Microsoft Word +Islam Mezhepler Tarihi Yayin Nushasi MehmetAliBuyukkara +++


İhyacılığın/İslâmcılığın Temel Meseleleri



Yüklə 1,92 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə252/283
tarix31.12.2021
ölçüsü1,92 Mb.
#113334
1   ...   248   249   250   251   252   253   254   255   ...   283
ILH2004-MZHP

 
İhyacılığın/İslâmcılığın Temel Meseleleri 
a) “İslâm’ı hayata yeniden hakim kılma” teklifi, İslâmcı aydınların 
söyleminde önemli bir yer tutmaktaydı. Müslümanların gerilemesinin 
sebebi, çoğu  İslâmcının kanaatine göre İslâm’ın hakikatinden 
uzaklaşılmış olmasıydı. Çözüm, gerçek İslâm’a yönelmek, yani 
İslâmlaşmaktı. Bunun için öncelikle Hz. Peygamber dönemine, diğer bir 
deyişle asr-ı saâdete dönmek ve temel kaynaklara, Kur’ân ve sünnete 
başvurmak lazımdı. Sonraki görev ise, asr-ı saâdetin ardından ortaya 
çıkmış geleneklerin gözden geçirilmesi ve ıslah edilmesiydi. İslâm 
düşüncesini körelten, müslümanları yanlış yollara sevkeden bid’at ve 


 
 
211
hurafelerin ayıklanmasıydı. Bu nedenle ihyacı hareketler bazı modern 
araştırmalarda “ana kaynaklara dönüşçü” özelliği nedeniyle “yeni 
selefîlik” veya “ıslahatçı selefîlik” olarak tanımlanmıştır.  
Yeni selefîlik ile daha çok Vehhâbîlik’le özdeşleştirilen ve geleneksel Ehl-i 
Hadîs çizgisini sürdüren günümüz selefîliği arasında “ana kaynaklara 
dönüşçü” ortak payda dışında belirgin bir benzerlik ve yakınlık bulunmamakta-
dır.  İhyâcılık/İslâmcılık  İslâm toplumunu modernleştirmek adına yükseltilen, 
entelektüel, rasyonel, bilimci, gelişimci, aktivist yönleri ağır basan, Müslüman-
ları birleştirici bir amaç güden küresel bir siyasi projenin adı iken; geleneksel 
selefiyye, daha çok hadis merkezli bir metinciliği esas alarak akılcı çözümlere 
mesafeli, dışlamacı karakteri baskın muhafazakâr yaklaşımı temsil etmektedir.  
b)  İslâmiyet’in modern ihtiyaçları karşılayacak evrensel bir siyasi-sosyal 
muhtevaya sahip olduğu fikri, İslâmcıların sıklıkla vurguladıkları bir tez 
olmuştur.  İslâmiyet’in modern dünyadaki bu kapsayıcılığı, kaynağını 
kutsaldan almakla birlikte akılla da kavranıp temellendirilebilir. Zira 
İslâm, akla uygun bir dindir. Bu nedenle çağın yeniliklerine kolaylıkla 
intibak edebilir. Gelişmeye (terakki) engel olmadığı gibi bizzat gelişmeyi 
emreder. Dinin gelişmeye engel olan unsurları, dine sonradan ilave edilen 
geleneğin ürünleridir. Tutucu bağlardan kurtulmak ve asli kaynakları 
gelişmeci bir dini sistemin hizmetine sunmak için, Ortaçağ’da kapanan 
ictihat kapısı yeniden açılmalı, yeni hükümler üretilmeli, mezhep 
taklitçiliğinin önüne geçilmelidir (Türköne, Özcan, Kutluer, 2001). 
c) Müslümanlar batıyı üstün kılan ilmi, medeni ve teknik usulleri alarak 
kendi toplumlarını kalkındırmak zorundadır. Zaten batı medeniyeti 
bugünkü yüksek seviyesine daha önce Müslümanlardan öğrendikleriyle 
ulaşmıştır. Hz. Peygamber’in “hikmet müminin yitik malıdır, nerede 
bulursa onu alır” sözü referans alınmalıdır. Fakat bu yararlanma faaliyeti 
seçmeci (eklektik) bir tarzda yapılmalıdır (Türköne, Özcan, Kutluer, 
2001). Yabancı ideolojiler ve ahlak anlayışları da bu arada alınırsa, bunlar 
İslâm’ın asli değerlerine uymadığından, bu tarz bir taklit gelişmeye değil 
yıkıma sebep olur. 
d) Gelenekle hesaplaşma bağlamında  İslâmcılar, genel olarak tasavvuf ve 
tarikatlara menfi bakmışlardır. Tarikatların atâlet ve miskinlik yuvaları 
haline geldiği; insan iradesini değersizleştirdiği; hurafeciliği geliştirdiği; 
takva, tevekkül ve zühd kavramlarını yanlış yorumlayarak ilerlemeye 
mani olduğu iddiaları sık sık dile getirilmiştir. Bununla birlikte felsefi bir 
boyut taşıması ve bütün dinleri içine alan müsamahakâr birlik anlayışı 
nedeniyle vahdet-i vücûd düşüncesi bazı  İslâmcılar nezdinde özel ilgi 
görmüştür (Türköne, Özcan, Kutluer, 2001). 
e) İslâmcılar, eğitim-öğretimin ıslahı üzerinde önemle durmuşlardır. Onlara 
göre, medrese sistemini değiştirmek,  ıslah etmek, pratik hiçbir faydası 
olmayan veya devri geçmiş dersler yerine günün ihtiyaçlarına cevap 
verecek konuları okutmak, felsefenin ve pozitif bilimlerin tahsiline önem 
vermek gerekmekteydi (Kara, 1995, s. 77). Bu hedefler doğrultusunda 
Seyyid Ahmed Han, Aligarh Mektebi’ni kurmuş; Muhammed Abduh el-
Ezher müfredatının ıslahı için çalışmış, Said Nursî ise Doğu Anadolu’da 
Zehrâ Medresesi adıyla açmayı düşündüğü bir yüksek öğretim kurumunu 
projelendirmişti. 
f)  İslâmcılara göre ittihad-ı  İslâm, yani panİslâmizm adını da verdikleri 
müslümanların siyasal birliği, İslâm âleminin geri kalmasını ve sömürge-
cilerin istilasını engelleyecek tek çareydi. II. Abdülhamid bunu bir devlet 
politikası haline getirdi. Padişahın halife olma imtiyazı tahkim edilerek 


 
 
212
İslâm ülkelerinin maddi ve manevi desteğini celbetmek ve bu sayede 
Osmanlı devletini emperyalist güçler karşısında ayakta tutmak, bu 
politikanın esas amacıydı.  
Cemâleddin Efgânî’nin İslâm birliği ideolojisi ise daha kapsamlıydı. Ona 
göre, ittihad-ı  İslâm’ın, din bağı, hac ve hilafet olmak üzere üç dayanağı 
vardı. Efgânî milliyet faktörünü, din bağını gölgede bırakmaması ve kavmî 
taasubu artırmaması  şartıyla faydalı bir unsur olarak ele aldı. Irkçı 
eğilimlerden uzak, din bağını güçlendiren müsbet bir milliyetçilikten yana 
oldu. Mekke ve Medine’yi İslâm birliğinin manevi merkezleri olarak tespit 
etti. Müslümanların her hac mevsimi bu merkezlerde toplanarak ortak mese-
lelerini görüşmelerini, aralarında iş bölümüne gitmelerini önerdi. Hilafet 
kurumunu ise bu birliğin yegane otorite mercii olarak kabul etti. Ancak bu 
hilafet, ümmetin katılımı ve meşveret esası ile yürütülmeli, mutlakiyet bıra-
kılarak meşrutiyete geçilmeliydi (Karaman, 1994).  
g) Kur’ân ve sünnetin belli bir yönetim  şekli ortaya koymadığını, genel 
esaslar belirlemekle yetindiğini savunan İslâmcılar, hilafet kurumunu, onu 
“peygamber vekâleti” kabul eden geleneksel anlayıştan farklı olarak 
“millete vekalet” şeklinde takdim ettiler. Bu yeni yaklaşım halk 
egemenliğine vurgu yaparak anayasa (kânûn-i esâsî) ve vekiller meclisi 
gibi yeni kurumları güçlendirmeyi hedefliyordu. Meşveret, şura, biat gibi 
İslâmi kavramlar ile, batı kökenli demokrasi, parlamento, serbest seçim, 
kamuoyu gibi kavramların arasında yakın irtibatlar kurularak İslâmcı bir 
siyaset ideolojisi kurulmaya çalışıldı (Türköne, Özcan, Kutluer, 2001). 
h)  İhyâcı/İslâmcı  şahsiyetlerin ürettikleri edebiyâta bakıldığında, yukarıda 
belirtilen ana meselelerin işlendiği eserlerin yanısıra, temel insan hak-
larını  İslâm hukuku açısından ortaya koyan, Müslüman kadının toplum-
daki yerinin iyileştirilmesini savunan makaleler önemli bir hacmi kapsa-
maktadır.  
Yine oryantalist saldırılara cevap vermek yahut ideolojik ve felsefi nite-
likli yabancı akımlarla mücadele etmek gayesiyle çok sayıda kitap telif edildi. 
Efgânî’nin bir naturalizm eleştirisi mahiyetindeki Dehriyyûn’a Reddiye’si, 
İsmail Fennî’nin materyalist ve ateist felsefeleri eleştirdiği Maddiyyûn Mez-
hebinin  İzmihlâli adlı çalışması,  İslâm’ın bilimsel gelişmelere mani olduğu 
iddiasındaki Ernest Renan’a karşı yazılan reddiyeler ve daha birçok eser 
konumuz olan edebiyâtın dikkat çekici mahsülleriydi. 
Kur’ân merkezli bir düşünce tasavvuruna sahip ihyâcı alimlerin, ayetleri 
tefsir ederken Kur’ân’ı modern bilimle uyumlu bir kitap olarak gösterme 
gayretinde olduklarını anlıyoruz. Bu yorum tarzı,  İslâmiyet’in bilimsel 
gelişmeleri engellediği yönündeki iddialara bir cevaptı. Tantâvî Cevherî’nin 
el-Cevâhir başlıklı eseri bu tarz tefsirin en bilinen örneğidir. Hz. Mûsâ’nın 
önünde dağın erimesi haberini Seyyid Ahmed Han’ın volkanik bir patlama 
olarak açıklaması, yine Hz. Mûsâ’nın elindeki asasıyla taştan pınarlar 
akıtmasını Said Nursî’nin artezyenin işareti olarak göstermesi yahut kuşların 
attığı taşlarla Ebrehe ordusunun helâkını Abduh’un bulaşıcı çiçek hastalığı ile 
izah etmesi, hissi mucizelerin aklîlleştirilmesi ve bilimsel hale getirilmesi 
gayretinin ilginç örnekleri olarak dönemin eserlerinde karşımıza çıkmaktadır. 

Yüklə 1,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   248   249   250   251   252   253   254   255   ...   283




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin