266 rcshn, 67 plâ, terfta; -ve metin AfiDd* is yaprak renfcsâs, I yap h



Yüklə 5,51 Mb.
səhifə5/91
tarix27.12.2018
ölçüsü5,51 Mb.
#86796
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   91

Mustafa Refik Efendi de Gaalib Efendi gibi konağındaki sekbanları teslim ederek selâmet bulmak fikrinde idi; fakat Tahsin Efendi kendi menzilinden kaçıp ona gelmişti:




  • Bizlere bilmukabele muhafazai nefse
    kıyamdan başka necat ihtimali yoktur.,
    dedi, câhil ve kabadayı adam olan ve orada
    bulunan Hasköy Ayanı Mustafa Ağa da bu
    sözü tasdik edince yanlarındaki sekbanlar
    vesair bendegân ile konağın kapısına daya
    nan ihtilâlcilere silâhla mukabele ettiler, her
    iki taraftan bir miktar adam öldü; Yeniçeri
    ler Topkapısıııdan bir top kaldırıp getirdiler,
    içlerinde topçu bulunmadığı için güçlükle
    doldurup konağın kapısına bir gülle atar at
    maz içeridekiler ürktü ve birer ikişer çıkıp
    dışardaki cemiyete iltihak etti. Bunun üze
    rine Tahsin Efendi ard kapıdan kaçarken o
    civarda kendi adamlarından bir zâtin evinde
    saklandı, gören komşulardan birinin ihbarı
    ile yakalandı, türlü hakaretle Ağakapısına gö
    türülürken Kaptan İbrahimpasa Camii önün
    de sabırları tükenmiş olan yeniçeriler, hançer
    ve kılıç üşürüp parçaladılar, hemen ayakla
    rına bir ip bağlayıp yerde sürüdükleri cese
    dini Ağakapısmın önünde gece katladilmiş
    olan Yeniçeri Ağasının cesedi yanma bırak
    tılar. Mustafa Refik Efendi ise Hasköy âyâni
    Mustafa Ağa ile beraber teslim oldu, fakat
    konak kapısının önündeki binek taşına çıkar
    çıkmaz her ikisi de katledildi ve konak:

  • Gaza malımızdır!..

diyen ihtilâlciler tarafından yağma edildi.

Bu vak'alar cereyan ederken Kaptamderya Râmiz Paşa bir takım tedbirler almıştı; Alemdarın yanında kâfi sekban olmadığını, şuraya buraya dağıttıklarını bildiği için Levend Çiftliği ile Üsküdar Kıslasındaki sekbanlarla karşı koymaya hazırlandı, kendi yanındaki Rumeli askerlerini Ed'rne kapısına göndererek, belki muhabereleri vardır, Edirne ve Silivri Yeniçerileri de gelir düşüncesi ile sur kapılarını tutturdu, Sekban ve Kırcalı askerinden Rumeline kaçak olanlarının da şehirden çıkarılmamasını tenbih etti, tersanelerin Yeniçerilerle ihtilâlim önledi, Levenddeki Sekbanları Tophaneye indirip orasını da sıkı muhafaza altına aldı.

Üsküdarda Selimiye kıslasındaki talimli Sekbanların serdârı olan Kadı Paşa da askerim cenge hazırlamış, karşıdan Babıâli yangınını seyrederek bir emir, talimat bekliyordu.

Müverrih Cevdet Paşa bu vekayii kaydederken şu. mütalâada bulunuyor: «Râmiz Pa-

şa medrese kafası ile zihin yoracağına elinde mevcut kuvvetle derhal İstanbul tarafına geçip eşkıya cemiyeti gereği gibi kuvvet bulmadan üzerlerine yürümüş olsaydı, Alemdar Paşanın dağınık askeri de toplanabilir, fitne bastırılırdı. Zira Alemdar Paşa ateş içinde bir mahzenden tek başına müdafaa ile gece yarısından ertesi gün ikindiye kadar dayanmış, vakit kazanmıştı».'

İkindiye doğru Alemdarın müdafaada bulunduğu mahzende cehennemi infilâk olduktan sonra ihtilâl başka bir renk aldı. Artık İstanbula hâkim olan Yeniçeriler ulemâ dan Nakibüleşraf Dürrîzâde Abdullah, Molla-cıkzade Atâullah, Anadolu kadıaskeri Kırımı Ahmed Kâmil, İstanbul kadısı Köstendilli Tâbir ve ıslahat aleyhtarlığı'ile tanınmış Aygır imam Derviş Efendileri konaklarından Ağakapısına getirmişlerdi; bu- efendilere



  • Ocağımızı söndürmek isteyen Alem
    dar Paşanın ihrak ve ifrâsı murad olundu.
    Ağamız olacak Yadigâr da ocaklı elinde mak
    tul oldu, bizim başımız sizlere bağlıdır, içi
    nizden biriniz sarayı hümâyuna varıp pâdişâ
    hımıza arzetsin, bize bir ağa ve belki bir ve
    zir tâyin etsinler, bu kıylû kaal sona ersin.,
    dediler ve bu elçiliğe Derviş Efendiyi işaret
    ettiler, Aygır imam yerinden kalkıp odanın
    ortasına kadar1 gidip:

  • İşte gidiyorum, cülus dâhi istiyor
    musunuz?! diys sordu.

Bu müthiş sual üzerine Tâhir Efendi:

— Efendi ne söylüyorsun!? Kimi iclâs


edeceksin!?.. Ocaklı hâşâ zorba mıdırlar ki o
makuule emri mekruha ibram ideler!., dedi
ve Aygır imamın pâdişâh huzurunda da bir
münasebetsizlik yapacağı belli olduğundan
Saraya Tâhir Efendinin gitmesi kararlaştı;
fakat saraya giden Tâhir Efendi pâdişâhın
yanında kalarak dönmedi.

O tarihte henüz yirmi dört yaşında bulunan İkinci Sultan Mahmud da Yeniçerilerin padişahlığa tekrar Dördüncü Mustafa-yı isteyebileceklerini düşünmüş, sarayda muhafaza tertibatı almıştı; Râmiz ve Kadı Paşalara ellerinde mevcut bütün sekban askeri ile saraya gelmelerini emretmiş, onlarda kayıklara doldurdukları askeri saraya çıkarmışlar, dört bin nefer olan bu sekbanlar Bâbıhümâ yun ile saray burçlarına ve müdafaası icabe-den kapılara ve yerlere yerleştirilmişti.

Tâhir Efendiden haber çıkmayıb saraya Sekbanların getirildiği eğrenilince ihtilâlciler son derecede hiddetlendi, ramazanın 27 inci o salı günü aksamı pâdişâha karşı kılıç çekerek saraya hücum ettiler, her hamlesi Sekbanı Cedid askerinin kuvvetli müdafaası karşısında kırıldı ve saray kapılarına giden yollar, bilhassa Bâbıhümayun önü Yeniçeri cesetleri ile' doldu.

O gün sabahtan beri yollar kapalı ve sarayda kâfi ekmek bulunmadığı için Sekbanı Cedid Ağası Süleyman Ağa birkaç yüz Sekban ile Babıhümâyundan bir huruç hareketi yaptı, önlerine çıkan yeniçerilerle İstanbul haytalarını dağıtarak At Meydanına kadar gitti, yol üstündeki dükkânlarda bulduğu ekmek, simit ve çöreği toplayıp kaldırdı, oradan, bir haber almak kasdiyle çöken,enkaz, hâlâ cayır cayır yanan Babıâliye indi ve Alemdar Paşa hakkında bir şey öğrenemeden akşam ezanı vaktinde saraya döndü. Bu huruç üç saat evvel yapılmış olsaydı Alemdarın kurtarılacağı muhakkaktı.

İhtilâlciler telâşa düştü ve cemiyetleri dağılmaya yüz tuttu, fakat bu sefer, müverrih Cevdet Paşanın tâbiri ile «İmam ve hatib güruhundan bir takım ceheli âlemnüınâ», mürteci yobaz güruhu meydana çıkarak Yeniçerileri ve onlara katılan ayak takımını yer yer mücadele ve mukaateleye teşvik ettiler, şehre dellallar çıkarılıp:

— İmdada gelmeyenlerin avratları boş ve kendileri kâfirdir!..

diye bağırtıldı. Sekbanların Ağakapısına gece baskını yapması ihtimali kayıkçı, ham-mal, ırgad, kasab, fırın uşağı, bekçi taifesi odalarından cebren kaldırılarak Ağakapısı-yolları bekletildi. Şehir halkı da yirmişer, otuzar kişilik takımlarla o eşirrâya karşı sabaha kadar kendi mahallelerini beklediler.

Ertesi gün 28 ramazan 1223 ve 17 Kasım 1808 çarşamba günü seher vaktinde ağaları olan Mehmed Ağayı önlerine katıp Ayasofya tarafından saraya teîcrar hücum ettiler. Halktan mayası fâsid olanlardan büyük bir kalabalık da adetâ gazaya gider gibi Yeniçerilere katıldı. Ayasofya minarelerinden saraya kurşun atmaya başladılar. 'Yine büyük müverrihin tâbiridir, «Yeniçerilik cüzam illeti gibi halkın iliklerine işlemişti», sarayın dış hizmet ocakları hakkında aşçı, helvacı, ekmekçi,



ALEMDAR. PAŞA VAK'ASI

— 604 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

-— 605 —

ALEMDAR PAŞA VAK'ASI




sofalı, külâhlı ve zülüflü baltacı ve bostancılar da pâdişâhı ve sarayı koruyan Sekbanları düşman bilip tenhada yakaladıklarını öldürmekte idiler.

Râmiz Pasa, Kadı Pasa ve sarayda bulunan sair devlet erkânı, saraydaki dörtbin Sekbanla ikinci bir huruç hareketine kazar verdiler; bu çıkısın kumandasını da Süleyman Ağa aldı; sonsuz cesareti ve askerlikteki bilgisi ile tanınmış bu kumandana yine kıymetli bir asker olan Yağlıkçı Binbaşı (Bu zâtin asıl adı öğrenilemedi) da muavin oldu; yanlarına 4 top aldılar, Bâbıhümâyundan çıkarak meydandaki ihtilâlcileri püskürttüler, içlerinden ayrılan bir fırka o civardaki Cebeciler Kışlasına hücum etti, kışlayı zabt ve içindeki Yeniçerilerle eclâf güruhunu katlettiler; ikinci fırka At Maydanma yürüdü ve orasını temizledi, üçüncü fırka hâlâ yanan Babıâli etrafındaki ihtilâlcileri dağıtıp Soğuk-çeşme yolu ile At Meydanındaki fırkaya iltihak etti. Sekbanların bu cesareti Yeniçerileri öyle yıldırdı ki mukabeleye cesaret ede-miyerek evlere, dükkân ve hanlara kapandılar.

Süleyman Ağa kuvvetini üçe taksim etti, birini At Meydanında ihtiyat bırakıp bir kısmını Ahırkapıya gönderdi, oradaki ihtilâlcileri dağıttı; kendisi de Divânyoluna yürüyüp Irgad Pazarına kadar gitti; kocaları yahud dostları Yeniçeri olan çoğu fahişe takımından mahalle karıları Sekbanların üzerine evlerden tabanca, tüfenk atıyor, kaynar yağ döküyordu, bu karıların:

— Evlerimize giriyorlar!.. Irzımız, namusumuz gidiyor, Yeniçeriler.. Yeniçeriler.. döğüşmiyecek iseniz biz çıkalım!..

diye bağrışmaları üzerine Irgad pazarı önünde hücuma geçen Yeniçerilerle çok kanlı bir müsademe oldu, Yağlıkçı Binbaşı şe-hid düştü; o sırada Süleyman Ağaya saraydan dön emri geldi; Ağa da Sekbanlarım harb usulü ile adım adım çekerek At Meydanına döndü, orada bıraktığı askeri alıp bâ-bıhümâyun önüne geldi.

Bu sırada, Cebeciler Kışlasını geri almak isteyen Yeniçeriler, içindeki. üçyüz kadar Sekbanı harben atamıyacağmı anlayınca Kışlayı tutuşturdu, alev bu büyük binayı da süratle sardı, üçyüz Sekban iki ateş arasında kaldı, Süleyman Ağa tekrar şiddetli

bir hücuma geçerek o Sekbanları kurtardı; o sırada kendisi sehid oldu ve bütün Sekban kıt'aları Bâbıhümâyundan saraya alındı.

Bu huruç hareketindeki çarpışmalarda Sekbanlardan 600 nefer ve zabit şehit olmuş, Yeniçeri ile erâzilden 5000 adam ölmüştü.

Çok şiddetli gündoğusu rüzgârı esiyordu. Yanmakta olan Cebeciler Kışlasının bulunduğu yer, İstanbulun, sokakları daracık, omuz omuza, üst üste binmiş kav gibi ahşab evlerle kaplı bir semti idi. ateş süratle yayıldı, rüzgârın önünde mahalle mahalle atladı, yangını söndürmekle vazifeli Yeniçeriler bilâkis yayılmasını istiyordu, eclâfın «Kızıl Bayram» dediği âfet dilekleri veçhile genişledi, daha ilk saatlerde ateşin bir kolu Sü-leymanpaşa Hanına doğru gitti, bir kolu Def-terhane ve Mehterhane tarafını, diğer kolları da Sultanahmed Camiinin etrafındaki mahalle, çarşı ve evleri yakmaya başladı; ihtiyarların, kadınların, çocukların feryadı gökyüzünü tuttu, kendilerini pencerelerden, damlardan atıyorlardı, bu âfet arasında bir kısmı da atılan serseri kurşunlarla yaralanıyor, ölüyordu, ihtilâlci asker arasındaki eş-kiya ve erâzil ise, gözlerine kestirdikleri evleri «sahibi devlet taraftarıdır!..» diyerek basıyor, ateşin lokması olmadan yağma ediyor, icadın, kız, oğlan bir takım masumların cebren ve kahren ırzlarına geçiyordu.

Bu hengâmede İkinci Mahmudun tahttan indirilip Dördüncü Mustafanın padişahlığından alenen bahsedilmeğe başlanmıştı.

Sekbanlar daha saraya dönmeden, Süleyman Ağa Divanyolunda çarpışır iken pâdişâhtan alınan emirle limanda demir üstünde duran donanma Azapkapısım topa tutmağa başlamıştı. Atılan güllelerden bâzıları Ağa-kapısını. asarak Süieymaniye Camii civarına düştü, hattâ bir gülle Camiin bir minaresine isabetle zedelendi; bu sefer de halk:

— Allah Allah., bu ne demektir?! Top ile İstanbulu mu yakacaklar!.. Ocaklıyı ateşe ini yakacaklar!..

diye feryada başladı; hükümete karsı husumet genişledi. Fakat güllelerin Ağakapı-sını döğmesi Ocak Ağalarına dehşet verdi; Cemiyetleri dağılmaya yüz tuttu, çoğu «ceb-hânemiz kalmadı..» behânesi ile şuraya buraya savuşmaya başladı. Yeniçeri ocağının büyük rütbeli ağalan ihtilâlcilerle ilgileri ol-

madiğini, öldürülen Yeniçerileri ağasının âkibetine uğramak için sindiklerini, pâdişâh tarafından her ne ferman buyrulursa boyun eğeceklerini söyliyerek, top atışının durdurulması için saraya ileri gelen ulemâdan bir heyet gönderilmesini kararlaştırdılar. Bir ulema heyeti kıyam halinde halk ve kurşun vızıltıları arasından geçerek saraya gitti. Sultan Manmud efendilere iltifat ederek, ilk arasında:

— Birader de vefat eyledi! dedi.

Bu sözle Dördüncü Sultan Mustafanın idam edilmiş olduğunu ilân etmiş oldu. Sultan Mustafa 27/28 ramazan gecesi boğulmuş, Sultan Mahmud Osmanlı tahtının rakibsiz sahibi kalmıştı (B.: Mustafa IV.).

Ulemânın ricası üzerine pâdişâh gemilerin top atışını durdurttu. Ulemâdan iki zat ile Küçük Mîrahur Ağa Ağakapısına gönderildi ve iradei seniyye tebliğ edildi. Ocak erkânı da kıyamı bastırmayı taahhüt ettiler, ertesi günü padişaha karşı sadakat haceti yazılmasına karar verildi; Kul kethüdası Meh-med Ağa pâdişâh tarafından Yeniçeri Ağalığı vekâleti ile yangının söndürülmesine memur edildi. Galebe sarayda kalmıştı.

Yangın dehşetle genişliyordu. Taraf taraf, tulumbalar çıkarıldı, fakat rüzgârın şiddeti karşısında ateş âfeti önlenemedi. 28/29 ramazan perşembe gecesini de İstanbul halkı ayakta geçirdi.

Hanlar, kahveler, bekâr odaları, hamamlar yaralılarla dolu idi. Ölülerin evlâdı ve iyâli perişan perişan ağlaşmakta idi; sonunda boyun eğilecek olduktan sonra bunca kanın dökülmesine sebep olan Ocak zabit ve ağalarına küfür ve lanet yağdırılıyordu.

Fakat yangın söndürülmeden, 29 ramazan -18 kasım perşembe günü ihtilâl ateşi yeniden parladı.

O gün seher vakti ortaya bir Kandıralı Mehmed çıktı; Tersane ve Galatanın namlı kabadayılarından, türlü rezaletleri ile tanınmış adamdı (B.: Mehmed, Kandıralı); itlik yolundaki şöhreti sayesinde başına kolaylıkla topladığı bir bed tıynetler güruhu ile evvelâ Tersaneyi bastı ve tersaneliyi ayaklandırdı; sonra donanma gemilerini de ele geçirdi, oradan Tophaneye gitti, muhafızlar yangın tehdidi karşısında kapılan açarak Tophaneyi de Kandıralıya teslim ettiler. Topçu ve top ara

bacı kazanları kaldırılarak İstanbul tarafına geçirilince tam an'anesine uygun bir Yeniçeri ihtilâli patladı. Şehre yayılan dellallar:

— Gemilerle Tersane bizde!.. Karşı ya
kada Tophane bizde!..

diye bağırmağa başladı. Bir gece evvel dağılmış ve sinmiş olan eşkiya, yuvalarından fırla yan karıncalar gibi Et Meydanında Yeniçerilerin yanına taşınmağa başladı. Sokaklarda:

— Vükelâ kaleleri gâvura sattı!.. Ordu
da iken bize cenkten el çektirdiler!.. Düşman
görmeden ricat emri verdiler!., diye bağrışı
yorlardı.

Sarayda bulunan devlet erkânı şaşırdı Râmiz ve Kadı Paşalarla Morali Ali Efendi artık ısrarın faydası olmadığına, kaçıp can kurtarmaktan başka yol kalmadığına karar verdiler; hemen Yalı Köşküne inip orada beklettikleri kürekli bir kırlangıç gemisine bindiler, yanlarında sadık bendelerden yüzelli kişi vardı; Sarayburnu açıklarında bir Çekdirmeye geçtiler ve Marmaraya açıldılar. Fakat firarlan görülmüş, peşlerine yollu bir brik takılmıştı; brikin an bean yak laşınası üzerine Çekdirmeyi Ayastefenos civarında baştan kara ettiler ve karaya atlayıp kaçtılar.

Babıâli yangını o gün sönmüştü. İki gündür etrafında gözü kızgın pervaneler gibi dolaşan mal, altın, mücevher arayıcıları enkaza atılmışlardı; bir demir kapı görüldü, açılınca Alemdar Paşa ile baş kadının ve sadık harem ağasının cesedleri bulundu, dumandan ', boğularak ölmüşlerdi; yanlarında altın ve cevahirle dolu keseler, çekmeceler vardı, derhal yağma edildi; «Bayraktar Paşa bulundu!..» diye Ağa kapısına müjdeciler koştu. Ağa, vekili Mehmed Ağayı yanına katarak Babıâliye geldi; Alemdar Mustafa Paşanın naşı çırıl "çıplak soyularak ayaklarına ip bağlandı ve yerde sürüyerek Et Meydanına götürüldü; Meydanda üç gün teşhir edildi, sonra Yedikule dışında bir hendek içine gömüldü.

İstanbula ve devlete hâkim olan ihtilâlciler padişaha bir pusula vererek ocakları hakkında suikasd ile ittiham ettikleri devlet ricalinin idam fermanlarını istediler. Reisül küttab Galib Efendi Ocaklı şefaatçileri sayesinde kurtuldu; firar etmiş olan devlet erkânının takibi, yakalanmaları ve idamları için



ALEMDAR PAŞA VAK'ASI

— 606


İSTANBUL

• ANSİKLOPEDİSİ

607

ALEMDAR PAŞA VAK'ASI




ferman verildi. Şeyhülislâm Esad Efendi azledildi. Alemdar'ın Babıâlide mahzene kapandığı andan itibaren sadaret kaymakamı olan Memiş Pasa, vak'a Yeniçerilerin galebesi ile kapanınca, sadrâzam oldu. Mührü fümayun Mustafa Paşanın koynunda bulunmuş, o cuma namazını Zeyneb Sultan Camiinde kılan Sultan Mahmuda Camide verilmişti:

Bibi. : Cevdet Tarihi X; Şamîzâde Tarihi; Tarih Encümeni mecmuasında Efdalüddin Beyin Alemdar Mustafa Paşa makalesi.

ALEMDAR SİNEMASI — Alemdar Caddesinde Esnaf Hastahanesi karşısındadır; binanın sokak kapı numarası 23/3 olup îhtifalci Mehmed Ziya beyin kaydine göre kadim bir kilisenin harabesi üzerine yapılmıştır, İstan-bulun ve hattâ Türkiyenin en eski sinemalarından biridir. Pek çok sahib değiştirmiştir; 1958 de «Anas Sinemacılık Ltd. Şirketi» tarafından isletilmekte idi. 240 koltuk, 230 birinci ve ikinci olmak üzere cem'an 470 kişi alır. Filimleri de mezkûr şirket tarafından temin edilen sinemada terdhan bir kısmı renkli ve umumiyetle türkçe dublajlı macera filmleri gösterilmektedir. Mesafe darlığından sinemaskop filmlerle yerli filmler gösterile-memektedir'i Locası, balkonu^ yoktur. 1958 de fiatları: Koltuk 100, birinci 50, ikinci 30 kuruştu.

Eskiden sinemalarda kadınların günleri ayrı idi, erkek seanslarına kadınlar, kadınlara tahsis edilen zaman da erkekler giremez di; ilk defa bu Alemdar Sinemasmdadır ki, salon, perdeden kapıya kadar ortasından bir tahta perde ile bölünerek ayni seansa hem kadın hem de erkek müşteri alınmıştı.

istanbul Ansiklopedisinin 1946 da tesbit
edilmiş noktaları arasında bu sinema için şu
satırlar yazılmıştır: «Seyircilerinin büyük ek
seriyeti, gösterilen filmin türlü sahnelerine,
heyecanlarını zaptedeıneyip sesleri ile iştirak
eden tabakadır; yâni bir «fori» li sinemadır
(B. : Fori)». Haluk Akbay

• ALEMDARZÂDE — On dokuzuncu asır başında, İstanbulda güzelliği ile rindler âleminde nam salmış bir nevcivandır; enderun-lu Fazılın bu genç hakkında bir kıtası vardır:

Agâh olun ki şimdi eyâ dilberâm rûm Mirilîvâyi hüsn Alemdarzâdedir Şahı âlem ferâo muhabbet -ki ardına

Saf saf sipahi fitne süvârü piyadedir

Vâlii sancğı dil erbabı aşk kim

Râyatı feth ü nusrat önünde küşâdedir.

ÂLEM MATBAASI — Babıâli civarında eski Zaptiye caddesinde (H. 1302) 1884 de açılmış bir matbaa idi; sahibi Mustafa Efendi adında bir zat idi; bilâhare ortaklık yolu ile Ahmed ihsanın eline geçti (B.: Ahmed İhsan Matbaası) türkçe, rumca, ermenice, fransızca ve ingilizce hurufat ve litografya üzerine iş yapar, resim basardı. Büyükşehirde pek çok eser basmış matbaalardan biridir.

ALGAZİ (Hanende) — Yahudi asıllı hanende. «Hâce, Hoca» diye meşhurdur. Evvelâ Mısır'da musiki öğrenmiş, sonra İstanbul'a gelmiş, şöhret yapıp plâk doldurmuş, 1930 sıralarında Paris'e gitmiştir.

Bibi.: T.Y. Öztuna, Not.

... ALIYORUM!.. — İstanbul sokakla-rındaki seyyar esnafdan eski ve hırdavat alıcıların kendilerine ses olarak kabul ettikleri bir kelimedir; «alıyorum!» dan evvel, hemen akla gelen her isim konulabilir:



  • Eskiler alıyorum:

  • Eski paltolar, mantolar, elbiseler alı
    yorum!

  • Yün alıyorum, pamuk alıyorum!

  • Şişeler alıyorum!..

Eskiden sade Yahudi olan bu alıcılara, son zamanlarda îstanbulun yerlisinden ayak takımı, keza memleketinin ayak takımından Antepli, Arabgirliler ve bilhassa çok miktar-tarda kipti de katılmıştır. Kazancını, sıkıntılı günler geçiren ailelerin, dul ve bîkes kadınların elinde avucunda kalmış son ufak tefeği, sırtındaki esvabı ve altındaki eşyasiyle temin eden, hemen hiçbirinde insaf ve merhamet duygusu bulunmayan bu adamlarda kapatmak ve kandırmak hüner, meziyet, muvaffakiyettir.

İstisnasız hepsi üstü başı dökük, hırpanî adamlardır, yazın bir fanila ile, mintanca, veya fanila yahut mintan üstüne geçirilmiş yelek, hattâ ekseriya ayaklarında çorap yoktur, yalın ayakta yarım pabuçla dolaşırlar, başlarında bez kasket, şeklini kaybetmiş fötr ve hasır şapkalar bulunur; kılığı düzgüncesi de sırtındakini aldığı malların arasından seçip geçirmiştir. Omuzlarında bezden, eski yatak çarşafından dikilmiş gayet büyük, çuval azmanı bir torba alâmeti farikaları yerin-

dedir; bazan çift dolaşırlar, ortaktırlar, fakat birinin gözünü tutmayan bir malı öbürü kendi hesabına alabilir, icâbında para yerine verilmek üzere çamaşır sepetleri, çamaşır mandalları, küçük tabureler, masacıMar, hasır kanapeler alıp dolaşıtıranlar vardır; bilhassa şişe karşılığı çamaşır sepeti ve mandalı verenleri çoktur.

Kaybolmaması gereken sahnedir: Bir yaz günü Göztepede R.E. Koçunun evinde bahçede oturulmaktadır; pek kibar, pek zarif, nüktedan, gençliğinde güzelliği ile meşhur bir komşu hanımefendi de meclistedir; bahçe kapısından içeriye eskiler alıcı girer; askerlik çağma yeni girmiş, bıyıkları duman halinde şehbaz ve sehlevend erkek, güzeli Anadolu uşağı bir delikanlıdır, halinden, tavrından mesleğinde toy olduğu da bellidir.

Delikanlı; sıkılgan adımlarla ilerleyrek:

— Eskiler alıyorum!..

deyince o zarif hanımefendi oğlanı şöyle bir süzer:

— Burada eskilerden bir ben varım!


der, alır mısın?

îstanbulda, 1940 dan sonra başlayan kâğıt buhranında, bu alıcı esnafı, Büyükşehrin sokaklarına derhal:

— Eski gazeteler, mecmualar, kitaplar
alıyorum!., diye atılmışlardı.

Yine bu İkinci Cihan Harbi yıllarında, İstanbulda, karaborsacılık ve vurgunculuk, bütün dehşetiyle alıp yürüdüğü sıralarda, yeni bir sınıf alıcı esnafı türedi ki, bunlarda serbest satışı menedilen veya memurlarla dul ve yetimlere verilen erzak vesaire fişlerine el attılar; en faal merkezleri Mısirçarşısmın Yenioaml kapısiyle, Mısırçarşısı dçi, Haseki hamamı arsası (Bu arsaya Vakıflar İdaresinin büyük iş hanı yapıldı), Yerli Mallar Pazarı (eski Orozdibak mağazası) önü olan bu alıcılar da, gariptir ki, pelâspâreler içinde veya genç bir takım sürtük kadınlar, fahişe fidesi halinde kız çocukları ve pırpırı oğlanlar olarak görüldü; bunlar, küçük kâra kanaat ederek, tereddütsüz yazılabilir, Büyükşehrin günlük hayatında muvazene ve kolaylık temin eden bir borsa kurdular; işidilen sesler de şunlar oldu:



  • Çay fişi, kahve fişi alıyorum!..

  • Yağ (bu, zeytinyağıdır) fişi alıyorum!.

  • Basma fişi!.. Kumaş fişi alıyorum!..

Alıcı esnafının, ikinci el sermayedarlar ve hattâ İstanbulun bazı büyük ticaret firmaları ile yakın münasşbeti olduğu şüphesizdir. Bu esnafın son türedi tipi olan fiş alıcıların yarı resmî ticaret müesselerinin vazifesini suiistimal eden tezgâhdar boyu me-murlariyle ortaklıkları olduğu hakkında da, dedikodular çıktı; fişlerini bizzat kullanmak istiyen memurların, dul ve yetimlerin bu tezgâhdarlardan gördüğü hoyratlık, bu gibi dedikoduların çıkması için kâfi bir sebeptir.

Diğer bazı seyyar esnaf ile beraber (B.: Leblebiciler), alıcı esnafının, sırf işlerinin mayası icabı, haberleri olmadan çoluk çocuğu, yanaşma, uşak ve hizmetçi makulesini küçük harsızîıklara teşvik ettikleri bir hakikattir. Bu esnaftan bazıları ise, aslında uygunsuz takımındandır; büyük muharrir Ahmed Rasimin «Hali harb» serlevhalı bir yazısında şu sahne çok canlıdır:

«Sırtında torbası alesseher yola düşmüş., bağırarak:

— Eskiler alıyorum.. Yün, pamuk, ba


kır alıyorum...

«Açık sokak kapısından bir hizmetçi başı çıkarak, rumca yavaş sesle:

— Öğle zamanı gel!..

«Belli olmamak için yine bağırır:

— Eskiler alıyorum., teneke^ çuval, çar
şaf alıyorum..» (Gülüp ağladıklarım).

ALİ (Acem) — Son orta oyuncuların-dandır, Üsküdarda otururdu; uzunca boylu, tıknazca, devrinin birinci sınıf şöhretleri arasına girememiş olmakla beraber hoş sohbet, zarif bir adamdı. Hayatı hakkında bundan gayri bir bilgi edinilemedi.

BibL : Vâsıf Hoca Not.

ALİ (Altınbaş) — Kırk sene kadar evvel, Ayasofyada yanan eski Adliye sarayının karşısındaki sıra kahvehanelerin birinde (B.: Ayasofya kahvehaneleri) güzelliği harabat ehli şairler arasında dillere destan olmuş bir kahveci çırağıdır; aşağıdaki koşma, bir şuh meşreb şair, merhum Hamamîzade İhsan Bey tarafından bu genç hakkında yazılmıştır:

Altın saçlarını dil taraâğına Kakınasam bir türlü kaksam bir türlü Pervane gönlümü can çırağına Yakmasam bir türlü, yaksam bir türlü

Omuzu çarpılmış elinde maşa Dal fesi başında püsküllü belâ


Yüklə 5,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin