Mitolojiden romana anlatima dayali türlere genel bakiş



Yüklə 1,14 Mb.
səhifə6/26
tarix04.11.2017
ölçüsü1,14 Mb.
#30679
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   26

Hem bu edebî akıma hem de Türk düşünce hayatına derin tesirleri olan Ziya Gökalp, Türkçü yazar ve şâirlerin, edebî malzemeyi halk edebiyatından, işlenecek formu ise Batı edebiyatından almaları gerektiğini belirtir. Bu, halk kültürünü (Ziya Gökalp’in kullandığı kavramla) harsı incelemeyi ve onu işlemeyi (yine onun kullandığı kavramla) tehzîbi içine alır.

Ziya Gökalp, öncelikle yapılması gerekenin Türk kültürünün gelişiminin, tarihinin incelenmesi olduğunu belirtir, halk edebiyatının, masalların, destanların bu gözle ele alınması gerektiğini tavsiye eder:

“Edebiyatımızın menbalarını bir taraftan taş mahkûkelerde, ceylan derilerinde, diğer taraftan da halkın koşmalarında, masallarında, destanlarında aramalıyız. Millî veznimiz parmak usûlüdür. Millî dilimiz yalnız Türk sarfına tâbi olandır. Millî edebiyatımız, mevzularını, istiâre zeminlerini Türk hayatından, Türk ictimâî teşkîlâtından, Türk esâtirinden, Türk menkıbelerinden almalı.

83

Lisânımızdan yabancı terkipleri, şiirimizden yabancı vezinleri, edebiyatımızdan



yabancı telmihleri atmalıyız. Lisân ve edebiyatımıza an’anesinin mebdeinden başlarsak, uğradıkları istilâların arızî ve marazî devreler olduğunu anlayacağız. Türk hukukunun tarihini, törelerin, yasaların, tüzüklerin tedkîkiyle diriltmeliyiz. Türk mimarîsi, Türk ressamlığı, ümmet devrinin binalarında ve yazılarında aransa bile, Türk musıkîsi de millî şiir ve edebiyatımız gibi halkın şifahî an’anelerinde taharrî edilmelidir.

Türklüğün kelimelerde, mesellerde, masallarda, destanlarda izleri kalmış bir millî mefkûresi vardır ki bunu bu dağınık enkaz arasından bulup çıkarmak ve bunda mündemic olan kavmî “ma-ba’de’t–târih”i keşfetmek en büyük vazifemizdir.”175

Ziya Gökalp’in halk edebiyatıyla ilgili çalışmalarının bir programı denebilecek olan bu düşünceleri hars kavramına dayanır. Hars bir milletin bütün değer yargılarını, töresini, millî müesseselerini, geleneklerini, geleneklerin muhtevasını kapsar. Harsın içinde örf, gelenek, müessese kavramları önemli yer tutar. Ziya Gökalp’in düşünce sisteminde halk edebiyatı, harsın önemli bir parçasını oluşturan an’anelerin içinde yer alır. Gelenekler de kendi içinde kutluluk derecesine göre üstûreler, menkıbeler, masallar, efsaneler ve alelâde an‘aneler olmak üzere beşe ayrılır.176

Ziya Gökalp’a göre üstûre ve menkıbeler birer dinî âyinden ve buna bağlı inançlardan doğmuşlardır. İlâhlarla ilgili inançlardan üstûreler, yarım ilâhlar ve kahramanlarla ilgili inançlardan menkıbeler doğmuşlardır. Bundan da Ziya Gökalp’in üstûrelerden kasdının mitler olduğu anlaşılır.

175 Ziya Gökalp, Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak, haz. İbrahim Kutluk, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ank., 1976, s. 25.

176 Filizok, a.g.e., s. 69-71.

84

Dinî an’ane olarak nitelenen üstûre ve menkıbelerdeki ilâh ve yarı ilâh şeklindeki kahramanlar ise ongunların, totemlerin şahıs hâline dönüştürülmüş şeklidir.177



Hunların hâkim olduğu zaman merkezî ongun Bugu(koyun)’dur. Tukyuların hâkimiyetinde ise Tosun(öküz)’dur. Oğuz Han, Bugu Tigin, Bozkurt isimli şahsiyetler, Türklere ongun olmuş kutsal hayvanların adlarını taşırlar.

Ziya Gökalp, Türk Töresi adlı kitabında “Aşk Ustûreleri” başlığı altında Güneş Hanım, Çolbu Hanım, Öksüz Kız adlı üstûreleri masalsı bir anlatımla özetler. Ziya Gökalp bunları W. L. Serochewskiy’nin Yakutlar Etnografik Araştırma Yazıları adlı eserinden almıştır. Türk Töresi adlı kitapta Türk Kozmogonisi adıyla anılan Altay Türklerin Yaratılış Ustûresi de Radloff’tan alınmıştır. Ziya Gökalp’in kısaca konusunu özetlediği bu destan, Bahaeddin Ögel tarafından da tercüme edilerek Türk Mitolojisi adlı kitapta yayınlanmıştır.

Ziya Gökalp’e göre ikinci derecede kutluluk değeri taşıyan menkıbenin kaynağı üstûrelerdir. Üstûre zayıflayıp kutsallığı azalınca menkıbe hâline gelir. Dokuz Oğuz, Oğuz Han, Ergenekon, Tukyu, Alan Koa, Kırk Kız, Hia Prensi ve Şane menkıbelerini ele alan Ziya Gökalp, özellikle Dokuz Oğuz menkıbesi üzerinde birkaç yerde durur. Bunun sebebi Gökalp’in Türk harsının temel değer yargılarını bunda bulmasıdır. Gökten inen ışıktan gebe kalan iki ağacın beş çocuk doğurmasının anlatıldığı bu menkıbeyi Türk Töresi’nde, Fuat Köprülü’nün Türk Edebiyatı Tarihi adlı eserine bağlı kalarak özetler. Bu menkıbede Gökalp’e göre “Altın Işık” motifi vardır ve bu motif, Türk harsının temel motiflerindendir. Eski Türkler mefkûreyi gökten inen bir ışık olarak düşünürler ve altın ışıkla ruhların birleşmesinden ilahî kutsallıkta bir toplum oluşur.178 Ziya Gökalp, bu menkıbede tarihî gerçeklerden çok Türk halkının duyuş ve düşünüş özellikleri üzerinde durur.

177 a.e., s. 76-77.

178 a.e., s. 84.

85

Ayrıca Aşık Kerem’in elindeki sazında, kamların musıkî ile sihir yapma geleneğinin devamını görür. Gökalp, Kalevala’yla konu bakımından ortaklıklara dikkati çeker. O destanda büyük bir meşe, sihirli bir palamut tanesinden doğarak göğü kaplamış, sonra suların perisi bir cüce tarafından da yıkılmıştır. Ayrıca Kalevala’da silâh olarak da kullanılan müzik aleti harp’in yerini, Oğuz destanlarında kopuz almıştır.



Oğuz Han menkıbesi ise Gökalp’e göre “törecilik” dönemine aittir. Oğuz Han, ongun olarak kabul edilen bir hayvanın insanlaştırılmış şeklidir. Menkıbedeki Oğuz ile tarihçilerin Mete olarak belirttikleri şahıs ise aynıdır. Ayrıca Gökalp, Oğuz Han, Efrasiyâb, Boğaç Han ve Şah İsmail menkıbelerini de aynı menkıbenin değişik şekilleri olarak değerlendirir. Türk menkıbelerini bir bütün içinde ele alması ise dikkati çekicidir. Bu düşüncenin izlerine başka yazarların eserlerinde de rastlarız. Meselâ Ahmet Kutsi Tecer, Koçyiğit Köroğlu adlı piyesinde Köroğlu’nu Oğuz destanı geleneğinin devamı olarak değerlendirir.

Diğer menkıbeleri de Köprülü’nün Türk Edebiyatı Tarihi’ne bağlı kalarak özetleyen Ziya Gökalp, bunlardan aldığı motifleri şiirlerinde kullanmış, diğer yazar ve şâirlerin de bunları işlemelerini tavsiye etmiştir. Ziya Gökalp idelojik düşüncelerini dile getirdiği, Türk destanlarını işlediği şiirler kaleme alır. Kolsuz Kız, Alageyik şiirleri destanların anlatım tarzını korur. Bu yüzden Yahya Kemal, Fransa’dan döndüğünde, Ziya Gökalp’ın “barbar destanlar” yazdığını söyler.179 Yahya Kemal, barbar kelimesini kötü anlamda değil tam tersine övme amacıyla kullanmıştır. Romantiklerde de bu amaçla kullanılan kelime, Yahya Kemal için “ırk tarafı kuvvetli” demektir.180

179 Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, Dergâh Yay., 2. bs., İst., 1982, s. 63.

180 a.e., s. 64.

86

Ziya Gökalp masalları ideolojik açıdan işlemiştir. Ziya Gökalp, “Yılan Bey İle Peltan Bey”de kadını aile kurumu, sadakat ve görev anlayışı açısından yorumlar. Ziya Gökalp’ın masalında, kadın sosyal rolünü, analığı, görevini tercih eder. Bilge Seyidoğlu’nun derlediği Erzurum Masalları’nda ise masalın sonunda kadın aşkı tercih etmiştir. Halk masalında Yılan Bey’i hayata getiren Ayşe’nin aşkıdır. Gökalp’in masalında kadın, sevgilisinin yerine kocası olan Peltan Bey’i seçince Yılan Bey aşkını yitirir ve tekrar yılan hâline dönüşür. Kadınların anlattığı masallarda sonuçlar değişir. Zira bireyin tatmini ön plandadır. Halk masallarında klasik bir sonuç, mitik bir unsur bulunur. Masallar bu yüzden tek boyutludur. Ziya Gökalp’in kaleme aldığı masalda ise iki boyut vardır. Ya görev ya aşk şeklinde bir çatışma yer alır. “Gökalp, aile sevgisi ve saadet çocukla tamamlandığı için, Ayşe’nin çocuklarının babası olan Peltan Bey’i seçmesini uygun bulur.” 181



Mehmet Kaplan, “Yılan Bey İle Peltan Bey” masalında, Ziya Gökalp’in eserlerinde görülen yeniden doğmak için eskinin ölmesi gerektiği yolundaki yeniden doğma teminin sembolik ifadesini bulur. Bu tem sadece bu masalda değil Ziya Gökalp’in yazdığı “Kızıl Elma”, “Ülker ile Aydın”, “Küçük Şehzade”, “Polvan Veli”, “Keloğlan”, “Tembel Ahmed”, “Kuğular”, “Nar Tanesi”, “Keşiş Ne Gördün”, “Pekmezci Anne” ve “Kolsuz Hanım” masallarında da yer alır.182

Hece vezniyle şiirler yazan Mehmet Emin, halk edebiyatı nazım şekilleri yerine Servet-i Fünûn, Fecr-i Âti şâirleri gibi batı edebiyatı nazım şekillerini kullanır. Hece mi aruz mu,

181 İnci Enginün, “Ziya Gökalp ve Aile”, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, Dergâh Yay., 2. bs., İst., 1991, s. 439-440.

182 Mehmet Kaplan, “Ziya Gökalp ve Yeniden Doğma Temi”, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar 1, Dergâh Yay., 2. bs., İst., 1992, s. 523-527. 87

Türkçe mi Osmanlıca mı diye yapılan tartışmalar Mehmet Emin’in

şiirleri ile şiddetlenmiştir. Millî Edebiyat döneminde hece vezninin kullanılması da bu tartışmalar sonucunda olmuştur.

Rıza Tevfik, Servet-i Fünûn döneminden başlayarak hece vezni ile halk şiiri tarzında özellikle tekke edebiyatı ürünlerine uygun şiirler, halk şiirinin taklidi denebilecek nefesler, koşmalar yazar. Şiirde teknik meselesi onun sayesinde hâlledilir. Şiirde Rıza Tevfik’in yol göstericiliği önemlidir. Rıza Tevfik, sadece şâirliği ile değil, halk şiiri derlemeleri ve folklor alanındaki ilmî yazıları ile de önemli bir yere sahiptir. Folklordan bahseden, halk edebiyatı ürünlerini ilmî açıdan ele alan ilk şahıslardandır.183

Hüseyin Rahmi, özellikle Meşrutiyet döneminden başlayarak ölümüne dek yazdığı romanlarda İstanbul folkloruyla ilgili pek çok unsuru kullanmıştır. Bunlar arasında büyü yapma, cin peri çağırma, falcılık, muska, nefes etmek sadece ilk sekiz romanında yer alan folklorik unsurlardır.184 Özellikle Efsuncu Baba, Cadı ve Gulyabani romanlarında bâtıl inanışların çeşitli mahzurlarını sergiler.

Ömer Seyfettin, büyük bir Türk destanı yazmak ister. “Yeni Lisan” adlı makalede geçen “Uyanınız. Uyandırmayı sağlayacak destanı yazmalıyız.”185 ifadesi bu açıdan önemlidir. Fakat bu düşüncesini gerçekleştirmeye ömrü yetmez, hayal ettiği büyük Türk destanını tamamlayamaz.

183 Abdullah Uçman, Rıza Tevfik’in Tekke ve Halk Edebiyatı İle İlgili Makaleleri, KTB Yay., Ank., 1992, s. 5-15.

184 Aydın Oy, “Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Romanından II. Meşrutiyet Dönemi Yıllarında Batıl İnanışlar”, I. Uluslararası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, IV. C., K.B.Yay., Ank., 1976, s. 215-224.

185 Ömer Seyfettin, Bütün Eserleri 13, Dil Konusunda Yazılar, haz. Muzaffer Uyguner, Bilgi Yay., Ank., 1989, s. 20-32. 88

Yeni Mecmua'da “İlyada”, Türk Yurdu'nda “Kalevela” tercümeleri ile kalır.

Ömer Seyfeddin, “Harb Edebiyatı” başlıklı makalesinde bizdeki harp edebiyatının yetersizliğinden bahseder:

"Bizim gibi kalbinden felaket asırlarının söndüremediği kahramanlık ateşleri parlayan bir millet, kendi destanını haykıracak yüksek bir ruha mâlik olamıyor da, beri taraftan İtalyanlar gibi her gün rezaletle mağlup olmak için yaratılmış korkak ve gülünç bir milletin "Danonciyo" kadar heyecanlı destancıları yetişiyor..."186

Bunun sebebi memleketin aydınlarının millî olmamasıdır: “Milletle yüksek sınıf arasında asırlardan beri devam edip duran bu ayrılık bu alâkasızlık devam ettikçe, bizde yalnız harb edebiyatı değil, hiçbir şey olamayacağına iman etmeliyiz."187

İttihat ve Terakki yöneticilerinin millî duyguları coşturucu yayınları desteklediği bir dönemde, Ömer Seyfeddin'in tarihî konulu hikâyeleri beğenilir. Ömer Seyfeddin, Eski Kahramanlar başlığıyla yayınlanan “Başını Vermeyen Şehit”, “Kütük”, “Topuz”, “Kızılelma Neresi?”, “Ferman”, “Pembe İncili Kaftan”, “Forsa” adlı hikâyelerinde destanî temleri kullanır.

Ömer Seyfeddin, “Başını Vermeyen Şehit” hikâyesinin konusunu Peçevî'nin tarih kitabından almıştır. Bir gazavâtnâme hikâyesi olan “Başını Vermeyen Şehit” hikâyesi Allah yolunda şehit olmayı, zor durumda cesaretli ve kararlı olmayı teşvik edici mahiyettedir. Alp-eren tipinin devamı olan derviş-gazi Kuru Kadı tipi ve onun yaşadığı sır dolu mucize, hikâyede dinî coşkunluğu oluşturur. Onaltıncı yüzyıldaki savaş ortamının ve askerin psikolojisinin de yansıtıldığı bu hikâye,

186 Ömer Seyfettin, “Harb Edebiyatı”, Bütün Eserleri 14, Sanat ve Edebiyat Yazıları, haz. Muzaffer Uyguner, Bilgi Yay., Ank., 1990, s. 76.

187 a.y., s.75. 89

düşmanla hangi durumda ve hangi zamanda olursa olsun savaşmak gerektiğini aşılar.

İdeal kahraman tipleri “Topuz” hikâyesinde olduğu gibi “Kütük” hikâyesinde de zekâları ve cesaretleri ile gösterilir. “Ferman” hikâyesinde, emre kayıtsız şartsız itaat edilmesi gerektiği trajik bir şekilde anlatılır. “Pembe İncili Kaftan” hikâyesinde, halktan bir kişi olan Muhsin Çelebi'nin devleti için yaptığı fedâkârlık, basit bir diplomasi hikâyesinin dışına çıkar, destanlaşır.

Dış düşmana karşı yapılan savaşların anlatıldığı bu hikâyelerdeki destanî ton, sadece tarihî olmasıyla değil, kahramanlığı yüceltmesi, ideal tipleri işlemesi, millî hisleri uyandırması ile epope türü destanlara yaklaşır. “Kızılelma Neresi?” hikâyesindeki Kızılelma motifi ile “Başını Vermeyen Şehit”teki kesik baş motifi de Türk destanlarında görülen motiflerdendir.

“Primo Türk Çocuğu” hikâyesinde, Kenan, millî uyanış içindeki oğluna, Türk milletinin geçmişinin ne kadar eski olduğunu göstermek ve Primo diye çağırdıkları oğlunun yeni adının Oğuz olduğunu belirtmek için Oğuz destanından bahseder: Oğuz’un bütün millete hükmettiğini; Oğuz Kağan destanının da bizim milletimizin destanı olduğunu belirtir. Primo’nun babasına göre Oğuz Han gökten inmiş ve sülalesi Türklere hükmetmiştir. Destanda ise Oğuz Kağan gökten inmez. Onu Ay Kağan doğurur. Çocukları gökten bir ışıkla inen iki kadından doğar. Hikâyede, iyice kozmopolitleşerek millî benliğinden uzaklaşan Kenan'ı kendine getiren olay Selanik'in işgali ve oradaki ecnebilerin taşkınlıklarıdır. Kenan'a ve oğluna güç veren ise kendi milletinin tarihini, kültürünü tanımak ve ona sahip çıkma mecburiyetini duymalarıdır.

90

“Asiller Klübü” hikâyesinde Kara Tanburîn Bey soyunun asilliğini, eskiliğini ispatlayabilmek için uydurma bir efsaneyi anlatır: Efsane Oğuz Kağan ve Türeyiş destanlarına benzese de, yazarın amacı, mübalağa yaparak kahramanı komik duruma düşürmektir.



Ömer Seyfeddin, “Türklerin Millî Bayramı, Yeni Gün: 9 Mart” isimli makalesinde, Ergenekon'dan çıkış günü olan Yeni Gün'ün bizim millî bayramımız olduğunu; Acemlerin Yeni Gün'ü aynen tercüme ederek Nevrûz dediklerini belirtir. Yazara göre Acem tarihinde Nevrûz'a sebep olabilecek bir olay, bir gelenek yoktur. Türklüğe dâir her şeyi reddeden aydınlara çatan Ömer Seyfeddin, millî bayramımız olarak, Ergenekon'dan çıkışın kabulünü ister. Bunun sebebini ise şöyle belirtir: "Ve milletleri canlandıracak, yükseltecek mefkûreleri doğuran masallar herhalde mefkûreyi öldüren tarihlerden daha iyi ve daha kıymetlidir."188

Ömer Seyfeddin, “Güzellik ve Esatir” adlı makalesinde de mitoloji ve masalların doğuşuyla ilgili düşüncelerini dile getirir. Ömer Seyfeddin'in, dinin, mitoloji ve masala kaynaklık ettiği görüşü Ziya Gökalp'le ortaktır.

Ömer Seyfeddin, Kırgızlar'ın millî destanı Kırk Kız'ı aynı adı taşıyan şiirinde kullanmıştır. Destan, manzûm olarak hikâye edilmiştir. Ömer Seyfeddin bu manzûmeyi yazarken konuyu değiştirmemiş fakat şâirâne imajlar, tasvirler ve Türk destanlarından alınan yeşim taşı, duvarın açılması, kızın bastığı yerlerde güllerin açılması, haberci kuş, sihirli saz motifleriyle zenginleştirmiş, işlemiştir. Şiir hece vezninin 4+4+3 duraklı 11'li kalıbıyla yazılmıştır.

“Yeni Gün” şiiri Bozkurt ile Türkler arasındaki diyalog şeklindedir. Bozkurt, Türkleri Ergenekon'dan çıkışa çağırır ve Türkler bütün Turan'a yayılırlar. “Fecr” şiirinde bu destan

188 Ömer Seyfettin, “Türklerin Millî Bayramı, Yeni Gün:9 Mart”, Bütün Eserleri 16, Türklük Üzerine Yazılar, Bilgi Yay., Ank., 1993, s. 106. 91

sembollerle anlatılır. Beyaz Ayı, Ruslarca, Bozkurt, Türklerce, Ala Geyik,

Özbeklerce mukaddes kabul edilir. Rus yönetimindeki Türklük dünyası Genç Han'ın sevgilisidir. Beyaz Ayı'dan yani Ruslar'dan oraları kurtarmak için Bozkurt'un uyanması yani miskinlik içindeki Türklerin dirilmesi ve Ala Geyik'in yol göstermesi gerekir. Zürriyetin devamını sağlayan Ala Geyik bu şiirde yol göstericidir. Bozkurt ve Beyaz Ayı sembolleri Güneş şiirinde de kullanılmıştır. Kastedilen ise Türklük dünyasının Rus hâkimiyeti altında bulunduğu; Türklüğün uyanması gerektiğidir. “Altun Destan” şiiri, Yaradılış destanının etkisini taşır; Türklerin dünyaya gelişinin coşkusunu anlatır.

“Köroğlu Kimdi Büyük Bir Destanın Dibâçesi” adlı şiirinde hece vezninin 6+5 duraklı 11'li kalıbını kullanan Ömer Seyfeddin, bunu mesnevi tarzıyla kafiyelendirmiştir. Bu şiirin başındaki açıklama bölümünde şâir, Köroğlu'nu "Hakikati silinmiş, nihayet adi, rezil bir eşkiya seviyesine indirilmiş çapulcularımızdan biridir" diye değerlendirir. Halbuki "Köroğlu, işte milletine sadık kalan İmrahor'un oğludur." Bu şiirin birinci kaynağı Göktürk dairesine ait iki millî destandan Göktürk sınır beyinin İranlılarla mücadelesinden doğan Köroğlu destanıdır. İkincisi ise Ergenekon destanıdır. Ömer Seyfeddin'e göre Köroğlu, Oğuz Kağan’ın kahramanlığını devam ettiren bir alptir. Köroğlu, Çinlilere karşı savaşır ve onları çok korkutur. Köroğlu, Anadolu rivayetlerinde iç düşmana (Bolu Beyi'ne), bu şiirde ise dış düşmana (Çinlilere) karşı savaşır.

Böylelikle, Köroğlu, Orta Asya'dan Anadolu’ya kadar gelen yiğitlik prototipinin bir örneği olur; sosyal şartların bozulmasıyla, halkın, onun aracılığıyla, yöneticilerden öcünü aldığı bir eşkıyaya dönen

92

Köroğlu'na itibarı iade edilir. Ömer Seyfeddin'e göre yiğitlik vasfı taşıyan insanlar yiğitliğini uygulayacak kanal bulamazsa ya şarlatan ya da eşkıya olurlar. Eski Kahramanlar



serisinde yiğitliklerini gösterebilenler, Yeni Kahramanlar’da (Kaç Yerinden hariç) ise şarlatan durumuna düşenler işlenir.189

Türkçü yazarlardan biri olan Ahmet Hikmet, “Alpaslan” destanı yazar. Ahmet Hikmet destanı fertlerde görmeye çalışır. Servet-i Fünûncuların duyuş tarzı ile Türkçü ideoloji birleşir ve “Üzümcü” hikâyesinde üzümcü bir destan kahramanı gibi anlatılır. Mahalle ön plana çıkar. Bu yüzden hikâye olarak başlayan Üzümcü, bir deneme olarak biter. Gönül Hanım romanında destanî unsurlar bulunur. Türk destanları hakkında ana hatlarıyla bilgi verilir.

Halide Edib, Sinekli Bakkal’dan Tatarcık’a, Yeni Turan’a kadar, romanlarında halk kültürü unsurlarını kullanmıştır. Mevlevîlikten, destanlara, temaşa sanatından, halk türkülerine kadar pek çok kültür unsurunu, millî karakterin unsurları olarak görür. Halide Edib’e göre, halk kültürü unsurları fertler arasında bağ oluşturarak millî bütünlüğü sağlar. Halide Edib, Ateşten Gömlek’te, savaşan Türk erlerinin her birini birer Battal Gazi olarak gösterir. Kalp Ağrısı’nda Halide Edib idealist tipler için eğitimde destanların rolü üzerinde durur. Halide Edib, destanları ve halk edebiyatı malzemesini bir çeşit eğitim aracı olarak görür. Bunları okuyanların halkı daha iyi anlayacaklarını belirtir. Bunlarda Türk milletinin asırlar boyu gelişmesinin izlerinin bulunduğunu söyler.190

Millî Mücadele sonrasında Saray çöker, halk iradesi ön plana çıkar. Milleti oluşturan halkın kültürü araştırılır,

189 Muharrem Kaya, Ömer Seyfeddin’in Eserlerinde Halk Kültürü Unsurları, danışman: İnci Enginün, yayınlanmamış yüksek lisans tezi, M. Ü., Türkiyat Arş. Ens., İst., 1994, s. 51-56.

190 İnci Enginün, “Halide Edib’in Eserlerinde Halk Kültürü”, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, Dergâh Yay., İst., 1991, s. 335-351. 93

halkçılık devletin temel ilkelerinden biri olur. Zira yeni Cumhuriyetin temeli milliyetçilik, halkçılıktır. Bu dönemde milletini tanımak,

tanıtmak, millî ruhu hissettirmek için destanî eserler verilir. Meşrutiyet döneminde açılan Türk Ocakları’nın yerini bir süre sonra Halkevleri alır. Anadolu’da sözlü kültürde yaşayan halk kültürü unsurları derlenir. Sözlü kültürün yazıya geçmesi Ziya Gökalp’ın özleminin, harsın aydınlar tarafından tespit edilmesi görüşünün gerçekleşmesidir.

Millî Mücadele döneminde ve Cumhuriyet’in kalkınma dönemi olan 1930’lu yıllarda Ergenekon destanı özel bir anlam kazanır. Millî Mücadele döneminde Ergenekon işgal altındaki Anadolu’dur, bozkurt ise Atatürk’tür. Kalkınma hareketinin hızlandığı 1930’lu yıllarda da Anadolu, Ergenekon olur.191

Atatürk’ün tarih tezinin kabul görmeye başlamasıyla diğer milletlerin destanlarına farklı gözle bakılır. Gılgamış destanı üzerinde durulur. Gılgamış ile Türk destanları karşılaştırılır. Yaşadığı dönemde ve öldükten sonra Atatürk, bir destan kahramanı olarak pek çok eserde varlığını hissettirir. Atatürk’ün yaşadığı dönemde “tanrılaştırma teması” şiirlerde yoğunluk kazanır.192 Atatürk’ün ölümünden bir süre sonra destanlara olan edebî ilgi azalır, destanlar estetik ve ilmî açıdan ele alınmaya başlanır.

Artık hece vezni de millî vezin olarak kabul edilmiştir. Hatta, Nihat Sami Banarlı’nın Beş Hececiler adını verdiği,

191 Ergenekon’un günümüzdeki yorumuyla ilgili olarak Tahsin Ünal’ın kitabında (Türklüğün Sembolü Bozkurt, 1. baskı, Millî Ülkü Yay., Konya, 1976, 85 s.) şu ifade dikkati çekicidir: “Bugün memleket ve milletin ufuklarında beliren ve bir hançer gibi milletin kalbine saplanmak istenen komünizme ve Rus egemenliğine karşı milletin, gençliğin ve ordunun şiddetli muhalefet etmesi, Ergenekon’dan çıkış için bir hazırlıktır” (s. 54). Askerî öğretmenlik yapan ve tarih doktoru olan Tahsin Ünal’ın bu düşüncesi NATO’ya bağlı ülkelerde komünizmle mücadele teşkilatlarının Türkiye’deki örneğinin adının neden Ergenekon olduğunu da bir bakıma açıklamaktadır. (Can Dündar, Celal Kazdağlı, Ergenekon, İmge Ktb., 4. bs., Ank., 1997, 147 s.)

192 Aydın Oy, Şiir Dünyamızda Atatürk, T.D.K. Yay., Ank., 1989, s.32-33, 175. 94

grup özelliği göstermeyen, halk şiirinin özelliklerini kullananlardan beşinin

ön planda gösterildiği şâirler de vardır. Şiirde Mehmet Emin Yurdakul, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Faruk Nafiz Çamlıbel ile başlayan hececi hareketi Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç, Necmettin Halil Onan, Ömer Bedrettin Uşaklı, Behçet Kemal Çağlar, Yaşar Nabi Nayır, Ahmet Kutsi Tecer, Ahmet Muhip Dranas, Ahmet Hamdi Tanpınar, Kemalettin Kami Kamu tarafından devam ettirilmiştir. Hece ölçüsü kullanılmakla birlikte halk kültürünün şiirde kullanılması sınırlı kalır. Özellikle Atatürk’ün merkez olarak alınıp Cumhuriyet’in yüceltildiği, millî duyguları coşturmayı hedef alan, bazen basmakalıba düşen şiirler yazılmıştır. Bunların edebî değeri olmamakla birlikte bir devrin psikolojisini aktarması bakımından önemlidir.

Faruk Nafiz'in, Maraşlı Şeyhoğlu’nun ağzından "Han Duvarları" şiirine yerleştirdiği koşma, halk şiirindeki koşmadan farklıdır. Yayınlandığı dönemde bir hayli ilgi çekmiştir. Faruk Nafiz memleket şiirlerinin yanında Canavar, Akın, Özyurt, Kahraman adlı piyesleriyle de halkı ve halk kültürünü işlemiştir. Canavar piyesi, Anadolu’nun ihmal edilmişliğini, görünenin ardını sezdirerek kendisinden sonra pek çok eserin yazılmasına sebep olmuştur. Akın ise devrin tarih tezini taşıyan bir tarihî piyestir. Prologda da eserle seyircilere Türklerin tarihin derinliklerinden Atatürk’e kadar süren destanının anlatılacağı belirtilir. Özyurt, akıncıların gittikleri yerde yerleşmelerini anlatan bir eserdir. Kahraman oyununda ise Atatürk’ün halk üzerindeki tesiri üzerinde durulur.193

Faruk Nafiz’in etkisiyle Yaşar Nabi, Mete’yi yazar.

23 Şubat 1934’te Ankara Halkevi’nde Halkevlerinin üçüncü yıldönümü kutlamasında bir “inkılâp piyesi” olan Münir Hayri Egeli’nin O ve Biz temsil edilir. Atatürk, Egeli’den, İran

193 Necat Birinci, Faruk Nafiz, Boğaziçi Yay., İst., 1993, s. 72-78. 95

şahının Ankara’yı ziyareti için Öz Soy’u hazırlamasını ister.

Piyes 24 Haziran 1934’te Atatürk’ün ve İran şahının önünde oynanır. Daha sonra Atatürk tarafından çağrılan Egeli’ye kalıcı bir eser hazırlaması görevi verilir. Eserin konusunu da bizzat Atatürk verir. Egeli, bunu, kitabın başındaki eserini nasıl yazdığını anlattığı bölümde şöyle belirtir: “Bu mevzu Bayönder’di! Bir Şef, bir Önder, bir Ata olacaktı. Öz Soy’da olduğu gibi bir Ozan’la konuşacaktı. O ve Biz gibi kalabalık olacak ve şahıslar kitleyi teşkil edecekti. Bir de kadın bulunacaktı. Kadın cemiyetin bir temsili idi. Piyeste bu kadın bir sembol, mesela insan dehâsının sembolü olabilirdi.

Mevzuda vak’a hemen hemen Ebedî Şefin hayatının sembolleşmesinden ibaretti. Bir fırtınalı günde eşini kaybeden Şef, varını, yoğunu arkadaşlarına dağıttıktan ve idealini gençliğe emanet ettikten sonra ebediyete karışacaktı. Gençlik “Türk medeniyetini dünya medeniyetinin üstüne çıkardığını” haykırırken piyes bitecekti.”194


Yüklə 1,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   26




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin