إِذَا دَخَلَ عَلَى مَرِيضٍ يَعُودُهُ قَالَ: «لاَ بَأْسَ، طَهُورٌ إِنْ شَاءَ اللَّهُ» فَقَالَ لَهُ: «لاَ بَأْسَ طَهُورٌ إِنْ شَاءَ اللَّهُ» قَالَ: قُلْتُ: طَهُورٌ؟ كَلَّا، بَلْ هِيَ حُمَّى تَفُورُ، أَوْ تَثُورُ، عَلَى شَيْخٍ كَبِيرٍ، تُزِيرُهُ القُبُورَ، فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «فَنَعَمْ إِذًا
-
“Peygamber Efendimiz bir hastayı ziyaret için yanına girdi. Ona: Sıkıntı yok, inşaallah günahlarının temizlenmesine vesile olur, buyurdu. Dedim ki: Temizlik mi? Bu, kaynayan ateşli bir hastalıktır veya kabirlere kapatılası ihtiyara çok şiddetli gelen bir hastalıktır.Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: ‘Peki, öyle olsun’ buyurdu.”23
Önemli değil, bir şeyin yok. İnşallah tertemiz olursun, arınırsın, durulursun. Adam Senin başına mı geldi bu gelen dedi. Ben yanıyorum, yıkılıyorum, mahvoldum, perişan oldum cinsinden şöyle oldum, böyle oldum. Peygamber “peki o halde öyle olsun” dedi, çekip gitti. Yanındakiler sen ne yaptın dediler. Bittin sen dediler. O adam Muhammed’di, dediler. Adam bunun üzerine bağırın çağırın ne olursunuz dedi. Ben bilmeden söyledim bunları dedi. Neyse ki şefaatiyle paçayı kurtardı. Sözünü geri aldı. Yoksa peki dediğin gibi olsun deyip kalsaydı işte öyle olur giderdi. Onun için içinizde vicdanınız yalan söylemez. Ona bakın.
SON SÖZ KALBİN
Diğer duyular değil kalbin verdiği hüküm önemlidir, o ne diyor. Son sözü o söylüyor ve onun söylediği Yüce zatın nazarına medar olur. Kıyamet gününde onunki geçerlidir. Cezalandırma, kötü ya da iyi yönde onun sözü önemlidir. Dilinden çıkan, dışarı vuran uzuvlarının verdiği cevaplar önemli değildir. O yönden kendini göstermen önemli değildir. Kalp ne diyor? Evet, göreceksiniz ki kıyamet günü gelince öyleleri çıkacak ortaya ki, en ağır küfürleri yapmışlar, en kötü işlemlerde bulunmuşlar ama sonunda cennete gittiğini göreceksiniz. Yahu bu adam nasıl cennete gider. Mümkün değil yahu, olmaması lazım. O kalbine söz geçirememiştir. Onun kalbinde zerre kadar bir iman kalmıştır. Her ne kadar küfür işler yapsa da içini çevirememiş. Hani yazarlardan birisi demiş. Diğer bilmem nesin cinsinden. Adam gavur olarak ölemedi demişler. Çok istedi ama... öyle sözler vardır duymuşsunuzdur. Ölemedi, beceremedi demişler. Gördünüz mü Allah dilemedikçe kulun dilemesi bir şey anlam ifade etmez. Şimdi bu âyetler içerisinde geçecek, Allah dilemedikçe sizin dilemeleriniz boşuna, bir işe yaramaz. Evet, böyleleri de vardır. Son söz vicdanın, kalbin, gönlün sözüdür. İtibar kalbedir. Diğerleri fasa fisodur, geçicidir. Onlar hiç mi gale alınmaz. Yok, canım gale alınmaz olur mu? El de sorumlu, ayak da, kulak da sorumludur.
إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤادَ كُلُّ أُولئِكَ كانَ عَنْهُ مَسْؤُلاً
-
“Çünkü kulak, göz ve kalp bunların hepsi ondan sorumludur.”24
Elin ayağın sorguya tabidir. Bunlar da ceza görecektir. Ayaklar, eller, kim sorulursa, sorguya tabi tutulursa
مَنْ نُوقِشَ الحِسَابَ عُذِّبَ
-
“Kim çetin bir sorguya tabi tutulursa bilsin ki o azap olacaktır.”
Bu insanların konumunu, durumunu gördük. Miskinleri görmediklerini, hakkın âyetlerini göremediklerinden dolayı böyle olduklarını gördük. Çünkü miskinler de Allah’ın âyetlerinden bir âyettir.
VARLIĞIN SONU HEBA OLMAKTIR
Allah’ın âyetleri; tüm yaratılmışlar, Yüce Allah’ın gücünü, kudretini temsil özelliği taşır. Bu bir misyondur. Her misyon bir âyettir. Çünkü o mesaj taşır. Mesaj iletici bir özelliği vardır. Âyetin anlamı da işte budur. Allah’a işaret etmesi, O’ndan haber vermesidir. Böyle bir özelliği varsa âyettir. Bu nedenle gözünüzde, sözünüzde, kulağınızda, etinizde, hücrenizde, kılınızda neyiniz varsa; yapraklar, böcekler, seradan süreyyaya Allah’ın âyetleridrler. Bu gördüğünüz kainat kitabı Allah’ın yazgısıdır, yazıtıdır, eseridir. İçinde her ne varsa Allah’ın âyetidir. Onun için sakın bir tozu bile tozdur diye toza vermeyin. Yoksa sen kendin toz olur gidersin. Bir heba bile heba, normalde göremediğin bir tozcuktur. Heba ettin. Cismin görünen en küçük parçasıdır. Ama onu şu anda göremezsin. Şuradan küçücük bir delik açılsa, buraya karanlık yere vursa bunu görürsünüz. Köylerde, ahırlarda, karanlık yerlerde azıcık güneş deliği sızarsa o incecik deliğin içinde bir şeylerin döndüğünü görürsünüz. İşte o zaman onu görürsünüz. Normalde göremezsin, gözlükle de göremezsin. Belki de büyüteçle de göremezsin. Fakat güneşin o ışığı mucizedir. O da bir âyettir. Âyet âyete destek verir, köstek vermez. Orada bir şeylerin kaynaştığını, uçuştuğunu görürsün. Şöyle eline avucuna şey yapacak olsan hiçbir şey göremezsin. İşte o hebadır. O da Allah’ın âyetidir. O tozcuklardır. Kıyamette Allah sonunda bu dağları, taşları işte o heba varlığına dönüştürecek. Atmosfer o şekle gelecek. Hiç bir yoğun cisim kalmayacak. Her şey heba olacak. O halde bu varlığın sonu hebadır.
فَكانَتْ هَباءً مُنْبَثًّا
-
“parça parça dağılıp saçılmış toz olduğu.”25 dır.
Mümbessa yaygın, münteşir demektir. Bir toz bile Allah’ın âyetidir. Ona göre bakarsanız her yönünüz, her yanınız değerlenir. Ben ne kadar zenginim dersiniz. Allah’ın âyetleri içerisinde yüzüyorum. Yüzüm, özüm, sözüm âyet dersin ve adımını denk atar, fikrini derinliğine doğru derkedersin. Düzenli hareket edersin, intizamlı olursun. Yerinde söylersin, yerinde durarsın ve yerinde hareket edersin. İşte o zaman sen Yüce Allah’ın kâinat kitabının satırlarında yer alan bir harf gibi olursun. Orada insan
لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ
-
“Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.”26
EL-İNSAN SENSİN EY İNSAN!
İşte o insan kelimesi sensin. الْإِنْسَانَ sensin ve kendin o satırların arasında arzı endam edersin. Evet, Allah bu şuuru cümlemize nasip eylesin. Ulular, büyükler, arif dediğimiz insanlar işte bunun şuurunda olarak yaşamış kişilerdir. Onlar hiç değersiz bir şey görmediler. Onlar hep yaşamdan tat, zevk aldılar. Her bakışlarında imanın terakkisi vuku bulurdu. Her bakışlarında yücelirlerdi. Her duyuşları yücelişti, yücelişin bir sesiydi. Her dokunuşları böyleydi. İçmeleri, oturmaları, kalkmaları hepsi Allahın yardımı ileydi. Bu; hani aciz kalan bir adam vardır. Adam kafasını bile döndüremiyordur. Birisinin kafasını çevirmesi gerekiyordur. Yanında birisi veya birileri vardır. Elini kaldırmak istediğinde elini kaldırıveriyor. Tutmak istediğinde tutuveriyordur. O adamın o kimselere nasıl minnettarlığı vardır değil mi? Yardımsız gözünü bile kıpırdatamıyor. İşte arifler var ya Allah’ın Kulları, acz içinde kalırlar. Varlığın sırrına erdiği zaman bütün kendine bakan irade istop eder. Hayranlığından dona kalır ve acizim, aciz olanı istemem der. Yardım et Ya Rabbi der. Esmaü’l- hüsna devreye girer ve bütün esma tabiri caizse onun hadimi olur. Birisi elinden tutar, birisi gözünden tutar. Yed sıfatı yedinden tutar. Kadem sıfatı vardır. Yüce Allah’ın kademi şeriflerinden bahsedilir. Kademinden kademine destek olur. Basar sıfatı görmesine, sem sıfatı kulağına... Benimle görür, benimle tutar, işte budur. Bunları ben uydurmuyorum. Her zaman söylerim. Eğer böyle takıntıları olan varsa gelsinler. O anda nereye dayandığını söylememiş olabilirim. Kimisi her şeyi hazır istiyor. Onun içinde hazır bulamayınca reddediyor. Öyleleri varsa gelsinler, konuşuruz. Onlara nereden çıkardığımı anlatırım. Biz öyle herze yemeyiz. Temeli olmayan şeyler söylemeyiz. Allah’ın âyeti olarak görmediğim bir şeyi söylemem. Nitekim şimdi onu anlatıyorum, deminden beri onu söylüyorum.
HİÇMİŞİM
Bu şekildeki yaşam kutsiyet yaşamıdır. O bir tür robot değildir ama robot gibi olmak ne kadar güzeldir. Robot deyince görüyorsunuz değil mi, nasıl güçlüler. İnsancıklar, insanın yapamadıklarını yaptıklarını söylüyorlar. İnsancıklar onu nasıl büyütüyorlar. Sen hakkın robotu olmak istemiyor musun? Esma tarafından tamamen kontrol edilen bir الْإِنْسَانَ olmak istemiyor musun? Elinsaf Allah’ın Kulu elinsaf. İşte bu insanlar normal cüzi iradelerini külli iradeye devretmiş kişilerdir. Ama bu böyle bende devretmek istiyorum diyerek devredemezsin, devreden çıkaramazsın. Bu heva ve heves varken bu işi yapamazsın. Kolay bir iş değildir, önünde engeller çoktur. Bu yol kolay değildir. Biz az önce yolun sonundan söz etti. Yolun sonu bitmektir. Bittim, bittim. İşte sen bittiysen bitmeyenin yanına geldin demektir. Ne zaman bittiyse onun verdiği, hepsini kullandın, bitirdin. Ondan sonra en sona eriştin demektir. Gaye onları bitirmekti ve onların nihai noktasını görmekti. Gördün ve artık bir şey olmadığını anladın, ben bir hiçmişim yahu. Evet, sen bir hiçmişsin. İşte bunu anlamak önemlidir. Hani böylesine hiçliğine erişmiş birisi, böyle rütbeli bir adam ile temas ediyor. Münakaşa ediyor, hakaret ediyor. Sen kimsin diyor rütbeli. Diğer adam sen kimsin diyor. Ben şuyum diyor. Ondan sonra ne olacaksın diye soruyor adam. Şu diye cevap veriyor. Adam ondan sonra ne olacaksın diye soruyor. Rütbeli adam şu diyor. Ondan sonra diye sorunca adam artık hiç demiş, rütbeler bitmiş. Mareşal ondan sonra hiç gibi. Bunun üzerine adam ben şimdiden hiçim demiş daha senin çok işin var. gördün mü Allah’ın Kulu mesele işte budur. İşte bunu bildin mi, bu noktaya geldin mi, o zaman heriflikten kurtulup arif olursun. Mesele de bu hikâye de böylece güzel bir Rabbani, kutsi bir sonuçla bitmiş, noktalanmış olur. Eller ermiş muradına biz çıkalım kerevetine deriz. Daha çok çok gider bu adamlar. Bu adamlar çok bahaneler uydurmuşlardı. Yani bu insanların görmeyeceklerini, hakkı duymayacaklarını, bunun için he türlü çaba sarf ettiklerini ve hatta Yüce Allah onlara bu yönde de değişik kanallardan onları takviye ettiğini görüyoruz. Yani Allah kötülere de muradına erdirmek için yardım eder. Kötülere Allah yardım etmez diye bir şey yoktur. Ama iyilere iyice yardım eder. Kötülere خَيْرُ الْماكِرِينَ 27 süzgecinden geçerek yardım eder. Onları da istediklerine ulaştırır. Öyle olmasaydı gâvur olamazdı. O zararları veremezdi. Onun için
يريد الخير أو الشرّ
“Allah hayrı dilediği gibi şerri de diler.” Onlar iradelerini şer yönünde kullandılar. Allah’ın iradesi de o yönde uyum sağlarsa akım geçer ve o adamların takımları çalışmaya başlar. Küfür takımları çalışır. Ondan sonra akın akın cehenneme bakın cinsinde akar giderler. Cehenneme akan bir nehir içinde katreler oluştururlar.
وَسِيقَ الَّذِينَ كَفَرُوا إِلى جَهَنَّمَ زُمَراً 28İla cehenneme zümera deler. Allah korusun.
Bu insanların neticede öldükleri, şefaatçilerin şefaatine bile uğramadıklarını gördük. İyi de siz gittiniz bu ahrete, orada müthiş bir kurtuluş sahnesi vardır, son hamleler vardır. Orada ana baba günü vardır. Orada şefaatçi çoktur. O ona, o ona hep el ele verirler, şefaat ederler. Biz, onu da görmedik. Yani bize onların şefaati fayda vermedi. Onlar demiyor tabii ki bunu Allah söylüyor. Onlara şefaatçilerin şefaati de fayda vermedi. Çünkü onların dünyada böyle bir arzusu olmadı. Yani burada uğraştılar, didindiler son ümit de şefaat vardır. Ümit imandan gelir. İmanı bitmiş insanın ümidi olmaz. Onun için ümitsizlik eşittir küfürdür. Ümit varsa o adamın iyiliği konusunda ümit vardır, ümitvar olunuz. Karşıdakinde rahmet ümidi varsa, Allah’tan bir ümidi varsa korkmayın. Ama ümitsiz ise artık
لَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لي diyorsa “Allah asla beni bağışlamaz” diyorsa öyle olsun. Ona bir şey yapamazsınız.
KÂFİRİN GÖNLÜ MERMERE BENZER
Onun için Allah’ın hidayet dilemediği kimseye Peygamber olsa bir şey yapamaz. Gönlü mermerleşmiş bir varlığın gönül mermerini hiç bir güç eritemez. Kâfirin gönlü mermere benzetilmiştir. Onun üzerinde mermerde bir şey bitmediği gibi bir şey bitmez.
Bu insanların en nihayet açılacak sayfaları beklediği, bu açılacak sayfaları müfessirimiz bir şekilde ifade etti. Onların arzu ve istekleri oldu. Biz hepimize ayrıntılı bir şekilde kitap gelmesini istiyoruz. Her gece başucumuzda sabaha çıkınca hazır olsun. Böyle olmadığı sürece sana inanmayız. İçinde de açık seçik benim adım olacak. Ünvanım, adresim olacak ve Muhammed’in de adı olacak; Abdullah oğlu Muhammedi ben sana Peygamber olarak gönderdim, ona uyman gerekir, onun dediklerini yap. Böyle şeyler istiyorlar. Böyle olmasını bekliyorlar. Böyle olmadığı sürece ne biçim kitapmış. Adresi belli değil, umumi ifadeler falan, ben yokum o yok gibi. İnsan isteği olmayınca bin dereden su getirir derler. Bu konuda atasözleri de vardır. Velhasıl kıvırtmışlar. Bahane efendim. Nasip olmayınca hasip bir işe yaramaz. İstediğin kadar sen hesap kitap yap, adamın nasibi yok. Yapıyor yapıyor bir şey çıkmıyor. Hayret ben çok iyi bir muhasibim bir yerden sana bir şey çıkartayım diye uğraştım ama ne tarafından tutsam yapamadım. Yapamazsın nasibi yok. Senin hasipliğin bir işe yaramaz.
Burada bir diğer yön daha var, bir tehdit var, ben öyle algılıyorum. Çünkü kıyamet gününde herkesin önüne bir sayfa açılacak, bir kitap açılacak. Onlar kıyametin kopup mizanı kurup önlerine hesap için kitabımızı açmak istiyorlar. O kitabın açılmasını bekliyorlar. Bu fakirin anladığı tehdit ifade eden yön burasıdır. Ama müfessirimiz böyle bir şey beyan etmedi. Kıyamet günü açılacak kişinin hesabı için, kitabı için ana kaydın ana kitabın, levhin açılması anlamına geliyor. Onlar onu mu bekliyorlar? Hani işte onlar şöyle bir gün mü bekliyorlar? Şöyle kasıp kavuracağımız, yıkıp yakacağımız günü mü bekliyorlar dercesine bir ifadedir, bu bir tehdittir. Bilakis onlar ezeceğimiz günü bekliyorlar. Haklarında kesin kararı verip, cehenneme atacağımız gün şeklinde bir ifadedir. Çünkü o kitap açıldı mı bunların artık sonu geldi demektir, işi bitti demektir. O defterin açılması, o kitabın açılması demek; sonsuzluk tutsaklığının hükmünün verildiği yerdir. Onlar o günü bekliyorlar diyor. Bu bir tehdittir. Çünkü gelen ifadelerde hep bu tehditler var.
53. âyet-i celileyi okuyoruz. Esteizübillah كَلاَّ Onlar şöyle olmadıkça biz iman etmeyiz. Böyle olursa inanırız. Açıktan göreceğiz dediler ettiler. Bütün bunlar geçen dersimizde geçti. Yüce Allah كَلاَّ buyurdu. Olmaz öyle şey. Olur şey değil. Olacak şey değil. Heyhat... ne kadar uzak... Sizin dünyanız ile benim gerçekten yarattığım dünya birbirinden ne kadar uzak. Sizin arzularınızla benim muradım ne kadar farklı. Arasında ne kadar mesafe var. Heyhat... bu ردع bir engel olma edatıdır, mendir, engel olmaktır. لهم onlara عن تلك الإرادة bu arzu ve istekten mendir. Yani olmaz öyle şey, olur şey değil, olacak şey değil, mümkün değil demektir. Bu sizin böyle isteğiniz sakın böyle bir şeye kalkışmayın bu olacak şey değil demektir. Allah: “Bu benim usulüme aykırıdır” diyor. Böyle bir usul vaz’etmedim, böyle bir yasam yoktur. Geçmişte hiç böyle bir yöntem uygulamadım ki size böyle bir yöntem uygulayayım. Yani Yüce Allah’ın ferden ferden herkese mesaj göndermesi yazılı bir mesajı söz konusu değildir. Böyle bir şey beklerseniz, bir gün benim yastığımda da olsun, bana gelmezse inanmam derseniz siz de havanızı alır, böyle bir tehdide maruz kalırsınız. Sittin sene beklesen, farz-ı muhal Âdem babamızdan bu zamana yaşamış olsaydın yine böyle bir şeyi görmezdin. Sen kimsin ki, Allah seninle niye konuşsun? Öyle bir yasası yok ki. Hepimizin o zaman Resul olması gerekir. O zaman da risâlet mesleğinin bir anlamı kalmaz. Önüne gelen öküz çobanı Resul olsaydı öküzlerde inanın cennetin yolunu tutardı. Ama ne çare ki öküzler sadece kurban edilmeye layıktırlar, ötesi yoktur. O da insan içindir. وزجر azarlamaktır. عن اقتراح الآيات Böyle mucizeler ileri sürmekten dolayı onları Allah men etmektedir, azarlamaktadır. Yani böyle abuk subuk şeyler ileri sürmek, اقتراح ileri sürmek demektir. Yani hep özel mucizeler istiyorlar. Allah’ın böyle bir muamelesi yoktur. Yüce Allah birini tayin eder ve diğerlerini ona rabt eder. Usul budur, başka türlü özel herkesle irtibat olmaz ama Allah’ın Kulları gönül yönüyle herkese mesaj gelir. O peygamber aracılığıyla yazılı olarak; resmi olarak gelen vahiyler inanın hepinizin gönüllerine gelir. O gönül yalan söylemez. Eğer gönlünü formunda tutarsan. Gönlünü yanlış mahallere yanlış yerlere sürümezsen, kendi atmosferinde bulunduğu sürece, formunda; bozulmamış yapıda kaldığı sürece senin içinden onlar gelecektir. Bu kitabı okuduğun zaman o gönül onları yalanlamayacaktır. Çünkü onun menüsünde o var, içinde o var. İçerdekiyle dışarıdaki bir birini tamamlayacaktır ve bağrına basacaktır. Onu öpecektir başının üstüne koyacaktır. Çünkü Peygamber içinde olanı sadece seslendiriyor. Bu yazı kaynağında da satırlara geçirilmiştir. Böyledir Allahın Kulları. Formu, fıtri yapı işte budur. Eğer fıtri yapın bozulmadıysa böyledir. Ne kadar bozulursa bununla barışık olmadığın yerler çıkacaktır. Buraya aklım yatmadı benim demeye başlarsın. O yönden senin içinde bir bozulma meydana gelmiştir. Bir yamruluk, yumruluk var, bir çarpma hadisesi var. Sen bir yerden bir darbe almışsın. Bir sadme oluşmuş. Bir çürüklük var, orayı onarmak lazım. Onarmadığın sürece onure edilme hakkına sahip değilsin. Önce onar, imar et, tımar et. Ondan sonra بارك اللَّه diye övgü bekle, takdir bekle. Yamru yumru adamın neresini takdir edeceksin. Böyle bir adama maşallah dediğin zaman eğrilmeye devam et demektir. Bak ne güzel olmuşsun anlamına gelir. Öylelerine vah vah diyeceksin. بارك اللَّه Barekallah مَا شَاءَ اللَّهُ maşallah ne güzel olmuşsun dersen adama ne olur? Şerri övmek yönünde ceza alırsın.
KÜFÜR VE KÂFİR TAKDİR EDİLMEZ
Şerri takdir şer icrasıyla eşittir. Çünkü sevdiğin şey ile birlikte olursun bunu sakın unutma. Neyi takdir ediyorsan onu yapmış gibisin. Onun için küfür ve kâfir takdir edilmez, tam tersine tekdir edilir. Arkasından da tekbir getirilir. Önce tekbir getir. Sonra da tekdir et. Savaşa giderken اللَّه أكبرdiye saldırırsın.
بِاسْم اللَّه الرحمن الرحيم diye savaş olmaz. اللَّه أكبر diye saldıracaksın. Kurbanı keserken بِاسْم اللَّه الرحمن الرحيم olmaz. Çünkü sen orada nefs-i emmarenin başını kesiyorsun. Onun için o besmele ile olmaz. Kan akıtıyorsun, öldürüyorsun, can alıyorsun. Orada Rahman, Rahim ismi kullanılmaz. Kullanırsan büyük bir cahillik etmiş olursun. Bunu bilerek yaparsan büyük günah işlemiş olursun. Allah korusun, Allah’la işin var senin. Çünkü Allah’ın esmasını yerli yerince kullanmayanların mülhid olduğu Kur’an’da ifade edilmiştir.
فِي الأسماء ملحدون
İlhad etmiş olursun. Mülhid olursun ve bu kâfirin tipik bir şeklidir. İlhaddan, tuğyandan, azgınlıktan sana sığınırım Ya Rabbi!
فِي الأسماء ملحدون
“O’nun Esmasında ileri geri olanlar mülhid olurlar.”
O hâlde esmaya ait bilgi sahibi olacaksınız ki o isimleri yerli yerince kullanabilesiniz. Aksi takdirde onu ona, onu ona düşürerek fitneye sebep olursunuz. Ona zarar veremezsin. Her isim evine gelen elektrik şebekesindeki tellere benzer. Onların ayrı ayrı renkleri vardır. Onu bağlayan kişi onu bilir. Eğer sen onları yanlış yerlere bağlarsan işte o zaman çok korkunç şeyler başına gelir. Onun için kendi kendine Allah’ın isimlerini sayıyorum diye çıkarsan; onun sırasını, denklemini bilemezsin. Hangi isim hangisine uygundur bilemezsin ondan sonrada başına iş açarsın. Bu işin arifi tarafından sana bir tarif gerek ki ona göre bir zikir manzumen olsun. Büyük bir ulu böyle anlattı. Kişinin kendi kendine esma zikri yapması uygun değil, caiz değil dedi. Bunun üzerine bunlar Kur’an’da geçiyor dediler. Onlar birisinden almıyorlar, orda Allah’ın isimleri var. Onların mürşidi Muhammed (a.s) dir ve bu Kur’an O’ndan gelmiştir. O yerli yerine oturtulmuştur. Onda bir sıkıntı söz konusu değildir. Ehli Kur’an’ın mürşidi Muhammed (a.s) dir der. Bu ehli Kur’an olamayanlar için söylenen bir şeydir. Sen normal Kur’an’ı okurken esmayı
وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ
-
“O, yücedir, büyüktür.”29
O ona göre sistemdir. Onda sıkıntı yoktur. O Allah’ın peygamber kanalıyla bize gönderdiğidir. Ama tutuyor adam kendi bildiğine Esma ilahisi söylüyor. Kendi bildiğine olmaz. Öyle olmaz. Onun için onları ümmilere böyle, Kur’an ehli olmayanlara mutlaka bir mürşit bu işi telkin etmelidir. İşte izinli misin diye bundan söylerler. Yani sen buna mezun musun? Bilirkişi mi verdi sana bunu, yoksa kendi kendine mi yapıyorsun bu anlamadır. ثم قال Sonra buyurdu بَل Öyle değil tam tersine bilakis, sizin bu bahaneleriniz, bıdı bıdı boşuna. Bunları siz bir sistem içerisinde yapmıyorsunuz. Bir düzen içerisinde yapmıyorsunuz. Tamamen anarşi babında yapıyorsunuz. Tamamen meşru sistemi yıkmak için yapıyorsunuz. Bunları heva ve hevesinizi tatmin etmek için yapıyorsunuz. Yani bunlar bir hak üzerine oturtulmuş yapının eseri değil, bunlar Hakk’ın sesi değil. Doğru, düzen burada yok. Bilâkis sizin bu söyledikleriniz bahanedir. Eğer canı gönülden zaten söyleseydiniz geri çevirmezdim. Ama bu candan, gönülden gelen bir arzu değildir. Onun için tabiri caizse bu, canınız cehenneme cinsinden bir oluşumdur. Yani sizin gönlünüzden, canınızdan koparak benden bir istek, böyle bir arzu değil. Tam tersine لاَّ يَخَافُونَ الآخرة onlar, bu abuk subuk şeyleri isteyenler, olmayacak şeyi isteyenler; olmamış hiç, âdetullahta yok, menüde yok, projede, sistemde yok, sistem dışı, olmayan bir şekilde bu davranışın anlamı, yorumu لاَّ يَخَافُونَ الآخرة onlar ahretten korkmuyorlar, yani onların ahret inançları yok. Ahret inancı olmayan bir kimsenin kitap gelseydi, melek gelseydi de, şöyle etseydik onlar bahanedir. Çünkü bir insanın ölüm ötesine inancı olmadıktan sonra ona kitap gelmesinin, Peygamber gelmesinin bir anlamı yoktur. Bütün bunlar o günün hazırlığı için yapılan işlemlerdir. Allah burada temel soruna parmak basıyor. Bunların asla arzuları dinmez, bunları teskin edemezsin Muhammed’im. Bu davranışları asla bitmez. Çünkü onlar ahrete inanmıyorlar. لاَّ يَخَافُونَ الآخرة Ahretten endişe etmiyorlar, korkuları yok. Bu inanmıyorlar demektir. İnanmadığı şeyden adam neden korksun? Öcü denilen bir şeye inanıyorsan öcü dendiğinde korkarsın. Ama öcü diye bir şey yoktur deyince niye korksun. İşte onun için öğretmenler de eğiticiler de önce öcü diye bir şey olmadığını anlatacak ki çocuk korkmasın. Ama öcüye inandırırsan, bak öcü geliyor dediğinde çocuk senin öcüye inandığını anlıyor. Büyüklerim öcü dedi o zaman var bu diyor. Öyleyse korkmam lazım bundan diyor. O halde öcünün olmadığını göstereceksin ki korkmasın. Korkuyor bu çocuk. Ona ne yaptın, neler söyledin?
Bu adamlar ahreti bir öcü olarak görmüyorlar ki korksunlar ve onun için gerekli hazırlık yapsınlar. Malını mülkünü ayırsın da o gün için yatırım yapsın. Adamın inancı yok. Şimdi inancı olmayan adamlarla biz diyalog yapıyoruz. Adamın inancı yok. Kur’an’a inanmıyor, Allah’ın birliğine, Muhammed (a.s) e inanmıyor. Sen bunun nesine diyalog yapıyorsun? Nedir bu diyalog? Bunun adı, Türkçesi, en güzeli dalaveredir. Dalavere toplantısı yapılıyor, öyle söyle. نعوذ بالله Hani dilaveri olsa gönül alış verişi olur. O da değil bu. Dal avareden geliyor. Dal sapık demektir. Avare işi yok, gücü yok. Avara gezen sapık anlamındadır. Bu bizim ifademizdir. Ben bu olup bitenleri böyle anlıyorum. Şimdiye kadar bir hayır görmedik ki bundan sonra görelim. Görülmesi mümkün değil. Çünkü bu hakkaniyet üzere oluşmuş bir şey değildir. Böyle bir toplantı bir Peygamber tarafından yapılsaydı
صدقنا آمَنَّا و derdik ve hiç sesimizi çıkarmazdık. Ama Peygamber İranlı Zerdüştü çağır, Bizans’tan çağır, Mısır’dan çağır. Gelin sizinle bir diyalog toplantısı yapalım mı dedi, yoksa mektubu dobra dobra yazıp; Allah’ın dinine, birliğine inanın, benim peygamber olduğuma inanın yoksa gelir tacınızı, tahtınızı yıkarım mı dedi? Hangisini söyledi? Gördünüz mü Allah’ın kulları? O zaman da bunlar vardı, bunlar yeni hortlamış değil ki. Eğer gerekseydi bu işi Peygamber yapardı.
Peygamberin yapmadığı bir işte ise hayır yoktur, bid’attır.
Dostları ilə paylaş: |