266 rcshn, 67 plâ, terfta; -ve metin AfiDd* is yaprak renfcsâs, I yap h



Yüklə 5,51 Mb.
səhifə8/91
tarix27.12.2018
ölçüsü5,51 Mb.
#86796
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   91

ALİ AĞA (Hasodalı Kemankeş) — On sekizinci asrın birinci yarısında yaşamış namlı kemankeş pehlivanlarından; Enderundan yetişmedir; Üçüncü Ahmedden fevkalâde iltifat ve himaye görmüş, Hasodaya alınmştı; ekseriya geceleri, devrin namlı pehlivanlarından Ömer Efendinin bahçesinde kalır, gece ve gündüz meşkedip gayet çok yay çeker, birbiri arkasından altmış, yetmiş ok atardı; sonra biraz durup nefes alırdı. Okmeydanında kendi adına nisbetle anılan menzile bir rekor kurduğu zaman Küçük Hüseyin isi bir yay ile Kuruçeşmeli işi ok atmıştı. Hayatı hakkında başka bir kayda rastlanamadı.

ALİ ÂĞA (Kazancıbası Hacı) — Hadikatül-Cevâmiin kaydına göre Tophane civarı mescitlerinden Kazancı mescidinin banisi; kendisi de mescidi yanına gömülmüştür. Bibi.: Hadikatül cevâmi, II.



ALİ AĞA (Kemani)

620 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 621 —

ALİ AĞA (Uzun)




ALİ AĞA (Kemanı) — Geçen asır başında klâsik türk musikisinin büyük şöhretlerinden, Enderunu hümayundan yetişmişti; ne zaman doğduğu bilinmiyor, çocukluğunun birinci Abdülhamid devrine rastladığı tahmin edilebilir, alaturka musikide sağlam bilgi sahibi olan üçüncü Selim, amcasının, ölümü üzerine Türkiye imparatorluğu tahtına oturduğunda, Kemanı Ali Ağa, artık Endurunu hümâyunun şöhretlerinden biri olmuştu.

Topal, şişman denilecek kadar tıknaz, kalender meşrep, dalgın, türlü ihtirasın, entrikanın kaynağı olan bir saray hayatında herkesle hoş geçinecek kadar munis bir adamdı. Devri, klâsik Türk musikisinin bir altın çağıydı; Hafız İlyas efendi, «Vekayii letaifi enderuniye» adındaki eserinde Hicrî 1227 den 1242 ye kadar (1812-1826) saray hayatım naklederken Kemani Ali ağanın hal tercümesine ait birkaç fıkra nakleder ki, şöhretinin en parlak devrine İkinci Mahmud zamanında erişen büyük musikişinasın hayatı hakkında rastladığımız hemen yegâne kıymetli kayıtlardır.

Hicrî 1227 Cemaziyelâhırının üçüncü perşembe günü (14 Haziran 1812 İkinci Mahmut Beşiktaş sarayından kayıkla Tarabya'yâ gitmişti; kendisi saltanat kayığına binmişti. Endurun ağalarından mürekkep kalabalık bir maiyet halkı da kanca baş sandallar ve üçer, beşer çifte yağlı piyadelerle Padişahı takip etmişti.

O gün öyle ve akşam yemeğini Tarabya çayırında yiyen Padişah, akşam yemeğinde bir ince saz faslı istemişti; «Serlevhai sâzen-degân ve pişrevi dairei devran olan Hazineli Kemani Ali Ağa hüzzamdan bir taksimle başlamış, taksim bitince, yine Hazine koğuşu ağalarından meşhur hanende Şakir ağa, davudi sesiyle Ali ağaya refakat ederek ayni makamdan:

Gözüm ki kaane boyandı, şarabı ııeyliyeyim şarkısını okumuş; sonra, yirmi kadar «sadası üz ve edası temiz hanendeler» fiske dairelerle yine hüzzam'dan:

Aşika taan etmek olmaz mübtelâdır neylesin. şarkısını geçmişlerdi.

1228 Cemaziyelâharında (Hizaran 1813), kendi halinde munis bir adanı olan Kemanı Ali Ağa kaba bir tecavüze uğradı:

Şöyle ki; Enderunu hümayunda Yeniçe-

ri Şakir diye anılan bir genç vardı, Saray binicilerinin en namlısıydı, atlı cirid oyunlarındaki maharetiyle Padişahın fevkalâde muhabbetini kazanmış, fakat gördüğü muhabbet ve* himayeden de o kadar şımarmıştı ki, sarayda gücü yettiği ağaları kırıp geçirmeğe başlamıştı; kendisine Yeniçeri lâkabı da bu hoyratlığından ötürü hakaret kastı ile verilmişti. Bir gün de, o sırada Hazine Koğuşu ikinci çavuşu olan Kemani Ali Ağaya kızarak kemanîninin başına bir iskemle vurup geçirmişti. Hâdise sarayda derin bir teessür uyandırdı; Padişahın kulağına kadar gitti, Sultan Mahmud, Yeniçeriyi kemaniye feda etti, Şakir ağa saraydan koğuldu.

Ayni yılın zilhiccesinde (Aralık 1813) has odalı musahib Çingene Hasan Ağa öldü, Hazine koğuşu başçavuşu Rakkas İbrahim ağa Hasodaya alındı, Kemani Ali Ağa da koğuşuna başçavuş oldu.

1232 Ramazanının 15 inde (29 Temmuz 1817) Hırkai Şerifi ziyaretten dönüşünde Kemanı Ali Ağa Enderunlular kafilesinden ayrılarak. Tophane tarafında şöyle bir dolaşmak istemiş, oruç haliyle serseri gezerken tebdili kıyafet ile Tophaneye çıkmış olan Padişaha rastlamış ve Mahmudu tanıyamamıştı. Ke-manînin Enderun ağası kıyafetiyle böyle serbest dolaşması ve kendisini gördüğü halde sakınmaması Padişahı gazaba getirmiş ve hemen oracıkta zirü zeber edecek olmuş, fakat her nedense vazgeçmişti. Saraya döner dönmez de Ali Ağanın saraydan kovulmasını silâhtar Ali Beye emretmişti. Padişahın emri geldiğinde Enderunlular iftar sofrasına oturmuş bulunuyordu. Ali Bey, bu kötü haberi iftardan sonra tebliğ etmişti.

Saraydan koğulmak seçkin sanatkâra \^>K ağır gelmişti; sekiz ay kadar evinden dışarı çıkmadı, nihayet Mahmudun yeni silâhtarı İbrahim ağa, Ali Ağayı affettirmeğe muvaffak oldu. Saraya çağırılan Ali Ağa da Padişahın yanına kemanı ile beraber çıkarak:

Benimdir növbeti feryad, bülbüller hep hâmuş

olsun!..


Bestesini çalmağa başladı, ağlıyarak hazin hazin yay çekmesi, başta İkinci Mahmud olmak üzere hazır bulunanların «sinesini sûzan» etti; kendisine birkaç güııdenberi boş bulunan saray soğancıbaşılığı hizmeti verildi; ve Mahmud:

—- Fakat keman çaldığın gibi soğan çalma ha!., diye bir latifede bulundu.

1239 Rebiülevvelinin beşinci cumartesi günü (9 Ekim 1823), İkinci Mahmud, berber-başılıktan silâhdarlığa çıkardığı gözdesi Gi-ridli Ali Ağanın Ayasağadaki çiftliğine gitti. Bu çiftliğin gayet büyük ve güzel bir havuzu vardı, hükümdar havuz başında bir incesaz faslı emretti; başta Kemanî Ali Ağa gelmek üzere, o gün Padişahın maiyetinde Türk musikisinin şu seçkin simaları bulunuyordu:

Hazinen" Kemanî Mustafa Ağa, kilerli Tanburî Keçi Arif Ağa, Tanburî Genç Necip Ağa, Tanburî Numan Ağa, Hanende Rifat Bey, Musahib Abdi Bey, Kömürcüzade Hafız Efendi, Durmuş^ İsmail Efendi, Suyolcuzade Salih Efendi, Mukallid Aziz Bey, Neyzen Mustafa Efendi. Musiki faslına:

«Çini keysûsuna zenciri teselsül dediler i

bestesi ile başlanmıştı. Bir ara, hükümdarın gözüne, havuzda bulunan yeşil boyalı iki küçük sandal ilişti: Sazende ve hanendelerle diğer musahib ağaların ve Ederunlularm bu sandallara dolup bir de havuz sefası yapmalarını emretti. Kürek çekmesini ve dümen kullanmasını bilmeyen Enderunlular, kenardan açıldıktan az sonra sandalları çarpıştırdılar; musahibler sandalında dümen tutulan yerde oturan Kemanî Ali Ağa, şişmanca olduğundan, sarsıntıda muvazenesini kaybederek havuza düştü ve boyunu aşan suya gömüldü, havuzdan güçlükle kurtarıldı; Silâhdar Ali Ağa, içinde âlâ çamaşır ve esvap bulunan mükemmel bir bohça göndererek sanatkârın gönlünü aldı.

Vekaayii Letaifi Enderuniyede, bu büyük sanatkâr hakkında son kayıt şudur:

«Usûlü ahengi dümteki hercümerc olan meşhur Kemanî Topal Ali Ağa, 1245 (1830) Kurban bayramının dördüncü günü vefat etti.»

Türk musikisi târihinin genç bilginlerinden T. Yılmaz Öztuna, bu büyük sanatkâr hakkında İstanbul Ansiklopedisine şu değerli notu tevdi etmiştir:

«Saz eserleri ve şarkılar bestelemiştir. Üslûbu üstâdane olup Şehnaz Peşrevi bir şaheserdir. Zamanımıza sâdece şu on yedi eseri kalmıştır: Hisar (Hafîf), Hüseynî Aşîrân (Be-refşân), Sabâ Zemzeme (Fâhte), Şehnaz ve Sehnâz-Bûselik (Ağır Düyek) Peşrevleri; Fe-

rahnak (değişmeli) ve Hisar Saz Semaîleri şarkılar: Hüseynî Aşîrân Düyek «Dünyâya vermezdim seni», Hüseyinî Aşîrân Düyek «Eylerim bu intizârın», Hüseynî Aşîrân Düyek «Vechin bu câye verdi nur», Acem Aşîrân Devri Hindî «Gönül hicrinle harâbdır», Bayatî Düyek (Dâim seni ben arardım», Evcara Düyek «Sen döküp ruhsâre kâkül», Rast Ağır Düyek «Düşdü gönlüm sana ey nâzik perî», Suzinak Ağır Aksak «Bezme buyur ey mâhci münevver hele bir şeb», Şeddi Araban Devri Revân «Kasları yay mâhi taban» ve Tarzı Nevîn Ağır Aksak «Ey sahi vefa güs-ter-ü lûtfi himemârâ».

Bibi.: Hafız İlyas, Vekayii Lelâifi Enderuniye; T.Y. Öztuna, Türk musikisi lügati (basılmamış).

ALİ AĞA (Kurukahveci) — İstanbulun tarihe geçmiş hilekâr esnafmdandır; on dokuzuncu asır başlarında Mısırçarşısının namlı kuru kahvecilerinden idi, 1829 da ihbar üzerine yapılan bir çarşı teftişinde dibeklenmiş Yemen kahvesine âdi kahve karıştırarak sattığı görülmüş ve derhal tevkif edilerek Ça-nakkaleye sürülmüştür.

ALİ ÂĞA (Rahîki) — On sekizinci asır başında namlı kemankeşlerden ve Okmeydanı Tekkesi şeyhlerinden; Mahmudpaşa Çarşısında asrın şöhretlerinden büyük macuncu dükkânının da sahibi idi.

ALİ AĞA (Rus) — Hadikatül-Cevâmiin kaydına göre Beşiktaşta Uzuncaova mescidinin bânisidir.

Bibi.: Hadikatül cevâmi, II.

ÂLİ AĞA (Topeubaşı Hacı) — Hadikatül-Cevâmiin kaydına göre Tophane ile Cihangir i arasında topçu odaları mescidinin bânisidir. Bibi. : Hadikatül Cevâmi, II.

ALİ AĞA (Uzun Hacı) — On dokuzuncu asır başında seçkin şöhretlerden; Alemdar Mustafa Paşanın en sadık dostlarından; Pı-narhisar ayanı; Alemdarın İstanbul yürüyüşünde sağ eli yerinde idi; Paşanın emriyle yanına birkaç yüz seçme sekban neferi alarak sabık Rumeli Feneri dizdarı Ketencioğ-lunun kılavuzluğu ile Rumeli Feneri Kalesine ılgar ile gitmiş ve ihtilâl sergerdesi Kabakçı Mustafayı idam ederek kaleyi zaptet-mişti; Vak'a heyecanlı ve garip bir maceradır:

Uzun Ali Ağa ve adamları 1223 Cenıa-

ALİ AĞA BAĞÇESİ

_ 622


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 623

ALİ AĞANIN BAĞI




ziyelevvelinin on dokuzuncu (13 Temmuz 1808) gecesi yarısında Fener Kalesi önüne varırlar, atlardan inerler, hayvanları oradaki bir değirmenin duvarları arkasına siper-leyip ve sekbanlardan birkaçını da hayvanlarla bırakıp kale varoşuna yaklaşırlar. Kalenin dış mahallesinde bir kahvehane vardır ki, kale yamaklarından bazıları geceleri orada yatarlar.. Gözü açık bir adam gönderilir, bu, kahvenin tenha, iki üç kişiden başka kimse olmadığı haberini getirir.. Bunun üzerine Ketencioğlu Pınarhisarlı askerlerden on kişi alıp kahvehaneyi sessizce basar, yatanları bağlayıp Uzun Ali Ağaya get-rir; bunlar kale yamaklarından iki hayta ile bir oduncudur. Ali Ağa bunları ölüm tehdidiyle sorguya çekip söyletir.. Kabakçı Mustafa kale dışındaki mahallede bulunan evinde imiş.. —Müverrih Asım Efendinin rivaye-yetine göre — o gece evlenmiş ve gerdeğe girmiş (B.: Mustafa, Kabakçı).

Bunlar olurken vakit de hayli ilerlemiş., seher yaklaşmış... Haberi veren yamağın kılavuzluğu ile Kabakçının evine gitmişler.. Yamağın bir bacağına uzunca bir yular bağlamışlar, yuların öbür ucunu da Ah" Ağanın karakulağı beline sarmış, Jki sekban neferi de ciritlerinin demirini yamağın sırtına dayamışlar, kaçmağa teşebbüs ederse hemen saplayacaklar.. Evi sarmışlar, Kabakçının adamlarından olup o gece orada yatanlardan birkaçını karanlıkta neye uğradıklarını anlamadan yakalamışlar.. Ali Ağa da: — Padişahtan emirle geldim, görülecek kârımız vardır! diye harem kapısına dayanmış.. Gürültüden uyanan ev halkı kendilerini toparlaymcaya kadar kapıyı kırıp hareme girmişler, bu evi çok iyi bilen Ketencioğlunun târii ile Kabakçının yattığı odaya kadar çıkmışlar.. Tâbir Müverrih Cevdet Paşanındır, «Kabakçı câme hâbında tas yatur» bir halde imiş, sekbanlardan biri hemen başım kesip işini biti-rivermiş..

Ali Ağa kesik başı Ketencioğluna verjp ılgar ile orduyu hümayunda Alemdar Paşaya gönderir. Kendisi de oradan hemen kaleye koşar, Yamakları dışarı kovarak kapıları kapar ve sekbanlariyle kaleye kapanır ki o sırada güneş henüz doğuyormuş.. Vak'anın dehşeti ile sersemleşen yamaklarla kale halkı etrafa dağılarak diğer tabyalardaki yenl-

çeri zorbalarına ve yamaklarına haber verirler.. Evvelâ kimse inanmaz, sonra Kabak çının kale dışındaki evine gelirler ve yataktaki başsız cesedi görünce, kaleye girenlerin kimler olduğunu öğrenmek isterler.. Müra-caatlerinde kendilerine kaleden hiçbir cevap verilmez.. Bunun üzerine İstanbula adam gönderilir, ağalarının katli fermam hümayun ile mi olduğu sorulur.. Istanbuldaki devlet erkânı da hayret içinde kalırlar.. Ne Babıâ-liden, ne de saraydan böyle bir emir verilmediği söylenir.. Bu sefer, Babıâli, vak'anın tahkikine birini memur eder.. Kaledeki asker bu zata, orduyu hümayundan geldiklerini, kumandanlarının da Pınarhisar ayanı Uzun "Hacı Ali Ağa olduğunu bildirirler.. Babıâli şaşırır, vak'anın ordudan tahkikini kararlaştırır.. Fakat kale yamakları, haytalıkları icabı ağalarının intikamını almak hırsiyle Rumeli Feneri kalesini muhasara ederler. Civar tabyalardan da birçok asker toplanır.. Fakat bu sırada Alemdar Paşanın gönderdiği kuvvetli bir müfreze yeniçerileri yarıp kaleye girmeğe muvaffak olur..

Istanbuldaki hükümet darbesinden sonra, Uzun Hacı Ali Ağa, Alemdar Mustafa Paşa tarafından Boğaz muhafızı tayin edildi.

ALİAĞA BAHÇESİ — Evliya Çelebinin kaydına göre, on yedinci asır ortalarında Haliçte Sütlüce sahilinin en namlı bahçelerinden biri

Bibi.: Evliya Çelebi, I.

ALİAĞA ÇEŞMESİ — Hasekide bir yan--gın yeri olan Nevbahar mahallesinde, Nev-bahar mescidinin arsası önünde, kesme taştan, klâsik üslûpta, çok harab olmuş büyük güzel bir on yedinci asır çeşmesidir. Tonos

Hasekide Aliağa Çeşmesi, 1946 (Resim: A. Bülend Koçu)

kemerli harab hazinesine bakılacak olursa, aslında, serapa kesme tas ile kaplanmış geniş bir cephesi varmış ve muhakkak ki üstü de bir saçak ile örtülü imiş; 1946 da taşlarının çoğu çatlamış ve dökülmüş, teknesinin ön kısmı tamamen kırılıp yok olmuş bulunuyordu.

Kemerinin üstünde bulunan kitabe ta-şındaki tarih kıtası şudur:

Kethiidayi hazreti Paşa Ali Ağa Yapdırup âlâ sebil (?) çeşnici âbi f irat Hatifi gaybi görüb hayratı tarihin didi Âbi carii çeşmei mayi hayat H. 1045 (M. 1635)

Akar çeşmedir; suyu Halkalı suyudur.

Bibi.: İ. H. Tanışık, İstanbul çeşmeleri, I; REK, Gezi Notu/

ALİAĞA ÇEŞMESİ — Kocamustafapaşa Arabacıbayezid ile Canbâziye mahalleri sınırını teşkil eden Meşelimescid sokağında, bu sokağın Kocamustafapaşa çeşme sokağüe olan kavşağı köşesindedir; klâsik üslûpta bir on sekizinci asır çeşmesidir, kesme taştan, altı beyitîik kitabe tası kemerin üstünde, ayna taşı sade nakışlı mermerdendir; ayna taşının üstünde tas koymak için iki küçük göz vardır; kemerin küit taşı üzerinde kabartma küçük bir gül motifi bu çeşmenin hemen yegâne süsüdür.

1946 da, lülesi kırık, suyu kesilmiş ol


duğu halde, heyeti umumiyesile sağlam, az
bir himmet jle ihya edilebilir durumda idi.
Çeşmenin en üst pervazının ortasında Birin
ci Mahmudım tuğrası bulunuyormuş, kazın
mış, izi kalmıştır. Hazinesi oldukça karap.
üzerini otlar bürümüştü. ;

Kocatnusiafapagaâa Aliağa Çeşmesi, 1946 (Resim: A. Bütend Koçu)

Çeşmeyi yaptıran Birinci Mahmudun anası Saliha Sultanın basağası Ali Ağadır; semt halkı ağzında «Başağa Çeşmesi» diye meşhurdur; talik' hat ile yazılmış olup Yüm-ni tarafından söylenmiş tarih kitabesi şudur:

Mehdi ulyâ gevheri yektâyi bürci (?) saltanat Mâderi Sidtan Mahmudi nıekârim iııtimâ Sayesinde pâdişâh! âlemin olmaktadır Masdari hayrü hesan, menbai cûdü ata Ol yegâne dürri bahri ismetin hüddanu da Olmada hayrâte sai cehdidüb subhü mesâ Başağa yâni o hem nâmi AîiyüLmürtezâ Fî ssbilillâh bu valâ çeşmeyi kıldı bina Hayrini makbul sâ'yü himmetin meşkûr idüb

Nice hayrâte muvaffak eyîesün bari Hûda Tâklnc tarh eyle Yümni böyle bir tarihi pak «Âbi kevser iç geliib ayni Aliden daima»

H. 1150 (M. 1737)

Bibi. : İ H. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, î; REK, Gezi Notu.

ALİAĞA MEYDAN ÇEŞMESİ — He-kimoğlualipaşa cemii civarında, „ Altımermer caddesinin gerisinde meydanımsı bir açıklıktadır; kesme tastan, klâsik üslûptadır; teknesinin ön kısmı kırıktır. Ayna taşının üstünde bir tas yuvası vardır. Kitabe taşı kemerinin üstünde olup üç beyitîik tarih kıtası şudur:

Sahibülhayrât ağayı kâmiyab Nâmdâşı sâkii kevser Ali Mahzi tevfiki Hüdâdır eyledi Mevkiinde böyle bir hayri celî Vasfidüb Yümni didi tarihini «Menbai kevser zehi ayni Ali»

Kitabe taşının üstünde bir oyuk görülmektedir. Burada da, her hangi bir tamir münasebeti ile konulmuş diğer bir kitabenin veya bir tuğranın bulunduğu tahmin edilebilir.



Bir akar çeşmedir; suyu Halkalı suyu
dur; bu satırların yazıldığı sırada hazinesin
de bir sakatlık olması gerekir ki, cephesinin
sol kenarındaki kösesinden su sızmakta ve
sokakta bir derecik vücuda getirmekte idi
(Nisan 1946). Burhan Olker

ALİ AĞANIN BAĞI — Birinci Cihan Harbine kadar, Boğaziçinde Büyükderenin namlı mesirelerinden biri idi; adını ikinci Mahmudun gözde silâhdarı berberbası Ali Ağadan almıştı; Ali Ağa bu bağı, Büyükde-reyi pek seven efendisini ağırlamak için devrinin en mahir bahçvanları eliyle imâr et-


m


ALI ALAEDDIN

— 624


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

_ 625 —

ALI BALI



misti; Padişahın ve Ali Ağanın bulunmadığı zamanlar, bir cemile olarak halka açılır ve mevsiminde üzüm ikram edilirdi. Sahibinin ölümünden sonra da şöhretini kaybetmemiş, Meşrutiyetin ilânından sonra ise umumî bir mesire yeri olmuştur.

ALİ ALÂEDDİN ÇELEBİ — On altıncı asır ulemasından, seçkin bir muharrir ve hattat, «Kelile ve Dinine» mütercimi; aslı İstanbulludur, gençliğinde Abdülvâsî Efendi adında bir kadının hizmetinde bulunduğundan akranı arasında «Vâsî Alisi» lâkabı ile tanınmıştı. Yazıyı asrının üstatlarından Şükrullah Halifeden öğrenmişti. Peçevili İbrahim Efendi söyle bir fıkra nakleder: «Ali Çelebi Beydebânın Kelile ve Dimne'sini «Hü-mayunname» adı ile terceme ettiğinde Kanunî Sultan Süleyman ile devrin Sadrâzamı Lûtfi Paşaya takdim edilmek üzere iki nüsha olarak yazdırmış ve ikindi divanında paşanın huzuruna çıkıp «Serapa padişahlara lâzım ibret ve nasihatler» olan bu kıymetli eserin tercemesine yirmi yıl emek sarf ettiğini söyliyerek nüshaları vermiş; Lûtfi Paşa kendisi müellif ve musannif geçinir ve ilim ve fazilet dâvası güder vüzeradan olduğu halde Ali Çelebiye iltifat etmemiş, nüshaları eline bile almamış: —Yazık., yazık., bu kadar zaman harcamışsın.. Bu iki cildin yerine bir meselei şer'iye kaleme alsaydın daha iyi ederdin! diye çıkışmış... Biçare Ali Çelebi divanda mağmum ve hatırı perişan ne yapacağını şaşırmış... Paşa âlimin gönlünü tamir için içoğlanlarmdan birine: —Şu kitabı, al, Kapıağasına götür, Cenabı Saltanata iblâğ etsin! demiş, diğer nüshayı da kabul makamında yanında alıkoymuş, Ali Çelebi gittikten sonra da nedimelerinden Sekban Ali Çavuşa hediye etmiş, ondan da huzurdan çıkar çıkmaz, Defteremini olup o gün divanda bulunan Ramazanzade Meîımed Bey elli altına satın almış. Kanunî Süleymana gelince, sunulan tercemeyi o gece dikkatle gözden geçirmiş, fevkalâde beğenmiş ve ertesi sabah beyaz üzerine bir hattı hümâyun ile Ah' Çelebiyi Bursa kadılığına tayin etmiş; vezir: — Padişahım, kûşei inzivada bu kadar fukarayı müderrisin var, Bursayı onlardan birine inayet buyurun, merkume bir başka mansıb bulalım! diyecek olmuş ise de Sultan Süleyman ihsanından dönmemiş: — O mollanın fazileti-

ni sen bilmezsin, ben bilirim! cevabını vermiş.

Ali Çelebi Bursa kadılığında öldü.

ALİ ALÂEDDİN EFENDİ; KARABAŞ

VELİ (Şeyh) — On yedinci asır ortalarında kerametine inanılmış büyük şöhret sahibi Halvetiye şeyhlerinden, Aslı Arabkirlidir, ilk tahsilini memleketinde görmüş, İstanbula gelerek Fatih medresesinde tahsilim tamamladıktan sonra sofîlik mesleğine intisap etmiş, Kastamonuya giderek Şâbaniye şeyhlerinden İsmail Efendinin dergâhına girmiş, ismail Efendinin ve oğlu Şeyh Muslahîddin Efendinin halifeleri oamuş, 1669 (H. 1080) da İstanbula gelerek Üsküdarda Rummehmedpa-şa Camiinde beş yıl inzivaya çekilerek ibadet etmiş, arzusuna rağmen Üsküdarda Mih-rimâhsultan Zaviyesi şeyhliğine tayin edilmiş, beş yıl da orada irşad ile meşgul olarak beş yüze yakın mürid yetiştirmiş, vaızlarmda, Dördüncü Mehmedin kendisini çılgın bir av merakına kaptırıp devlet işleriyle uğraşmadığını acı bir lisanla tenkid ettiğinden ötürü 1679 (H. 1090) da Limni adasına sürülmüş, ancak dört yıl sonra affedilerek îstanbula dönmüş, 1688 (H. 1095) de yerine halifelerinden Şayh Mustafayı bırakarak hacca gitmiş ve hac dönüşünde hastalanarak Mısıra giderken Kahire şehrine yakın ölmüş, Şeyh Gazalinin kabri yanına defnedilmiştir (M. 1685= H. 1097).

Gayet uzun boylu olduğundan şeyhler arasında Uzun Ali Efendi diye anılırdı; başına siyah dülbendli taç giydiğinden ve nakledilen bazı kerametlerinden ötürü halk ağzındaki lâkabı da «Karabaş Veli» idi.

Nakledildiğine göre: Hac dönüşünde Mısır sınırına üç konak mesafede bir vadide kırk bin hacı çadır kurmuş.. Hava gayet açık imiş.. Şeyh Ali sel geleceğini keşfederek çadırları söktürmüş ve hacıları tepelere çıkartmış.. Az sonra da o vadiyi müthiş bir sel basmış..

Ali Alâaddin Efendi, İstanbulda Ayakap; ile Fener arasında lâkabına nisbetle anılan bir mescid" yaptırmıştı (B.: Karabaş Mescidi).

ÂLİ AŞKİ BEY (Beyiikcizade) — Geçen asrın ikinci yarısında yetişen kıymetli bestekârlardan, İstanbulda doğdu; babası toey-likçi Hacı Salih Ağadır; çok zengin bir adam-

di, ölümünde Ali Aşkıye mühim bir servet bıraktı, o da memuriyet ve ticaret sahalarına girmiyerek iradüe geçinme yolunu tutmuş ve bütün zamanını edebiyat ve musiki üzerinde çalışmalara vermişti; ana dili gibi arapça ye farsça öğrenmiş, türkçe ve arapça şiirler yazmış, musikide Zekâî Dedenin kıymetli talebesi olmuştu; dinî ve la dinî pek çok parçalar elde etti; kendisi de çok güzel besteler vücuda getirdi; bu arada muasırları tarafından öğülen nefîş bir hüseynî aşiran âyin besteledi ki, lâik olduğu surette şayi olmamış ve bugün pek yazık ki kaybolmuş bulunmaktadır.

Nikriz makamında bestelemeğe başladığı ikinci bir âyir4 ise bitirmeğe muvaffak olamadan 1878 ile 1882 arasında henüz kırk yaşlarında iken Lüleburgazda öldü.

Bib. : S. N. Ergim, Türk dini musikisi, II.

ALİ BABA — Rumelihisannda Kayalar mezarlığındaki kabri bir zamanlar ziyaret edilen meczub dervişlerdendir; Birinci Ah-med devrinde yaşamıştır, aslı Akkirmanlıy-dı (B. : Durmuş Dede).

ALİ BABA — Cerrahpaşada Ahmetket-
hüda Camii (Şem'i molla Camii) avlusunda
yatan Fatih devri ricalinden bir zattır, sonra
dan yapıldığı aydın olarak görülen üstüvanî
kabir taşında yürek şeklini andıran bir ma
dalyon içinde: «Hüvel baki. Fâtih Sultan
Mehmed Han Hazretlerinin gulâmı Ali Baba»
kitabesi okunmaktadır. Bu kabir, eskiden
meşhur Yusufpaşa Kahvesinin içinde imiş ve
halkı tarafından adak mumları getirilmiş;
kahvehane büyütülmek istenilince, kabir kal
dırılıp bu camiin avlusuna getirilmiş, yeri de
kahvehaneye katılmış (B.: Yusufpaşa kahve
hanesi). Burhan Olker

ALİ BABA (Bedevi Şeyh) — On, dokuzuncu asır ortalarında Türk dinî musikisinin seçkin şöhretlerinden; mersiye okumada, nât okumada harikulade hazin bir sese sahipti.

Bib.: S. N. Ergun, Türk dini musikisi, II.

ALÎ BABA (Efe);— Geçen asır sonlarında İstanbulun en yaşlı adamı olarak bilinir; aslı Aydınlıydı, genç yaşında İstanbula gelerek Eyyubda yerleşmişti; (Rumî 1307) 1891 de 105 yaşında olduğu halde Kızılmescid mahallesinde bekçilik yapmakta idi, beş vakit namazını da camide kılardı; karısı da 95 ya-

şında idi. Bu asırlık dinç adamın ağzından kıymetine baha biçilmiyeceği aydın olarak görülen bir takını hâtıraları derleyip kaydedecek birisi çıkmamış olmasına pek acınır. Bibi. : Sabah Gazetesi.

ALÎ BABA (Yemenici) — Geçen asrın sonlarında Galatada, tulumbacı yemenisi yapan namlı bir sanatkârdır; dükkânı Kürkçü-kapısı yanında idi, kara sakallı, güzel yüzlü, dinç bir ihtiyardı, İstanbul tulumbacıları arasında kendisini tanımıyan yoktu, fakat her tulumbacı Ali Babada yemeni yaptıramazdı, gümüş para zamanında bir çift yemeniyi 20 -25 kurusa dikerdi ki o zamanlar için büyük para idi. Birinci Cihan Harbi başlarında öldü.

ALİBÂBA SOKAĞI —- Fatih kazasının Şehremini nahiyesinin Arpaemini mahallesi sokaklarmdandır. Kürkçübostam sokağiyle Pazartekkesi sokağı arasında uzanan üç araba rahat geçebilecek kadar geniş kaba taş döşeli sessiz ve temiz bir yoldur. İkişer üçer katlı beton ve ahseb evleri hali vakti yerlerinde aile meskenleridir (1946).


Yüklə 5,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin