ed-Dürr'ül-Mensûr tefsirinde İbn-i Cerir, Ebu'ş-Şeyh ve İbn-i Mür-deveyh'in Ebu Hüreyre'den şöyle rivayet ettikleri belirtilir: "Pey-gamberimiz (s.a.a) bir gün 'Ey insanlar, Allah size hacca gitmeyi
farz kıldı' dedi. Bunun üzerine Esed kabilesinden Ukaşe b. Mihsan
ayağa kalkarak, 'Ey Allah'ın resulü, her yıl mı?' diye sordu. Pey-gamberimiz ona şu karşılığıverdi: 'Eğer evet desem her yıl hacca
gitmeniz farz olurdu. Farz olduğu hâlde onu yapmazsanız yoldan
çıkmışolurdunuz. Benim değinmediğim konularıkurcalamayın.
Sizden öncekiler sorularından ve bu amaçla peygamberlerinin ya-nına gidip gelmelerinden dolayıhe-lâk oldular. Bunun üzerine, 'Ey
inananlar! Açıklandığında sizi üzecek olan... şeyleri sormayın... '
ayeti indi."
Ben derim ki:Bu hikâyeyi birkaç ravi Ebu Hüreyre ve Ebu
Amame'den nakletmişlerdir. Bu rivayet Mecma'ul-Beyan tefsirinde
ve başka birkaç Şia kitabında nakledilmiştir. Hikâye daha önceki
açıklamalarımızla örtüşmektedir.
Yine ed-Dürr'ül-Mensûr tefsirinde İbn-i Cerir ve İbn-i Ebu
Hatem, "Ey inananlar! Açıklandığında sizi üzecek olan... şeyleri
sormayın." ayeti hakkında Süddi'den şöyle rivayet ederler: "Gün-
214 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
lerden bir gün Peygamberimiz (s.a.a) öfkelendi ve minbere çıkarak
şu konuşmayıyap-tı: 'Bana istediğiniz soruyu sorun. Sorduğunuz
her soruyu kesinlikle cevaplandıracağım.' Bunun üzerine Abdullah
b. Hüzafe adınıtaşıyan ve babasıile ilgili dedikoduların muhatabı
olan Kureyşkabilesinin Benî Sahm koluna mensup biri ayağa kal-karak, 'Ey Allah'ın Resulü, benim gerçek babam kimdir?' diye sor-du. Peygamber, adamın babasının adınıvererek, 'Baban falânca-dır.' dedi. Bunun üzerine Ömer ayağa kalkarak Peygamberin aya-ğınıöptü ve 'Ey Allah'ın Resulü, bizler Allah'ın Rabbimiz, senin
Peygamberimiz ve Kur'ân'ın rehberimiz olduğuna inandık. Bizi af-fet, Allah da seni affetsin.' dedi. Peygamber razıolana kadar Ö-mer ısrarla özür diledi ve o gün, 'Çocuk, peydahlandığıyatağa nis-pet edilir ve zina eden taşlanarak cezalandırılır.' dedi. Arkasından,
'Sizden önceki bir toplum da onlarısormuştu' ayeti indi."
Ben derim ki:Bu rivayet bazımetin farklılıklarıile birkaç ka-naldan nakledilmiştir. Daha önce söylediğimiz gibi bu rivayet bu
ayetle örtüşmüyor.
Yine aynıeserde İbn-i Cerir, İbn-i Münzir ve Hâkim -rivayetin
sahih olduğunu belirterek- Sa'lebe el-Haşinî'den şöyle rivayet et-mişlerdir: Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Allah size birtakım
farzlar emretti, bunlarıihmal etmeyin. Sizin için bazısınırlar çizdi,
bunlarıçiğ-nemeyin. Size bazı şeyleri haram kıldı, saygısızlık edip
onlarıyapmayın. Bazı şeyleri değinmeden geçti. Bunu onlarıunut-tuğu için değil, size merhamet olsun diye yaptı, bunlarıoldukları
gibi kabul edin ve kurcalamayın."
Mecma'ul-Beyan ve Safi tefsirlerinde Hz. Ali'den şöyle rivayet
edilir: "Allah size birtakım farzlar emretti, bunlarıihmal etmeyin.
Size birtakım sınırlar çizdi, bunlarıçiğnemeyin. Size bazı şeyleri
yasakladı, bunlara saygısızlık yapmayın. Bazı şeyleri size açıkla-madı, bunlarıunuttuğu için terk etmişdeğildir; o hâlde bunları
kurcalayarak kendinizi zora sokmayın."
el-Kâfi'de müellif kendi rivayet zinciriyle Ebu Carud'dan şöyle
rivayet eder: İmam Bâkır (a.s) şöyle buyurdu: "Size bir söz söyledi-ğim zaman bu sözümün hangi ayete dayandığınıbana sorun. Ar-kasından yaptığıbir konuşmada, 'Peygamberimiz (s.a.a)
dedikoduyu, mal israfınıve çok soru sormayıyasakladı' dedi. Biri
Mâide Sûresi 101-102 .......................................................................................... 215
ona 'Ey Allah'ın Resu-lü'nün torunu, bu söylediklerinin Kur'ân'daki
delili hangi ayetlerdir?' diye sordu."
"İmam (a.s) adama şu cevabıverdi: Yüce Allah şöyle buyur-muştur: 'Onların fısıldaşmalarının birçoğunda hayır yoktur. Yalnız,
sadaka yahut iyilik ya da insanların arasınıdüzeltmeyi emreden
hariç.' [Nisâ, 114]Yine şöyle buyurmuştur: 'Allah'ın sizin için geçim
kaynağıve yaşayışvesilesi kıldığımallarınızıbeyinsiz (yetim)lere
vermeyin.' [Nisâ, 5]Ve yine şöyle buyurmuştur: Açıklandığında sizi
üzecek olan... şeyleri sormayın." [c.5, s.300, h:2]
Tefsir'ul-Ayyâşî'de Ahmed b. Muhammed'den şöyle rivayet edi-lir: "İmam Ebu'l-Hasan Rıza'ya (a.s) bir mektup yazmıştım. [Bana
verdiği cevabın] sonunda şunlarıyazdı: Çok soru sormak size ya-saklanmışdeğil mi? Buna rağmen bu alışkanlıktan vazgeçmedi-niz. Bu konuda dikkatli olun ve bundan sakının. Çünkü sizden ön-ceki ümmetler çok soru sormalarıyüzünden mahvoldular. Nitekim
yüce Allah 'Ey inananlar!... sonra onlarıinkâr etmişlerdi.' buyur-muştur." [c.1, s.346, h:212]
216 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
103-Allah, ne bahîre diye bir şey ortaya koymuştur, ne sâibe,
ne vasîle ve ne de hâm. Fakat kâfirler Allah'a yalan iftira ediyorlar
ve onların çoğu (iftira ettiklerine) akıl erdirmiyorlar.
104-Onlara "Allah'ın indirdiğine (Kur'ân'a) ve Elçiye (itaate)
gelin" dendiğinde, "Atalarımızıüzerinde bulduğumuz şey bize ye-ter" derler. Peki, ya atalarıhiçbir şey bilmeyen ve doğru yolu bul-mayan kimseler olsalar da mı?
AYETLERİN AÇIKLAMASI
"Allah, ne bahîre diye bir şey ortaya koymuştur, ne sâ-ibe, ne vasîle
ve ne de hâm. Bu sayılanlar dört hayvan türüdür. Cahiliye döne-minde Araplar onlar hakkında saygıya ve bir tür serbestliğe dayalı
hükümler öngörüyorlardı. Yüce Allah bu hükümlerin kendisinden
kaynaklanmadığınıaçıklıyor. Allah'ın reddettiği şey o hayvanların
kendileri değil, onlar hakkında ön görülen sıfatlardır. Yoksa o hay-vanlar hiç şüphesiz Allah'ın yarattığıcanlılardır. Sıfatlarıda sadece
sıfat olmalarıaçısından Allah'ın yarattığıve O'na isnat edilebilir
şeylerdir. Allah'a isnat edilmesi ve reddedilmesi mümkün olan
şey, o hayvanlarla ilgili hükümlere kaynaklık etmeleri açısından o
hayvanlara izafe edilen sıfatlardır. İsnat etmeyi ve reddedilmeyi
kabul eden, sadece budur. Başka bir deyişle, bu ayette bahîre ve
onunla birlikte sayılan hayvanlarda reddedilen şey, bu hayvanlara
yakıştırılan ve cahiliye Araplarıtarafından tanınan hükümlerin
reddedilmesidir.
Bu dört hayvan türünün isimlerinin anlamlarıtartışmalıdır.
Dolayısıyla aşağıda ele alınacağıüzere onlar için öngörülen
hükümlerin neler olduğu da tartışma konusudur. Fakat üzerinde
anlaşılan bir nokta, bu hayvanlara yakıştırılan hükümlerin bir tür
serbestliğe ve saygıduymaya dayandığıdır. Bu dört hayvan
Mâide Sûresi 103-104 .......................................................................................... 217
bestliğe ve saygıduymaya dayandığıdır. Bu dört hayvan türünün
üçü, "bahîre, sâibe ve hâm" deve türünden, vasîle ise koyun tü-ründendir.
Mecma'ul-Beyan tefsirinde Zeccac'a dayanılarak verilen bilgi-ye göre, "Bahîre"dişi deveye denir. Bu deve beşbatın yavrulayınca
eğer son yavrusu erkek olursa, kulaklarından birinde derin bir ya-rık açılır. Artık ne binek hayvanıolarak kullanılır ve ne boğazlanır.
Hiçbir sudan, hiçbir otlaktan kovalanmaz. Yorgun yaya bile onun
sırtına binemez.
"İbn-i Abbas'tan nakledildiğine göre, dişi deve beşbatın yavru-layınca cahiliye Araplarıbeşinci batında doğan yavruya bakarlardı.
Eğer yavru erkek ise ana deveyi keserlerdi. Etini erkekler de, ka-dınlar da yiyebilirlerdi. Eğer beşinci batında doğan yavru, dişi ise
ana devenin kulağınıyararlardı. İşte Bahîre buna denirdi. Artık o-nun yünü kırkılmazdı. Kesilirse üzerine Allah'ın adıanılmazdı. Sır-tına yük vurulmazdı. Kadınlar sütünden içemezlerdi ve ondan hiç-bir şekilde faydalanamazlardı. Sütü de, diğer faydalarıda erkekle-re mahsustu. Ölünceye kadar bu böyle idi. Ölünce kadınlar da er-kekler gibi etinden yiyebilirlerdi. Muhammed b. İshak'a göre bahî-re, sâibe'nin dişi yavrusudur.
Mecma'ul-Beyan tefsirinde Zeccac'a dayanılarak verilen bilgi-ye göre "Sâibe", cahiliye Araplarının adadıklarıdevelere denirdi.
Bir kişi bir yolculuktan döndüğü, bir hastalıktan iyileştiği veya bun-lara benzer bir isteği gerçekleştiğinde, "Benim dişi devem
sâibedir" derdi. Sâ-ibenin durumu kendisinden yararlanmama,
hiçbir suyu içmekten ve hiçbir otlaktan alıkonmama bakımından
bahîre gibi idi. Alkame'nin görüşü de budur.
İbn-i Abbas'a ve İbn-i Mesud'a göre sâibe, putlara adanmış,
putlar için azat edilmişdişi deve demekti. Herkes dilediği deveyi
putlara adar, onu alıp puthane görevlilerine teslim ederdi. Görevli-ler bu devenin sütünü yolda kalmışlara ve onlar gibi muhtaçlara
dağıtırlardı.
Muhammed b. İshak'ın verdiği bilgiye göre sâibe bir dişi deve-dir ki, arka arkaya on dişi yavru doğuruyor, arada hiçbir erkek yav-ru doğurmuyor. Bu dişi deveyi putlara adıyorlardı. Artık sırtına
binilmez; yünü kırkılmaz; sütünü sadece misafirler içebilirdi. Bun-
218 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
dan sonra eğer bir dişi yavru daha doğurursa yavrunun kulağıya-rıldıktan sonra anasıile birlikte salıverilirdi. İşte bu dişi yavruya da
bahîre deniliyor.
Mecma'ul-Beyan tefsirinde Zeccac'a dayanılarak verilen bilgi-ye göre "Vasîle", davar türünden bir hayvandır. Koyun, dişi kuzu
doğurunca bu kuzu sahiplerinin olur, fakat erkek kuzu doğurunca
onu ilâhlarına adarlardı. Aynıbatında bir erkek ve bir dişi kuzu do-ğurunca dişi kuzu için 'o kardeşine ulaştı' derler ve erkek kuzuyu
ilâhlarına kurban etmezlerdi.
İbn-i Mesut ve Mukatil'in verdikleri bilgiye göre, eğer keçi yedi
batın yavrular ve yedincisi erkek olursa, onu ilâhlarına kurban e-derlerdi. Bunun etinden sadece erkekler yiyebilirlerdi, kadınlar
yiyemezlerdi. Eğer yedinci batında doğan dişi oğlak olursa, ilâhla-ra kurban edilmez ve koyun sürüsüne katılırdı. Eğer keçi beşinci
batında biri erkek ve biri dişi olmak üzere iki oğlak doğurursa,
"Dişi oğlak saygınlıkta kardeşine ulaştı" derler ve her ikisine saygı
gösterirlerdi. Bunların menfaatleri ve sütleri erkeklere ait olurdu,
kadınlar onlardan yararlanamazlardı.
Muhammed b. İshak'ın verdiği bilgiye göre, beşbatında ara-lıksız olarak on dişi kuzu doğuran, yani bu on yavrusu içinde hiç
erkek kuzu bulunmayan koyun vasîle adınıalırdı, cahiliye Arapları
onun için "On dişi kuzuyu arka arkaya getirdi" derlerdi. Bundan
sonra doğurduğu kuzulardan sadece erkekler yararlanabilirdi, ka-dınlar onlardan yararlanmazlardı.
Mecma'ul-Beyan tefsirinde İbn-i Abbas'a ve İbn-i Mesud'a da-yanılarak verilen bilgiye göre, "Hâm"bir tür erkek devedir. Araplar,
sülbünden on batın yavru doğurtan erkek deve için "Sırtı
dokunulmaz oldu" derlerdi. Artık onun sırtına yük vurulmaz. Hiçbir
su kaynağından ve otlaktan kovalanmazdı. Ebu Ubeyde ve
Zeccac'ın görüşü de budur.
Ferra'nın görüşüne göre bir erkek deve, yavrusunun yavrusunu
ge-be bıraktığında cahiliye Arapları"Onun sırtıdokunulmaz oldu"
derler ve artık ona binmezlerdi.
Görüldüğü gibi bu isimler farklıbiçimde açıklanıyor. Yalnız bu
farklılığın toplumların geleneklerindeki farklılıktan kaynaklanmış
olma ihtimali güçlüdür. Çünkü ilkel kavimlerin geleneklerinde bu
Mâide Sûresi 103-104 .......................................................................................... 219
tür uygulamaların benzerleri çoktur.
Her neyse; bu ayet, cahiliye Araplarının bu dört tür hayvana
yakıştırdıklarıve Allah'a nispet ettikleri hükümleri reddediyor. On-ların bu hükümleri Allah'a nispet ettiklerinin delili, "Allah, ne bahî-re diye bir şey ortaya koymuştur, ne sâibe, ne vasîle ve ne de
hâm." ifadesi ile "Fakat kâfirler Allah'a yalan iftira ediyorlar."
cümleleridir.
Bundan dolayı "Fakat kâfirler Allah'a yalan iftira ediyorlar."
ifadesi gizli bir sorunun cevabıniteliğindedir. "Allah, ne bahîre di-ye bir şey ortaya koymuştur, ne sâibe, ne vasîle ve ne de hâm."
denince, sanki "Peki bu kâfirlerin iddialarıneyin nesidir?" diye so-ruldu ve bu soruya onların Allah adına yalan uydurduklarıbiçimin-de cevap verildi. Arkasından bu açıklama daha genişletilerek, "On-ların çoğu akıl erdirmiyorlar." denmiştir. Yani onlar bu iftira konu-sunda birbirlerinden farklıdırlar. Çoğu bu iftiralarıdüşünmeden,
anlamadan yapıyor. Fakat ufak bir azınlık işin doğrusunun ne ol-duğunu bile bile ve Allah'a nispet ettikleri iftiranın farkında olarak
bu asılsız yakıştırmalarıyapıyorlar. Bunlar çoğunluk tarafından
uyulan, itaat edilen ve halkın dizginlerini ellerinde tutan inatçıve
bağnaz kimselerdir.
"Onlara 'Allah'ın indirdiğine (Kur'ân'a) ve Elçiye (itaate) gelin' dendi-ğinde, 'Atalarımızıüzerinde bulduğumuz şey bize yeter' derler."Bu a-yette onların Allah tarafından Peygambere indirilen mesaja çağ-rılmalarıanlatılıyor. Mesaj Allah katından geliyor. Peygamberin
yaptığısadece davet etmektir. Dolayısıyla davet, hakka davettir.
Bu hak, içinde yalan ve aldatmacanın kırıntısının bile bulunmadığı
doğru ve cehaletten arınmışilimdir. Bir önceki ayet, iftira ile dü-şünmeden yoksun olmayıbirlikte onların tarafına koyuyor. Buna
göre davet edildikleri tarafta -yani Allah'ın tarafında- sadece doğ-ruya ve ilme yer kalıyor.
Fakat onlar bu çağrıyıtaklitçiliğe sarılarak, "Atalarımızıüze-rinde bulduğumuz şey bize yeter" diye reddediyorlar.
Taklitçilik kimi zaman ve bazı şartlar altında doğrudur. Söz
konusu doğru taklit, cahilin âlime başvurmasıdır. İnsanın hangi yo-lu izleyeceği ile ilgili bilgiyi kendi birikimi ile elde edemediği bütün
hükümler konusunda sosyal hayatın seyri bu tür taklide dayanır.
220 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
Fakat cahilin başka bir cahile başvurmasıanlamında cahilin cahili
taklit etmesi, aklıbaşında insanlarca kınanan bir tutumdur. Eğer
bir âlim, kendi bilgi birikimini bir yana bırakarak başkasının bilgi-sini kaynak edinirse, bu anlamdaki âlimin âlime başvurmasıda
kınanacak bir tutumdur.
Bundan dolayıyüce Allah bu körü körüne taklitçiliği, "Peki, ya
atalarıhiçbir şey bilmeyen ve doğru yolu bulmayan kimseler ol-salar da mı?" diyerek reddediyor. Yani akıl -eğer ortada akıl denen
yetenek varsa- insanın, bilgisi olmayan ve hidayetten yoksun bu-lunan kimseleri taklit etmesini onaylamaz. Hayatın kuralları, teh-likelerden emin olunmayan ve ne şahsın kendi düşüncesi ile ve ne
bilen birinin görüşü ile mahiyeti bilinmeyen bir yola koyulmayı
tasvip etmez.
Belki de, "doğru yolu bulmayan kimseler" ifadesinin "hiçbir
şey bilmeyen" ifadesine atfedilmesi, bu konudaki gerçeğin kayıt
ve şartlarınıtamamlamak içindir. Çünkü bir cahilin kendisi gibi bir
cahile başvurmasıgenel olarak kınanacak bir tutum olmakla bir-likte, bunun gerçekten kınanacak bir tutum olabilmesi için görüşü
sorulan cahilin, cahillikte soru soranla aynıolması, ona üstün ge-lecek hiçbir ayrıcalığının bulunmamasıgerekir. Ama eğer görüşü-ne uyulan cahil, bir âlimin rehberliği ile belirlediği bir yoldan gidi-yorsa, koyulduğu yol hidayet yolu ise, o zaman onun tutumunu ör-nek edinen, onun yolunu taklit eden cahil kınanmaz. Çünkü so-nuçta işilmin rehberliğine varıp dayanıyor. Meselâ cahilin biri bir
âlimin gösterdiği yolu izliyor, sonra da o cahili bu konuda başka
bir cahil kendine örnek kabul ediyor.
Bundan açıkça ortaya çıkıyor ki, "Peki, ya atalarıhiçbir şey
bilmeyen ve doğru yolu bulmayan kimseler olsalar da mı?" ifade-si, onların sapıklıklarınıperçinlemede yeterli değildir. Çünkü taklit
yolu ile uyduklarıataları, doğru yoldan giden âlimleri örnek edine-rek doğru yolu bulmuşkimseler olabilirler. O zaman atalarınıtaklit
eden kimseler kınanamaz ve sapıklıklarıkesinlikle kanıtlanmış
olamaz. İşte bu ihtimali ortadan kaldırmak için onların atalarının
hiçbir şey bilmeyen ve doğru yoldan uzak kalmışkimseler olduk-larıvurgulanmıştır. Öyle olunca durumu böyle olanlara uymanın
hiçbir haklıgerekçesi kalmamışolur.
Mâide Sûresi 103-104 .......................................................................................... 221
İlk ayetten, yani "Allah, ne bahîre diye bir şey ortaya koymuş-tur, ne sâibe, ne vasîle ve ne de hâm." ayetinden anlaşıldığıgibi
bu kimseler iki kısımdır. Bir kısmı, düşünce yeteneğinden yoksun
kimselerdir ki, bunlar çoğunluğu oluşturuyor. Diğer bir kısmıinatçı
ve kendilerini beğenmişseçkinlerdir. Bu sonuca göre bu kimseler
muhatap kabul edilip delil gösterilme ehliyetinden yoksun kimse-lerdir. Bu yüzden ikinci ayette kendilerine hitap edilerek delil gös-terilmesi yerine üçüncü şahıslara hitap edilmesi tercih edilmişve
"Peki, ya atalarıhiçbir şey bilmeyen ve doğru yolu bulmayan
kimseler olsalar da mı?" ifadesi ile âdeta onlarla yüzleşilmekten
kaçınılmıştır. Tefsir kitabımızın birinci cildinde taklit hakkında ilmî
ve ahlâkî bir inceleme yapmıştık. İsteyenler ona başvurabilirler.
Bu ayetten açıkça anlaşılıyor ki, Kur'ân'a ve Peygambere baş-vurmak -ki bu, sünnete başvurmaktır- asla kınanan bir taklit biçi-mi değildir.
Dostları ilə paylaş: |