Melanie Klein (1882-1960)


Kendilik ve Nesne Tasarımları



Yüklə 125,91 Kb.
səhifə2/2
tarix20.11.2017
ölçüsü125,91 Kb.
#32413
1   2

Kendilik ve Nesne Tasarımları

Benliğin asıl işlevlerinden biri, nesneler arasında ilişki kurmak (onları aramak ve onlardan kaçınmak için [Balint, 1955]) olsa da, nesne ilişkileri benliğin ve üstbenliğin gelişimi için gereklidir. Bu yapıların nitelikleri büyük oranda nesne ilişkilerinin içselleştirilmesiyle belirlenir. Hartmann (1950), (kişiliğin diğer alt yapılarından farklı bir zihinsel sistem olarak) benliği, (kişinin kendisini diğer nesnelerden ayıran) kendilikten ayırmıştır. Başlarda nesne tasarımları kendilik tasarımlarından farklılaşmamıştır. “Tasarım”, benliğin gerçekçi veya çarpıtılmış kendilik ve nesne imgelerinden ve birçok izlenimden çıkarımla oluşturduğu “kalıcı bir şemadır”(Moore ve Fine, 1968). Bu yüzden mesela, kendilik tasarımı: “tecrübe edilen tüm vücut durumlarının kalıcı tasarımlarını ve yaşanan tüm dürtü ve duygulanımları içerir. Birey bunları, hem kendisine hem de dış dünyaya verdiği tepkiler olarak, farklı zamanlarda bilinçli bir şekilde algılamıştır. Kendilik tasarımı, nesne tasarımlarıyla birlikte benliğe uyum ve savunma işlevleri için malzeme sağlar.” Temel olarak nesne tasarımları karmaşık duygulanımsal ve düşünsel öğeler içerir. İlk tasarımların duygulanımsal yanı daha ağır basar, çünkü ilk nesne imgeleri ve bir parçası oldukları kalıcı şema, anneyle bebek arasındaki ilk duygulanımsal ilişkinin kurulmasıyla oluşur (Novey, 1961). Jacobson’a (1964) göre;


“Benlikten ayrı olan kendilik ve kendilik tasarımlarının anlamı, nesne dünyasının keşfedilmesiyle ve bu dünyayla kişinin fiziksel ve zihinsel kendiliği arasındaki ayırımın artmasıyla birlikte benliğin ortaya çıkıp, sistemin kurulduğunu hatırladığımızda daha da netleşir. Bağlantılandırıldıkları haz veren ve vermeyen, içgüdüsel, duygusal, düşünsel ve işlevsel deneyimlerin ve algıların oluşturduğu devamlı artan hafıza izlerinden, sevilen nesnelerin ve bunun yanında bedenin ve psişik kendiliğin imgeleri ortaya çıkar. Başta belirsiz ve değişken iken yavaş yavaş genişler ve nesne dünyasının ve kendiliğin kararlı ve az çok gerçekçi endopsişik tasarımları oluşur.”
Kernberg (1966) benliğin; nesneleri içselleştirmeyi savunma amacıyla kullandığında var olduğunu söylemiştir. Bunu özellikle de ilk dönemlerde, savunma amacıyla kaygının üstesinden gelebilmek için kullanır. Benliğin bu tanımı, Hartmann’ın (1939) birincil otonom araç dediği, ilk altbenlik-benlik karışımından oluşan çekirdeği anlatan teorisine uymaz. Burada Kernberg’ in söylediği, 1923’te Freud’un tanımladığı benliğe daha yakındır.
Benliğin bütünleştirme işlevi ile kendilik ve nesnenin tasarımsal açıdan farklılaşması karşılıklı olarak olgunlaşır. Tekrar Gable’ın olgusuna dönersek, Gable’ın adalarının her birini, benlik tarafından oluşturulmuş bazı ilkel kendilik imgelerini içeren, ayrılmış benlik parçaları olarak tanımlamak uygun olur. Bu benlik parçalarının her biri, kedisine karşılık gelen nesne imgeleriyle ve içselleştirildikleri sırada etkin olan duygulanımla bağlantılıdır. Psikotik hastalarda ise kendilik ve nesne imgeleri arasında ayrımlaşma olmamıştır. Ayrıca psikotiklerde her ada bütünleşmeden kalmıştır. Yani her ada kendi içinde parçalara ayrılmıştır. Sınırda kişilik örgütlenmesi olan hastalarda adalar parçalara ayrılmış halde değildir, bir sekil almışlardır ve kümeler oluşturmaya eğilimlidir. “Bütünüyle iyiler” birlikte bir küme yaparken “bütünüyle kötüler” den oluşan ilk kümeden bölünüp ayrımlaşmışlardır. Bu bağlamda ben de “bölme” tanımını, Kernberg’in (1966,1967, 1970b, 1972b) kullandığı gibi, Kleiniyenlerin kullanımından daha sınırlı bir biçimde kullanmayı tercih ediyorum.
Kernberg, sınırda kişilik örgütlenmesi olan hastanın erken dönemdeki bölünmüş tasarım kümelerine patolojik olarak saplandığını ve libidinal dürtünün etkisi altında inşa edilen nesne ve kendilik imgelerinin, saldırganlık dürtüsünün etkisi altında inşa edilenlerle bütünleşmediğini açıklamıştı. Benlikteki bu bölünme, başlangıçta karşıt özellikleri olan “içe atılmış tasarımların” ve özdeşimlerin bütünleşmesindeki basit bir hatayken (buna hata denebilir mi?), bunun hemen ardından savunma amacıyla kullanılmaya başlanır. “Bölme” terimi psikanalizde birden fazla süreci anlatmak için kullanılır (Lichtenberg ve Slap, 1973). Bu nedenle çocuğun gelişimi sırasında kullandığı ilk orijinal bölmeye “gelişimsel bölme” ve gelişimdeki patoloji nedeniyle gelişimsel bölmenin savunma için kullanıldığı durumlardaki bölmeye de “ilkel bölme” diyeceğim.
Jacobson (1964) gelişimsel bölmenin oluşumunu şöyle anlatır:

“Libido ve saldırganlık, süreğen olarak sevgi nesnesinden kendiliğe ve kendilikten sevgi nesnesine veya bir nesneden diğerine yönlendirilir. Bu esnada kendilik ve nesne imgeleri ve bunların yanında farklı nesnelerin imgeleri geçici sürelerle kaynaşır, ayrılır ve tekrar birleşir. Aynı anda böyle bir karışık imge birimine sadece libido yatırımı yapma ve bir diğerine de tüm saldırganlığı yönlendirme eğilimi vardır. Bu, çifte değerliliğe tahammül edilebilene dek devam eder. Buradaki yatırım yapma süreçleri, çocuğun bilinçdışında sevilen nesneyi yutarak içe alma ve çıkartma fantezileri üzerine kurulmuş içe atma ve yansıtma düzeneklerine yansır.”


Psikotik hastada nesne tasarımları, kendilik tasarımlarından veya birbirlerinden farklılaşmamıştır. Ama sınırda kişilik örgütlenmesi olan hastalar, kendilerini çok yakın hissettikleri kişilerle kurdukları ve farklılaşmaların bulanıklaştığı veya kaybolduğu ilişkiler dışında, kendilik ve nesne tasarımlarını birbirinden ilkel bölme ile ayırırlar. Narsisistik kişilikte; asıl kendilik, ideal kendilik ve ideal nesne arasındaki gerilimi ortadan kaldırmak için tüm bu imgelerin birbirinin içine geçip şişirildiği bir kendilik kavramı oluşturulur. Böylelikle gelişen kendilik tasarımı, ilkel bölme ile istenmeyen kendilik ve nesne imgelerinden uzak tutulur.
Cinsel sapkınlıklarda ise beden imgesinin nesne imgesi ile kaynaşmış tasarımının veya yalnız cinsellikle ilgili vücut organlarının kaynaşmış tasarımlarının dışında (Bak, 1971), nesne tasarımları korunmuş ve bunlara libidinal, saldırgan veya nötral enerji yatırılmıştır.
Şimdi özet olarak bahsedeceğim sınırdaki genç hastanın tedavisindeki içe atma ve yansıtma düzeneklerini yansıtan psişik yatırımındaki yer değiştirmeler ve değişimler, klinik ortamda içselleştirilmiş ilkel nesne ilişkilerinin nasıl yeniden etkinleştiğini göstermektedir. Bu vakayı VI. Bölümde de detaylı olarak sunacağım. Burada sadece tedavinin üçüncü yılında gözlenen klinik verilerin yüzeydeki görünümlerini göstermek istiyorum. Bununla beraber yüzeydeki klinik malzeme, sadece libido veya saldırganlık yüklenmiş kendilik ve nesne imgelerinin veya tasarımlarının içe atma-yansıtma hareketleri açısından değerlendirilecektir. Bu malzemeye ilişkin yoğunlaşmış ve daha üst düzeydeki sembolizmle ilgili yorum yapmayacağım ve genetik arka plana değinmeyeceğim. Anlatacağım hastanın durumundaki kişiler, analistin ardı sıra değişen “bütünüyle iyi” veya “bütünüyle kötü” nitelikli, libido ve saldırganlık yüklü tasarımlarının, kendilerine ait kendilik ve nesne imgelerini veya tasarımlarını temsil ettiğini düşünür. Analist “bütünüyle iyi” olduğunda “bütünüyle kötü” olan kısım dışarıdaki başka bir nesneye aktarılır veya hastanın içinde tutulur; hasta analistini “bütünüyle iyi” olarak gördüğünde aslında onu “kötü” kısımlardan korumaya çalışıyordur.
Jane ismini verdiğim hastam bir seansına vücudunda “kötü havanın” hapsolduğunu söyleyerek başladı. İçindeki öfkeli “şeytanı” dışarı çıkartmak için analistinden kendisine bir buz kıracağı saplamasını istiyordu. Seansın sonuna doğru beni, içerdeki “şeytanla” savaşacak “iyi” ve sakinleştirici bir nesne imgesi olarak içine alınca, sesimi içindeki bir varsanı olarak duydu. Bir sonraki gün ise iç dünyasının öldüğünü hissettiğini söyledi. Kendilik ve nesne imgeleri, otistik bir savunmayla, farklılaşmamış bir düzeye gerilemişti. Sonra cerrah olma isteğini anlatmaya başladı. Çağrışımları içerdeki öfkeli imgeleri kesip atma arzusunu gösteriyordu. Seansın devamında “bütünüyle kötü” imgeler bana yansıtılmıştı. Sonra beni öldürmek istedi, çünkü kendisini korumak için benim yok edilmem gerekiyordu. Ama bu isteği onda kaygı uyandırdı, çünkü benim ölmem onunda ölmesi demekti, en azından kısmen onun kendilik imgesinin bir parçasını temsil ettiğim sürece. Hasta daha sonra yerel radyo istasyonuna yolladığı, “iyi müziğin” çalınması isteğini hatırlayınca rahatladı. Bu, dışsallaştırıldığı “kötülük”ü temsil eden analistten korunması için “iyi” nesne imgelerinin işitsel olarak içe alınabileceği ihtimalini simgeliyordu.
Jane sonraki seansını evdeki odasını nasıl döşeyeceğiyle ilgili renkli ve detaylı tariflerle doldurdu. Odadaki eşyaları değiştirmesinin, kendilik ve nesne imgelerindeki ve ilkel bölmenin bir tarafından diğerine geçişindeki kaymaları temsil ettiğini fark ettim. Bu dönüşümler ilkel duygulanımsal durumlarındaki patlamaları kontrol etme çabalarıydı.
Bir sonraki gün ben “bütünüyle kötüydüm” ve o çok kaygılanmıştı. Seans ilerleyince şişman olma isteğini anlattı. Çağrışımları şişmanlığın, yani yağ tabakasının, onu “kötü” analistin istilasından kurtaracağını düşündüğünü gösterdi. Sonraki gün de kaslarının şeytanla dolduğunu söyledi. Bir kez daha kötülüğün “vücudundan dışarı atılmasını” istiyordu.

Nesne İlişkilerinin İçselleştirildiği Evrelerin Sistematizasyonu: Dört Evreli Model


Kernberg (1972a), nesne ilişkilerini içselleştirme süreçlerini 4 evreye böler ve bu evrelerin herhangi birine saplanmayla ilişkili olabilecek psikopatolojileri araştırır. Bu yaklaşımla, hayatın farklı dönemlerindeki içe atımları ve özdeşimleri birbirinden ayıran Greenson’a (1954) ve Jacobson’a (1964) bağlı kalmıştır. Böylelikle bu teorisyenlerin hepsi, gelişimsel sıralamalarına göre içselleştirilmiş nesne ilişkisi kalıplarının birbirlerine kıyasla ne kadar olgunlaşmış olduklarını gösterebilmiştir.
Kernberg geleneksel psikanalitik içgüdü teorisiyle psikanalitik nesne ilişkisi teorisi arasında bir köprü kurmaya çalışır. Geleneksel psikanalitik içgüdü teorisi, nesne yatırımının libidinal veya saldırgan içgüdüsel ihtiyaçların sonucunda oluştuğunu öne sürerken, psikanalitik nesne ilişkisi teorisi –Fairbairn (1954) ve Bowlby (1969) gibi sözcüleri olan- bebeğin nesneyle (anne) kurduğu bağın önceliğini vurgular. Kernberg (1972a), erken dönemdeki gelişimin başka bir boyutu daha dikkate alınırsa bu iki bakış açısı arasında bir bağ kurulabileceğini vurgular.
“...Erken dönemdeki anne-çocuk ilişkisindeki ‘ödüllendirici’ (libidinal açıdan tatmin edici) ve ‘cezalandırıcı’ (saldırganlığı tetikleyen, acı veren, engelleyen ve korkutan) deneyimlerin intrapsişik yapılara farklılaşmasının ardından, en son noktada, ‘içsel nesne ilişkisini’ temsil eden bir grup yapı oluşur. Doğuştan gelen davranış kalıpları olarak içgüdüler, ilk önce annelik işlevlerini ve kişiler arası ilişkileri içeren ‘ortalama bir çevrede’ (Hartmann, 1939) ifade edilirler. Daha sonraysa tüm diğer psişik yapıların önemli bir düzenleyicisi olan içselleştirilmiş nesne ilişkileri şeklinde ortaya çıkarlar.”
I. Evre: İlk evre çocuğun yaşamının ilk haftalarındaki durumunu anlatır. Kernberg nesne ilişkilerinin içselleştirilmesindeki ilk evrede, çocuğun anneyle ilişkisinden elde ettiği haz veren ve tatmin eden deneyimlerin oluşturduğu hafıza izlerinin oluştuğunu öne sürer. Bu evrede birbirinden farklılaşmamış ilk kendilik-nesne kümesi henüz oluşmamıştır.
Bebeğin anneyle ilişkisi tatmin edici değilse otistik psikoz veya “duygulanımdan yoksun” kişiliğin habis bir tipi oluşabilir; hatta kişilik yapısı kolaylıkla antisosyal olabilir. Çocuğun ikinci evreye geçebilmesi için annesi psikofizyolojik ihtiyaçları için yeterli uyarıyı ve doyumu sağlayabilmelidir.
II. Evre: Bu evre bebeğin yaşamının ilk 4. ve 12. haftaları arasında başlar. İkinci evrede, anne bebeğin ihtiyaçlarını karşıladığında etkinleşen, birçok algılamanın sonucunda “bütünüyle iyi” nitelikli ilk farklılaşmamış kendilik-nesne kümesi tasarımları oluşur. Aynı anda tüm rahatsız edici psikofizyolojik deneyimler, buna karşılık gelen “bütünüyle kötü” nitelikli ilk farklılaşmamış kendilik-nesne tasarımlarını oluşturur. Birinci evrede, önemli uyaranlarla önemli olmayanların ve “bütünüyle iyi” uyaranlarla “bütünüyle kötü” uyaranların ayırımını yapma yetisi gelişirken; Kernberg’in tarif ettiği ikinci evrede “iyi” ile “kötü” daha ileri düzeyde ayırt edilir. Kendilik, kendilik olmayandan ve insan, insan olmayandan daha iyi ayrımlaştırılmaya çalışılır.

Bu evre Mahler’in (1968) tarif ettiği simbiyoz dönemine karşılık gelir. Giovacchini (1972a), “simbiyotik evreyi” bir nesne ilişkisi olarak mı yoksa bir çeşit “nesne öncesi ilişki” olarak mı ele almak gerektiğini sorgular. Bunu şöyle tartışır: “Çocuk bir ilişkinin ‘içinde olduğundan’ (her ne kadar bir başkasıyla kaynaşmış olsa da), bu ilkel bir nesne veya kısmi nesne ilişkisi olarak kabul edilir. Kaynaşma süreci, bir nesnenin içine kaynaşabilmek için bir miktar nesne anlayışına (belirsiz olsa da) veya kendiliğin dışındaki bir şeye ihtiyaç duyar.” Modell (1963, 1968), bu dönem için “simbiyotik nesne ilişkisi” yerine “geçiş nesnesi ilişkisi” tanımının kullanılmasını önermiştir. Çünkü biyolojiden alınan “simbiyozis” kelimesinin nesnenin özneye duygusal bir bağla bağlandığı izlenimi verdiği için yanıltıcı olabileceğini düşünmüştür. “Nesnenin özneye karşı duygusal tutumunun konunun oldukça dışında olduğunu” vurgular.


Modell, tanımladığı “geçiş nesnesi ilişkisini” açıklarken Winnicott’un (1953) “geçiş nesnesi” tanımını kullanır. Geçiş nesnesi bir varsanı değildir ve fiziksel olarak ortamda bulunur. Çocuk bunda annesinin yerine geçecek bir nesne yaratır ve buna yaşama özgü nitelikler atfeder. Geçiş nesnesi sadece çocuğun sahip olduğu ilk nesne değil aynı zamanda da sahip olduğu ilk kendisi olmayan (ama tamamıyla kendisi olmayan değil) nesnedir. Modell’a (1968) göre:
“Çocuğun cansız geçiş nesnesiyle ilgili olarak Winnicott’ın gözlemi, erişkinlerdeki bazı aşk ilişkilerine benzer. Bu nesne, anneye ait ortamın yerine geçen bir nesnedir, ama kendiliğinden yaratılır, yaşam yatırımı yapılır ve bu yaşamı çocuğun kendi iç dünyası biçimlendirir... Öznenin nesneyle ilişkisi sömürücüdür, özne nesnenin ihtiyaçlarına karşı sorumluluk hissetmez ve nesnenin ayrılmışlığını ve bireyselliğini kabul edemez. Geçiş nesnesiyle kurulan ilişki ikili ilişkidir -başkalarının bu ilişkiye girmesine izin verilmez.” Kernberg şunu da eklemiştir: “Bebeğin kendisiyle kendisi olmayanı ayrımlaştırmasında insan olmayan nesnelerin oyunsu kontrolünün önemli işlevleri olabilir.”
İçselleştirilmiş nesne ilişkilerinin ikinci evrede sabitlenmesi, ardından oluşan gerçekliği sınama yetisini bozabilir ve benlik sınırlarının farkına varılmasını engelleyebilir. Kernberg burada “benlik sınırı” tanımını; kişiliğin, intrapsişik deneyimin nereden -iç dünyadaki fantezi veya hatıradan mı yoksa dış gerçekliğin algılanmasından mı- kaynaklandığını ayırt etme yetisini tarif etme de kullanmıştır.
Bu evreye saplanma veya gerileme “simbiyotik çocukluk psikozlarının” ve “erişkin şizofrenisinin akut tiplerinin” oluşumuna sebep olur. Bu evrede, ilkel bölme ile bilişsel süreçlerin savunma amacıyla birbirine karıştırılması yoğun olarak kullanılır. İlkel yansıtma mekanizmaları, önemli kişilerle ilgili algılamaların paranoyakça çarpıtılmasına yol açar
III. Evre: Bu evre 6. ve 18. aylar arasındadır. Bu evrede kendilik tasarımları ile nesne tasarımları arasında ayırım yapılır. Bu önce ayrımlaşmamış “bütünüyle iyi” çekirdekte sonra da “bütünüyle kötü” çekirdeğin içinde gerçekleşir. “Bütünüyle kötü” çekirdeğin içindeki ayrımlaşma “ilk yansıtma türlerinin gelişimiyle” karmaşıklaşır. “Gelişen ilk yansıtma türleri, “kötü” kendilik-nesne grubunu dışsallaştırmaya çalışan intrapsişik düzeneklerdir ve büyük olasılıkla 6–10 aylık bebeklerdeki ‘yabancı kaygısının’ yoğunluğunu belirler.”
“İyi” ve “kötü” kendilik ve nesne tasarımlarının birbirinden ilkel bölmeyle ayrıldığı bu evrede henüz bütünleşmiş bir kendilik kavramı yoktur. Ama benlik sınırları tutarlıdır, çünkü artık kendilik imgeleri nesne imgelerinden ayrılmıştır. Böylelikle bebeğin kendisi de kendisi olmayandan farklılaşır. Bu evrede diğer insanların bütünleşmiş bir halde kavranması henüz mümkün değildir. Çünkü aynı nesneye ait “iyi” ve “kötü” kümeler birbirinden ayrıdır. Kernberg bunlara dayanarak Klein’ın (1946) tasarladığı “nesne parçasıyla kurulan ilişkisinin” varlığını öne sürer. IV. Evreye ulaşılmadan üstbenliğin bütünleşmesi tamamlanamaz. Bunun yanında gerçekle uyumlu olmayan olağanüstü niteliklere sahip bir “ideal kendilik” de sorun yaratacaktır.
Bu evreden başarıyla geçememek sınırda kişilik organizasyonuna sebep olabilir.

IV. Evre: Son evre birinci yaşın sonuyla ikinci yaşın ikinci yarısı arasında başlar ve çocukluk boyunca devam eder. Bu devrede “iyi” ve “kötü” kendilik tasarımlarının ayrımlaşması sona erer ve kendilik tasarımının bütünleşmesi sağlanır, bireyin kimliği belli olur. Nesne imgeleri, bütünleşmiş bireyler olarak görülen önemli kişilerin daha gerçekçi tasarımları halinde kümelendikçe nesne tasarımları da bütünleşir. Bu düzeyde, önceden oluşmuş olağanüstü niteliklere sahip ideal kendiliğin ve ebeveyn figürlerinin çarpıtılarak sadistçe algılanan imgeleri, yeni bir yapıyı oluşturmak için bir araya gelir. Bu yapı, beraberinde benlik idealinin de ehlileştirildiği üstbenliktir


İçselleştirilmiş nesne ilişkilerinin gelişiminin IV. Evresinden kaynaklanan psikopatolojiler, nevrozlar ve “yüksek düzeydeki” (Kernberg, 1970b) -histerik, obsesif-kompulsif ve depresif-mazoşistik- kişilik patolojisi örgütlenmeleridir. Son evreye tamamlayan kişilerdeki klinik tabloya pregenital çatışmalardan çok çocukluk cinselliği problemleri ve ödipal çatışmalar hâkimdir.
Gerçekliği Sınama

Benliğin sınırları neyin içerde neyin dışarıda olduğunu ayırt etme (Freud 1940, Nunberg 1955)-dengeli hale gelince gerçekliği sınama sağlanabilir. III. Evrede bu yeteneği kullanmak mümkün hale gelir, bu yüzden sınırda kişilik örgütlenmesi olan hastaların hatırı sayılır düzeyde gerçeği sınama yetisi vardır. Fakat sadece son evrede bu işlev olgunlaşır. J.G. Jacobson (1973) gerçekliği sınama yetisi için bir bakış açısı getirmiştir. Gerçekliği sınamanın dört öğesini maddelere ayırır:


       Kendiliğin nesneden ve iç dünyanın dış dünyadan farklılığının daha iyi ayırt edilip algılanması,

       Farklılaşan nesnelerin algılanması,

       Farklılaşan kendilik durumlarının algılanması,

       İç dünyadaki duygulanımsal deneyimlerin, özellikle de dürtülere yaklaşan duygulanım türevlerinin algılanması


Jacobson bu işlevlerin iki gelişimsel çizgisi olduğunu söyler; birincisi “algılanan ham verileri düzenleyen algı aygıtının geliştiği birincil otonom çizgi”dir. İkincisinin kaynağı ayrımlaşma-bireyleşme deneyimlerinin dizgesi içindeki “duygusal anlamlılık ve algılananlara duyulan inanç”tır. Dört öğenin herhangi birindeki bozukluk gerçekliği sınamada sorun yaratabilir. Bu dört öğe bir araya gelerek yerlerini beşinci öğeye “şimdiki zamanı geçmişten ayırt edebilme yetisine” bırakırlar. Kernberg’in IV. Evresine ulaşana kadar, gerçekliği sınamanın parçaları olan dört işlevin bir araya gelip sentezlenemeyeceğine, bu yüzden de geçmişin şimdiki zamana girip karışıklık yaratmaya meyilli olduğuna inanıyorum. Mesela farklılaşan nesnelerin algılanması yeterince gelişmemişse önem verilmeyen bir nesne, benlikte yaygın duygulanımsal tepkiler başlatan bir uyarıya sebep olabilir. Novey (1961) bu olguyu açıklamak için “tasarımların uygunluğu ilkesi”1[36] tanımını kullanır. Bu ilkeye göre, görece ilgisiz bir nesnenin oluşturduğu etki, nesnenin bir içselleştirilmiş nesneyle duygulanımsal açıdan uyuşmasına dayanır.
Şimdi sunacağım vaka, IV. Evrenin dışında içselleştirilmiş nesne ilişkisinin gelişiminin evrelerini birçok yönünü göstermektedir. Bu vaka çift değerlikli duygulara tahammül edememenin ve bununla ilişkili ilkel bölme düzeneğinin nasıl klinik tablonun kalbinde yattığını ve gerçeği sınama problemlerini açıklamaktadır.

Kedi Kadın

Sanford’un (1966) Elsie adlı vakasını anlatırken kullandığı “kedi kadın” tanımını hastam Samantha için de kullandım. Elsie’nin etrafı evinde baktığı kedilerle sarılmıştı ve onların arasında yaşamakla o kadar meşguldü ki analistinin notlarında “kedi kadın” olarak tanımlanıyordu. Elsie sadece bir kedinin niteliklerine sahip olmakla kalmıyor, kedilerine önemli psişik roller de yüklüyordu. Hatta gerektiğinde analistini de kedi rolüne sokuyordu.



Samantha ise daha önce başka bir yerde de detaylı olarak anlattığım (Volkan, 1964) 31 yaşında ve evli olan bir kadın hastamdı. Burada bu vakanın sadece içselleştirilmiş ilkel nesne ilişkilerinin klinik görünümlerini anlamamızı sağlayan taraflarını vurgulayacağım. Müzik dolu ve “değişken mizaçlı” bir ailenin ilk çocuğuydu. Babası olaylar karşısında pasif ve donuk kalır, kenarda dururdu. İlk çocuğu Samantha’ya hamile olan annesi, bir müzik topluluğunda piyanist olarak çalışırken müzik kariyeri yapmayı planlıyordu. Duygusal olarak anne olmaya hazır değildi. Bebekleri yalnız bırakmayı, gereksiz yere bebeklere dokunmamayı ve onlarla şefkatli bir biçimde oynamamayı öneren bir kitabın rehberliğinde kızına bakıyordu. Annesine göre kızı, zamanı geldiğinde ünlü bir müzisyen olarak annesini memnun edecek olan güzel bir oyuncak bebekti. Çocuk, beşiğinde yatarken ve evdeki oyun bahçesinde oynarken annesi ona dokunmadan veya vücut teması kurmadan saatlerce piyano çalardı. Belki de çaldığı müzik aracılığıyla kızı ile iletişim kurduğunu hissediyordu. Çocuk bakımıyla ilgili pratik becerisi o kadar yetersizdi ki bebek daha birkaç aylıkken uzun ağlama krizlerine girmeye başladı. Bu krizlerden birinde, çağırılan doktor bebeğin yalnızca “aç” olduğunu söyledi ve biberonla beslenmesini önerdi.
Anne, çocuğuyla kurduğu “müzikli iletişime” devam etti ve kızına çok küçük yaşta piyano çalmayı öğretmeye çalıştı. Ama küçük kızın sınırlı müzik kabiliyeti annesinin umutlarını yıktı. Samantha’dan 13 yıl sonra yeni bir çocuğu olduğunda müziğe olan ilgisini ve tutkusunu ikinci çocuğuna aktardı. Fakat bu yüzden Samantha annesine karşı düşmansı bir bağımlılığa kapıldı. 17 yaşında evlenen Samantha, bir eş, bir ev kadını ve bir anne olarak günlük sorumluluklarıyla baş etmede zorluklar yaşadı ve zaman zaman kendisini baskı altında hissettiğinde kendi evinin yakınında oturan annesine gidiyordu.
Beni görmeye gelmeden yedi yıl önce Samantha, tek çocuğu olan kızıyla ve kocasıyla birlikte, kocasının işi gereği, Avrupa’ya taşınmıştı. Annesinden çok uzakta yaşama zorunluluğu Samantha için intrapsişik bir ayrılmayı işaret ediyordu. Avrupa’ya taşınmak onu, “dünyanın müzikle en çok ilgilenen ülkelerine” götürmüştü. Komşuları müziği seviyorlardı ve sık sık piyano çalarlardı. Uzak bir ülkede bulduğu müzik ortamının Samantha’nın psikozunun gelişmesinde –klinik düzeyde- tetikleyici bir etken olması muhtemeldi.
Göç eden aile, erkek kedileri Maxie’yi ve dişi kedileri Marie Jane’i de Avrupa’ya getirmişti. Hastaneye yatırılmış bir psikiyatrik hasta olarak yedi yıl sonra bunları bana anlatırken, bir “kedi kadın” olarak kedilerle kurduğu özdeşim beni etkilemişti. Nazik olduğunda ellerini, annesini emerken annesinin karnını yoğuran bir kedinin patileri gibi kullanır, kızgınlığını pençe atma hareketleriyle ifade ederdi. Bir keresinde dili çok belirgin bir şekilde sürçtü ve kedilerinin “arkasından koştuğunu” söylemek isterken onların “tadına baktım” dedi.
Samantha sanki kedileri birer insanmış gibi, Marie Jane’e nazik ve oyuncu nitelikler, Maxie’ye güç ve kudret atfetmişti. Ama bir gün Marie Jane pencereden düşüp nöbetler geçirerek öldü. Samantha’nın kediyi ittirip ittirmediği belli değildi ve terapide bu kaza için hizmetçiyi suçladı. Kaza olduğunda Samantha hiç ağlamadı. Marie Jane’in yumuşaklığını ve sakinliğini özümsedi ve Marie Jane öldükten sonra Maxie’nin “vahşiliğinin” arttığını düşünmeye, bundan korkmaya başladı. Maxie’nin ortadan kaldırılmasını istemeye başladı. Saldırganlığını yansıttığı hayvan ortadan kalkarsa kendi saldırganlığından kurtulacağını düşünmüştü. Maxie’yi öldürmesi için kocasını ikna etti. Kocası Maxie’yi bir veterinere götürdü ve hayvan orada bir iğneyle zehirlenerek öldürüldü. Bunun ardından Samantha “içinde kendisinin öldüğünü” hissetti. Yani hem Marie Jane hem de Maxie yok olunca bir dereceye kadar gelişmiş ve “bütünüyle iyi” ve “bütünüyle kötü” olarak ilkel bölünmeyle ayrılmış kendilik tasarımları kayboldu. Samantha “tamamen gerilerde” diye tanımladığı farklılaşmamış bir kendilik noktasına geriledi. Bu noktada anne karnında olduğunu zannediyor, iletişimi reddediyor ve savunma olarak otistik gerilemeyi kullanıyordu.
Samantha’yı görmeye başladığımda, Abse’nin (1955) ilk bölümde bahsettiğim hastası gibi, parçalara ayrılmış birçok “kendiliği” veya “ruh hali” olduğundan yakınıyordu. Kişiliğini oluşturan bu farklı “kendilikler” gelip gidiyordu ve hiçbirinin ömrü uzun değildi. Sol tarafı ve sağ tarafı olmak üzere iki “ana kontrol”ün emrindeydiler. Samantha bu iki “yanını” “çifte kişiliğinin” kısımları diye adlandırıyordu. Aynı zamanda yukarda bahsedilen “tamamen gerilerde” olmaktan da yakınmaya devam ediyordu. Terapide, Samantha’nın “sol yanı” hâkimiyeti ele geçirdiğinde, yumuşak bir ses tonuyla, ayartıcı ve nazik bir tavırla konuştuğu ortaya çıktı. “Sağ yanı” baskınlaşırsa sert konuşmaya başlıyor, eşyaları terapistine veya yere atarak sinirliliğini gösteriyor ve genellikle saldırganlaşıyordu. Zaman zaman ofisime bir akordiyon getirip çalardı. “Ana kontroller”inden hangisi baskınsa ona göre çaldığı müziğin ritmi yumuşaklık ve sertlik arasında gidip geliyordu.
Terapideki sözel iletişimi daha anlamlı olmaya başlayınca “ana kontrolleri” arasında bir bölme olduğunu söyledi ve buna “engel” ismini verdi. “Engel”i bir boşluk olarak algılıyordu ve “üzerinde durulacak bir yer yoktur” diye tanımlıyordu. “Engel”in, iki “ana kontrol”ü birbirinden ayıran ilkel bölmeyi temsil ettiğini anlamakta güçlük çekmedim. İki “yan”dan birisi saldırganlığın belirlediği kendilik-nesne kümelenmesini, diğeri libidinal yatırımın belirlediği karşıt kısmı temsil ediyordu.
Hiçbir “yan” durağan değildi, her iki tarafta da ileriye veya geriye gidilebiliyordu. Hasta IV. Evreyi başarıyla geçemediğinden, “engel” tüm ileriye gidişlerde varlığını devam ettiriyordu. İlkel bölme kalıcı olduğundan “engel” aynı zamanda sadece içselleştirilmiş ilkel nesne ilişkilerini destekliyordu. Ama her iki tarafta da ileriye doğru yapılan hamlelerle kendilik ve nesne kümeleri daha ileri farklılaşmalara gitse de, geriye gidişler bu farklılaşmaların genel olarak bulanıklaşmasına sebep oluyordu. Böyle gerilemeler, Samantha’nın “tamamen gerilerde” dediği bir noktada, “engelin” uç kısmında son buluyordu. Bu noktada her iki “yanının” “eşit” olduğunu ve “iyi” ve “kötü” kendilik-nesne tasarımlarının kaybolduğunu hissederek burada “dengede olurdu”. Hasta, “tamamen gerilerde” iken veya “ikilik hali başlamadan önce” dediği durumda sessizleşiyordu. Göz kapakları ağırlaşır ve çevresindekilerden bihaber, hareketsizce cenin pozisyonunda yatardı. Bu hali içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin ilk evresini gösteriyordu. Bu kadar uç bir gerilemeyi yeniden elde etmeye çalışırken zayıf da olsa gözlemleyici benliğini2[39] koruyabiliyordu. Bu esnada sözel iletişim kuramıyordu, ama daha sonra o düzeydeyken yaşadıklarını dile getirebildi. “Tamamen gerilerde” olduğu sürece düşünceleri “müzik olarak” geliyordu, kelimeler yoktu.
Samantha’yla kurduğumuz terapötik ilişkiden sonra McDonald (1970) “geçiş melodileri” hakkındaki yazısını yayımladı. McDonald bunu Winnicott’ın (1953), çocuğun ilk “ben olmayan nesnesi” denilebilen geçiş nesnesi kavramıyla ilişkilendirmişti. Geçiş nesnesi, çocuğun sahip olduğu eşyalarından birisidir ve bir açıdan da özeldir. Çocuğun görme, koklama ve tat alma duyularına hitap eder. McDonald, Winnicott’ın bu özgün nesneyi tanımlarken işitsel yönünü tamamıyla gözden kaçırmadığını belirterek “geçiş melodisine” şöyle işaret eder:
“…ebeveynle çocuk arasındaki atmosferi sıklıkla dolduran tanıdık bir melodidir. Paylaşılan ve rahatlatan bir deneyim yaratır. Bu deneyimde bebek melodiyi kendi kulaklarında duyduğunda, büyük ihtimalle ilk önce bu duyguyu kendisinin bir parçası olarak algılar. Bu, annenin başlangıçta bebekten ayrı ve belirgin bir kişi gibi var olmaması gibidir. Aslında bebeğin başlarda melodinin kaynağını veya “kimin” melodisi olduğunu söyleyecek yetisi yoktur. Melodiyi söylemenin bir yolunu bulduğunda… Bebek kendisinin bu deneyimi üretebileceğini ve yönetebileceğini hissedebilir.”
Müzik Samantha için kendisini dış dünyadan, annesinden haberdar edecek bir köprü olmuştu. Bu “ilk nesnenin” bazı özellikleri, Samantha’nın “tamamen gerilerde” dediği noktaya geldiği zamanlarda görüldü. Aslında bu durum, kendilik tasarımından ayrılmakta olan bir nesne tasarımı öncüsünü içerdiğinden teknik açıdan tamamıyla otistik değildir. Buna rağmen hasta, bu düzeyde olanları sonradan anlatabilmek için bölünüp ayrılmış zayıf bir gözlemleyici benliğe sahip olmalıdır. “Tamamen gerilerdeki” halinin son noktasına varmadan önce Samantha akordiyonuyla bazı ninni melodilerini veya halk şarkılarını çalardı. Buysa Samantha’nın nesneyle kurduğu ilişkinin, yıllar önce “ebeveyn ile çocuk arasındaki atmosferi dolduran” müzikle başladığı hipotezimi doğruluyordu.
Şimdi Samantha’nın kedilerine dönelim. Onun için kedileri, sırasıyla libidinal ve saldırgan yatırımlar yaptığı kendilik ve nesne tasarımları olmuştu. İçe atma-yansıtma ilişkisine katılmışlardı, onları dışsallaştırdığı gibi “tatlarına da bakabiliyordu”. Kediler hayatta kaldığı sürece Samantha, libidinal yatırımlı kendilik-nesne tasarımlarıyla saldırganlık yatırımı yapılmış olanlar arasındaki mesafeyi dengelediğine inanabiliyordu. Böylelikle çifte değerlikli duygulara katlanamamasıyla ve tam bir kadın kimliği geliştirememesine sebep olan çifte cinsiyetliliğinden kaynaklanan gerginlikle baş edebiliyordu. “Sağ yanı”nın erkek olduğunu algılıyor, bu yanı baskın olduğunda erkeksi oluyor ve kedilerinden Maxie erkekliğini ve saldırganlığını temsil ediyordu. “Sol yanı” ise kadındı ve Marie Jane de kadınlığını ve yumuşaklığını temsil ediyordu. Çifte cinsiyetliliğin öğeleri karşıt cinsiyetlerdeki kedilerde de yoğunlaşmıştı. Samantha’nın “sol yanı”nı temsil eden Marie Jane ölünce hastanın yarattığı denge bozuldu. Kendini saldırgan Maxie’nin yani “sağ yanı”nın emri altına girmiş gibi hissetti ve bu nedenle “vahşi” Maxie’nin ortadan kaldırılmasını sağladı. Kedilerin birbirinden ayrı tasarımlarını bir kez ve tümüyle yok edince savunma amaçlı olarak tamamıyla nesnesiz olan ve nesnelerin farklılaşmadığı bir duruma geriledi. Tamamıyla nesnesizlik halini, geçiş melodilerini kullanarak devam ettirebiliyordu. Ama buna rağmen, “müzikle düşünme” yoluyla içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin daha gelişmiş evrelerine doğru ilerleyemiyordu.
Samantha’nın içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin etkinleşmesi, günlük yaşantısına da farklı şekillerde yansıyordu. İki değişik “yan” ile kendini gösteren bir “çifte değerliliğe” sahip olduğunu söylüyordu. Ama gerçekte birçok kişiliği vardı, çünkü “engeli”nin her iki tarafında bir sürü “kendiliğe” veya “ruh haline” sahipti. Bunların her biri, kendilikle nesne imgeleri arasında ve aynı duygulanımsal doğalar -Samantha’nın deyimiyle “iniş” ve “çıkış”ları- arasında değişik düzeylerde oluşmuşlardı. “Çok sayıdaki kişiliklerinin” birbirini “biliyor” olması, bahsedilen şeyin bir bastırmadan çok bir “bütünleşme” kusuru olduğunu, ilkel bölme etkinleştiğinde veya daha fazla gerileme olduğunda parçalara ayrıldığını gösteriyordu. Bu tip bir “çoğul kişilik” daha üst düzeylerde gözlenen histerik (nörotik) nitelikli çoğul kişilikten ayırt edilir. Nörotik özelliği olanlar bastırmayı kullanılabildikleri için bir veya birkaç kişilik diğerlerinin varlığından haberdar değildir.
Bazen Samantha bedeniyle ilgili kendilik tasarımını da ilkelce bölüyordu. Yüzünün farklı yanları içeriye çekiliyor veya dışarıya itiliyor gibi gelirdi. Yüzünün veya kafasının fiziksel olarak parçalara ayrılacağından korktuğu için elleriyle saçlarını çekerek veya yüz kaslarını sakinleştirerek kafasının ve yüzünün bütünlüğünü korumaya çalışırdı. Bu şekilde gözlemlenen gerilemelerden tek kaçış yolu savunma amacıyla “tamamen gerilere” gitmekti. Gündelik hayatında ilkel bölmenin öğeleri de kendini gösteriyordu. Çocukluğundan beri tekrar eden bir rüyasında kendi “yanları”yla ilişkilendirdiği ikizleri görürdü. 10 aylık hastane yatışı sırasında katıldığı uğraş terapisinde dokuduğu kilimde yanlışlıkla yaptığı bir çizginin kilimi ikiye böldüğü kolayca görülmekteydi. Odasındaki etajerde duran derginin kapağında ikiye bölünmüş olarak resmedilmiş bir beyin resmi vardı. Bu resmi sevdiğini, çünkü kendi beyninin de böyle bölünmüş olduğunu ve her zaman beyninin bir tarafının kendisini yönettiğini söylerdi. Çifte değerlikli duygulara katlanamadığından “sol” ve “sağ” yanının beraber olmadığına, ayrı varlıklar olduklarına inanıyordu.
İçselleştirilmiş İlkel Nesne İlişkileri

Bu kitapta odaklandığım esas konu, II. ve III. Evreleri temel alarak, içselleştirilmiş ilkel nesne ilişkilerinin klinik yansımalarını araştırmaktır. Bu beni, çifte değerliliğe tahammül edemeyen hastaları incelemeye itmiştir. Bir kişi ancak IV. Evreye gelirse çifte değerliliğe tahammül edebilir. Bu evreye erişmemiş hastalar için bir nesneye aynı anda hem sevgi hem de nefret duymak imkânsızdır ve “kritik dönemece” (Klein, 1946) ulaşamamışlardır. Kritik dönemeç çifte değerliliğe tahammülün başladığı noktayı tanımlar. Dışarıdaki nesnelerle iç dünyadaki nesne tasarımları arasında kesin bir fark gözetmeyen, ama içselleştirilmiş nesneler hakkında kendisine çok şey borçlu olduğumuz Klein, “Bütün bir nesnenin sevilen ve nefret edilen kısımlarının sentezi, yas tutma ve suçluluk duyma hislerinin ortaya çıkmasına sebep olur. Bu duygular, çocuğun duygusal ve bilişsel yaşamında hayati öneme sahip gelişmelerin gerçekleştiğini gösterir. Bu da nevroz ile psikoz arasındaki yolda kritik bir dönemeçtir.” diye yazar.


İçselleştirilmiş nesne ilişkilerinin II. Evresinde kendilik ve nesne tasarımları farklılaşmamıştır. Nesne tasarımları kendilik tasarımlarından ve birbirlerinden ayrımlaştırıldığı halde (Evre III) şu sayacağım durumlar söz konusuysa içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin hala ilkel olduğu kabul edilir:

       Nesne ve kendilik tasarımlarına yapılan psişik yatırımın içe atma-yansıtma mekanizmalarına yansıtıldığı,

       “bütünüyle iyi” nesne tasarımlarının “bütünüyle kötü” nesne tasarımlarından ayırımının ilkel bölme kullanılarak yapıldığı ve

       “bütünüyle iyi” kendilik tasarımlarının “bütünüyle kötü” kendilik tasarımlarından ayırımının da ilkel bölme kullanılarak yapıldığı durumlar.


Erişkin bir kişide içselleştirilmiş ilkel nesne ilişkileri yeniden etkinleştirildiğinde, bastırmadan çok ilkel bölme ana savunma mekanizması olur. Bunun yanında yadsıma ve dış nesnelerin tümden denetimi gibi diğer ilkel savunma mekanizmaları da ilkel bölmenin yardımına gelir.
Bununla “ilişkili” daha başka durumlar da vardır. Evre III’e ulaşan hastada gerçekliği sınama yetisi olgunlaşmamıştır ve bu yeti yakın ilişkilerde etkinliğini kaybeder. Bu evreye ve bundan önceki evrelere takılmış olan hastalar aktarım psikozu geliştirmeye eğilimlidirler. Libido ve saldırganlık yüklü dürtü türevlerini bütünleştiremediklerinden tedavi sırasında duygusal taşma yaşama ihtimalleri yüksektir. İlerleyen bölümlerde klinik ortamda karşılaşıldığında, içselleştirilmiş ilkel nesne ilişkilerinin varlığını gösteren farklı “durumları” inceleyeceğim.



1


2


Yüklə 125,91 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin