Ebî Zer Mescidi
Mescid-i Nebevînin 900 m. Kuzeyine düşen bu mescide Ebu Zer mescidi dendiği gibi secde mescidi de denir. Abdurrahman bin Avf diyor ki Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bu noktada kıbleye yöneldi ve secdeye kapandı secdeyi çok uzattı. Kalkınca ya rasullellah secdenizi çok uzatınca korktum Allah ruhunuzu aldı zannettim dedim. Oda bana Cibril geldi ve şu müjdeyi verdi. “Allah c.c. sana kim salat ederse ben de ona salat ederim, kim selam verirse ben de ona selam veririm” buyuruyor deyince ben de Allaha şükür secdesi yaptım. buyurdular. Bu mescide şükür mescidi de denir.
İcâbe Mescidi
Sahihi Müslimde rivayet edilen bir hadisi şerifte Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyuruyorlar: “rabbime üç duada bulundum bunlardan ikisini kabul etti birini etmedi. Rabbimden ümmetimi kıtlıkla helak etmemesini istedim kabul etti. Yine rabbimden ümmetimi tufanla helak etmemesini istedim bunu da kabul etti. Birde ümmetimi kendi içinde bölmemesini, bir birine düşürmemesini istedim bunu kabul etmedi.” Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bu duayı bu mescidin bulunduğu yerde yapmıştır bundan dolayı bu mescide duanın kabul olması manasına icabe mescidi denmiştir. Ayrıca bu mescid beni muaviye kabilesinin içinde olduğu için Benî Muaviye mescidi de denmiştir. Ancak bu gün icabe mescidi diye anılmaktır.
Bu mescid bu gün şarii sittin denilen cadde üzerinde bulunmaktadır. Binası yenilenerek genişletilmiştir. Mesahası takriben 1000m² dir.
Fadih Mescidi
Bu mescide beni ennadir de denir. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) onlarla antlaşma yapmış ama her zaman oldu gibi Yahudi ahlakı bu antlaşmaya sadakat göstermediler. Daima Müslümanlara hiyanet ve hile yapıyorlar hatta Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) i öldürme teşebbüsünde bile bulundular. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) de onarlı muhasara etti ve Medine-i Münevvere den çıkmalarına izin verdi. Bu Mescid Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) in muhasara esnasında namaz kıldırdığı yere inşa edilmiştir. Bundan dolayı buraya mescidi beni ennadir denir.
Başka bir cihetten ise bu muhasara esnasında içkiyi yasaklayan ayet burada nazil oldu. Müslümanlarda ellerinde ki içkileri burada döktüler. Döktükleri içkilere fadih denirdi. Ondan dolayı buraya fadih mescidi de denmiştir
Beni Kurayza Mescidi
Bu mescidin Benî Kurayza diye isimlendirilmesin nedeni Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)Benî Kurayzayı kuşatma esnasında namazları burada kıldırmasındandır. Beni Kurayza Medinede ikamet eden Yahudi kabilelerdendi. Hendek harbinde Müslümanlara ihanetlerinden dolayı efendimiz onları muhasara etti. Bu gün vatani hastanesi ile Zehra hastanesi arasında bir mevkidedir.
Şeyhayn mescidi
Seyyidüşşüheda yolundan gelirken mescidil mustarahtan 300 m. ileride sağda dır. Bu mıntıkaya şeyhayn dendiğinden bu mescide de o yerin ismi verilmiştir. Uhud savaşına giderken Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) burada gecelemiş ve burada ikindi, akşam ve yatsı namazlarını kılmıştır. Ordusunu burada gözden geçirmiş yaşı küçük sahabileri geriye göndermiştir. Münafıkların başı Abdullah bin übey bin selul Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) in kendisini Medinede kalma hususunda dinlemediği gerekçesiyle beraberindeki 300 kişi ile bu şeyhayn mescidine yakın bir yerde ordudan ayrılarak geriye dönmüştür. Bu mescide Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) in iki zırhından birini burada giydiğinden dolayı dır’ (zırh )mescidi de denir. Bu günkü bina Osmanlı yapısıdır.
Mustarah Mescidi
Beni hârise mescidi de denen bu noktada Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) uhud savaşından dönerken istirahat buyurmuşlardır. Bundan dolayı istirahat edilen yer anlamında mustarah denilmiştir. Ayrıca Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) uhud şehidlerini ziyarete giderken burada namaz kılmış ve istirahat etmiştir. Eski Mescid yıkılmış ve yerine yeni bir bina inşa edilmiştir. Ahzab savaşında kazılan hendeğinde buradan başladığı söylenmektedir.
Sukyâ Mescidi
Amberiyede bulunan tren istasyonun içerisinde üç kubbeli küçük bir mesciddir. Alanı 65 m² dir. Bu yere sukya mahallesi saadın yeri denir. Bundan dolayı da bu mescide sukya mescidi denmiştir. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) Bedir muharebesine giderken burada orduyu denetlemiş, küçük gördüğü sahabilerin çocuklarını geri çevirmiş ve burada bulunan sukya kuyusundan abdest alıp su içmiştir. Ve yine meşhur ehli Medine için olan duasını burada yapmıştır. Bu duada ehli Medine için bereketle dua etmiş ve Medine-i Münevvere yi Mekke gibi harem ilan etmiştir. Hz Ömerin de Hz. Abbasın elini tutarak onun yüzüsuyuna yağmur duasına çıkma hadisesi burada olmuştur.
Benî Harâm Mescidi
Sahabi zamanında yapılmış bir mesciddir. Ensar kabilelerinden hazrec kabilesinin benî haram kolu burada oturduğundan bu mescide benî haram mescidi denmiştir. Mescidin yerinin Cabir ibn abdillah’a ait olduğu rivayet edilir. Burada hendek savaşında meşhur yemek bereketi mucizesi meydana gelmiştir. Cabir Radıyallahu anhu Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)i ve birkaç kişiyi hazırladığı yemeğe davet eder. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) de hendekte bulunan herkesi bu yemeğe çağırır ve yemeği bin kişiye yakın kimse yer ve yemek artar. Halen beş vakit namaz kılınmakta olan bu mescid mahalle mescidlerinden biri olarak addedilmektedir.
Benî Dinâr Mescidi
Bu mescid de sahabe zamanından beri bulunan bir mesciddir. Hazrecin Benî Dinar kabilesi içerisinde olduğundan bu ismi almıştır. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bu mescidde namaz kılmıştır. Bu mescide muğaysile mahallesinde olmasından muğaysile mescidi de denmektedir. Burada da beş vakit namaz kılınmaktadır.
Benî Zafer Mescidi
Medine ehlinden benî zafer kabilesi içerisinde olduğundan Benî Zafer mescidi denmiştir. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) zamanından beri var olan mescid maalesef bu gün yoktur. Ancak yeri bellidir. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bu mescide gelmiş Abdullah bin Abbas’a Kur’an okumasını emretmiş, o da Nisa Suresini okumaya başlamış (فكيف اذا جئنا من كل امة بشهيد و جئنا بك على هؤلاء شهيدا) ayeti kerimesini okurken burada yeter demiş ve Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) in gözlerinden yaşlar dökülüyordu.
Râye Mescidi
Hendek savaşında zübab dağının üzerine savaşı takip ve komuta etmesi için Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) e çadır kurdular. Cihadı ilan etmek manasına Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)in sancağı buraya dikildi. Bu yere daha sonra mescid inşa edildi. Raye mescidi diye adlandırıldı. Raye sancak demektir. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) hendekte çıkan kayayı bir mucize olarak parçalaması da buraya yakın bir yerde olmuştur. Bu gün burası uyun yolu başlangıcındadır.
Fetih Mescidi
Bu mescid bu gün yedi mescidler diye bilinen mescidlerden biridir. Aslında o mescidlerden Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) veya sahabiyle ilgisi olan tek mescid de budur. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) ahzab harbinde düşmanlara burada uzunca beddua etmişti. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) burada üç gün dua etmişti. Pazartesi, Salı ve Çarşamba günleri…Çarşamba günü öğle ile ikindi arasında yaptığı dua kabul olmuş ve ahzab denilen müşrik ordusu darmadağın olmuştu. Sel’ dağının bir kenarında bulunan bu mescide fetih mescidi dendiği gibi ahzab mescidi de denir.
MEDİNE HİCAZ TREN GARI
Medine Tren garı hakkında çok şeyler yazmaya değer. Hicaz demiryolu denilen hattın son durağı. en son 1995 yılında ziyaret ettiğim bu yer gayet bakımsız harabe bir vaziyettteydi. İçerisine girip baktığım zaman yerlerde atılmış raylar eski vagonlar ve metrük vaziyette tren bakım binalarıni gördüğüm zaman duygulanmış ve çok hüz hüzünlenmiştim ama bu gün gördüğüm tablo beni mutlu etti çünkü gar restore edilmiş binalar yenilenmiş ve vagonlarda tamir edilmişti. Sorduğumda restorasyonu burada iş yapan müteahhitler tarafından yapıldığı söylendi. Fakat bu kadar büyük bir resterosyonu onların yapabileceği konusunda tereddütlerim var . Her kim yaptıysada Allah razı olsun diyorum. Çünkü böyle bir resterasyonu orananın yönetiminin yapacağınıda zannetmiyorum. Çünkü zaten islam tarihinin önemli eserlerini dahi yıkan ve hiç vefa duygusu sergilemeyen bu günkü sudi yönetimi Peygamber efendimizin bulunduğu ravza ve Kabenin bulunduğu mekkedeki haremi şerif haricindeki binalar ve eserlere sahip çıkmadığı gibi yıkmışlardır. Bu gün oraları ziyaret eden müslüman kardeşlerimiz, tarihten dokular bulacağın zanetmesinler. Çünkü oralar yok olmuş ve halada genişletme ve otel yapma adı altında tarihi evler ve yapılar malesef yıkılmata.
Ecdadımız Osmanlı, medineye ve mekkeye özel bir önem vermiş ve burada birçok köprü camii mescid yol yapmışlardır.Hatta hicaz demir yolu medine yakınlarına gelince terinin ray atlamısı sırasında oluşacak gürültüden, Rasulullahın manevi huzuru sesten rahatsız olmasın düşüncesiyle rayların altına keçe koymuşlar ve sesi asgariye indirmişlerdir.
Ama malesef bu gün o eserlerden çoğu yıkıma uğramış ve tahrip olmuştur. İnşallah bundan s onra hükümetlerimiz nezlinde girişimde bulunulurda kalan bir kaç tanesi restore edilerek yaşatılır.
Medine tren garının uzaktan görünüşü
Garın giriş kapısı
Ecdadımız yaptığı eserlere, bir kitabe ve tuğrasını koymayı ihmal etmezdi. Fakat bu gün görüyoruzki kitabe yeri boş muhtemelen yerinden çıkartılmış belkide üsstteki yuvarlak alandada tuğramız bulunmaktaydı fakat oda kıyımdan nasibini almış,
Tabi bu durumu görünce kızmakla üzülmek arasında bir duyguya kapıldımsada; Cumhuriyetimizin kurulduğu yıllar ve tek partili dönemlerde bu tuğra ve tarihi osmanlı eserlerinin nasıl kıyıma uğradığını ve osmanlı tuğralarının tarihi eserlerin çoğunda nasıl
kazındığını hatırlayınca kendimizin tarihi eserlere yaptığı bu ihaneti başkalarınında yapması herhalde çok olmasa gerek diye düşündüm.
MEDİNE
MESCİDİ CUMA:
Peygamberimiz Hz. Muhammed'in Medine'ye gelirken durduğu Rânunâ denilen yerde, öğle namazı vakti gelmişti. Burada yanında bulunanlarla birlikte Cuma namazı kıldı ve hutbe okudu. Peygamberimizin ilk defa kıldığı Cuma namazı budur. İlk okuduğu hutbe de burada okuduğu hutbedir. Şimdi bu yerde "Mesci-i Cuma" adıyla büyük bir cami bulunmaktadır.
MESCİD-İ KIBLETEYN;
İslam’ın ilk yıllarında namazlar, Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’ya doğru kılınıyordu. Peygamber Efendimiz Kıble’nin Kâbe olmasını, yani namazların Kâbe’ye dönülerek kılınmasını çok arzu ediyor ve bu konuda Allah’tan gelecek emri bekliyordu. Hicretten 18 ay kadar sonra, Şaban ayının 15. günü (Berat Kandilinde) Hz. Peygamber'e, inen âyet-i kerimeden sonra, Hz. Peygamber, namazı bozmadan hemen Kâbe istikametine döndü, cemaat de saflarıyla birlikte döndüler. Böylece Kudüs’e doğru başlanan namazın son iki rekatı Kâbe’ye yönelerek tamamlandı. İşte bu bakımdan bu mescide Mescid-i Kıbleteyn (İki Kıbleli Mescid) denirBu mescidin yerinde şimdi büyük bir cami yapılmıştır. Bu camii ziyaret edilerek iki veya dört rekat Tahiyyet'ül-Mescid namazı kılınması ve dua edilmesi güzel olur.
KUBA MESCİDİ :
Peygamberimiz Hz. Muhammed, Mekke’den Medine’ye hicret ederken, Medine’ye 5 km. mesafede bulunan Kuba’da 14 gün kalmıştı. Bu süre içinde Peygamberimiz orada bir mescid inşa etti ve burada namaz kıldı. İslâm âleminde cemaatle namaz kılınmak için yapılan ilk mescid budur.Kuba Mescidini ziyaret etmek ve burada iki veya dört rekat namaz kılmak müstehaptır. Bu mescidin ziyareti ile ilgili olarak Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Kim evinde güzelce temizlenip abdest aldıktan sonra, başka maksatla değil de sadece namaz kılmak için Kuba Mescidine giderse umre sevabı alır."Hz. Peygamber sağlığında, Cumartesi günleri Kuba Mescidini ziyaret eder ve burada namaz kılardı.
UHUD ŞEHİTLİĞİ:
Uhud, Medine’nin 5 km. kadar kuzeyinde bir dağın adıdır. Hicretin üçüncü yılında (M.625) İslam'ın yayılması sırasında hayatını kaybeden Peygamberimizin amcası ve şehidlerin efendisi Hz.Hamza ve 70 sahabenin kabirleri burada bulunmaktadır. Hz.Peygamber, her yıl Uhud şehitlerini ziyaret eder ve onlara dua ederdi Uhud şehitlerini ziyaret etmek de müstehaptır. Uhud şehitleri de ziyaret edilirken selâm verilir ve dua edilir. Arzu edenler Dua kitabındaki "Mezarlık ziyaretinde okunacak selam ve duayı " okuyabilirler
MESCİD-İ SEB'A:
Hendek savaşının cereyan ettiği bu yere birbirlerine yakın küçük yedi mescid yapılmıştır.
MESCİD-İ NEBEVİ’NİN FAZİLETİ
Hz. Peygamber (s.a.v.) in Medine’ye hicretinden hemen sonraashab›yla birlikte inşa ettiği ve Mescid-i Nebevî yahut Mescid-i Resül diye an›lan Medine Mescidi, Mescid-i Haram veMescid-i Aksa’dan sonra yer yüzündeki en faziletli mescittir.Resülüllah’›n kabr-i şerifi de Mescid’in doğu yönünde bulunanhücrede yer almaktad›r. Mescid’in genişletilmesi sebebi ile günümüzdebu hücre mescidin içinde kalm›şt›r. Hz. Ebubekir ileHz. Ömer’in kabirleri de ayn› yerdedir. Resülüllah Efendimiz,“Mescid-i Haram, benim şu mecidim (Mescid-i Nebi) ve Mecid-i Aksa’dan başka hiç bir mescid için (namaz k›lmak, ibadet etmek maksadi ile) yolculuk yapmak uygun olmaz” anlamındaki hadisi şerifi ile, Mecscid-i Nebi’yi ziyaretin ve orada ibadetetmenin faziletini ifade buyurmuştur. Yine, “Benim şu mescidimde k›l›nan bir vakit namaz, Mescid-i Haramd›ş›ndaki diğer mescitlerde kılınacak bin vakit namaza denktir” anlamındaki hadisi ile de bu mescid-i şerifin faziletinidile getirmiştir.
PEYGAMBERİMİZİN KABRİNİ ZİYARETİNHÜKMÜ
Peygamberimizin kabrini ziyaret etmek menduptur. Şu hadisişeriflerde kabrinin ziyaret edilmesi tavsiye ve teşvik edilmiştir: “Kim kabrimi ziyaret ederse ona şefaatim vacip olur” “Kim hac yapar da ölümümden sonra kabrimi ziyaret ederse,beni hayat›mda ziyaret etmiş gibi olur.” Bu hadisi şerifler ve benzerlerinden hareketle her devirde İslâm bilginleri Resülüllah’›n kabr-i şerifini ziyaret etmenin enfaziletli menduplardan biri olduğunu ifade etmişler, hatta Hanefi bilginlerinden bazıları gücü yerinde olanlar için, bu ziyaretin vacip derecesine yaklaşan bir sünnet olduğunu söylemişlerdir.
MESCİD-İ NEBEVİ’Yİ VE PEYGAMBERİMİZİNKABRİNİ ZİYARETİN ÂDÂBI
Resülüllah Efendimiz,“Bir kimse bana selam verince Allah bana ruhumu iade eder,ben de o kimsenin selamını alır, ona karşılık veririm” buyurmuştur.Peygamber Efendimizi ziyaret etmeğe niyet eden kimse,mescidini ziyaret etmeğe niyet eder ve bu ziyaret ile Allah’ın rı-zasını kazanmayı amaçlar.Yolculuğu sırasında her zamankinden daha çok salat-ü selam getirir. Medine’ye yaklaşıp Mescid-i Nebiyive civarını görünce salat-ü selam› daha da arttırır ve“Ey Allah’ım! Bu, Peygamber’inin haremidir. Onu benim hakkımda cehennem ateşinden, azaptan ve kötü hesaptan korunmama vesilesi kıl” diye dua eder. Mümkünse Medine’ye girdiğinde gusleder veya abdest alır. Temiz elbiseler giyinir, güzel koku sürünür,Mescide ulaştığında, “Allah’ın adıyla ve Resülullah’ın dini üzere (bu ziyareti yapıyorum) Ey Rabbim, (gireceğim yere) doğruluk ve esenlik içinde girmemi sağla. Çıkacağ›m yerden de beni doğruluk ve esenlik içinde çıkar. Kat›ından bana yardımcı bir kuvvet ver” Ey Allah’›m! Peygamber’in Muhammed’e ve onun aile fertlerine salâtve selam et. Günahlarımı bağışla, rahmet ve ihsanının kapıları-nı bana aç” diye dua eder. Sağ adımını atarak tevazu ve saygı ileiçeriye girer. Kerahet vakti değilse iki rekat tahiyyetül mescid namazı kılar. Bu namazı mümkünse, Hz.Peygamberin kabrinin bulunduğu hücre ile minberinin arasında bulunan ve “Ravza-i Mutahhare”diye anılan yerde, değilse mescidin uygun bir yerindekılar. Resülullah (s.a.v.) “Evimle minberimin arası cennet bahçelerinden bir bahçedir, minberim de (Kevser) Havuzumun üzerindedir”buyurmuştur.Tahiyyetülmescid namazını kıldıktan sonra, bu nimete ulaştığı için şükür secdesi yapar veya iki rekat şükür namazı kılar,sonra kabr-i şerife doğru ilerler, Peygamber Efendimiz’in mübarek başı hizasına gelince iki metre kadar mesafede yüzü kabre,sırtı kıbleye dönük olarak durur. Resülüllah’ın kendisini gördüğü, söylediklerini işittiği, kendisine muka’belede bulunacağı bilinci ve duasının kabul edileceği inancı ile şöyle selam verir ve
Cuma Mescidi
Mus’ab bin Umeyr ve Es’ad bin Zürâra Radıyallahu anhume Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) in Medine’ye hicretinden önce Medinede ki Müslümanlarla beraber Cuma namazını kılarlardı. . Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) hicretin ilk günlerinde Kuba mescidini inşa ettikten sonra Medine-i Münevvere ye hareket ettiğinde Beni Sâlim kabilesinin içinden geçerken kabile halkı Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)i bırakmadılar. İkramda bulundular. Bu arada Cuma günü öğle namazı vakti girdi. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) burada ilk Cuma namazını kıldırdı. Bundan dolayı buraya Cuma mescidi dendi. Bu mescide “Âtike” veya Beni Sâlim kabilesi içerisinde olduğu için “Beni Sâlim” mescidi de denir. Ayrıca mescidi “vadi” de denir çünkü bu mescid “Ranuna vadisi”nin içerisindedir Bu mescid 1990 lı yıllarda yeniden yapıldı. Türk mimarisini andıran yapısıyla arzı endam eden bu mescid kuba mescinin bir km.kuzeyine düşmektedir. Mimarı Mahmut Kirazoğlu dur.
Ebî Zer Mescidi
Mescid-i Nebevînin 900 m. Kuzeyine düşen bu mescide Ebu Zer mescidi dendiği gibi secde mescidi de denir. Abdurrahman bin Avf diyor ki Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bu noktada kıbleye yöneldi ve secdeye kapandı secdeyi çok uzattı. Kalkınca ya rasullellah secdenizi çok uzatınca korktum Allah ruhunuzu aldı zannettim dedim. Oda bana Cibril geldi ve şu müjdeyi verdi. “Allah c.c. sana kim salat ederse ben de ona salat ederim, kim selam verirse ben de ona selam veririm” buyuruyor deyince ben de Allaha şükür secdesi yaptım. buyurdular. Bu mescide şükür mescidi de denir.
İcâbe Mescid
Sahihi Müslimde rivayet edilen bir hadisi şerifte Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyuruyorlar: “rabbime üç duada bulundum bunlardan ikisini kabul etti birini etmedi. Rabbimden ümmetimi kıtlıkla helak etmemesini istedim kabul etti. Yine rabbimden ümmetimi tufanla helak etmemesini istedim bunu da kabul etti. Birde ümmetimi kendi içinde bölmemesini, bir birine düşürmemesini istedim bunu kabul etmedi.” Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bu duayı bu mescidin bulunduğu yerde yapmıştır bundan dolayı bu mescide duanın kabul olması manasına icabe mescidi denmiştir. Ayrıca bu mescid beni muaviye kabilesinin içinde olduğu için Benî Muaviye mescidi de denmiştir. Ancak bu gün icabe mescidi diye anılmaktır.Bu mescid bu gün şarii sittin denilen cadde üzerinde bulunmaktadır. Binası yenilenerek genişletilmiştir. Mesahası takriben 1000m² dir.
MESCİD-İ DIRÂR
Peygaberimizin inşasında bizzat çalıştığı İslam'ın ilk Mescidi Kuba Mescidi; Peygamberimizin bizzat yakılıp-yıkılması emrini verdiği ilk ve son mescid Mescid-i Dırar. HER İKİ MESCİD KUBA'da ve yanyanaydı. İkisi de aynı şekilde taştan topraktandı ve adı da mescid idi. Fark fonksiyonuydu.
Münafıklarca Medine'de inşa edilen mescit. Müslümanlara zarar verme amacıyla yapıldığı için Kur'an'da Mescid-i Dırâr olarak nitelenmiş ve daha sonra bu adla anılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.s), münafıkların amacını bildiren vahiy üzerine bu mesciti yaktırarak müslümanlar arasında fitne kaynağı olmasına izin vermemiştir.
Medine'de münafıklar, İslâm aleyhindeki faaliyetlerini açıkça ve rahatça yapamadıkları için İslâm devletinin takibinden kendilerini koruyacak, gizli çalışmalarını yürütmeye elverişli bir merkeze ihtiyaç duyuyorlardı. Aslen Medineli olduğu halde, Hz. Peygamber'in Medine'ye hicret etmesi üzerine İslâma ve Hz. Peygamber (s.a.s.)'e düşmanlığı ve hışmı dolayısıyla önce Mekke'ye daha sonra da Bizans ülkesine giden Ebû Âmir er-Râhib/el-Fâsık (Hz. Peygamber, onun er-Râhib lakabını el-Fâsık şeklinde değiştirmiştir) irtibatlı bulunduğu Medine'deki münafıklara mescit şeklinde bir merkez kurmaları tavsiye ve tahrikinde bulundu.
Bunun üzerine münafıklar, 9/630 senesinde Medine'de Sâlim b. Avf Oğullarının bölgesinde Kubâ Mescidi'ne yakın bir yerde sözde bir mescit inşa ettiler. Bundan sonra Hz. Peygamber'e müracaatla içlerinden yaşlıların ve özür sahiplerinin devamlı merkezdeki Medine Mescidi'ne gelemediklerini, bazen yağmurlu ve soğuk günlerde kendilerinin de cemaata katılamadıklarını, bu sebeple kendi bölgelerinde namazı cemaatla kılabilmek üzere bir mescit inşa ettiklerini belirterek, mescitlerine gelip namaz kıldırmasını ve böylece bu mescitin açılışını yaparak resmen tanınmasını istediler. Bu sırada Hz. Peygamber (s.a.s), Tebûk Gazvesi'nin hazırlıkları ile son derece meşguldu ve sefere çıkmak üzere idi. Bu sebeple kendisine müracaat edenlere, ancak seferden döndükten sonra mescitlerine gelebileceğini belirtti.
Fakat Hz. Peygamber (s.a.s), Tebük Seferinden dönerken Medine yakınlarında Tevbe Suresinin 107-110. ayetleri nazil oldu. Bu ayetlerde sözkonusu mescitin zarar verme (dırâr) inkar etme, Müslümanlar arasında ayrılık çıkarma, daha önce Allah ve Resulune karşı savaşanlara gözetleme yeri hazırlama amacıyla yapıldığı, münafıkların bu amaçlarını gizlemek için
"Biz sadece iyilik yapmak istiyorduk" diye yemin ettikleri, buna rağmen yalancı oldukları belirtilerek şöyle buyuruluyordu:
وَالَّذِينَ اتَّخَذُواْ مَسْجِداً ضِرَاراً وَكُفْراً وَتَفْرِيقاً بَيْنَ الْمُؤْمِنِينَ وَإِرْصَاداً لِّمَنْ حَارَبَ اللّهَ وَرَسُولَهُ مِن قَبْلُ وَلَيَحْلِفَنَّ إِنْ أَرَدْنَا إِلاَّ الْحُسْنَى وَاللّهُ يَشْهَدُ إِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ{107}
لاَ تَقُمْ فِيهِ أَبَداً لَّمَسْجِدٌ أُسِّسَ عَلَى التَّقْوَى مِنْ أَوَّلِ يَوْمٍ أَحَقُّ أَن تَقُومَ فِيهِ فِيهِ رِجَالٌ يُحِبُّونَ أَن يَتَطَهَّرُواْ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّرِينَ {108} أَفَمَنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَى تَقْوَى مِنَ اللّهِ وَرِضْوَانٍ خَيْرٌ أَم مَّنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَىَ شَفَا جُرُفٍ هَارٍ فَانْهَارَ بِهِ فِي نَارِ جَهَنَّمَ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ {109} لاَ يَزَالُ بُنْيَانُهُمُ الَّذِي بَنَوْاْ رِيبَةً فِي قُلُوبِهِمْ إِلاَّ أَن تَقَطَّعَ قُلُوبُهُمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ {110}
(et-Tevbe, 9/107-110)
"Ey Nebi! Bu mescitte asla namaza durma. Şüphesiz ki başlangıcından itibaren takva üzere kurulan mescitte namaz kılman daha hayırlıdır. O mescitte kendilerini maddi ve manevi kirlerden temizlemeyi seven adamlar vardır. Allah kendisini temizleyenleri sever. Binasının temelini Allah'tan korkma ve rızasını kazanma esası üzerine kuran mı, yoksa binasını bir uçurumun kenarına kurup da onunla Cehennemin ateşine göçen mi daha hayırlıdır! Allah zalimler güruhunu doğru yola sevketmez. Yürekleri paramparça oluncaya kadar yaptıkları o mescit daima bir şüphe kaynağı olarak kalblerinde kalacaktır. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir"
Münafıklar Dırâr Mescidini açmak için Hz. Peygamber (s.a.s)in seferden dönmesini bekliyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.s.), Medine'ye dönünce, gerçek mahiyeti konusunda bilgilendirildiği, yönlendirildiği Dırâr mescitini görevlendirdiği birkaç sahabe vasıtasıyla yaktırarak ortadan kaldırdı. Böylece münafıkların belli bir merkezde üslenerek faaliyette bulunmalarına fırsat vermedi. Dırar mescidinin yakılması, İslâm tarihinde bir ibadet mahalline yönelik ilk ve son eylemdir. Bu eylem İslam toplumunun birliğini bozmaya yönelik faaliyetlere hiç bir şekilde izin verilmeyeceğinin bir kanıtıdır. Bu olay ayrıca İslâm düşmanlarının haince amaçları için İslam'ın temel kurumlarını bile kullanmaktan çekinmeyecekleri konusunda Müslümanlara yapılan bir uyarı niteliği taşımaktadır
UHUD SAVAŞI
İslam ordusunun harp nizamına konulmağa başlanması:
Peygamberimiz, ordusunu, çarpışma düzenine koymağa başladı: Solda bulunan Ayneyn tepesine elli okçu gönderdi. Abdullah b. Cübeyr'i onlara kumandan tayin etti.
Peygamberimizin okçulara emri :
Vazifeniz; Bize yönelecek süvarileri oka tutup püskürtmek, onların, arkamızdan gelmelerine imkân vermemektir.
Haydi kalkınız, şurada yerinizi alınız! Bizi, arkamızdan koruyunuz! Düşmanı yenip ganimet toplamaya koyulduğumuzu görseniz de sakın bize katılmayınız!
Kuşların, bizi kapıştıklarını görseniz de, ben size adam göndermedikçe, sakın yerinizden ayrılmayınız! Düşmanları yendiğimizi görseniz de, ben size haber göndermedikçe, sakın yerinizden ayrılmayınız!
Onların, bizi yendiklerini görseniz de, sakın yerinizden ayrılmayınız ve yardımımıza koşmayınız! Siz, yerinizde durmazsanız, biz, galip olamayız!» dedi.
Okçular, İslam ordusunun arkasından hiç kimsenin gelmesine meydan ve imkan vermeyecekler, onları oka tutacaklardı.
Peygamberimizin okçulara verdiği emri tekrarlaması ve Allah'ı şahid tutması:
Okçular, yerlerine yerleştikleri zaman, Peygamberimiz, onların yanlarına vardı:
«Bizi, arkamızdan koruyunuz! Biz, düşmanın arkamızdan gelmesinden korkarız!
Yerinizde durunuz ve buradan hiç ayrılmayınız!
Bizim, onları bozup hezimete uğrattığımızı, ordugahlarına daldığımızı görseniz dahi, yerinizden ayrılmayınız!
Bizi, öldüreceklerini, öldürdüklerini görseniz dahi gelip bize yardımcı olmayınız ve onlardan bizi korumaya çalışmayınız!
Size yöneldikçe, düşman süvarilerini oka tutunuz! Çünkü, süvariler, atılan oklara doğru gelemezler!
Allah'ım! Bunları, onlara tebliğ ettiğime Seni şahid tutarım!» dedi.
Okçuların, kazanılan zaferi kaybettirmeleri:
Okçulardan bazıları, birbirlerine:
«Ne duruyorsunuz: Allah, düşmanı, bozguna uğrattı. Şu kardeşleriniz onların ordugahlarında ganîmet toplamağa koyuldular. Siz de müşriklerin ordugahına giriniz. Kardeşlerinizle birlikte ganîmet toplayınız!» dedikleri zaman, bir kısım okçular :
«Siz, Resulullah'ın: “Bizi, arkamızdan koruyunuz! Sakın, yerinizden ayrılmayınız! Bizim, öldürüldüğümüzü görseniz de yardımımıza koşmayınız! Ganimet topladığınızı görseniz de bize katılmayınız! Bizi, arkamızdan koruyunuz!” buyurduğunu bilmiyor musunuz? Sakın, yerinizden ayrılmayınız!» dediler.
Diğer okçular ise: “Resulullah'ın muradı bu değildir. Allah, müşrikleri zillete ve hezîmete uğrattı. Siz de onların ordugahına giriniz ve kardeşlerinizle birlikte ganîmet toplayınız!» dediler.
Okçuların, böyle, anlaşmazlıklara düştüklerini görünce, Kumandanları Abdullah b. Cübeyr, Allah'a ve Resulüne itaat etmelerini onlara emir ve tavsiye etti. dinlemediler.
"Resulullah'ın, size söylediği şeyi unuttunuz mu?" dedi.
Okçular, gemi, azıya almışlardı:
"Biz, vallahi, gideceğiz. Ganîmetten nasibimizi alacağız!" dediler ve gittiler".
Okçular tepesinde Abdullah b. Cübeyr ile vefalı on arkadaşından başka kimse kalmadı.
Haris b. Enes : «Ey cemaat! Peygamberimizin size söylediği sözü hatırlayınız! Kumandanınıza itaat ediniz!» diyerek uyarmada bulundu ise de onları geri çeviremedi. Okçular, tepe geçidini açık bırakarak müşriklerin ordugâhına daldılar, ganimet toplamaya koyuldular.
Halid b. Velîd, okçuların azaldığını, dağın tenhalaştığını, Müslümanların ganimet toplamakla uğraştıklarını, arkalarının açıldığını görünce, müşriklerin süvarilerine seslendi ve hücuma geçti. İkrime ve diğerleri de onu takip ettiler Tepede kalan okçuları şehit ettikten sonra Müslümanların arkalarından saldırdılar,
Kureyş süvarileri, okçuları, son neferine kadar şehid ettikten sonra arkadan hücuma geçtiler. Süvarilerinin çarpıştığını görünce, bozulmuş, dağılmış olan Kureyş askerleri de birbirlerine seslenerek toplanıp Müslümanların üzerine yürüdüler.
Okçuların, verilen kesin emri umursamayarak ganîmet toplamak için yerlerinden ayrılmaları, gerçekleşen bir zaferi, mağlubiyete çevirmiş, Müslümanları feci duruma düşürmüştü.
Sonradan, daha başkaları da Medine'ye gelip evlerine sokulmağa başladılar.
Haris b. Hatıb, Salebe b. Hatıb, Sevad b. Gaziyye, Sa'd b. Osman, Ukbe b. Osman, Harice b. Amir Melel'e; Evs b. Kayzî ile Harise oğullarından bazıları Şukra'ya erişmişlerdi.
Hanzala'nın evlenişi ve Uhud'e gelişi:
Ebu Amir'in oğlu Hanzala, hayırlı bir Müslüman’dı. Abdullah b. Übeyy b. Selül'ün kızı Cemîle ile nikahlanmış bulunuyordu.
Ertesi cumartesi günü zifaf olacaklar, sabahleyin de Uhud'de çarpışılacaktı. Hanzala, geceyi Medine'de ailesinin yanında geçirmek için Peygamberimizden müsaade istedi, kendisine müsaade edildi.
Cumartesi günü sabahleyin Uhud'e yetişmek için yıkanmadan yola çıktı. Yola çıkacağı sırada karısı Cemîle, kavminden dört kişi çağırdı. Hanzala ile o gece zifaf olduklarını söyleyip doğacak çocuğun da Hanzala'ya aid bulunacağına onları şahid tuttu.
Şahidler: «Buna neden lüzum gördün?» diye sordular. O da: “Rü'yada semanın açıldığını ve Hanzala'nın içeri girdikten sonra kapandığım gördüm!» dedi.
Peygamberimiz, safları düzeltirken, Hanzala Uhud'a gelip mücahidler arasına katıldı.
Savaş esnasında müşrikler bozulup dağıldıkları sırada, Hanzala, Ebu Süfyan'ın önünü kesti. Atını yaralayarak onu kaçamayacak hale getirdi.
Ebu Sufyan yere düşüp :
«Ey Kureyşliler! Yetişin, Ben Ebu Süfyan'ım! Hanzala kılıçla beni boğazlamak istiyor.» dediğinde sesini işitmelerine rağmen herkes kendi can derdinde gelemezken Şeddad b. Esved gelip Hanzala'yı arkasından mızrakladı ve şehid etti. Ebu Süfyan kalkarak kaçtı.
Hanzala şehid düşünce, Peygamberimiz onun cünüplüğünden dolayı Melekler tarafından yıkandığını gördü ve Sahabilere haber verdi.
Ebu Üseyd der ki, gidip ona baktık . Başında ıslaklık vardı. Döndüm bunu Resulullah'a haber verdim. O da Medine'de bunu hanımına sordurdu. Hanımı, Uhud'a çıktığında cünüp olduğunu ve Hanzala'nın, Uhud'a yetişmek için acele ettiğinden, gusletmeyi unuttuğunu, söyledi..
Evsîler, Hazrecîlere karşı »Melekler tarafından yıkanan Hanzala, bizdendir!» diyerek iftihar ederlerdi.
Hanzala'nın cesedi, Hz. Hamza ile Abdullah b. Cahş'ın cesedleri yanında idi. Babası, Ebü Amir, onun cesedine işkence yaptırtmadı.
Uhud'dan kaçanları İbn-i Ümmü Mektum'un ve Ümmü Eymen'in kınamaları:
İbn-i Ümmü Mektum, Medine'ye gelenlere :
«Demek, siz, Resulullah'ın yanından kaçıyorsunuz ha?!» dedi. Gözleri görmediği için:
«Beni, Uhud yoluna doğrultunuz, yöneltiniz!» demekte, her rastladığı yolcudan, haber sormakta idi.
En sonunda, Uhud'den dönenlerden rastladığı birisinden Peygamberimizin selamet haberini alınca, evine döndü.
Ümmü Eymen de Şukra'ya gelenlere kavuşup yüzlerine toprak saçtı. İçlerinden bazısına da:
“Burada öreke var! Bari, onu al da iplik bük! Getir, ver kılıcını bana! Kadınlarla Uhud'a gidip ben çarpışayım!» dedi.
Uhud'de bozulan Müslümanların umumiyetle, Uhud dağından ileri geçmedikleri, dağın eteğinde durdukları ve oradan ayrılmadıkları da rivayet edilir.
Bozulan ve dağılan Müslümanlardan bir kısmı A'vas yanındaki Münakka'ya kadar çekilmişler, Hz. Osman ile Ukbe b. Osman ve Sa'd b. Osman ise Medine civarındaki Cel'ab dağına erişmişlerdi. Orada üç gün kaldıktan sonra dönmüşler,
Peygamberimiz, onlara:
“Siz, dağın enine doğru uzakça gittiniz!:” demekle iktifa etmiştir.
Mus'ab b. Umeyr'in şehid edilişi:
Müslümanlar, oraya buraya dağıldıkları halde Mus'ab b. Umeyr, Peygamberimizin yanından hiç ayrılmadı.
Bir ara, İbn-i Kamia, atlı olarak, Peygamberimizin yakınına gelmişti.
"Gösteriniz bana Muhammed'i! O, kurtulursa, ben, kurtulmayayım!» diyerek haykırıyordu.
Mus'ab b. Umeyr, yanında erkek Müslümanlardan bazılarıyla Nüseybe hatun olduğu halde, İbn-i Kamia'nın önünü kesti.
İbn-i Kamia, Nüseybe hatunun omzuna bir kılıç darbesi indirdi. 0 da İbn-i Kamia'ya müteaddid darbeler indirdi ise de, üzerinde iki kat zırh bulunduğundan, te'sir ettiremedi.
İbn-i Kamia vurup Mus'ab'ın sağ elini kesti. Mus'ab, sancağı, sol eline aldı.
İbn-i Kamia, onun sol elini de kesti. Mus'ab, sancağı, kollarıyla tutup göğsüne bastırdı: İbn-i Kamia, mızraklayıp vücudunu delince, Mus'ab, yıkıldı. Sancak da yere düştü.
Mus'ab, şehid olunca, Peygamberimiz, sancağı Hz. Ali'ye verdi. Hz. Ali, çarpışmağa gidince de onu, sonuna kadar Ebu’r-Rum taşıdı, elinden bırakmadı. Sancağın, bir müddet, Numan b. Ruhayla'nın yanında bulunduğu da rivayet edilir
Mus'ab'ın suretine giren Sancaktar Melek:
Rivayete göre: Mus'ab, şehid düşünce, sancağı, Mus'ab'ın suretinde bir Melek almıştı. (İbn'i Sa'd — Tabakat, c. 2, s. 42)
Peygamberimiz: «Gel ey Mus'ab!» diye ona seslendiği zaman, Melek, Peygamberimize dönüp: «Ben, Mus'ab değilim!» demişti.
Peygamberimiz, onun bir Melek olduğunu, kendisine yardım için geldiğini anladı. (Vakıdî — Megazi, s. 182)
Peygamberimizin, İbn-i Kamia'ya İlenmesi:
İbn-i Kamia: «Al bunu benden! Ben, İbn-i Kamia'dan!» diyerek vurup Mus'ab'ı şehid edince, Peygamberimiz:
«Allah, seni zelîl ve perîşan etsin» dedi.
İbn-î Kamia'nın, Peygamberimizi öldürdüğünü sanması ve yayması:
İbn-i Kamia, Mus'ab'ı, Peygamberimiz sanıyordu. Onu, vurup yere düşürünce, müşriklerin yanına dönmüş :
«Muhammed'i öldürdüm!» demişti.
Peygamberimiz, Hazrecîlerin sancağını Sa'd b. Ubade'ye vermiş, onların sancağı altında durmuştu.
Habeşli köle Ebu Desme Vahşî b. Harb'e yapılan teklif ve va'd:
Habeşli köle Vahşî der ki:
«Haris b. Amir'in kızı bana: babam Bedir günü öldürüldü. Eğer, sen, üç kişiden birini: Muhammed'i veya Hamza b. Abdu’l-Muttalib'i, yahut Ali b. Ebî Talib'i öldürürsen, hürsün, azadsın! Çünki, ben, Kureyş kavmi içinde bunlardan başkasını babama denk görmüyorum! dedi,
Ben: Peygamberin üzerine varmaya güç yettiremeyeceğimi biliyorum. Çünkü, Ashabı, O'nu yalnız bırakmaz, kimseye teslim etmezler. Hamza'yı ise, vallahi, uyurken bulsam, heybetinden uyandırmağa cesaret edemem. Amma Ali'ye gelince, onu öldürmek için bir fırsat kollayayım bakayım, dedim.
Halk arasında Ali'yi aradım. Derken, Ali, göründü, Kendisi, çok uyanık, girişken, çevik, çekingen ve etrafına çok bakınan bir adamdı. Kendi kendime . benim aradığım, hakkından gelebileceğim adamım bu değil! dedim.
O sırada Hamza'yı gördüm : Halkı, kasıp kavuruyor, kesip biçiyordu . Ona fırsat kollamak için, bir kayanın arkasına gizlendim.
Hz. Hamza'nın Vahşî tarafından şehid edilişi:
Bir ara, Siba' b. Ümmü Enmar: (Var mı benimle çarpışacak bir yiğit?) diyerek meydan okuyordu.
Hamza, ona: (Gel yanıma ey kadın sünnetçisi olan kadının oğlu!)
(Allah'a ve Resulüne sen misin meydan okuyan?!) dedi ve onu, göz açtırmadan, bacaklarından vurup yere serdi. Üzerine çöküp koyun boğazlar gibi boğazladıktan sonra sür'atle bana doğru gelirken, beni gördü.
Sel suları arklarına eriştiği sırada, ayağı kayıp yıkılınca mızrağımı, onun istediğim yerinden vurmak için, fırlatıp attın . Böğründen vurdum. Hatta, mızrağımın ucu, mesanesinden dışarı çıktı!
Arkadaşlarından bazıları koşup yanına geldiler.
Ona: (Ebu Umare!) diye seslendiklerini işittim.
Cevap vermeyince : (Vallahi, adam, öldü!) dedim.
Arkadaşları, onun öldüğüne kanaat getirerek yanından dağıldılar. Beni göremediler.
Hz. Hamza'nın ciğerinin çıkarılması, burun ve kulaklarından gerdanlık yapılması:
Onlar, uzaklaştıktan sonra, Hamza'nın yanına varıp karnını yardım. Ciğerini çıkarıp Utbe'nin kızı Hind'e götürdüm.
“Babanı, öldüreni öldürürsem, bana ne var?” dedim.
“Üzerimdeki elbise ve eşyam var!” dedi.
“Işte, sana, Hamza'nın ciğeri!” dedim.
Hind, ciğeri alıp ağzında çiğnedi! Yutamayınca, ağzından dışarı attı.
Suyunu mu, yoksa posasını mı atmıştı bilmiyorum.
Üzerindeki elbisesini ve takıntılarını çıkarıp bana verdi. Sonra da: “Mekke'ye vardığım zaman, sana on tane de Dînar (altun) var! Bana, onun vurulup düştüğü yeri de göster!” dedi.
Gidip gösterdim. Hamza'nın erkeklik uzvunu, burnunu ve kulaklarını kesti. Onlardan, iki bilezik, iki pazvand, iki tane ayak halhalı yaptı. Bunlan takınmış olarak Mekke'ye girdi. Hamza'nın ciğeri de yanında idi.»
Hind, Uhud günü, Hz. Hamza'nın cesedini ele geçirebilirse, ciğerini yemeyi adamıştı.
Hz. Hamza'nın etinden tadana Cehennem'in haram olduğu:
Hz. Hamza'nın ciğerinin Hind tarafından çiğnendiği haber verilince, Peygamberimiz : «Ondan birşey yedi mi?» diye sordu.
«Hayır!» dediler.
Bunun üzerine: «Hamza'nın etinden birşey tadana, Allah, temelli olarak cehenneme haram kılmıştır, yaktırmayacaktır!» buyurdu .
Hind'in kaya üzerinde yaptığı hitabe:
Hind, Hz. Hamza'nın ve diğer şehitlerin kulak ve burunlarını keserek yaptığı gerdanlık ve halhalları Vahşî'ye verip bir kayanın üzerine çıktı.
Bağıra bağıra söylediği dört beyitte:
Babasının, kardeşinin, amcasının Bedir'deki öcünü aldığım, kalp yarasının soğuyup iyileştiğini, adağını yerine getirdiğini, ömrü boyunca ve hatta kabrinde kemikleri çürüyünceye kadar Vahşî'ye minnet ve teşekküre borçlu bulunduğunu ifade etti.
Hind'in Vahşî'yi gördükçe Hz. Hamza'yı şehid etmeye kışkırttığı:
Hind, nerede ve ne zaman Vahşî ile rastlaşsa, ona:
«Ey Ebü Desme! Haydi göreyim seni! Şifa ver, şifa bul!» diyerek, Hz. Hamza'yı şehid etmeye onu kışkırtırdı.
Hz. Hamza'nın hayat ve fazileti, şemaili hakkında bazı bilgiler :
Hz. Hamza, müşriklerle çarpıştığı gün, oruçlu idi. Orucunu açmadan şehid düştü.
Hz. Hamza, Peygamberimizin amcasıdır. Peygamberimizden iki yaş büyüktü. Süveybe hatun, ikisini de emdirdiği için, Peygamberimizle Hz. Hamza süt kardeşi olmuşlardı. (İbn-i Abdulber — İstiab, c. 1, s. 370, îbn-i Esîr — Üsdülgabe. c. 2, s. 46, 49)
NÜSEYBE HATUNUN YARARLIK VE KAHRAMANLIKLARI:
Ümmü Umare Nüseybe bint-i Ka'b, kocası ve üç oğlu ile birlikte gelmişti.
Kocasıyla oğulları, müşriklerle çarpışacaklar, kendisi de yaralanan Müslümanlara su yetiştirecekti.
Nüseybe hatun der ki:
“Gündüzün başlangıcında Uhud'e vardım. Halk, ne yapıyor bir bakayım? dedim. Yanımda da kırba ve içinde su vardı. Resulullah'ın yanına kadar gittim. Kendisi, o sırada Ashabı arasında bulunuyordu.
Zafer ve galebe, Müslümanlarda idi.
Müslümanlar, bozulmağa başlayınca, Resulullah'ın yanına vardım. Çarpışmaya koyuldum. Kılıçla, okla, müşrikleri, Resulullah'tan uzaklaştırmaya çalıştım. Yaralandım.
Resulullah'ın yanında on kişi kalmamıştı.
Ben, oğullarım ve kocam, Resulullah'ın önünde çarpışıyor, müşrikleri O'ndan uzaklaştırıyorduk.
Resulullah, benim yanımda kalkan bulunmadığım gördü. Yanında kalkan bulunan birisine: “Ey kalkan sahibi! Kalkanını, çarpışana bırak!” dedi. Bırakınca, onu, Resulullah aldı. Ben de Resulullah'dan alıp onunla korundum.
Bize, ancak, süvariler, yapacaklarını yaptılar. At üzerinde bir adam gelip bana vurdu. Kalkanımla korundum.
Ben de onun atının ayaklarını kılıçla çaldım. At, arkasının üzerine yıkılınca, Peygamber Aleyhisselam:
“Ey Ümmü Umare'nin oğlu! Annene, annene yardım et!” diyerek oğluma seslendi.
Nüseybe hatunun oğlu Abdullah der ki:
«Uhud günü sol kolumdan yaralanmıştım. Beni, hurma ağacı gibi up uzun bir adam vurmuştu. Resulullah:
«Yaranı sar!» dedi. Annem, yanıma geldi. Yanında, yaraları sarmak için hazır bezler vardı. Yaramı sardı.
Resulullah, durup bana bakıyordu.
Annem, yaramı sardıktan sonra, bana: (Kalk yavrucuğum! Müşriklerle çarpış!) dedi.
Peygamber Aleyhisselam: “Ey Ümmü Umare! Senin katlandığın, dayanabildiğin şeye, herkes katlanabilir, dayanabilir mi?” dedi.
Beni yaralayan müşrik, o sırada oradan geçiyordu.
Resulullah: “İşte oğluna vuran şu adam!” dedi.
Annem, hemen onun önünü kesip bacağına vurdu ve çökertti. Resulullah'ın, azı dişleri görünecek kadar gülümsediğini gördüm.
“Hamd olsun Allah'a ki, seni düşmanına muzaffer kılıp gözünü aydın etti. . Öcünü almayı sana gözünle gösterdi!”» dedi.
Peygamberimiz: “Uhud günü, sağıma, soluma döndükçe, hep Ümmü Umare'nin, yanı başımda çarpıştığım görürdüm!” buyurmuştur.
Peygamberimiz, Ümmü Umare'nin oğlu Abdullah'a: “Ey Ümmü Umare'nin oğlu!” diye seslendi.
Abdullah: «Buyur!» deyince, ona: «At!» dedi.
Abdullah, önünde gitmekte olan atlı bir müşrike bir taş attı. Taş, atın gözüne değdi. At, kıvrandı. At da, atlı da yere yıkıldı.
Abdullah, taşa tutup müşriki yaraladı.
Nüseybe hanım ve ev halkı için yapılan dua:
Nüseybe hatunun oniki, onüç yerinde yarası vardı. En büyüğü ve ağırı, İbn-i Kamia'dan aldığı omuz yarası olup bir yıl onun tedavisiyle uğraşmıştır.
Peygamberimiz, Nüseybe hatunun omuzundan aldığı yarayı görünce, oğlu Abdullah'a:
«Annenin, annenin yarasını sar! Ev halkınıza Allah mübarek kılsın: Senin annenin makamı, filan ve filancaların makamından hayırlıdır!
Annenin kocasının makamı da filan ve filanların makamından hayırlıdır.
Senin makamın da filan ve filanların makamından hayırlıdır.
Allah, sizin ev halkınıza rahmet etsin!» dedi.
Nüseybe hatun: «Allah'a dua et de cennette Sana komşu olalım!» dedi,
Peygamberimiz: “Allah'ım! Bunları, cennette bana komşu ve arkadaş et!” diye dua etti.
Bunun üzerine, Nüseybe hatun :
•Eh, bu, yeter! Bana, artık ne musîbet gelirse, gelsin dünyada!» dedi.
Dostları ilə paylaş: |