212
İslâm ülkelerinin maddi ve manevi desteğini celbetmek ve bu sayede
Osmanlı devletini emperyalist güçler karşısında ayakta tutmak, bu
politikanın esas amacıydı.
Cemâleddin Efgânî’nin İslâm birliği ideolojisi ise daha kapsamlıydı. Ona
göre, ittihad-ı İslâm’ın, din bağı, hac ve hilafet olmak üzere üç dayanağı
vardı. Efgânî milliyet faktörünü, din bağını gölgede bırakmaması ve kavmî
taasubu artırmaması şartıyla faydalı bir unsur olarak ele aldı. Irkçı
eğilimlerden uzak, din bağını güçlendiren müsbet bir milliyetçilikten yana
oldu. Mekke ve Medine’yi İslâm birliğinin manevi merkezleri olarak tespit
etti. Müslümanların her hac mevsimi bu merkezlerde toplanarak ortak mese-
lelerini görüşmelerini, aralarında iş bölümüne gitmelerini önerdi. Hilafet
kurumunu ise bu birliğin yegane otorite mercii olarak kabul etti. Ancak bu
hilafet, ümmetin katılımı ve meşveret esası ile yürütülmeli, mutlakiyet bıra-
kılarak meşrutiyete geçilmeliydi (Karaman, 1994).
g) Kur’ân ve sünnetin belli bir
yönetim şekli ortaya koymadığını, genel
esaslar belirlemekle yetindiğini savunan İslâmcılar, hilafet kurumunu, onu
“peygamber vekâleti” kabul eden geleneksel anlayıştan farklı olarak
“millete vekalet” şeklinde takdim ettiler. Bu yeni yaklaşım halk
egemenliğine vurgu yaparak anayasa (kânûn-i esâsî) ve vekiller meclisi
gibi yeni kurumları güçlendirmeyi hedefliyordu. Meşveret, şura, biat gibi
İslâmi kavramlar ile, batı kökenli demokrasi, parlamento, serbest seçim,
kamuoyu gibi kavramların arasında yakın irtibatlar kurularak İslâmcı bir
siyaset ideolojisi kurulmaya çalışıldı (Türköne, Özcan, Kutluer, 2001).
h) İhyâcı/İslâmcı şahsiyetlerin ürettikleri
edebiyâta bakıldığında, yukarıda
belirtilen ana meselelerin işlendiği eserlerin yanısıra, temel insan hak-
larını İslâm hukuku açısından ortaya koyan, Müslüman kadının toplum-
daki yerinin iyileştirilmesini savunan makaleler önemli bir hacmi kapsa-
maktadır.
Yine oryantalist saldırılara cevap vermek yahut ideolojik ve felsefi nite-
likli yabancı akımlarla mücadele etmek gayesiyle çok sayıda kitap telif edildi.
Efgânî’nin bir naturalizm eleştirisi mahiyetindeki Dehriyyûn’a Reddiye’si,
İsmail Fennî’nin materyalist ve ateist felsefeleri eleştirdiği Maddiyyûn Mez-
hebinin İzmihlâli adlı çalışması, İslâm’ın bilimsel gelişmelere mani olduğu
iddiasındaki Ernest Renan’a karşı yazılan reddiyeler ve daha birçok eser
konumuz olan edebiyâtın dikkat çekici mahsülleriydi.
Kur’ân merkezli bir düşünce tasavvuruna sahip ihyâcı alimlerin, ayetleri
tefsir ederken Kur’ân’ı modern bilimle uyumlu bir kitap olarak gösterme
gayretinde olduklarını anlıyoruz. Bu yorum tarzı, İslâmiyet’in bilimsel
gelişmeleri engellediği yönündeki iddialara bir cevaptı. Tantâvî Cevherî’nin
el-Cevâhir başlıklı eseri bu tarz tefsirin en bilinen örneğidir. Hz. Mûsâ’nın
önünde dağın erimesi haberini Seyyid Ahmed Han’ın volkanik bir patlama
olarak açıklaması, yine Hz. Mûsâ’nın elindeki asasıyla taştan pınarlar
akıtmasını Said Nursî’nin artezyenin işareti olarak göstermesi yahut kuşların
attığı taşlarla Ebrehe ordusunun helâkını Abduh’un bulaşıcı çiçek hastalığı ile
izah etmesi, hissi mucizelerin aklîlleştirilmesi ve bilimsel hale getirilmesi
gayretinin ilginç örnekleri olarak dönemin eserlerinde karşımıza çıkmaktadır.
Dostları ilə paylaş: