KÖR BARSAK (Appendiks) VAZİFESİZ Mİ?
Dr. Cenap ŞİRİN
Kör barsak da denilen Appendiks, şekillerde görüldüğü gibi, ince ve kalın barsaklarm birleştikleri yerde bir çıkıntı gibi duran, takriben bir kurşun kalem kalınlığında ve işaret parmağımızın uzunluğunda olan bir organımızın adıdır.
Appendiksin iltihaplanmasına apandisit adı verilir ve sık rastlanır. Belirtileri tipiktir, teşhisi kolaydır ve ameliyatı gerektirir. Basit bir ameliyatla apendiks çıkarılarak (apendektomi) mes'ele halledilmiş olur. Tehlikesi yok denecek kadar az olan bu ameliyatı, hepimizin yakınlarından bazılarının geçirdiğine şahit olmuşuzdur.
Appendiks, sindirim organlarında yer aldığı halde sindirim hâdisesine iştirak etmez. İltihaplanması halinde ameliyatla çıkarıldığı zaman, kişi yine normal hayatını sürer ve bir eksiklik hissedilmez. Bu yüzden bazı kişiler son zamanlara kadar appendiksin "tabiatın bir yanlışı ve fazlalığı" olduğunu ileri sürmekteydiler. Şöyle düşünüyorlardı: "Çıkarılması insana zarar vermeyen bu organ niçin vardır? Bir vazifesi olması gerekmez mi?"
Zaman ve tıbbın ilerleyişi, bu kişilerin yanıldığını ortaya çıkarmıştır. Appendiksin fonksiyonu tonsillalara (bademcik) benzer. Bilindiği gibi ağız, sindirim sistemimizin başlangıç noktasıdır. Vücudumuzda en yoğun şekilde mikrop (hastalık etkeni mikro organizmalar) burada barınır. Yine kalın barsaklar da ağız gibi bol mikrop barındıran bir organımızdır. Bademcikler nasıl ağızdaki mikroplara karşı vücudumuzun bir sigortası ve bekçisi ise; appendiks de kaim barsaklardaki mikroplara karşı aynı şekilde vücudumuzun bir sigortası ve bekçisidir. Yani kalın barsaklardaki bademciğimizdir.188.
Yine son zamanlarda yapılan araştırmalara göre; appendiksi alınan şahıslarda normal şahıslara oranla daha sık kalın barsak kanseri görüldüğü bildirilmektedir.189.
Appendiksin vazifeleri hakkında araştırmalar henüz sürmektedir ve ispatlanmamış bir halde birçok iddia mevcuttur.190
Kimya ve Mühendislik Hesaplarının En İncesiyle Kurulmuş Bir Sanat Eseri: Midemiz
MİDE NEDEN KENDİNİ SİNDİRMİYOR?
Dr. Öenap ŞİRİN
Mide sindirim sistemimizin en önemli organıdır. Yemek borusundan gelir ve onikiparmak barsağı ile barsaklara açılır. Kabaca "J harfi şeklindedir" diye tarif edebiliriz. Her organımızda olduğu gibi midede de san'at-ı İlâhî'nin akıllara durgunluk verecek inceliklerini gözleriz.
Boşken mide muhteviyatı 50 ml. kadardır. Gıda alımından sonra, mide hacmi 1000-1500 ml.'yi bulur ve mide karın boşluğunda oldukça geniş bir yer işgal etmeye başlar. Gıdaların hazmedilmesinden sonra, hacim yine küçülür. Bu kadar aşırı elastikiyet, hareket kolaylığı sağlayarak insanın günlük çalışmalarında midenin engel teşkil etmesini önler. Yine karın boşluğu içine birçok organın rahatça yerleşmesini sağlar.
Midenin "hava cebi" denilen yukarı kısımlarına yerleştirilmiş bir elektirikî uyarı merkezi (pacemaker) vardır. Buradan her 3-4 dakikada bir uyaran, kalkarak mide duvarından aşağı kısımlarına kadar yayılan bir dalgalanmayı (peristaltizm) meydana getirir. Bu hareketler midenin boşalmasına yardım ettiği gibi içindekinin iyi sindirilmesini de te'min eder.
Mideye gıdaların girişi bir düzen dahilindedir. Mide, yemek borusu ile o şekilde birleştirilmiştir ki gıdalar mideye; kuyuya taş düşer gibi değil, mide duvarından kayarak inerler. Mide ile yemek borusunun birleşmesinde bu incelik hesaplanmamış olsaydı, yuttuğumuz her lokmanın sesini karnımızda duyacaktık. Gıdalar yine mideyi bir nizam dahilinde terkederler. Bu düzeni de mide kapısı (pilor) te'min eder. Mide kapısı (pilor) ameliyatla çıkarılarak yerine sun'î pilor yapılan şahıslarda "dumping sendromu" denilen bir hastalık görülür. Bu hastalığı izah etmek üzere pek çok fikir ileri sürülmüş, fakat hiçbiri tatmin edici bir açıklamayı getirememiştir. Ancak şurası kesindir ki, hastalık pilorun yokluğundan kaynaklanmaktadır. Pilor ne kadar hassas bir şekilde ayarlanmıştır ki piloru olan kimselerde "dumping sendromu" görülmemektedir. Biz bu ayarı yapmaktan aciziz.
Midenin iç yüzünü mukoza adı verilen bir tabaka kaplar. Mukoza içinde asit, pepsin ve mukus ifraz eden bezler yer alır. Mukoza, sanki yeryüzündeki dağlar ve vadiler gibi kıvrımlar gösterir. Bu kıvrımlarla az bir sahaya geniş bir mukozanın yerleştirilmiş olduğu görülür. Böylece sindirimi sağlayan yukarıdaki saydığımız maddelerin, yeterli miktarda salgılanması mümkün olur. Eğer bu kıvrımlar olmasaydı mide iç yüzü, alan olarak küçülecek, dolayısiyle sindirim bezlerinin sayısı azalacaktı. Böylece sindirimi sağlayacak kadar salgı sağlanamayacaktı.
Mide asidi hidroklorik asit (HCL)'dir. Yukarıda bahsettiğimiz mukoza içinde yer alan bezler tarafından salgılanır. Birçok araştırmalara rağmen bunun nasıl husule geldiği henüz kesin olarak bilinmemektedir. Saf mide suyunda HCI yoğunluğu PH 1 kadardır, Kandaki hidrojen iyonu, yoğunluğuna göre mide suyunda bir milyon kez fazladır. Bu, biyolojinin en hayret verici olaylarından biridir.
Mukos, kabaca "sümüksü madde" diye ifade edilebilir. Mukoza üzerine devamlı yapışarak her türlü gıdayı eriten mide salgısının, midenin kendisini eritmesine mani olur. Bu korunmada mukozanın özel yapısının da etkili olduğu düşünülmektedir. Ancak bu özellik henüz aydınlatılamamıştır.
Görülüyor ki mide kaba bir torba değil, kimya ve mühendislik hesaplarının en incesiyle kurulmuş bir san'at eseridir. Bu hesaplarda en ufak bir hata bulamıyoruz. Bulamadığımız gibi bu eserde birçok ilmî sırlar olduğunu seziyoruz. Demek ki ilmi bizden çok üstün olan biri var ve mideyi yapan O'dur.191 ,
Yediğimiz Gıdaların Çoğunu Mikroplar Hazırlıyor.
HİÇ MİKROP YEDİNİZ Mİ?
Prof. Dr. Selâhaddin SERT
Size, "Hiç mikrop yediniz mi?" diye bir soru sorulsa, herhalde "Mikrop da yenilir miymiş?!" diye cevap verirsiniz. Halbuki yediğimiz gıdaların birçoğu mikroplar ile hazırlanmaktadır. Bu nasıl oluyor demeyin. Oluyor işte. Meselâ, her gün üç vakit soframızdan eksik etmediğimiz ekmek, bunlardan sadece birisi. Belki de diyeceksiniz ki, "Ekmeğin mikropla ne münasebeti var? Bizim bildiğimiz ekmek hamurdan yapılır." Evet, ekmek hamurdan yapılır. Fakat, hamura ayrıca maya denilen bir madde de ilâve edilir. İşte, bu maya içerisinde faydalı mikroplar bulunmaktadır.
Maya mikropları hamura katılmasaydı, yediğimiz ekmeğin, ne buram buram tüten kokusu, ne o lezzetli tadı, ne de sünger gibi yumuşaklığı olurdu. Biz de kaskatı bir ekmek yemek zorunda kalırdık.
Evimize gelecek misafir için, çeşit çeşit çörekler ve pastalar hazırlanır. Bunların içerisine hamur mayası veya başka isimle satılan mayalardan katılır. İşte bu mayalar da, pastaların kabarmasını, yumuşamasını ve tadının güzel olmasını sağlar.
Yoğurdun nasıl yapıldığını hiç merak ettiniz mi? Yoğurt da mikropların bize bir hediyesidir. Durun, "Yooo, bu kadarı da fazla " demeyin.
Birçoğunuz bilirsiniz. Yoğurt yapmak için süt içerisine yine yoğurt katılır. Katılan bu yoğurtda başlıca iki tür bakteri vardır. Bu bakteriler çoğalarak sütü yoğurt haline getirirler.
Böylece biz de yoğurt yeme imkânına kavuşmuş oluruz. Bu bakteriler olmasaydı, seve seve yediğimiz çok faydalı bir gıda olan yoğurttan mahrum kalacaktık.
Sirkenin nasıl hazırlandığını görenleriniz olmuştur. Sirke çoğunlukla üzüm suyundan yapılır. Önce üzüm sıkılarak suyu çıkarılır. Bu su, birkaç hafta kendi haline bırakılır. Bu süre içerisinde tadı, kokusu değişir ve üzüm suyu sirkeye dönüşür.
Acaba, üzüm suyu bekletilmeyle neden sirke olmuştur? Bu işte de mikroplar rol oynamıştır. Mikroplar toprakta, havada, suda kısaca her tarafta bulunur. Üzüm üzerinde de mikroplar vardır. Bu mikroplar üzüm sıkılırken üzüm suyuna geçerler. Ayrıca havadaki mikroplar da üzüm suyuna düşerler.İşte bu faydalı mikroplar faaliyete geçerek, üzüm suyunu sirkeye çevirirler.
Midesi sağlam olanların zevkle yediği turşular da mikropların marifetiyle olur. Bildiğiniz gibi turşu, daha çok salatalık, biber, domates, lahana, elma gibi sebze ve meyvelerden yapılır. Turşusu yapılacak ürünler ayıklanarak temizce yıkanır. Plâstik bidon, fıçı veya küplere koyulur. Üzerine tuzlu su doldurulur. Arzu edilirse acı biber, sarımsak, hardal gibi tad ve koku verici maddeler de katılır. Kapakları kapatılarak birkaç hafta beklenir.
Bu bekleme sırasında, ürünlerde bulunan faydalı mikroplar derhal çalışmaya koyulurlar. Sebze veya meyvelere güzel bir tad ve lezzet kazandırarak onları turşuya dönüştürürler.
Peynir yapımında da mikroplardan yararlanılır. Penisilyum adı verilen küf mikropları bazı peynirlere özel olarak katılır. Bunlar peynire hoş bir koku ve lezzet verir. Katılan küf türüne göre, çok değişik tad ve lezzette peynirler elde edilir.
Bazı peynirlerde mavi yeşil benekler görmüşsünüzdür. İşte bunlar çoğunlukla penisilyum küfleridir. Bu küflerin, antibiyotik elde edilmesinde de kullanıldığını her halde hatırlanılşsınızdır. Mikropların peynirlere katkısı sadece bu kadarla kalmaz. Bilirsiniz, peynir yapıldıktan hemen sonra tüketilmez. İştahla yenilebilmesi için birkaç ay bekletilir. Bu süre içerisinde peynir "olgunlaşarak", daha lezzetli bir tada ve hoş bir korkuya kavuşur. İşte bu olgunlaşmayı da yine mikroplar yapar.
Ayrıca, olgunlaşma sırasında faydalı mikroplar, çıkardıkları bazı maddelerle, peynirdeki zararlı mikropları da öldürürler.
Sabah kahvaltısında parlak siyah rengi, kendine has bir tadı ve güzelliği ile soframızı süsleyen zeytini, pek çoğumuz severek yeriz.
Ancak, ağacından yeni koparılmış zeytinde o nefis tad ve lezzeti bulmak mümkün değildir. Üstelik bu zeytinler yenilemeyecek kadar da acıdır.
Yediğimiz zeytinin bu güzel ve hoş tadının nasıl meydana geldiğini merak edenleriniz olmuştur.
Öyle ya, dalındayken zehir gibi acı olan zeytin, nasıl oluyor da çok hoş ve lezzetli bir hale geliyor? Fakat asıl hayret edilecek şey, bu işte de mikropların rol oynamasıdır. İsterseniz bunun nasıl olduğunu kısaca anlatalım.
Önce, zeytinler ağaçtan toplanır. Yaralı bereli olanlar ayrılır. Sağlam zeytinler, içerisinde tuzlu su bulunan fıçılara veya havuzlara koyulur. Birkaç ay bekletilir. İşte bu esnada faydalı mikroplar faaliyete geçerler. Fermantasyon denilen bir olay meydana getirirler. Fermantasyon ile acılar gider, yerini hoş bir tada bırakır.
Şimdi biraz düşünelim: Mikroplar sayesinde ekmek, yoğurt yiyebiliyor, ayran içebiliyoruz, çeşit çeşit peynirler, sirke ve turşular hep mikropların hediyesi. Öyle ise, bu mikroplar ordusunu bizim hizmetimize koşturan ve bize sayısız nimetleri yedirip içiren Allah'a teşekkür etmeliyiz. Bu nimetleri yiyip içerken, O'nun Rızık Verici ismini daima hatırlayıp, minnettar olmalıyız.192
Duran Kalbi Çalıştırma Faaliyetleri, İnsan Ecelini Değiştirmez.
Dostları ilə paylaş: |