Müellitin Hayatı ve Eserleri


Yaratılış Olgusu ve Hz. İsa’nın (a.s) Yaratılması



Yüklə 1,27 Mb.
səhifə6/27
tarix11.09.2018
ölçüsü1,27 Mb.
#80500
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   27

Yaratılış Olgusu ve Hz. İsa’nın (a.s) Yaratılması

Burada anlatılmak istenen husus şudur: Bir doğum olayı­nın gerçekleşebilmesi için mutlaka iki temel unsurun bu­lunması gerekir; aksi takdirde böyle bir olayın gerçekleş­mesi imkansızdır. Sözgelimi iki tutuşturucu çakmak maddesin­den çıkarak sürtünme olmaksızın arada bulunan havanın ısınarak ateşe dönüşeceğini zanneden kimse yanılır. Sebebine ge­lince sözkonusu iki tutuşturucu çakmak maddesi birbirine sür-tülmesi halinde ateş çıkmaz; sonra salt sürtme ile de ateş çıkarı­lamaz, îki çakmak maddesinin mutlaka bulunması gerekir.

Bunun gibi sûfân (bir çeşit kav) ve hırâk gibi tutuşturucu maddelere sürülen şeyler üzerine ateş ve bir ağırlık iner. Burada tutuşturucudan ağırlık veren bir parça ve ateşin indirilmesi için demir ve taşın ağırlığı bulunmasa da yalnızca havanın bulunma­sıyla kıvılcımlar ateşe dönüşür. Havanın alta inmesine gerek yok­tur; çünkü havanın özelliği, düşme değil, yükselmedir. Şu var ki dıştaki maddenin ateşe dönüşmesinden sonra, o maddeye yakın olan hava da ya duman ya da alev halinde ateşe dönüşür.

Doğma olaylarında asıl amaç doğan şeyin iki temel unsurun birlikteliğinden yaratılmış olmasıdır; Hz. Âdem'in toprak ve su­dan yaratılması gibi. Kendisine su katılmayan topraktan -ne canlı ne de bilki- hiçbir şey yaratılmaz; çünkü bitkiler de canlılar gi­bi yalnızca iki temci öğenin bira raya yelmesinden meydana gelir. Sözgelişi Hz. İsa -üzerine selam olsun- da iki temel unsur­dan, Cebrail'in üflemesi ile Meryem'den yaratılmıştır. Nitekim Cenâb-ı Hak bu hususta şöyle buyurmakladır:

Allah, îmrân'in kızı Meryem'i de mü'm inlere örnek verdi. O ki na­musunu korudu, biz ile onun rahmine ruhumuzdan üfledik. (Tiıli­rim, 66/12)

O ırzını korumuş olana (Meryem'e) da lütufla bulunduk. Ona ken­di lîuh'ıımuzdan üfleyerek fhir erkek çocuk verdik). (Enbiyâ, 21/91) Onlarla kendi arasına bir perde çekmişti. Bizde ruhumuzu (Cebra­il'i) ona gönderdik. Ona düzgün bir insan şeklînde göründü Cebrail. Meryem dedi ki: "Ren .senden Rahman olan Allah'a sığınırım. Eğer Allah'tan korkuyorsan bana dokunma.

Cebrail dedi ki: Ben sadcee Rahb'inin elçisiyim. Sana tertemiz bir erkek çocuğu hediye edeyim diye geldim. (Meryem, 19/17-19)

Tefsirciler bu ayeti açıklarken şöyle demişlerdir: "Cebrail Hz. Meryem'in gömleğinin (geceliğinin) cebine üflemiş. Ceyb, bura­da "boynundaki halka" manasında olup para vb. maddeleri koy­mak için genellikle giyeceklerin önlerinde bulunan cep değildir. Cenâb-ı Hakk'ın Hz. Musa'ya -üzerine selam olsun- elini sokma­sını emrettiği cep (Nemi, 27/12) sözlüklerde tanımlanan cepdir".

Cebrail'in Hz. .Meryem'e üflemesi konusunda Ebu'l-Fcrec ile diğer telsircilcrden iki görüş zikredilmiştir:1 Üfleme eylemi göm­leğin halkasına (yakasına) mı, yoksa rahme mi yapılmıştır? Bi­rinci ihtimali benimseyenlere göre "Üfleme, Hz. Meryem'in ge­celiğinin yırtık yerine yapılmıştır." Bu görüşte olaniarca çocuk konu dışına çıkarılarak buradaki üfleme kavramı, sözü edilme­yen bir kavramdan kinaye sayılmıştır; çünkü Meryem'in rahmi­ne değil yalnızca gömleğine üflenmiştir. Bu görüş hiçbir anlam ve kıymet iladc etmemektedir ve Kur'an'ın açık ifadesinden sap­madır. Bu itade olumlu, tutarlı bîr ifade olsaydı Kur'an'la çeliş-mezdi. Tutarlı olmayan bir görüş de dikkate alınmaz.'

"Cebrail, Hz. Meryem'in gömleğine üilemiştir." görüşünü benimseyenlerİn delili de Allah Rasûlü'nün (Cebrail'in yanında) avret mahallerini hiç açmamış olmalarıdır; aynı şekilde Cebrail Hz. Peygamber'e geldiği bir seferinde soyu mı k bir vaziyette bu­lunan Hz. Aişe'yc bakmamıştı. Bu nedenledir ki Cebrail Hz. Mer­yem'in gömleğinin yakasına üflemiş ve bu üfleme bilahare onun rahmine ulaşmıştır.

Burada anlatılmak istenen -bizzat Cenâb-ı Hakk'ın yukarıda zikredilen iki ayette açıkladığı gibi- üfleme işleminin bizzat rah­me yapılmış olduğudur. Üfleme'nin rahme ulaşmaksızın sadece elbiseye yapıldığı görüşü Kur'an'm bildirdiklerine ters düşmekte­dir; çünkü çocuğun meydana gelmesinde böyle bir üfleme eyle­minin hiçbir etkisi yoktur. Yine böyle bir görüş, ne müslümanîa-nn imamlarından ne de tanınmış selef ulemasının herhangi bi­rinden nakledilmiştir.

Asıl maksat düşmektedir. Hz. Mesih'in -selam olsun üzerine-iki temel unsurdan, Cebrail'in üflemesi ile annesi Hz. Mer­yem'den -üzerine selam olsun- yaratılmış olduğunu anlatmaktır. Ayrıca burada sözü edilen üfleme, gebeliğin üzerinden dört ay geçip embriyonun et parçası (mudga) haline gelmesinden sonraki ruh üfleme eylemi gibi de değildir; çünkü bu üfleme ya­ratılmış bir bedene yapılmıştır. Cebrail'in Meryem'e üflemesi ise, Mesih'in (a.s) ana rahminde yaratılmasından önce olmuştur. Hz. Meryem (a.s) o sırada henüz hamile değildi. Hamilelik bu üfle­me operasyonunun ardından gerçekleşmiştir. Şu ayetler de bu­nun delilidir.

"(Cebrail) Ben" dedi, "yalnızca Rahbi'nin elçisiyim. Sana tertemiz bir erkek çocuğu bağışlayayım diye geldim". (Meryem, 19/19) Meryem, ona gebe kaldı. Onunki uzak bir yere çekildi. (Meryem 19/22)

Hz. Meryem'e Cebrail'in üflemesiyle gebe kalmıştır. Bu üfle­me nedeniyledir ki Hz. İsa'ya "O'ndan bir ruh!" (Nisa, 4/Î71) de­nilmiştir. Burada Cenâb-ı Hak Cebrail'i kendi ruhu olarak ta­nımlamıştır. İşte bu ruh, Hz. Meryem'in karşısına çıkıp ona "Ben sıma tertemiz bir erkek çocuğu nnııağan etmek için, Rabbi'micn bir elçiyim." (Meryem, 19/12) demiştir.

Dİğer bir yerde de "Biz de onun rahmine kendi Ruh'uınuzdıuı üfledik." (Enbiyâ, 21/91) "Biz de onun rahmine, ruhumuzdan İİj-ledİk." (Tahrîm 66/12) buyuvulmuştur.

Burada Allah adına bu aracılığı yapan ve ruh olarak tanımla­nan varlık Cebrail'dir. İsa (a.s) da işte bu ruhtan meydana gel­miştir; bu nedenledir, ki o, bizatihi, "Allah'tan bir ruh"tur.

Bu olayı anlatmaktaki gaye şudur: Birşey, iki temel unsurun biraraya gelmesi ve bunun sonucunda birbirine dönüşebilecek özellikleri maddenin dönüşüm geçirmesiyle meydana gelir. İki temel unsurun bulunmaması halinde hiçbir şey meydana gele­mez. Bu dönüşüm olayı, sözü edilen iki temel maddenin birbiri­ne sürtüimesi sonucu ortaya çıkan enerji ile gerçekleşir. Sürtül­me sırasında bu maddelerin parçalarında birtakım eksilmeler ol­ması gerekir. Tıpkı taşın demire, ağacın ağaca -marh ve afâr ağaç­ları- sürtülmesiyle iki tutuşturucu madde arasından ateşin doğ­ması gibi. Bu da sözkonusu maddelerin birbirine sürtüimesi so­nucu ortaya çıkan hareket enerjisi İle olmaktadır; çünkü sür­tünme sırasında iki maddenin bazı parçaları değişime (veya dö­nüşüme) uğramakta ve aralarındaki hava ısınma sonucunda ate­şe dönüşmektedir. Nitekim iki tutuşturucu (çakmak maddesi) birbirine sürtüldüğünde sürtünmenin meydana getirdiği enerji ile, maddelerin içerdiği bazı parçalarda eksilmeler olduğu göz­lemlenmektedir. İşte bu işlem sonucu çıkan ateş havadan dönüş­mektedir; parçaların ateşe dönüşmesi ise iki tutuşturucunun bir­birine sürtüimesi ile gerçekleşmektedir.

Güneş ve ateş gibi ışık yayıcılarm ışınlarının çevredeki mad­deler üzerine yansıması iie meydana gelen aydınlık da bunun gibidir.

Nur ve ziya sözcükleri bazan kendi zâtı ile var olan cisimler için da kullanılır; kandil fitilinin ucundaki ateş gibi. Ancak bu ateş de tek başına meydana gelemez; yani varlığı kendisi ile kâim olmayıp odun, yağ gibi yakıt maddelerinin hava (oksijen) ile birleşerek ateşe dönüşmeleri sonucu meydana gelir.

Hava (oksijen) da tek başına ateşe dönüşemez; bu dönüşme ancak kıvılcım çıkaran bir maddenin bulunması, ya da iki tutuş­turucu maddedeki eksilme ile gerçekleşir.

Nur, ziya ve şu'a sözcükleri ile bazan da güneşten ya da her­hangi bir ateşten yeryüzüne yansıyan ışınlar anlatılmak istenir. Böyle bile olsa bu araz da (sonradan var olan, varlığı bir başkası taralından garçekleştirilen ve varlıkları geçici olan), kendi başına var olan (kâim bi-nelsih) bîr cisim değildir. Var olabilmesi ve varlığım sürdürebilmesi için mutlaka bir yere gereksinimi vardır ve o yer kendisine uygun olması gerekir. Sonuç itibariyle ışın için aydınlık veren bir ışık kaynağının ve üzerinde yansıyabileceği maddelerin bulunması gerekir.

Kandilin fitilindeki ateşte de durum aynıdır. Bu ateş fitilin ya­kılması, ya da odunun aydınlık veren yere (şömine) konulmasıy­la meydana gelir. Ateş öncelikle yağ ve odun gibi yanıcı madde­lerin içerisine girer ve sonra onların çevresini kuşatan oksijeni (havayı) ısıtarak ortaya çıkan enerjiyi ateşe dönüştürür. Bu dö­nüşüm de ancak maddede meydana gelen bir eksilme ile olur.

Rüzgârın yanmakta olan ateşi iyice alevlendirmesinde; körü­ğün odun, kömür vb. katı yakıtların yakıldığı ocağı canlandırıp bu maddeleri ateşe dönüştürmesinde de durum aynıdır.

İşte bu hareketler sonucu ortaya çıkan enerji, sözkonusu ya­kıtların çevresini kuşatan havayı "da ateşe dönüştürmektedir; çünkü alev, ateşe dönüşen havadan başka bir şey değildir. Kandil fitilinin ucundaki ateş de bunun gibidir. Bu nedenledir ki lamba söndürüldüğündc, ateş dumana dönüşmektedir. Duman ise -buhar gibi- ateşle karışık havadır. Aynı şekilde buhar su ile hava­nın, toz ise toprakla havanın karışımı sonucu meydana gelir.

Bazan buhara duman da denilir; nitekim şu ayet-i kerimede bu anlamda kullanılmıştır:

Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi (istiva)- (Fııssılei, 41/11)

Tefsire i ler, ayclte geçen dühân (duman) kelimesini, "Allah gökleri su buharından yanıtlı."2 hadisinden esinlenerek "su bu­harı" olarak açıklamışlardır.

Runuiı sözü edilen dumandır; çünkü dumanın lügat anlamı, "sıcak birşeyle karışan hava" d ir. Hazan bu karışım içerisinde su da bulunur. Bu durumda meydana gelen karışım saf dumandır. Bazan da yalnızca su bulunur; ki bu da sözlük ifadesiyle duman ve aynı zamanda tencereden çıkan buhara benzer bir buhardır.

Cevheri ise buharı "Suyun buharı, duman gibi su üzerinde yükselen şeydir." diye tanımlamaktadır.

Bağlayacak olursak, hava, ancak odun, yağ vb. yakıt maddele­rinin ateşe dönüşmesi ile ateşe dönüşür.

Netice itibariyle canlılar bir madde olmaksızın meydana gele­memesi gibi ateş de bir madde ohnadan, kendi kendine meyda­na gelemez.15

DİPNOTLAR

1 - İbnul-Cevzi, Tefsir, c. V, s. 385; Tabcri, c. XXVIII, s. 172.

2- Hkz. İbn. Cevzi, Tefsir, c. VII, s. 245; Taberî, aynı haberi İbn. İshak'tan kaydetmiş; c. I, s. !93; Aynı hadis İbn Abbas ve İbn Mes'uci'cien mevkuf olarak buna benzer sözlerle rivayet edilmiş. Bkz. age, c. I, s. !94; ayrıca Bcylıaki, el-Esmâ vcs-Sılât, s. 4S2. Hadisin senedi zayıftır.


Yüklə 1,27 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   27




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin