüve bil üfükıl ala (7)
(07) ve “hüve” ala/yüce ufuk ile
“O en yüce en yüksek ufukta idi” yani Mertebe-i Cibrilden en yüce ufukta zuhurda idi. Ufuk, gözün görebildiği en geniş saha, mana aleminin sonsuzluğu, Rasulullah’ın ihata utkunun genişliğidir.
(Necm Suresi 53/8)
sümme dena fetedella (8)
(08) sonra dena/yaklaştı bu halde tedelli etti/eğildi, şarktı, tevazu gösterdi
“Sonra (Cebrail Hz.. Peygambere) yaklaştı ve sarktı”.
Yani Cebraillik mertebesinden yaklaştı, yaklaştı ve sarktı, Tenezül etti,
Zati yaşantı ilmini zuhura çıkardı,
İşte o zaman uluhiyyet ile ahadiyyet mertebesi bir birine o kadar yaklaştı ki:
(Necm Suresi 53/9)
fekane kabe kavseyni ev edna (9)
(09) bu halde kabe kavseyni/iki (2) yay/aralığı, mesafe oldu yahut edna/daha yakın
“Onunki arasındaki mesafe iki yay kadar yahud daha az kaldı”.
Yani kavs’in
bir tarafı abdiyyet mertebesi
bir tarafı uluhiyyet merlehesidir.
İşte bu iki “kavs”i yani iki mertebeyi
“kaab”ın’dan, “tutma yerinden” tutup kendi varlığında ilk defa cem eden yüce insan Hz Rasulüllahtır.
Bu iki mertebe bir birine o kadar yakın oldu ki nerde ise birleşeceklerdi, fakat özellikleri itibariyle iki mertebenin de hakkının korunması lazım gelmektedir.
İşte burada ifade edildiği gibi bu alemin dışı/zahiri halk, içi/batını ise, Hakk’tır ve bir birine o kadar yakındır.
İkinci bölümün baş tarafında (19) rakamını (1+9) toplarsak (10) on eder.
On rakamını (10) ( 1 ve 0 ) ayırırsak, elde bir tane (1) ve bir de (0) kalır demiştik.
İşte o sıfırın (0) ortasından bir hat çekersek (0) iki kavs yani kavseyni olur.
(1), “ahadiyet” mertebesidir. Ahadiyet mertebesinin zuhuru da “uluhiyyet” ve “abdiyyet” ile kemale ermiştir ve bu iki kavs bir birinden ayrı şeyler değildir.
Mevzuları irfaniyet ile incelediğimiz zaman nasıl derinliği olan bilgiler ortaya çıkmaktadır. Bunun için de başta belirtilen nefs yıldızının sönmesi gerekmekledir.
İleride tekrar bu mevzulara dönmek üzere bu kadarla bırakıp Mir’acımıza devam edelim.
(Necm Suresi 53/10)
feevha ila abdihî ma evha (10)
(10) bu halde abdihî/onun/kendisinin abd/kulu değin/üzre evha/vahyetti-ğini vahyetti “kuluna verdiği vahy-i verdi”.
İşte böyle olduğu içindir ki abdine vahy etti, yani Hz. Rasulüllaha valıyetti.
O vahy ettiği şeyler ne idi oraya tekrar döneceğiz.
O kaab-ı kavseyn’de ki olan hadise Cebrail (as)ın yaklaşması, sarkması değil; Cebrail (as). görüntüsünde Hz. Allah (c.c)nün zatî zuhurunun meydana gelip “Hakikat-i Muhammed-i” ile ünsiyet kurmasıdır,
ve bu hadise Hz. Rasullullah’da öyle bir oluşum meydana getirdi, ki
(Necm Suresi 53/11)
ma kezebel fuadü ma rea (11)
(11) fuad rüyet ettiğini/gördüğünü kezeb/tekzib etmedi/yalanlamadı
“O’nun gördüğünü kalbi yalanlamadı.”
O akşam Hz. Rasullullah öyle şeyler gördü ki kalbi onları yalanlamadı.
Ayet-i kerime ne kadar açık ve ne kadar güzel bir müşahede halini ifade etmekte, burada dikkat çeken bir özellikte görüşün sadece göz ile olmayıp değişik yollarla da olabildiğidir. Gözden değil “görme” den bahs edilmektedir. Bu mevzua da tekrar döneceğiz.
(Necm Suresi 53/12)
efetümarunehü ala ma yera (12)
(12) rüyet edilen/görülen üzerine/karşı efetümarunehü/artık onu/kendisini merey/birbirinizle çekişiyor, tartışıyor musunuz
“O’nun gördükleri hakkında kendisiyle tartışacak mısınız?
Bu ayeti kerime, daha sonra Mi’rac hadisesi hakkında inkarcılara bir cevap niteliği taşımaktadır.
Vukuunda şahid olmadığı bir hadiseyi, kişinin inkar etmesi elbetteki mümkün değildir.
İki kişi düşünelim, denize gidiyorlar, biri sadece ayaklarını suya sokuyor, diğeri ise derinlere dalarak oranın güzelliklerim görüyor, inci mercan çıkartıyor, dönüşte de anlatıyor. Diğerinin bunları inkar edip onunki çekişmesi her halde makul bir şey olmasa gerektir.
(Necm Suresi 53/13)
ve lekad reahü nezleten uhra (13)
(13) ve lekad/gerçekten/andolsun uhra/diğer, bir daha nuzülde/inişte onu/kendisini rüyet, görmüştü
“And olsun o’nu bir inişte daha görmüştü”
nerede?
(Necm Suresi 53/14)
ınde sidretil münteha (14)
(14) sidreti’l münteha/sedir ağacı münteha/son/nihayeti indi katı/yanı
“Sidretül-münteha’nın yanında”. *(4)
(Necm Suresi 53/15)
ındeha cennetül me’va (15)
(15) ındeha/onun/kendisinin indi/katı/yanı meva/sığınak/barınak cennetidir
“Cennet’ül Me’va onun yanındadır”.
(Necm Suresi 53/16)
iz yağşessidrete ma yağşa (16)
Dostları ilə paylaş: |