Mahkeme Heyeti Başkan Köksal Şengün ile Üye Hâkimler Hasan Hüseyin Özese ve Sedat Sami Haşıloğlu’dan oluşan mahkeme heyeti tarafından 02 Haziran 2010 tarihli oturum açıldı



Yüklə 419,67 Kb.
səhifə6/6
tarix12.01.2019
ölçüsü419,67 Kb.
#95321
1   2   3   4   5   6

Sanık Levent Ersöz:”Hayır Sayın Başkanım kaset değiştiriyorlar.”

Mahkeme Başkanı:"Peki.”



Sanık Levent Ersöz:”Bildirinin Ulusal birlik Hareketi ve Cumhuriyet Platformu imzasıyla ücreti haber alma ödeneğinden karşılanarak yüksek Tirajlı gazetelerde yayınlanmasından söz edilmektedir. Ne bu tür bildiri, nede yayınlanıp, ücret ödenmiştir. Böyle bildiri hazırlanmamış yayınlanmamış ücret ödenmemiştir. Sözde bu grubun teşkil gerekçeleri içinde, kurum kimliği altında yapılması mahzurlu olan fakat yapılması gereken eylem ve faaliyetleri ispatlamak maksadıyla Vakit Gazetesine yönelik bazı faaliyetler yazılmıştır. Bu durum daha da ileri götürülerek, görevi emniyet, asayiş, halkın can ve mal güvenliğini, huzurunu sağlamak olan bir komutanlığı, iddianamenin içerisinde eski teröristlerin beyanlarını, teyit etmeden, topluma sunan örneklere bir yenisini ekleyerek, terör örgütü, çete gibi göstermek için kesinlikle yapılamayacak eylemlere yer verilmiştir. Öncelikle şunu sormak gerekir. Onca Gazete varken niçin Vakit Gazetesi? Bunun cevabı da basit: Bir dönem Türk Silahlı Kuvvetleri’nin generallerine hakaret eden yazıların yazıldığı bu gazete hedef gösterilirse kimsenin söyleyeceği bir husus olmaz diye düşünülmüş olsa gerektir. Legal faaliyetler içinde yazdıkları internet sitesinin adı iddianamede bu soruşturmayla ilgisi olmadığı yazılan siteden farklı bir site yazılmıştır. Bu kadar küçük ayrıntıyı maalesef gözden kaçırmışlar. Bu gazeteye yönelik hiçbir faaliyet içinde bulunulmamış, söylediğim konuda benimde aralarında bulunduğum generaller kişisel yetkiler vererek dava açtırmışlar ve kazanmışlardır. Bu slaytları hazırlayan merkezce malum olan bir konu bu şekilde istismar edilmek istenmiştir. Konunun ilginç yanlarından biri de, sözde bu gruba ait slaytlarda, bu grup tarafından hazırlandığı iddia edilen sözde darbe planları ve ülkede askeri müdahaleye zemin hazırlamaya yönelik eylem ve faaliyetlerle ilgili tek satır yoktur. Söz konusu slaytların MY 75-1(B) önergedeki Askeri Yazışma Usul ve Esasları Yönergesindeki sunuların hazırlanması ile ilgili kurallara benzetilmeye çalışılsa da, uymamaktadır. Sunular üzerinde, Jandarma Genel Komutanlığı amblemi, İstihbarat Başkanlığı Gizlilik Derecesi, Konu; Cumhuriyet Çalışma Grubu Devre Raporu, Daire; Plan ve Güvenlik Daire ve Yansı No. Başlıkları dikdörtgen bir çerçeve içinde, sunuların bir kenarından diğer kenarına uzanacak tarzda yazılmıştır. EK. G’de bu yönergenin ilgili bölümünü sunuyorum. İncelendiğinde, bu yazım şeklinin yönergeye uygun olmadığı görülecektir. Ayrıca yine bu yönergede yazma kuralları içerisinde, koordine hanesi makamı, bir evrakı hazırlayan makamın dışında olan ancak konuyla ilgisi bulunan makamın görüşü ve parafesinin alınması için yazılır. Ek Klasör 113 Dizin No. 205-215 arasında, yapılacak düzmece faaliyetleri açıklayan notları gösteren sunulardaki koordine hanesinin karşısına İstihbarat Başkanlığı yazılmıştır. Bu mümkün değildir. Çünkü iddiaya göre bu sözde grup İstihbarat Yönetim Şube İçindedir ve bu şube de İstihbarat Başkanlığı bünyesindedir. Faaliyeti icra edecek, diğer bir ifadeyle yazıyı hazırlayan bu grupsa koordine bölümüne İstihbarat Başkanlığı yazılmaz. Küçük ve fakat çok önemli olan bu ayrıntı bu slaytları yaratan malum grubun askeri yazışma usul ve esasları konusunda sınıfta kaldığını göstermektedir. Ayrıca, bu slaytlarda, aylık devre raporları öngörülmüşken, bu raporlardan Kasım, Aralık, Nisan Ayları itibariyle 14 Devre Raporuna ilişkin sunu başlıkları vardır. 4 Ayda 14 Rapor? Mümkün değildir. Ayrıca, 19 Ocak, 24 Ocak, 30 Ocak 2004 tarihlerinde aynı sunuları kapsayan devre raporları olmaz. Daha da önemlisi, 6. Devre raporunun tarihi 1 Aralık 2003 yazılmıştır. Raporların aylık olduğu düşünüldüğünde İstihbarat Yönetim Şube’nin ve onun içinde olduğu iddia edilen sözde grubun Haziran 2003 gibi bir tarihte kurulmuş olması gerekir ki, İddianame’de ne zaman kurulduğu ve faaliyete başladığı birçok yerde ifade edilmiştir. Bunun yanı sıra, sözde Cumhuriyet Çalışma Grubu’nun kuruluş, Teşkilat, Görev ve geleceğe yönelik perspektifleri “1 Aralık 2003 tarihli sözde devre raporunda geçerken, aynı hususlar 28 Ocak 2004 tarihinde de ifade edilmektedir. Olmayan grubun, İstihbarat şube’nin kuruluşu ve sözde devre raporları tarihleri de göz önüne alındığında, hala teşkil edilmediğini ve bu faaliyetleri icra etmesinin mümkün olmadığını göstermektedir. Bütün bu hususlar, ülkede sözde darbe zemini hazırlamak, düzmece darbe planlamasını yaptığı iddia edilen sözde bir grupla ilgili iddiaların mesnetsiz ve geçersiz olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır. Sayın Mahkeme de buna inanmış olmalı ki, bu sözde grubun içinde kurulduğu iddia edilen İstihbarat Yönetim Şube Müdürü Kurmay Albay Mustafa Koç, 19 Mart 2010 tarihinde tahliye edilmiştir. Deniz Kuvvetleri Eski Komutanı Özden Örnek’in dijital günlükleri ile ilgili hususlar. 753. sayfa paragraf 2’de yer alan ,eski deniz kuvvetleri komutanına ait olduğu ile başlayıp ismini vermişler ile biten hususlar. Benim Deniz Kuvvetleri Komutanına böyle bir takdimim olmamıştır. Ayrıca Cumhuriyet Platformu adı altında bir çalışma grubumuz da olmadığı gibi, AKP Hükümetini zayıflatmaya yönelik hiçbir çalışmamız olmamıştır, olamaz da. Sayın Özden Örnek tarafından bu günlüklerin kendisine ait olmadığı müteaddit defalar ifade edilmiş ve bunları yayınlayan kişi hakkında dava açmıştır. Sayın Jandarma Genel Komutanı Eruygur’un emirleriyle yıkıcı, bölücü, irticai örgütlerin özellikle Silahlı Kuvvetlere sızmaya yönelik gayret ve çalışmaları hakkında Kuvvet Komutanlıklarına dosya olarak arzlar yapılmış, ancak iddia edildiğinin aksine bu tarzda bir brifing verilmemiştir.1989-1991 yıllarında Roma Askeri Ataşesi iken, Oramiral Örnek Napoli’deki NATO Karargâhında görevli idi. Kendisini oradan tanırım. Generalliğe terfi edişim ve Ankara’da göreve başlamamdan sonra Jandarma Genel Komutanlığı’nın bilgileri ve müsaadeleri dahilinde nezaket ziyaretinde bulundum. Ancak tarihini hatırlamıyorum. Kendisini daha sonra hiç görmedim. 753. sayfa 5. paragrafta; Akşam eve döndükten sonra Kara Kuvvetleri Komutanı ile başlayıp Denktaş'a hiç danışıldığını zannetmiyorum ile biten hususlar. Sayın Başkan; İddianamenin bu bölümünde Kara Kuvvetli Komutanı ile Sayın Denktaş arasında geçen bir görüşmenin şahsımla hiç ilgisi olmadığı halde yer verilmesinin anlamı nedir takdirlerinize bırakıyorum. Habip ümit Sayın’ın MSN görüşmeleri: İddianame’nin 753’ncü sayfasında, Ümit Sayın’ın MSN görüşmelerinde “Levent Paşa ile bu hafta görüşeceğiz. Harika bir insan” dediği, karşısındaki Ogan Türkmen isimli şahsın da “uygun bir vakitte Levent Paşa ile de tanışabilirim, tabi bir binbaşıyla tanışmayı kabul ederse” dediği, 21.07.2005 günü Ümit Sayın’ın Ogan Türkmen ile yaptığı görüşmede ”Levent Paşa’ya bahsettim” dediği, şeklindeki ifadelerden yola çıkarak Ümit Sayın’la aramda bir bağ kurulmaya çalışılmaktadır. Ancak; Aynı sayfada Ümit Sayın’ın Zafer Yener isimli şahısla yaptığı görüşmede “Levent Ertürk Paşa ile görüştüm, seni de tanıştıracağım” dediği, ilerleyen bölümde de “1’nci Ordu Hareket Daire Başkanı” dediği ve “Hurşit Paşa da harika bir insan, bize yardım konusunda tam emir vermiş” dediği, ilerleyen bölümde de “İstihbarat Başkanlığına gideriz, Mustafa C. Albay var başında, çok iyi bir insan” dediği, 754’ncü sayfada da aynı iki şahıs arasındaki MSN görüşmesinde, “İstihbarat Başkanlığı Mustafa C. Albay, Tevfik Yüzbaşı, 1’nci Ordu” ifadelerinin geçtiği ve Sayın Hurşit Tolon Paşa’dan söz edildiği, 16 Ağustos 2005 tarihli görüşmede de “25 Ağustos saat 15’de 1’nci Ordu İstihbarat Başkanlığındayız. Albay bizi bekliyor, Levent Paşa da” ifadeleri yer almıştır. Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere, Levent Paşa olarak sözü edilen kişinin ben değil o tarihte 1’nci Ordu Harekât Kurmay Yar başkanı olan Tuğgeneral Levent Ertürk olduğu, görüşmede adı geçen Albay Mustafa C.’nin de Albay Mustafa Canatan olduğu, bu görüşmelerin içeriği ve kişilerle ilgili olarak Şüpheli Ahmet Hurşit Tolon’un emniyetteki beyanında İddianame Sayfa 607. Habip Ümit Sayın’ın kendisini ziyarete geldiği, o dönemdeki İstihbarat Başkanı İle üstü olan Harekat Kurmay Yar. Başkanını tanıştırdığını ve Ümit Sayın’ın hazırladığı bir raporu Ordu istihbarat Başkanı Olan Kurmay Albay Mustafa Canatan’ın kendisini arayarak raporun geldiğini söylediği şeklindeki ifadeleri de sözü edilen Levent Paşa’nın ben olmadığımı ortaya koymaktadır. Ümit Sayın’ın MSN görüşmelerinde geçen Jandarma İstihbarat sözleri içinde, benim o tarihlerde Bilecik’te Jandarma Er Eğitim Tugay Komutanı olduğum ve istihbaratla ilgimin olmadığı, İstihbarat Başkanı olduğum dönemde de Ümit Sayın’ı tanımadığımı ve irtibatımın olmadığını belirtmek istiyorum. Sayın Başkan; Bu kadar ağır suçlamaların yapıldığı ve neredeyse ulusal bir dava haline getirilen kovuşturmada, İddianame’yi hazırlayanların, görüşmelerin içeriğini bile tam okumadan İddianame’yi kaleme aldıkları ve kasıtlı davrandıkları açık ve net bir şekilde görülmektedir. Bu MSN görüşmeleri, yine malum bir gazeteye servis yapılmış ve yayınlanmıştır. Daha sonra o gazete hatasını anlayıp sözü edilen kişinin ben olmadığımı yazmıştır. Gazete başlıklarını sözde darbe planları için delil gösterenler en azından bu haberi takip etselerdi bu bölümü iddianameye koymazlardı diye düşünüyorum. Mustafa Balbay’ın dizüstü bilgisayarında çıkan notlarla ilgili hususular; İddianamenin 754-757 sayfalarında yer almıştır. Burada Şüpheli Mustafa Balbay’ın benimle ve Albay Atilla Uğur’la sözde yaptığı görüşmelere ilişkin bazı notlara ve bize atfedilen söz ve yorumlara yer verilmiştir. Biz Mustafa Balbay ile 23 Aralık 2003 ve 5 Ocak 2004 tarihlerinde iki görüşme yaptık ve bu görüşmeleri kayıt altına aldık. Bunlarla ilgili hususlar ilgili bölümde açıklanmıştır. Alınan notlar ve yorumlar tamamıyla gerçek dışıdır ve söz konusu şahısla yakın bir diyalogumuz ve örgütsel bağımız olduğu izlenimini vermeye yöneliktir. İddianame’yi hazırlayanlar, Mustafa Balbay’la yapılan görüşmenin Cumhuriyet Çalışma Grubu’nca organize edilen basınla irtibat ve bilgilendirme çalışması kapsamında yapıldığı, görüşme içeriklerinden sözde Ergenekon Terör Örgütü’nün askeri kanadı ile sivil kanadı arasındaki işbirliği ve örgütün medyanın kontrol altına alınıp tek merkezden yönetilmesi gerekliliğinin fiili uygulamasının gerçekleştirildiğini gösterdiğini iddia etmektedirler. Sayın Başkan; Ne böyle bir örgüt, ne kanıtları, ne de koordinasyon görevi diye bir şey vardır! Mustafa Balbay savunmasında diz üstü bilgisayarından çıkan notlar konusunda gerekli açıklamaları yaptı. İlgili bölümde açıkladığım gibi, bizim Jandarma Genel Komutanlığı Merkez binasında İstihbarat Başkanlığı Makam odasında yaptığımız iki görüşme dışında hiçbir görüşmemiz olmamıştır. O görüşmelerde de hiçbir zaman ağabey kardeş gibi nitelemelerle konuşulmamış, nezaket kuralları içinde “Sayın Balbay”, “Sayın Paşam” gibi hitap şekilleri kullanılmıştır. Konuşmalarda geçen hiçbir şey de gerçeğe dönüştürülmemiştir. Jandarma Genel Komutanı Makamında kendisini hiç görmedim, kendisiyle hiç konuşmadım. Notlarda geçen hiçbir bilgi verilmemiş, konuşulmamıştır. Adımın geçmediği bölümlerin muhatabı ben değilim. Burada geçen tüm notları reddediyorum. Kaldı ki notlar tarih sıralamasına göre yazıldığına göre, Eylül 2004 ve ondan sonra yine adımın yazılarak “çok ciddi çıkıştık. İle başlayan bölüm ve Mustafa Balbay’a çapraz sorgusunda 25 Ekim 2004 tarihi itibariyle bizimle ilgili sorulan, bir soru bu notlar konusunda Mustafa Balbay’ın ve bizim iki görüşme dışında görüşme yapmadığımız konusunda haklı olduğumuzu göstermektedir. Çünkü ben Bilecik’e atanmıştım ve 17 Ağustos 2004 tarihinde ilişiğimi kesmiştim ve o tarihlerde Ankara’da olmadığım için görüşmemiz söz konusu değildir. Bu husus saklı kalmak kaydıyla, İddianameyi hazırlayanların, Mustafa Balbay’ın bilgisayarından elde ettiklerini ileri sürdükleri hem kendisince hem de tarafımdan reddedilen bilgilerden yola çıkarak bazı hususları vurgulamak istiyorum. Ancak öncelikle vurgulayacağım hususlarla hiçbir kişiyi, kuruluşu suçlama, karalama gibi bir niyetim olmadığını ifade etmek istiyorum. Maksadım sadece iddianameyi hazırlayanların yanlı yaklaşımları ve uyguladıkları çifte standardı ve çelişkileri vurgulamaktadır. Mustafa Balbay ifadesinde, devlet kurumlarına saygısı nedeniyle MİT, Kuvvet Komutanlıkları ve Meclis Başkanlığı gibi birimlere gazeteci kimliği ile gittiğini, söylemiştir. Bu gidişlerden bazılarında üst düzey bürokratlarla, Kuvvet Komutanlıkları ve Genelkurmay Karargâhlarında, Komutan, 2’nci Başkan ve onların görevlendirdiği kişilerle görüşmeler yapmıştır. MİT Müsteşarı ile yenilen yemekte, bölücü örgüt başının yakalanıp getirilmesi olayı, Fetullah Gülen, Milli Görüşçüler, AKP’nin iktidara gelişi gibi konular görüşülmüş ve eğer doğruysa, Sayın Müsteşar tarafından “Ordu 15 yıldır mücadele ediyor, payını göz ardı edemeyiz, bunu birlikte başardık” şeklinde Başbakan’dan açıklama yapmasını rica ettiklerini, Fetullah Gülen cemaatinin 2005 yılını hedef aldığını, bürokrasiyi kullanarak iktidara gelmek istediklerini, Cumhuriyet Gazetesini diğerlerinden ayrı yere koyduklarını, toplantılarının amacının sağlıklı temas yolu aramak ve birbirlerini daha iyi tanımak olduğu, ifade edildiği not edilmiş. Eğer bu ifadeler doğruysa, terörle mücadelede binlerce mensubunu şehit vermiş Türk Silahlı Kuvvetlerini gazetecilerin gözünde küçük düşürücü yorumu bir kenara bıraksak bile, anlatılan tüm hususlar basını bilgilendirmek, medyayı yönlendirmek ve kontrol altına almak değil midir? Bu maksadı gütmüyor mu? Cumhuriyet Gazetesini niçin diğerlerinden ayrı tutmaktadırlar? Yine aynı türden bir yemekte, Sayın Müsteşar Şehit Annelerinden gelecek tepkilerin önlenmesi için medya desteği istiyor, eve dönüş yasasının adının nasıl konulduğunu anlatıyor. Cumhuriyet’in manşeti konusunda, İstanbul’dan 1’nci Ordu’dan mektuplar geldiğini söylüyor ve lütfen dikkat ediniz; “Oraya baksan 1’nci Ordu’da her şey hazır, ihtilale hazırlanıyorlar” diyor, Gazetecinin Genelkurmay Başkanı ile görüşmelerini sağlayabileceklerini söylüyor, Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bölünmüşlükten söz ediyor, medya zemininden bahsediyor, AKP’nin gelişini görüyorduk, diyor. Sözde günlüklere bakarsanız görüşme tarihi 30 Mayıs 2003. Yani benim İstihbarat Başkanı olmamdan önce. Devletin milli güvenlik istihbaratını üretmekten sorumlu olan kuruluşunun başı ne diyor? “1’nci Ordu’da her şey hazır, ihtilale hazırlanıyorlar” diyor. Bu bilgiyi kime veriyor? Gazeteciye ve Genelkurmay Başkanı ile aralarında arabuluculuk teklif ediyor. Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bölünmüşlükten söz ediyor. Medyayı yönlendiriyor. Bütün bunlardan çıkarılacak birçok netice ve soru var. İddianame’yi hazırlayanlar diyorlar ki; düzmece darbe planları Jandarma Genel Komutanlığı Karargâhında hazırlanmıştır. Devlet İstihbaratının Başının söylediği ise bambaşka. Bu konudaki maksadım, 1. Ordu Komutanlığını hedef göstermek değildir, asla ve orada da böyle bir faaliyetin olduğuna da kesinlikle inanmıyorum. Sadece sözde planların 2003 yılında Jandarma Genel Komutanlığında hazırlandığı ve MİT müsteşarının dönemin Kara Kuvvetleri Komutanlığına, Jandarma Genel Komutanı Hakkında bilgi verdiği, konusundaki çelişkiyi vurgulamaktır. Diyorlar ki Cumhuriyet Çalışma Grubu’nun faaliyetleri çerçevesinde, darbe zemini hazırlamak ve şartların olgunlaşmasını sağlamak için “Genç subaylar rahatsız” başlıklı haberi yüksek rütbeli sözde Ergenekon terör örgütü üyelerinin talimatları ve Cumhuriyet Çalışma Grubu kararları sonrasında yazdığı, böylece Cumhuriyet Çalışma Grubu tarafından planlanan Sarıkız, Ayışığı darbe planlarına yönelik kaos ortamı için düşünülen psikolojik harekat planını başlattığı anlaşılmıştır. Sayın Başkan; “Genç subaylar Rahatsız” haberinin yayın tarihi 23 Mayıs 2003’tür. Mustafa Balbay hangi şartlarda ve nasıl yazdığını savunmasında anlattı. İddianameyi hazırlayanların bu haberin yazılması için karar aldığı ve talimat verdiği ve düzmece darbe planlarını hazırladıklarını söyledikleri Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Yönetim Şube Müdürlüğünün Şubesinin kuruluşu için Jandarma Genel Komutanlığı Ekim 2003’te onay alınmış ve personel görevlendirmesi Kasım 2003’de yapılmıştır. İddianameyi hazırlayanların bu şubenin bünyesinde kurulduğunu iddia ettikleri sözde Cumhuriyet Çalışma Grubu ise iddianın doğruluğunu kabul etsek, olsa olsa 2003 Ekim veya Kasım’ında faaliyete geçirilmiştir. Yani bu haber, sözde grubun kuruluşundan 6 ay önce gazetede yayınlanmıştır. O zaman nasıl oluyor da olmayan bir grup ve yöneticiler karar alıp talimat veriyorlar. Herhalde zaman ve mekan tanımayan ve zamanı geri alma özelliğine sahip örgütün bunu yaptırabileceği düşünülmüş olsa gerek. İddianameyi hazırlayanlar bu ifadeleri arasındaki çelişkiyi açıklamalıdırlar. Psikolojik harekât planından söz ediyorlar, bu plan nerededir? Ele geçmiş midir, nerede ele geçirilmiştir? Kim hazırlamıştır? İçeriğinde neler vardır? Temaları nelerdir? Kimler icra edecektir? Sözü edilen böyle bir plan yoktur, ayrıca bu soruların da cevabı olmadığı gibi, tarih karşılaştırması da yapsalardı böyle ifadeleri kullanmazlardı. Bu da bu iddianamenin başlangıçta belirttiğim maksat için, düzmece olarak kurgulandığını göstermektedir. Darbe hazırlığından söz edenler, aldıkları bu bilgiyi gazetecilerle mi paylaşmalıydı, yoksa bağlı olduğu Başbakan’a ve bilgi için Genelkurmay Başkanına mı vermeliydi? Tıpkı içinde “inanılmayacak türden bilgiler vardı ama göndermek zorunda olduğunu ifade ettiği”, bu davayla ilgili CD’lerin gönderilmesinde olduğu gibi. İlk gelen bilgiyi teyit etmeyip 1 yıl bekletip “kesin olarak tespit edilememekle birlikte” diyerek gönderdiği, 2006 yılında ilk raporun özetini tekrar gönderdiği gibi. Genelkurmay Başkanı ile gazeteci arasında arabuluculuk yapabilecek kadar samimi olduğuna göre devlet geleneği ve sorumlulukları ötesinde, özel olarak da bu bilgileri paylaşabilmeliydi. Eğer verdiyse Yüksek Askeri Şura’nın Ağustos 2003 tarihindeki toplantısında konu hakkında niçin tedbir alınmamış ve 2006-2007 yılına kadar beklenmiştir? Cevabı çok net. Çünkü böyle saçma sapan düzmece planlar olmamıştır. Hepsi birer kurgudur. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök de ifadesinde sözde Ergenekon’la ilgili herhangi bir bilginin kendisine ulaşmadığını söylemektedir. Müsteşarlığın yaptığı psikolojik harekât ve medyayı kontrol altında tutmak olmuyor mu? Cevabı “Olmuyor” olmalı ki, bunları gazeteciyle paylaşanlar burada sanık durumunda değiller. O zaman bizim yaptığımız 2 görüşme içinde, elde ettiğimiz hiçbir bilgi ve belge paylaşılmamışken niçin bizim medyayı kontrol etmek istediğimiz ve yönlendirdiğimiz suçlaması ile karşı karşıyayız? Bu çifte standarttır. Eğer bu notlar gerçek değil deniyorsa, bu iddianamede ne işi var ve bizler ne için suçlanıyoruz? Sayın Başkan; “Mustafa Balbay’ın birçok gizli belgeyi gazeteci kimliği ile elde etmesi mümkün olmadığından bu belgeleri Ergenekon terör örgütü üst düzey yöneticilerinden elde ettiği anlaşılmaktadır” denilmektedir. Ben üst düzey değil sözde ara yönetici olarak suçlandığım için bu suçlamayı dikkate almamam gerekir. Ancak, yine de belirtmeden geçemeyeceğim. Ne MİT Müsteşarına atfedilen türden bilgileri ne de Mustafa Balbay’dan ele geçirildiği ileri sürülen türden hiçbir belge ve bilgi benim ve arkadaşlarım tarafından verilmemiştir. Bu ifadem sadece Mustafa Balbay için söylenmiş değildir. Bu davada yargılanan ve aralarında bağ kurulmak istenen tüm kişiler için geçerlidir. Ben ve arkadaşlarım tarafından hiç kimseye belge ve bilgi verilmemiş, talimat anlamına gelebilecek hiçbir ifade kullanılmamış, yazı yazmaları istenmemiş, kimseye brifing verilmemiştir. Ayrıca bu dava ile ilgili birçok belgenin medya kuruluşlarının eline nasıl geçtiği incelenirse, sanırım Balbay’a da öyle ulaştığı anlaşılacaktır. Ayrıca, Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı raporunda, bu belgelerin nereden ele geçirildiğinin tespit edilemediği de açıklanmaktadır. Hal böyleyken, nasıl oluyor da böyle bir suçlama yapılabiliyor? İnanmak ve anlamak mümkün değil! Niyet açık, çünkü senaryoda o da yazılı. Sayın Başkan; “Mustafa Balbay’ın sözde günlüklerinde sadece MİT Müsteşarı mı var da hep onu ön plana çıkarıyorsunuz?” diyebilirsiniz. Haklısınız. Metinlerde birçok üst düzey askeri personele atfedilen sözler de var. Bunlarla ilgili beyanlarım da olacak. Ancak ilginç olan, Mustafa Balbay’ın gittiğini söylediği Meclis Başkanlığı ve hiçbir siyasetçiye ait en küçük bir ifadenin iddianamede yer almamasıdır. Bunun nedeni soruşturmanın sadece belli kesimlere yönlendirilmek istenmesidir. Bu sözde metinler içinde, Kara Kuvvetleri Komutanı, Jandarma Genel Komutanı, Genelkurmay 2’nci Başkanı, Genelkurmay Genel sekreteri, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri. Gibi askeri personelle görüşmelere de yer verildiği görülmektedir. Bu görüşmelerde Cumhuriyet Gazetesi’nin haberleri ile ilgili konular ve bazı konularda ki düzeltme istekleri ve bir kısım görüşlerin paylaşıldığı ileri sürülmektedir ki Sayın Balbay bu konuda bazı talepler geldiğini açıklamıştır. Bu konuşmaları yapanlardan sadece iki kişi soruşturma kapsamına alınmıştır. Bu kişilerin de hiçbir şekilde.”

Mahkeme Başkanı:" Efendim sözünüzü kesmek durumundayım, yoruldunuz.”

Duruşmaya kısa bir ara verildi.

Duruşmaya kaldığı yerden devam olundu.

Sanık Levent Ersöz tekrar huzura alındı.

Telekonferans Yoluyla Sorgu ve Savunmasına Kaldığı Yerden Devamla.



Sanık Levent Ersöz:”Bu konuşmayı yapanlardan sadece iki kişi soruşturma kapsamına alınmıştır. Bu kişilerinde hiçbir şekilde ne darbe, ne muhtıra ile ilgili sözü yoktur. Aksine, böyle bir hareketin yapılamayacağını vurgulamaktadırlar. Bunlardan birisi de dönemin Jandarma Genel Komutanlığı Orgeneral Şener Eruygur’dur. Atfedilen konuşmaların büyük bölümü ben göreve başlamadan önceye rastlamıştır. Benim İstihbarat Başkanlığı olduğum dönemde Jandarma Genel Komutanlığı ile Mustafa Balbay arasında geçtiği iddia edilen görüşmelerde hiç yer almadım. Tuncay Özkan’ın ifadesi ile ilgili hususlar: İddianamenin 757-758 sayfalarında yer almıştır olup bu konuda daha önceki bölümde açıklama yaptığım için tekrar deyinmeyeceğim. Şener Eruygur’un ifadesi ile ilgili hususlar. İddianamenin 758. sayfasında yer almıştır, kendisinin kızımla ilgili beyanları doğrudur. Kendisine sorulan Mustafa Balbay’la görüşme benim odamda yapılmış ve sonuçları Komuta Katına arz edilmiştir. Bu görüşmede Orgeneral Şener Eruygur bulunmamıştır. İstihbarat Başkanlığına atanmam mevzuat çerçevesinde yapılmıştır. İlerleyen bölümde bunu açıklayacağım. Görüşmelerin kayda alınması konusunu daha önce arz etmiştim yine Mustafa Balbay’ın ifadesi ile ilgili hususlar 758 ve 759. sayfalarda yer almış olup bu konuda da daha önce açıklamada bulunduğum için tekrar etmeyeceğim. Sayın Başkan, Yalçın Tanfer isimli bir kişinin ifadesi ile ilgili hususlar 759. sayfada yer almıştır. Bu şahıs daha önceleri dönemin Şanlıurfa İl Jandarma Komutanı olan Erdal Sarızeybek’in Jandarma Genel Komutanındaki ve teşkilattaki bazı generallerle ilgili söylediğini iddia ettiği hakaret sözlerini içeren şikayet mektubunu karargaha ulaştırması üzerine yapılan bir tahkikatla ilgilidir. Ben burada muhakkik olarak görevlendirilmiştim, dava ile ilgili hiçbir bağlantısı yoktur neticesi arz edilmiş daha sonrada adı geçen albay askeri mahkemeye verilmiştir. Cihandar Hasan Hanoğlu ile ilgili hususlar, sayfa 759’da yer almıştır. Albay Cihandar emrimde Plan Güvenlik Daire Başkanı olarak çalışmıştır. İddianame’nin 759’ncu sayfasında kendisinin ifadesinde geçen harcamalara ilişkin belgelere Ek Klasörlerde yer verilmemiştir. Böyle bir harcamada yapılmamıştır. Bu sorunu Jandarma Genel Komutanlığına sorulması mahkemenizce talep edilmiştir alınan cevabi yazının 3. sayfa paragraf Z’de böyle bir harcama yapıldığına belge veya kayda rastlanmamıştır” denilmektedir. Kendisine sorulan Andıç’ın Klasör 113’deki Word belgesi olduğu varsayılarak; İstihbarat Yönetim Şubesinin Teşkiline ilişkin olarak hazırlanmış bir belge olabileceği, ancak bir Word belgesi olduğu, eğer kastedilen bu belge ise Genelkurmay Başkanlığı bu belgenin gizli,önemli olmayan belge olduğunu savcılık makamına bildirmiştir. İddianamede de belirtildiği gibi belgeye Hizmete Özel gizlilik derecesi verilmiştir. Mustafa Koç ile ilgili hususlar. Albay Mustafa koç 2003-2004 yıllarında Plan Güvenlik Daire Başkanı Albay Cihandar Hasan Hanoğlu’nun emrinde, Binbaşı rütbesiyle İstihbarat Yönetim Şube Müdürü olarak görev yapmıştır. Harcama belgeleri ve Andıç’la ilgili hususlar Cihandar Hasan Hanoğlu’nun bölümünde açıklanmıştır. Albay Mustafa Koç, Jandarma Teşkilatında, her yönüyle temayüz etmiş çok başarılı bir kurmay subaydır. İlginç olan husus, kendisinin amiri olan ve onun tüm çalışmalarından sorumlu olan Daire Başkanı’nın tutuklanmamasıdır. Askeri teşkilatlanmada hiyerarşik bir yapı ve emir komuta zinciri vardır. Jandarma Genel Komutanlığı Karargâhında daha önce arz ettiğim çalışma esasları, yetki ve sorumluluklar, İstihbarat Yönetim Şube Müdürlülüğünü kuruluşu ile ilgili olarak tarafımdan hazırlanmış bir not Avukatımca Mahkemenize daha önce arz edilmiştir. Ancak bu husus, bu soruşturma esnasında hep göz ardı edilmiştir. Bu hususa savunmamın ilerleyen bölümlerinde daha geniş olarak yer vereceğim. Ancak şunu belirteyim ki; İstihbarat Yönetim Şube Müdürlüğünün ödenek harcama yetkisi yoktur. Albay Koç, görev yaptığım süre içinde hiçbir yasa dışı faaliyette bulunmamıştır. Görev ve sorumluluklarını yerine getirmiştir. Yetkilerinin sınırını aşmamıştır ve de başarıyla görev yapmıştır. Kardan adam maili ile ilgili hususlar: İddianame’nin 760’ncı sayfasında; 2 Temmuz 2007 tarihinde yapılan sözde ihbarda Levent Ersöz Paşa’nın bilgisi dâhilinde hükümet üyelerinin telefonlarının yasadışı dinlenmesini de Kürşat bize yaptırıyordu. Elde edilen bilgiler Şener Eruygur ve Levent Ersöz paşaya aktarılıyordu. şeklinde devam eden ihbarla ilgili hususlara yer verilmiştir. Bu ihbarla ilgili hususların kime sorulduğu belirtilmemiştir. İhbarda “Emin Şirin’in kendisinin ofisine zaman zaman geldiğini” şeklindeki beyandan ihbarın sorulduğu kişinin Hakan Şanlı olabileceği değerlendiriyorum. Sayfa 761’de bu şahsın savcılıktaki ifadesinde, Levent Ersöz’ü tanımadığı, bir sefer gördüğünü, işle ilgili kendisiyle 5 dakika görüştüğünü, başka görüşmediğini beyan ettiği yazılmıştır. Hakan Şanlı’nın benimle ilgili ifadesi doğrudur Kendisini tanımam. Hatırladığım kadarıyla Jammer, yani frekans karıştırıcı cihazlarla ilgili olarak Jandarma Genel Komutanlığı’nı korumak için alınacak cihazın pazarlığı için görüştük. Ne ofisini bilirim, ne de başkaca görüşmem yoktur. Mail ihbarında geçen konularla ilgili olarak ise; hükümet üyelerinin telefonları asla dinlenmemiştir. Bu tamamıyla mesnetsiz ve mantık dışı bir iftiradır. İddianameyi hazırlayanlar da İddianame’nin 225. sayfasında “Soruşturma kapsamında elde edilen delillerden milletvekillerinin teknik takip altına alındığına dair bir şey elde edilememişse de, şüphelilerin darbe planlarının yürürlüğe konulduğu dönemde AKP’li bazı kişilere ve bir kısım gazetecilere yönelik teknik takip çalışmaları yaptıkları tespit edilmiştir” şeklindeki ifadeyle kendi çelişkilerini ortaya koymuşlardır. İddianame’nin bu bölümünde yer alan kriptolu telefonlar ve Türkcell’le ilgili yazılım işi konusunda bilgim yoktur. Eğer yapılmışsa benden önceki istihbarat başkanı dönemindedir. İddianame içinde yer verilmemekle birlikte; Ek Klasör 115 Dizi Numarası 47’de mail ihbarında geçen “Kürşat’ın bütün kirli işlerinden Levent Ersöz ve Şener Eruygur haberdardı. Levent Ersöz’ün son dönemde Bilal ve Veysel Kadayıfçıoğlu ile mazot kaçakçılığı yaptığını, ayrıca emlak arsa üzerinde tefecilik mafyalık yaptığını, kara para akladıklarını, tehdit ve şantajla nüfuzunu kullanarak bu işleri takip ettiğini, biliyorum. Her ne hikmetse gizli bir el Bilal ve Veysel Kadayıfçıoğlu kardeşleri her operasyondan korur. İfadeleri mevcuttur. Kürşat kod albay Hasan Atilla Uğur Türk Silahlı Kuvvetleri’nin güzide, onurlu ve vatansever bir subayıdır. Emrimde çalıştığı sürede hiçbir yasadışı faaliyeti olmamıştır. Bilal ve Veysel Kadayıfçıoğlu adındaki şahısları tanımam. Hiçbir irtibatım olmamıştır. Ne iş yaptıklarını bilmem. Başkanlığım döneminde de bu şahıslarla ilgili her hangi bir istihbarat elde edilip edilmediğinden bilgim yoktur ve hiçbir zaman tarafımdan korunmamışlardır. İddia tamamen asılsızdır ve iftiradır. Yine bu mailde geçen Cuma Lokantasındaki yemekle ilgili hususları da daha önce arz etmiştim onun için burada tekrarlamıyorum. Abdürrahim Doğru ile ilgili hususlar; İddianame’nin 761’nci sayfasında yer almıştır bu kişiyi tanımıyorum hiçbir görüşmem ve irtibatım olmamıştır. Ayrıca ihbarda sözü edilen Mehmet Ç kimdir bilmiyorum ve hiç cephanelik hakkında bilgim olmadığı gibi olmayan bir şeyi de birine teslim etmem mümkün değildir. Şahısta beni tanımadığını söylemiştir.Yüksel Dilsizle ilgili hususlar. İddianame’nin sayfa 761-763. sayfalarında yer almıştır. Burada şahsın Bursa Cumhuriyet Savcılığı ve Sulh Ceza Mahkemesindeki beyanlarına yer verilmiştir. Ayrıca Ek Klasör 116 Dizi No:96’da Bursa Emniyet Müdürlüğü’ndeki beyanı bulunmaktadır. Her üç sorgu esnasında verdiği bilgiler ve ifadeleri Ek Klasör 116 Dizi No:91-87’de Ahmet Faruk Kod isimli gizli tanığın ifadesiyle karşılaştırıldığında bu gizli tanığın Yüksel Dilsiz olduğu anlaşılmaktadır. Hırsızlıktan sabıkalı olduğu iddianamede yazılı bu şahıs ifadelerinde gerçekleri çarpıtmakta, yalan beyanlarda bulunarak iftira atmakta ve güvenilmeyeceğini vurgulamak için sabıkasını bile iddianameye yazanlar bu, akıl almaz iftiralara inanmakta ve bu inanmışlığı benim Jandarma İstihbarat Başkanlığı’na atanmamın bile bu şahsın çalışmasından kaynaklı olduğunu iddia edebilecek kadar ileri götürmektedirler. Şahıs 06 Ağustos 2009 tarihli 2’nci celsede söz alarak kendisinin hiçbir zaman savcı tarafından ifadesinin alınmadığını, iddianamedeki ifadelerin yüzde 80’inin kendisine ait olmadığını, yüzde 20’sini ise hatırlamadığını, Emniyette kendisinin susma hakkını kullanmak istediğini söylemesine rağmen savcının ‘Ne söylüyorsan bunlara söyle’ dediğini, onlarında kendisini psikolojik baskı altına aldığını, hiçbir şey hatırlamadığını, kendisine ilaç verdiklerini, ifadesinin tekrar alınmasını talep ettiğini beyan etmiştir. Şahsın bu beyanları ifadesinin baskı altında alındığını ve Cumhuriyet Savcısı tarafından bizatihi yapılması gereken sorgunun yasaya uygun yapılmadığını ortaya koymaktadır. Bu şartlarda bu şahsın beyanlarının ne kadar geçerli olduğunu takdirlerinize sunuyorum. Bunun yanı sıra, savcılıkta beyan vermediğini ve gizli tanık olmadığını söyleyen bu kişinin huzurunuzda kendisine ait olmadığını söylediği beyanlarına sıkı sıkıya sarılarak hakkımda akıl almaz iddialarda bulundurulması gizli tanıklık müessesesinin ne denli güvenilir olduğu ve çizilen kurgulanan tablo içinde insanların nasıl haksız yere suçlanarak onurlarıyla oynanmaya çalışıldığının güzel bir örneğidir. Bir şahsın aynı davada hem sanık hem tanık ve hem de gizli tanık olamayacağı malumlarınızdır. Takdirlerinize sunuyorum. Bütün bunlara rağmen, şahsım hakkında söylettirilen yalanlar hakkında tek tek cevap vermek istiyorum. 761. sayfa 4. paragrafta Şüpheli Yüksel Dilsizin Bursa Cumhuriyet Savcılığında alınan ifadesinde özetle ile başlayıp borcun oradan ödendiğini, ile biten hususlar. Şahıs kendi beyanında sahte doküman hazırladığını, ikrar etmiştir. Kendisinin bu beyanı bile şahsa güvenilemeyeceğini göstermektedir. Şahıs benim tarafımdan hiçbir şekilde subay olarak tanıtılmamıştır. Kaldı ki, Jandarma Teşkilatında özellikle istihbarat branşında subayların azlığı nedeniyle herkes birbirini tanır. Bunun yanı sıra, şahsın konuşmasından, tavrından, kılık kıyafetinden asker olup olmadığı, rütbeli şahısları bırakın, siviller tarafından bile kolaylıkla ayırt edilebilir. Bu şahıs Bursa Jandarma Bölge Komutanlığı ve İstihbarat Grup Komutanlığınca kısa bir dönem haber elemanı olarak kullanılmıştır. Haber elemanlarının temini, görevlendirilmesi ve onlarla ilişkiler Jandarma İstihbarat Yönergesi 3’ncü Bölüm 11’nci maddede belirtilmiş olup haber elemanlarına hiçbir şekilde kimlik verilmez, kredi kartı çıkarılmaz, çalışması karşılığı ödenecek para makbuz karşılığı verilir, birlik ve kurumlarda kalmasına müsaade edilmez, istihbarat ünitelerindeki özel odalarında görüşülür ve gönderilir. 761. sayfa 5. paragrafta İkametinde yapılan aramada elde edilen Sayın Çavdaroğlu başlayıp derdini anlatabilmek için yazdığı ile biten hususlar. Şahsın Bursa Cumhuriyet Savcılığında alınan ifadesinde, ikametinde elde edilen “Sayın Çavdaroğlu Paşama saygıyla arz ederim” ile başlayan dokümanı, kendisine verilen kredi kartından bir Uzman Çavuş’un para çektiğini, ancak parayı geri vermediğini, bu nedenle de Dursun ve diğer görevlilerle arasının bozulduğunu, bu dokümanı Çavdaroğlu Paşaya derdini anlatabilmek için yazdığını, beyan etmiş ise de; Ek Klasör 145’in dizi pusulası No.5’deki, Belge İnceleme Tutanağında, 16 Numaralı Delil Evrak olarak yer alan bu belge içeriğinde, böyle bir ifade bulunmamaktadır. Aksine, Hizbullah gibi örgütleri deşifre edebileceği, cemaatlere duyduğu nefret nedeniyle onlarla irtibata geçip haklarında çalışmalar ve arşivlemeler yaptığını, Müslüm Gündüz’ün sağ kolu konumunda olduğunu, onun iki yıllık konuşmalarının hard diskinin de kendisinde olduğunu, tüm bu bilgilerin Jandarma tarafından değerlendirilmesini istediğini yazmıştır. Korgeneral Çavdaroğlu, benim Bilecik Tugay Komutanlığına atandığım dönemde Jandarma Genel Komutanlığı Kurmay Başkanlığına atanmıştır. Yani bu mektup ben ayrıldıktan sonra yazılmıştır. Kaldı ki kendiside 2005 yılında yazdığını kabul etmiştir. Bu belge şahsın cemaatler hakkında Jandarma’nın yaptırdığını söylediği çalışmayı aslında kendisinin yaptığı ve Jandarmaya iftira attığını göstermektedir. Şahıs Jandarma İstihbaratı’na El Kaide ve Hizbullah gibi terör örgütleri hakkında bilgi sahibi olduğunu ve çalışmak istediğini beyan ederek müracaat etmiş ve elemanlaştırılmıştır. Jandarma İstihbarat Ünitelerince hiçbir zaman cemaatlerle ilgili çalışma yapılmaz ve yapılmamıştır. İstihbarat Birimleri kendi branşlarında terör örgütleri, yasadışı oluşumlarla ilgili olarak suçun önlenmesine ve suç işlendikten sonra aydınlatılmasına yönelik istihbarat çalışmaları yaparlar. Kendisine hiçbir zaman cemaat mensuplarının, milletvekillerinin izlenmesi gibi bir görev verilmemiştir. Hiçbir devlet büyüğü ve siyasinin telefonları dinlenmemiştir. Böyle bir emir verilmemiştir. Az önce kardan adam maili ile ilgili bölümde de ifade ettiğim gibi bu husus iddianameyi hazırlayanlar tarafından da teyit edilmiştir. Şahıs ifadesinde kendisinin Ankara’ya gittiğini belirtmiştir. Jandarma İstihbarat Grup Komutanlığı’na müracaatında, yukarıda belirttiğim gerekçeleri ve Bursa’da çalıştığını beyan etmiştir. Benim tarafımdan çağrılmamıştır. 761 sayfa 6. paragrafta İkametinde yapılan aramada elde edilen ‘Darbe Planları Başlıklı’ ile başlayıp Başbakan’ı bilgilendirmek istediğini ile biten hususlar. “Darbe Planları” başlıklı dokümanla ilgili olarak, bilgisayarda kendisinin yazdığını açıkça beyan etmiştir. 2002 yılında benim talimatımla yapılan faaliyetleri anlatmak istediği şeklindeki beyanları tamamen gerçek dışıdır. Benim kendisine hiçbir talimatım olmamıştır. 2002 yılında ben Bursa Jandarma Bölge Komutanı idim. Düzmece darbe planları ile isnat edilmeye çalışılan hususlar 2003-2004 yıllarına inhisar etmektedir ve Jandarma Genel Komutanlığı Karargahında yapıldığı iddia edilmektedir. Bu husus da şahsın yalan söylediğinin açık bir kanıtıdır. 762. sayfa 1. paragrafta El konulan dokümanları ile başlayıp görüştüklerini beyan etmiştir ile biten hususlar Şahıs ifadesinde, Bursa Jandarma Bölge Komutanlığı’na giderek çalışma istediğini belirttiğini ve tim elemanlarıyla görüştüğünü beyan etmiştir. Doğru olan da kendisinin ancak o seviyedeki istihbarat personeli ile görüşebilecek olmasıdır. Benimle hiçbir görüşmesi olmamıştır, olamaz. Benim rütbem, mevkiim ve yönerge hükümleri gereğince bu mümkün değildir. Haber elemanı, ancak kendisini kullanan ve irtibatı sağlayan istihbarat personeli ile görüşebilir. Bahsettiği personel de bu kapsamda olan personel olabilir. Albay İsmail Bölge Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürüdür. Onunla bile görüşebildiğini sanmıyorum. Nur Cemaati ile ilgili hususlara biraz sonra Bursa Emniyet Müdürlüğünün ele geçirdiği belgelerle ilgili hususları açıkladığımda değineceğim. 762. sayfa 2. paragrafta Şüpheli Yüksel Dilsiz’in Bursa 5. Sulh Ceza Mahkemesi’ndeki ile başlayıp kimlerin katıldığını tespit ettiğini ile biten hususlar. Bursa Jandarma Bölge Komutanlığı’na müracaatı ve yönerge gereğince kimlerle görüşebileceğini az önce açıkladım. Ayrıca Jandarma İstihbaratının cemaatlerle ilgili çalışma yapmadığını ve görevi olmadığını da açıkladım. Böyle bir görev vermedik, gizli çekim yapmadık, yaptırmadık. Bahsettiği çekimlerin kendisi tarafından Jandarma ile irtibata geçmeden kendisi tarafından yapıldığı Bursa Emniyet Müdürlüğü’nce ele geçirilen deliller kapsamında mevcuttur. 762. sayfa 3. paragrafta 2002 yılında Bursa Bölge Komutanlığında ile başlayıp bizzat kendisi göndererek talimat verdiğini ile biten hususlar. Benimle görüşemeyeceğini ve bu söyleminin yalan olduğunu az önce söylemiştim. Görüşmediğim için “ Cemaat seni çok yıpratmış bunun öcünü alacağız gibi bir söz sarf etmemde mümkün değildir. Bursa Jandarma Bölge Komutanlığında Rüzgâr 001 isimli bir çalışma yapılmamıştır. Haber elemanlarının istihbarat birimlerinde yapılan çalışmalar, isimleri ve içerikleri hakkında kesinlikle bilgileri olamaz, sadece kendisinden istenen konu hakkında bilgisi olur. Jandarma Genel Komutanlığı Orgeneral Şener Eruygur’un bu çalışmayı elden almak üzere geldiği ve Jandarma tarihinde ilk kez böyle bir çalışma olduğunu söyleyerek kendisini tebrik ettiğini ve benim bu çalışma nedeniyle istihbarat başkanlığına atandığım, şeklindeki beyanları hayal ürünüdür. Jandarma Genel Komutanlığı Bursa Jandarma Bölge Komutanlığını görev sürem içinde bir kez denetlemeye gelmiş olup tarihi Eylül 2002’dir. Benim göreve başlamamdan yaklaşık bir ay sonradır. Bu dönem içinde Jandarma Bölge Komutanlığınca Jandarma Genel Komutanlığına arz edilecek seviyede hiçbir istihbarat çalışması yapılmamıştır. Komutan 2002 Ağustos’unda Jandarma Genel Komutanlığı’na atanmış ve ilk denetlemesini Bursa’ya yapmıştır. Bursa bölgesinin özelliği İmralı Adası’ndan kaynaklanmaktadır. Denetlemede, Bölge Komutanlığının denetlenmesinin yanı sıra Valilik ziyaret edilmiş ve İmralı Adası Güvenlik Komutanlığı da denetlenmiştir. Denetlemede Komutanın refakatinde Tümgeneral Tayfun Yıldız bulunmuştur. Bu husus Mahkemenizce Jandarma Genel Komutanlığından da sorulmuştur ve Alınan cevabi yazının sayfa 1. 2f fıkrası da söylediklerimi teyit etmektedir. Bir çalışma hiçbir zaman haber elemanı seviyesinde tamamlanmaz ve teşkilatın en büyüğü de, o çalışmada çok küçük bir payı olabilecek haber elemanından bizzat gelip almaz. Başkaları belki böyle çalışabilir ama Jandarma asla! Bu sadece komik bir hayal ürünüdür. Ayrıca, bir istihbarat çalışması en az 5-6 aylık yoğun ve kapsamlı gayretlerle sonuçlandırılabilir. Bunların yanı sıra general atamalarının nasıl yapılacağı kanunla belirlenmiş olup Türk Silahlı Kuvvetleri bu konuda yasalardan ve prensiplerinden asla ödün vermez. Bir haber elemanının sözde çalışmasına kalacak kadar kolay ve basite indirgenebilecek bir olay değildir. Bunları ifade eden kadar iddianameye alanların maksadının da Türk Silahlı Kuvvetleri’nin imajını ve kurumsal kimliğini zedelemeye yönelik olduğu aşikârdır. 2006 yılında Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan bazı milletvekilleri ile ilgili görüntüleri kendilerinin çektikleri hususu da benim istihbarat başkanlığından ayrılmamdan 2 yıl sonradır. Hiçbir zaman bir devlet büyüğüne küfür etmedim ve “indireceğiz bunları” diye bir söz sarf etmedim. Şahsın bunları ispat etmesi gerekir. Genelkurmay Başkanı ve bazı bakanların telefonlarının dinlenmesi için Urfa İl Jandarma Komutanlığına göndermedim, bu kişilerin telefonlarını dinletmedim. Eğer böyle bir şey yapılacak olsa, güvenilir olmayan bir siville mi yoksa bana bağlı bir askerle mi yaparım? Bunu iyi düşünmek gerekir. Bu bilgiyi Erdal Sarızeybek’in kitabından esinlenerek ifade ettiğini düşünüyorum. Bilecik Tugay Komutanlığında iken kendisini iki kez davet ettiğimi ifade etmektedir. Bu kesinlikle yalandır. Bu konu da Mahkemenizce Jandarma Genel Komutanlığından sorulmuştur. cevabi yazıda “2004-2005 yıllarında Bilecik 2’nci Jandarma Er Eğitim Tugay Komutanlığı Nizam Karakolunda tutulan bilgisayar kayıtları ve Emekli Tuğgeneral Levent Ersöz’ün görev yaptığı tarihlerde Komutan Ziyaret defterinde yapılan inceleme sonucunda Yüksel Dilsiz ismine rastlanılmadığı” belirtilmektedir. Bu resmi cevap şahsın yalan söylediğini açıkça ortaya koymaktadır. Ayrıca o dönem Emir Astsubayım Hasan Hüseyin Şenol ve Sekreterim Sivil Memur Perihan Orhan’ın ifadelerine başvurulduğunda bu husus teyit edilecektir. Emekli olduktan sonra açtığım ofisin Atakule’de olduğunu söylemektedir. Orada sohbet esnasında Doğan Grubu’nun kendisine kitap yazdıracağını söylediğimi ifade etmektedir. Ofis Atakule’de değildir, benim ofisime de hiç gelmemiştir, doğal olarak da hiçbir şekilde kitap yazımı veya biri ile tanıştıracağım hususu da doğru değildir. Yine medikal konusu üzerinde çalıştığımı söylemiştir. Bu da gerçek değildir. Levent Ersöz Bilecik’e atandıktan sonra istihbarattan ayrılmayı düşündüğünü, bu sırada 0535 ile başlayan bir numaralı telefonu Yusuf isimli bir şahsın arayarak “Doğu Perinçek’in kendisi ile görüşmek istediğini” söyleyerek Ulusal Kanala çağırdıklarından bahsetmektedir. Bahsettiği bu konularla ilgili hiçbir ilgim yoktur. Muhatabı da ben değilim. Şahsın verdiği bilgilerin terör örgütlerinden ziyade, kulaktan dolma, gerçek dışı olması ve güvenirliğini yitirmesi nedeniyle irtibat kesilmiştir. Şahsın Gizli Tanık Ahmet Faruk Kod adıyla verdiği ifadesi ile önceki ifadeleri arasında gerçeğe aykırı ve çelişkili hususlar da bulunmaktadır. Mükerrer olmaması için tekrar etmeyeceğim ancak önemli iki hususa değineceğim. Tüm milletvekillerinin evlerinin girişlerine kamera ve görüntü alma araçları yerleştirildiğini ifade etmektedir. Bu maddeten mümkün değildir. İstihbarat Komutanlığının böyle bir imkan kabiliyeti yoktur. Hiçbir zaman hiçbir milletvekili izlenmemiştir, kaydedilmemiştir, evlerine çeşitli kılıklarla istihbarat elemanı gönderilmemiştir. Jandarmanın böyle bir görevi, yetkisi, sorumluluğu yoktur. Zaten, daha önce belirttiğim gibi İddianamenin 225’nci sayfasında milletvekillerinin teknik takip altında tutulmadığının tespit edildiği yazılmıştır. Hiçbir personelime, milletvekillerinin ve aile yakınlarının telefonlarını tespit görevi vermedim. Telefon dinlemesi konusunda Mali Teknik Daire Başkanına emir vermedim. Daire Başkanı ile aramızda tartışma çıkmamış ve bu daireden Genel Komutanlığa yazı yazılmamıştır. Bu daire doğrudan bana bağlıdır ve o dönemdeki Daire Başkanı da Albay Hasan Atilla Uğur’dur ve bu davada yargılanmaktadır. Atilla Uğur’a da bu hususun sorulmasını talep ediyorum. Bursa Cumhuriyet Savcılığının fezlekesinde; kendisinin Nur Cemaati içinde 17 sene kaldığını, gördüğü pislikler nedeniyle ayrıldığını, medyaya vereceğini söylemesi üzerine, kendisini dövüp, öldü diye Ümraniye’de mezarlığa attıklarını, polisin kendisini bulduğunu, mahkemelik olduklarını, takipsizlik kararı sonrasında, Cemaat lideri Mustafa Sungur’un kendisini arayıp ölümle tehdit ettiğini, bu nedenle Jandarma’ya bilgi verdiği, beyanına yer verilmiştir. Bu ifadeler şahsın intikam almak saikıyla hareket etmek gibi bir düşüncesini ortaya koyuyor gibi görünse de, Jandarma’ya müracaatındaki beyanı ile çelişmektedir. Müracaatında El Kaide ve Hizbullah gibi terör örgütleri hakkında bilgi vereceğini ifade etmiştir. Bu hususta Dizi Pusulası No.5’deki 19 Numaralı Delil Evrak içeriğinde “özgeçmişim” başlıklı hazırladığı metinde, Hizbullah’a gelince, son yılında mukabeleyi bis sahafa bırakıp bil huruf başvurdukları için hayran olarak Risalei Nurları çoğunlukla okudukları için bunların içine sızabilirim ifadesi Yine dizi Pusulası No.5’deki 16 Numaralı Delil Evrakın incelenmesinde “Çavdaroğlu Paşa’ya hitaben yazdığı, bilgisayar çıktısı mektup içeriğinde “Hizbullah ve bunun gibi birçok örgütü deşifre edebileceğini” yazdığı belirtilmektedir. Bunlar şahsın Jandarma’ya müracaatındaki beyanını doğrulamaktadır. Sayın Başkan; Bu şahsın yalancılığının yanı sıra hayal gücünün genişliği, ifadelerinde açıkça görülmektedir. Yalancılığını ortaya koyan deliller Ek Klasör 145’de Dizi Pusulası No.5’de ikametinde ele geçirilen dijitallerin incelenmesinden anlaşılmaktadır. 19 adet CD, disket ve DVD incelenmiştir. 2 No. CD’de konuşmaları kendisinin kaydettiği, konuşmasında cemaat hakkında bilgi verdiğini, Mustafa Sungur’a gerekli cezanın verilmesi, cemaatten uzaklaştırılması, yanlışlıkların düzeltilmesi, yapmazlarsa bildiklerini basına aktaracağını, olmazsa MİT, Jandarma gibi devlet kurumlarındaki görevlilere vereceğini, cemaate yakın şahıslara ait çok sayıda ses ve görüntü kayıtlarının olduğunu, söyleyerek kameraya elinde bulunan not defterini açarak sayfaları ekranda gösterdiğini, 470 sayfalık bilgi notu olduğu ve kendisinin çalışması olduğunu, elindeki belge ve bilgilerin Cumhuriyet Halk Partisinin eline geçmesi durumunda Hükümet’in bile yıkılabileceğini, halen hükümette bulunan bakanların ve milletvekillerinin birçoğunun Ankara’da sohbetlere katıldığını, bunların kimler olduğunu ve isimlerini bildiğini beyan ederek, bu bakan ve milletvekillerinin isimlerini tek tek söylediği, Aczimendi lideri Müslüm Gündüz’ün Bağımsız Türkiye Partisi İstanbul İl Başkanı Fuat Bey’in ve Bursa İl Başkanı Mehmet Bey’in cep telefon numaralarının olduğunu, bunlarla kendisinin irtibata geçerek yukarıda belirtmiş olduğu konularda bilgi verebileceğini, kendisinin birkaç şartı olduğunu söylemektedir. Klasörün Dizi Pusulası 5’deki 16 Numaralı delil evrakının incelenmesinde; Çavdaroğlu Paşa’ya hitaben yazılmış, bilgisayar çıktısı mektup içeriğinde, Bursa ve Ankara’da Jandarma’nın haber elemanı olarak çalıştığını, bazı nedenlerden dolayı kendisinin teşkilattan ayrıldığını, devamında, cemaatten duyduğu nefretten dolayı onlarla irtibata geçerek haklarında çalışmalar ve arşivlemeler yaptığını, Müslüm Gündüz’ün sağ kolu konumunda olduğunu, onun iki yıllık tüm konuşmaların hatta hard diskinin de kendisinde olduğunu, tüm bu bilgilerin Jandarma tarafından değerlendirilmesini istediği belirtilmektedir. Şahıstan elde edilen diğer CD’lerde; çoğunluğu 1 dakika gibi kısa süreli dini toplantı ve zikir hareketlerini içerdiği, CD’nin 1994 yılında, diğer CD’lerin 2005 ve daha sonraki yıllarda kayıt edildiği, diğer bir ifadeyle Jandarmayla çalıştığı döneme ilişkin hiçbir görüntü ve ses kaydının olmadığı görülmektedir. Yine Dizi Pusulası 5’de 5 ve 6 Numaralı delil evraklarında 264. Birim Daire Başkanlığına” başlıklı şimdi okuyacağım içeriği tümüyle aynı iki metninden birinin altında Kıdemli Üsteğmen Yüksel Dilsiz, İstihbarat Üsteğmen S.K. 61, diğerinde 229. Daire Birim P. Yüksel Dilsiz yazılıdır. Gizlilik derecesi hem gizli, hem hizmete özel yazılmıştır. İfadesinde kendisinin hazırladığını beyan etmesine ve içeriğinden kesinlikle belge olamayacağını eğitimsiz bir kişinin bile hemen anlayabileceği belgeyi inceleyen emniyet görevlilerinin “yazı içeriğinin önemli olmasından dolayı başkalarının eline geçmesi durumunda anlaşılmaması için şifreli kelimeler kullanıldığı, bu haliyle net olarak anlaşılmamakla birlikte gizli bir yapılanma içerisindeki şahısların veya birimlerin arasındaki irtibatı sağlamak için kullandıkları mesaj olarak anlaşılmaktadır” yorumunda bulunmaları, kasıtlı art niyetli ve akıl almaz bir tutum içinde olduklarını ortaya koymaktadır. Polisin “Gizli bir yapılanma mesajı” diye yorumladığı metni okuyorum. “1372/678-K.A.T.S/M.2-SUN’da kayıtlı A.K’nin son durumundan tevellüt eden ve S.M. ile yapmış olduğu görüşmeler hasebi, hasiyeti, gereği, münasebetince meydana gelen inkıraz teşkil eden tehlikelerin mümanaat gereği bize yansıyan veçhinin önünü alabilmek ve meydan vermemek için 18M8711 sayılı gizli dosya (T,Ş.M.0234)’deki 17-61 Taslağına dayanarak birimden Daire Başkanı K.Y. vasıtası ile Müsteşar Ş.A’dan eşittir 8 nokta 8 nokta tekrar eşittir emrinin alınması ve gerektiği halde1689.A.71.86.T.R.A.Z’nin uygulama emrinin verilmesini ve emrin yazılı metninin İzmir Daire Başkanlığına gönderilmesi uygun görülmüştür. Arz edilir. Şimdi soruyorum: Bu metni anlayan var mı? Bu nasıl bir belge olabilir. Anlayan birinin anlatması ve açıklaması halinde derhal kabul edeceğim. Sayın Başkan; Şahsın hayal gücünün genişliği çok şaşırtıcı boyutlarda. Anlattıkları hep miş, mış Gizli tanık olarak ifadesinde; parapsikoloji uzmanı, gözlüklü sakallı, şişman bir hoca varmış, Genelkurmay’da odası varmış, karargâha zırhlı araçla girermiş, Amerika bu şahıs üzerinden 1 Milyon dolar yardım yapacakmış, mış mış da mış mış. Bu hususun da Genelkurmay Başkanlığından sorulmasını talep ediyorum. Yine birileri ile tanışıyor ama isim vermiyor, gittiği yerin adını vermiyor. Bunların hepsi yalandır. Gizli tanık olabilmek için uydurduğu masallardır. Adaleti yanıltmaya çalışmaktadır. Gerçek dışı beyanlarda bulunan bu şahıs hakkında yalancı tanıklıktan işlem yapılmasını talep ediyorum. Murat Kaya ile ilgili hususlar. 763. sayfa 3. paragrafta Bilgi sahibi Murat Kaya’nın ile başlayıp 5. paragraf sonunda bilgi sahibi olduğunu beyan etmiştir ile biten hususlar. Öncelikle şunu belirtmekte yarar var: Türk Silahlı Kuvvetleri’nde emir eri diye bir kadro ve görevlendirme yoktur. İstihbarat Başkanı olduğum dönemde benim emir erim olduğunu söyleyen bu şahsı hatırlamıyorum. Görevlendirmeler Destek Kıtaları Komutanlığınca yapıldığından ve personel sık sık değiştirildiğinden hatırlamam mümkün değildir. İstihbarat Başkanı olduğum dönemde Yüksel Dilsiz isimli şahıs makam odama hiç gelmediği gibi kendisini rütbeli olarak tanıttığım şeklindeki beyanları da gerçek dışıdır. İfadesinde de belirttiği gibi hemşeri olmaları nedeniyle bu tür bir beyan verdiğini düşünüyorum. Çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri’nde devrecilik ve hemşerilik bir vakadır. Emir astsubayım olmadığı dönemlerde, karargâhtan ayrı yerde konuşlu olan İstihbarat Grup Komutanlığını denetleme ve ziyarete gittiğimde görevli erlerden biri muhafız olarak bana refakat etmekteydi. Bu kişinin de Yüksel Dilsiz isimli şahısla orada karşılaşmış olabileceğini düşünüyorum. Şahıs Cem Uzan’ın, Sanatçı Çelik’in, Türkcell Genel Müdürünün, Star Gazetesi Genel Müdürü’nün ve Uludağ Üniversitesi Rektörü’nün yanıma gelip gittiklerini, Cem Uzan’ın her gelişinde bir buçuk iki saat kaldığını ifade etmektedir. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki Türkcell Genel müdür ve Star Gazetesi Genel Müdürünü hiç tanımadım, kim olduklarını bilmem ve yanıma da hiç gelmediler. Cem Uzan bir kez geldi. Bu konuyu ilgili bölümünde açıkladım ve kendisi de ifadesinde bir kez görüştüğümüzü beyan etmiştir. Bu husus da şahsın yalan söylediğini göstermektedir. Rektör Mustafa Yurt Kuran, Bursa Jandarma Bölge Komutanı olduğum dönemde görevim nedeniyle tanıştığım çok değerli, gerçek Atatürkçü ve vatansever bir aydındır. Beni İstihbarat Başkanlığına yeni atandığım sırada Ankara’ya bir toplantı için geldiğinde nezaket ve kutlama amaçlı olarak ziyaret etmiştir. Sanatçı Çelik ile de görüşmem olmamıştır. Burada dikkati çeken husus, Yüksel Dilsiz isimli şahısla İstanbul Balta Limanı’ndaki Polis evine nasıl ve kimin referansı veya kimliği ile girebildikleridir. Bu sorunun cevabının Yüksel Dilsiz’in Emniyet’in haber elamanı olduğu ve işbirliği yaptığının emaresi olduğunu düşünüyorum. Yüksel Dilsiz’in yönlendirmesiyle yalancı tanıklık yapan bu kişi hakkında gerekli işlemin yapılmasını talep ediyorum. Veysel Şahin ile ilgili hususular: İddianamenin 763 ve 764. sayfalarında Veysel Şahin isimli şahsın, 2005 yılında Tuğgeneral Erdal Akpınar, Yüksekova Olayları ve Malatya’da yaptığı istihbarı çalışmalar, Malatya eski İl Jandarma Komutanı Albay Mehmet Ülger hakkındaki ifadelerine yer verilmiştir. Şahsın Ek Klasör 116 Dizi No 78, 79’da da Malatya Cumhuriyet Savcılığına da vermiş olduğu ifadesi mevcuttur. Şahıs yukarıda belirttiği iddialarının yanı sıra Malatya eski İl Jandarma Komutanı Emekli Albay Mehmet Ülger’in Levent Ersöz’ü iyi tanıdığını, Tuğgeneral Erdal Akpınar’ın 2004 yılında Bilecik’te görevli olduğunu, onun yerine Levent Ersöz’ün geçtiğini, Erdal Akpınar’la iyi tanıştığını, kendisini birbirimize tavsiye etmemiz nedeniyle bunları bildiğini ifade etmiştir. Ben Veysel Şahin isimli şahsı tanımıyorum. Hiçbir görüşmem ve irtibatım olmamıştır. Albay Mehmet Ülger’i sadece Jandarma Teşkilatının bir personeli olarak tanırım, emrimde veya beraberce hiçbir yerde çalışmadığımız gibi her hangi bir şekilde samimiyetim de yoktur. Mahkemenizin talebi üzerine Jandarma Genel Komutanlığı verilen cevabi yazıda, Mehmet Ülger’in görev safahatı gönderilmiştir. İncelendiğinde benim İstihbarat Başkanı olduğum dönemde onun Çakırsöğüt’te Jandarma Komando Tugay Komutanlığında görevli olduğu görülecektir. Tuğgeneral Erdal Akpınar’ın Veysel Şahin’le ilişkisini bilmiyorum. Bununla ilgili beyanları konusunda da bilgim yoktur. Muhatabı kendileridir. Kendisinin yerine atandığım doğrudur. Türk Silahlı Kuvvetlerinde prosedür gereğince atanan ve ayrılan personel arasında görev devir teslimi yapılır. Ancak bizim aramızda böyle bir devir teslim olmamıştır. Tuğgeneral Erdal Akpınar, ilişiğini keserek 18 Ağustos 2004 tarihinde Bilecik’ten ayrılmıştır. Yerine 18-23 Ağustos 2004 tarihleri arasında Tugay Komutanlığına bağlı 116’ncı Jandarma Er Eğitim Alay Komutanı Jandarma Albay Murat Çakmak yerinden vekâlet etmiştir. Bu husus Mahkemenizce Jandarma Genel Komutanlığı talep edilen konular arasında yer almış olup verilen cevap söylediklerimi teyit etmektedir. Ayrıca bu husus beni Ankara’dan Bilecik’e getiren Tugay komutanı Makam Aracının şoförü Jandarma Ulaştırma Er Yalçın Çelebi’nin beyanlarıyla da teyit edilebilir. Ben görevi 23 Ağustos 2004 tarihinde teslim aldım. Görevi aldıktan sonra da Erdal Akpınar’la hiçbir görüşmem ve irtibatım olmamıştır. Doğal olarak da Veysel Şahin isimli kişiyle ilgili hiçbir husus da görüşülmemiştir. Kendilerinin ifadelerine başvurulduğunda doğru söylediğim ortaya çıkacaktır. Telefon irtibatlarıyla ilgili hususular; İddianamenin 764. sayfasında; Şüpheli Levent Ersöz’ün telefon irtibatlarıyla ilgili yapılan çalışmalar sonucunda, Şüpheli Mustafa Koç ile 2 kez, Şüpheli Mehmet Şener Eruygur’la 4 kez görüştüğünü beyan etmiştir, şeklinde bir ifadeye yer verilmiştir. Benim ifadem Ek Klasör 116 Dizi No. 222’de olup böyle bir beyanım olmamıştır. Ayrıca Ek Klasör 116’da bu görüşmelere ilişkin iletişim tespit tutanakları olmadığı gibi, İddianame’nin benimle ilgili bölümlerinde de sadece başka iki kişiyle yapılan konuşmalara yer verilmiştir, içeriklerini arz etmiştim. Mustafa Koç ve Şener Eruygur’la görüştüğümüze ilişkin konuşma tapeleri de yoktur. Kaldı ki biri komutanım, diğeri emrimde çalışan bir arkadaşımdır. Hiçbir şekilde örgütsel çalışma ve görüşmemiz olmamıştır. Albay Mustafa Koç ile sadece 2008 yılının Mayıs-Haziran aylarında 2 kez görüştüm. Nedeni de babası rahatsızlanmıştı, hem geçmiş olsun demek, hem de GATA’da daha iyi şartlarda tedavi imkânı konusunda yardım edip edemeyeceğimle ilgili idi. Tarihi sanırım Mayıs ayı sonlarına doğruydu. Diğeri de sanırım babasının vefatı üzerine başsağlığı dilemek ve cenaze törenine katılmak maksadıyla idi. Tarihi de Haziran ayı ortalarıydı. Görüştükten sonra yanımda çalışma arkadaşım İlhan Özcan ile Tuluntaş Köyüne giderek cenaze törenlerine katıldık ve başsağlığı diledik. Görüşme içeriğinin Albay Koç’a sorulmasını talep ediyorum. 4 Kez görüştü denen de benim eski komutanımdır ve onunla da 2004-2008 yılları arasında sosyal amaçlı ve nezaket kuralları içinde görüşmüşümdür. Albay Koç ile konuşma konusu ve tarihlerini daha net hatırlamam üzüntü verici bir olay ve daha yakın tarihli olmasından ötürüdür. Böyle insani bir görev için yapılan görüşmeler nasıl oluyor da örgütsel irtibatlar olarak değerlendirilebiliyor? Bunu yazanların gerçekten hiç vicdanı yokmuş. 2004-2008 yılları arasında sözde devasa örgüt içinde sadece 2 kişi ile 4 ve 2 kez toplam 6 kez görüşmenin, sözde örgüt yapısı içinde gerekli olan hiyerarşik yapı ve süreklilik ilkesi için yeterli midir? Ayrıca bu görüşmelerin tarihleri ve görüşme içerikleri TİB kayıtlarından incelendiğinde sözünü ettiğim ilkeler itibariyle örgütsel bağ nitelemesinin ne kadar yanlış olduğunu gösterecek ve söylediklerim teyit edilecektir. İddianameyi hazırlayanlar, zorlama ile aramızda örgütsel bağ olduğu şüphesini yaratmaya çalışmaktadır. Malumunuz olduğu üzere başka maddi delillerle desteklenmeyen telefon görüşmelerinin delil olarak kabul edilmeyeceği husus Yüksek Mahkeme İçtihatlarında açıkça belirtilmiştir.

Naip Hakim Hüsnü Çalmuk:”Başkanım bir ara vermek istiyorlar.”

Sanık Levent Ersöz:”Az kaldı.”

Mahkeme Başkanı:" Ne kadar kaldı savunmanıza?”

Sanık Levent Ersöz:”25 sayfa.”

Sanık Levent Ersöz müdafi Av. Filiz Esen:”25 sayfa.”

Naip Hakim Hüsnü Çalmuk:”Efendim 25 sayfa diyorlar.”

Mahkeme Başkanı:" Efendim oraya nokta koyun o zaman.”

Saatin 18:20 olması karşısında sanığın sorgu ve savunmasının Telekonferans yoluyla tespit işlemine bugünkü oturuma mahsus olmak üzere son verildi.

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

Oturuma 3 Haziran 2010 günü saat 09:00’da kaldığı yerden devam edilmek üzere ara verilmesine oy birliği ile karar verildi. 02.06.2010



BAŞKAN 20909 ÜYE 28298 ÜYE 37266 KÂTİP 128002


Yüklə 419,67 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin