266 rcshn, 67 plâ, terfta; -ve metin AfiDd* is yaprak renfcsâs, I yap h



Yüklə 5,51 Mb.
səhifə7/91
tarix27.12.2018
ölçüsü5,51 Mb.
#86796
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   91
bulunmuş, her iki tecavüzü de cesaretiyle ön-
liyen Limoncu Ali, nihayet bir cinayet suçu
ile mahkûm olan Mehmede, kendisini hapis
hanede refah içinde yaşatacak yardımlarda
bulunmuştu. Genç denilecek yaşta ölen Li
moncu Ali, bütün servetini Mehmede bırak
mış, o da, kısa bîr zaman içinde elinden çıka
rıp eski haline dönmüş, şunun bunun yanın
da çalışmağa başlamıştır. Servet

ALİ (Martdokuzu) — İkinci Abdülhamjd devri sonlarında, Üsküdarın mektep görmüş namlı tulumbacı kabadayılarından; Üsküdarlı Vâsıf Hoca, İstanbul Ansiklopedisine verdiği notlarda onu şu şirin satırlarla tarif, ediyor:

«Diyebilirim ki zamanının en kuvvetlisi ve en sabırlısı, ve mütehammili idi; ama manda gibi bir adamdı; vurdum duymaz de-

ÎSTANBUL


nilse yeri vardı; bir defa bir öküz arabasını tekerleklerinden tutunca iki üç arşın aksi tarafa çevirmişti. Bir defa da, o zamanları idrâk etmiş bütün Üsküdarlılar bilir, kömür yüklü bir manda arabası üstüne devrilmiş, pamuk torbasının altından kalkar gibi doğ-ruvermişti. Fazla yağmurlarda selin ortasında manda gibi oturur ve uzanırdı. Hattâ yine böyle yağmurlu bir gece, Daire tulumbacılarından Kara Mehmed Martdokuzunu kasığından yaralamış, rahmetli hemen Toptaşı bayırından inen suların ortasına oturmuş, kuşağından rakı şişesini çıkarıp: «Kırılmamış be!» diye çekmeğe başlamış. Kevser şarabı nasib olsun».

ALİ (Osmanlı) — İkinci Mahmud devrinde Enderun ağalarından, «Vakayii Letaifi En-runiye» müellifi Hafız İlyas (H|crî 1241) 1825avekayii arasında bu zatın adını, sarayın orta oyunu takımım teşkil edenler arasında kaydediyor; hayatı hakkında bu kayıttan başka bir malûmat edinilemedi.

ALİ (Pirûze) — On altıncı -asır ulemasından Şair Sarhoş Bâli Efendinin mahbubu olmuş bir civandır; hattâ Efendi bu gence nisbetle şiirde «Cevheri» mahlasını almıştı. Şöyle garip bir fıkra nakledilir: Pek genç yaşında ölen Pîrûze Aliyi, Bâli Efendi bir gece rüyasında görür ve mahbubundan bir hediye ister, Ali de bir kâğıda biraz toprak koyarak verir, Bâli Efendi de alıp başındaki tülbendin kıvrımına sokar. Ertesi gün bu rüyayı bazı ahbabına naklettikten sonra desta-rını yeniden sarmak ister ve tülbendin arasından, içinde toprak bulunan bir kâğıt parçası çıkar. Bâli Efendi mest ve medhuş olup o anda kendisini tasavvuf yoluna verir (B. : Bâli Efendi, Sarhoş).

Bibi. : Peçevili Tarihi, I.

ALİ (Samurkaş) — İkinci Mahmudun ilk yıllarında, Üsküdarın namlı külhânîlerinden ve baldırı çıplap kabadayılarından bir atlı hammalıdır; ayni zamanda Üsküdarın muhafazasına memur yeniçeri ortalarından ellido-kuzuncu bölüğün yoldaşlarından idi, türlü fuhuş ve şenaat, tecâvüz ve tasallut vakala-riyle Üsküdarın gözünü yıldırmış olan bu ser seri, Alemdar Mustafa Pasa Sadaretinde Üsküdar ustası BeMr Ağa tarafından Kömürcü Hüseyin adında bir ayakdaşı ile beraber ya-

ANSİKLOPEDİSİ

kalanmış, Samurkaş Balıkpazarında, Kömürcü Hüseyin de Parmakkapıda asılarak idam olunmuşlardır (H. 1223 = M. 1808). Bibi. : Câbi Said Vekaayinâmesi.

ALİ (Samurkaş) — Ceridei Havadis muharrirlerinden Şair Âli Efendinin mahbubu bir delikanlı; Efendi bu gence «Mukbil» adını koymuştu; asrımızın seçkin biyografi merhum Mahmud Kemal İnal şu fıkrayı nakleder:

«Zarifi Ahmed Bey, bir gün Âliyi hanesinde ziyaret eder, giryan bulur. Sebebini sorar, şu cevabı alır:

— Bir kışlık paltom vardı, birim Ali Mukbile verdim, pazara gönderdim, doksan kuruşa satmış, bize me'kûlât, hattâ biraz da rakı getirmiş, doksan kuruşluk nesnem kaldığına ağlıyorum!»

M. K. İnal kendine has zarafetle şu satırları ilâve ediyor:

«Demek ki şair, sırrı fakre mazhar ve her şeyden azade ser olmuş! Fakat Samur-kaşla badeden azade olamayışı şayanı nazardır!»

ALİ (Sandalcı) — Birinci Cihan Harbinden evvelki on beş, yirmi sene içinde Üsküdar iskelesinin şehir uşağı sandalcılarının en namhlarındandı. Kardeşi Sandalcı Mustafa ve Üsküdarın şehir uşağı sandalcılarından Bekir, Fevzi, Arab Salâhaddin, Bahri ve Sarı Muzaffer gibi şöhretleriyle beraber o zamanlar yapılan Moda deniz yarışlarında Üsküdarın yüzünü ağartan delikanlılardan idi.

Bibi.: Vâsıf Hoca, Not.

ALÎ (Selânikli) — On yedinci asır ortalarının namlı sazendelerinden;, hayâtı hakkında başka bir kayda rastlanamadı.

Bibi. : Evliya Çelebi, I.

ALİ (Sürtükoğlu) — İkinci Mahmud saltanatının ilk yıllarında, yeniçerilerin azgınlık devrinde, Galatamn ele avuca sığmayan baldırı çıplaklarından, vurucu, kırıcı kabadayılarından; (H. 1226) 1811 de Çotra lâkabı ile tanınmış bir ayâkdaşiyle beraber bir katil vakasından sanık olarak yakalandı ve ayaklarına ağır demir bukağılar vurularak sorguya çekilmek üzere, kayıkla, Büyükderede bulunan Kaptan paşaya gönderildi; bu sefer kelleyi kutaramıyacağım anlayan Sürtük Ali, Çotra ile beraber kayıktan denize atılarak kaçmak teşebbüsünde bulundu; fakat ayak-

613


ALÎ (Tazı)

lanndaM dendirin ağırlığıyla suya gömülüp bir daha derya yüzüne çıkmadılar. Bibi.: Câbi Said Vekaayinâmesi.

ALİ (Sütçüzade) — On yedinci asırda yaşamış namlı hanendelerden, Evliya Celebi «Şakrak, âlüfte bir hanendei kâmil idi» diyor: hayatı hakkmda bundan başka bir kayda rast lanamadı.

Bibi.: Evliya Çelebi, I.

ALİ (Tasbaz Pehlivan) — On yedinci asır ortalarında yaşamış namlı bir nakkaştır, dükkânı Parmakkapıda idi; bilhassa cenk resimleri yapmakta usta idi; bu arada, Dördüncü Muradın Revan ve Bağdad seferleri üzerine pek çok resimler yapmıştı. Hayatı hakkında başka bir kayda rastlanamadı.

Bibi.: Evliya Çelebi, I.

ALİ (Tasa) — Her gün, sabahın ilk saatlerinden gece yarılarına kadar İstanbul sokaklarını, meydanlarım, vapur iskelelerini, vapurları ve tramvayları çıngıraklı sesleriyle dolduran ve çoğu yalın ayak, pırpırı kıyafet koşup çırpınan gazete satıcı çocuklardan bir tiptir ki, 1935 de henüz on dört yaşlarında bulunuyordu; türlü elem ve ıstırap ve türlü masum hayaller içinde geçen hayatı, bu çocuğun içinde doğup yetiştiği muhit ile beraber, Reşad Ekrem Koçu tarafından dikkatle etüd edilmiş ve «Tazı» adını taşıyan bir uzun hikâye çerçevesi içinde nakledilmiştir; bu müşahede notlan Büyükşehrin günlük hayatının türlü cilveleri bakımından bu ansiklopedide nakledilmeğe değer.

Babası Aliyi pek küçük yaşda bırakarak ölür. Anası bir müddet bir bahriye çavuşuna metres olur, bu adamdan da ayrıldıktan sonra Karagümriikte yerleşir ve askerî dikim evine girer. İhmal edilmiş olan Ali mektep görmemiştir. On iki yaşlarında iken gazete satmağa başlamıştır. On dört yaşında iken bir akşam evine döndüğünde yeni bir üvey baba görmüştür; bir demir tornacısı olup anasının oğlu yerinde sayılacak kadar gençtir. Ne yapacağını şaşıran ve delikanlı tarafından istiskal ile karşılanan çocuk, ertesi akşamdan itibaren, bahriyeden ayrılmış olup bir kahvehane işletmekte olan eski üvey babasına iltica eder ve anasına ancak onbeş yirmi günde bir uğramaya başlar, geceleri kahvede yatar, ilk tramvaylar sefere başlamadan, temizlik

ALI (Tazı)

616 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 617 —

ALİ (Tığlının)




işini akşamdan gördüğü kahveden fırlayıp gazetelterini almaya gider; akşamın sekizinde kahveye dönüp kapanma saati olan on buçuğa kadar çıraklık yapar. Çocuğun portresi şu satırlarla çizilmiştir:

«Esmer bir çocuktu. Bağırmadan çınlayan bir sesi vardı; koşmaz, uçardı. Mektebe gitmemişti. Okuyup yazmayı her gün sattığı gazetelerden öğrenmişti. Fakat başında bir ortamektep kasketi vardı. Onu, düşündüğü zaman ensesine atmak, çalım satacağı sıralarda kaşlarına iğmek için taşırdı. Cebinde de, günde altmış gazete satan bir çocuğun liaklı olarak, bir ağız mızıkası, bir çakı, bir kalem ve kırk elli kuruş para bulunurdu.

İki büyük film birden gösterilen Sirkeci ve Şehzadebaşı sinemalarının gedikli müşterilerinden-di; sinema kadar futbola da düşkündü. Büyük kulüplerin bütün oyuncularını tanırdı. Maçları kaçırmazdı. Mahallede, yahut akşam gazetelerinin ikinci tabılarını beklerke&ı matbaanın önünde, küçücük bir bez topla kan ter içinde kalırdı.

Ali için takvim lüzumsuz bir şeydi. Kış, sokaklarda yalınayak gezemediği zaman başlardı. Mintanı sırtına ağır gelince denize girerdi, yaz olurdu. Hâtıraları, aylara ve günlere göre değil, kendisi tarafından verilen ehemmiyete göre sıralanırdı. Anasını en son ne zaman görmüştü? «Kırmızı Vagon» a gittiği gün. Kırmızı Vagona> ne zaman gitmişti? Fikret ağabeye gazete sattığından evvel. 'Fikrete ne zaman gazete satmıştı? Çok olmuştu. O halde anasına bugünlerde uğrayabilirdi.»

Küçük irşadlar ve sonsuz cehidle, gayretle sattığı gazetelerden okuma yazma öğrenir; istikbali hakkında düşüncelerini hiçbir zaman anlatamaz, fakat gazete sata sata ışıklı bir âleme kavuşacağına îmânı vardır. Mü-vezzilik onun için tek hayat yoludur.

Müşahede, tahlil ve tefekkürün eseri bu güzel uzun hikâyenin son satırlarını aynen okumak lâzımdır. Tazı Ali, ana evinden ayrılalı bir yıl olmuştur:

Bir yaz sabahıydı. Bir kum. kayığının yelken bezleri arasında uyumuş iki çocuk erkenden kalkmışlardı. Bunlardan biri Aliydi. Biraz ka-bacası Alinin bir arkadaşıydı. Eskiden gazete satardı. Sonra bu gemiye girmişti. Aliyi bu gece gemiye misa- . fir çağırmıştı. Deniz billur gibiydi teinde, ışıklar, balık gibi oynuyordu.

Güneş hafifti, gümüşten bir ba- tan

londu. Sefil, çürümüş evler bile yal- (Resim: R.

dızlı, nakışlıydı. Bu yaz uykusundan İstanbul ne kadar taze ve güzel uyanıyordu. Hiç şüphesiz H, İstanbullular güzelleşmişlerdi, gençleşmişlerdi. Bu yaz gecesinde, bir beyaz gülün ışığında çırılçıplak uzanıp uyumuşlar, rüyaların serin derelerinde yıkanarak hafiflemişlerdi.

Ali, geçtiği ilk sokakların hâlâ uyanmıyanlan-nı ağız mızıkasiyle bir aşk türküsü çalarak uyandırırdı:

Nisan Mayıs ayları, gevşer gönül yayları Çayır çimen bekliyor, bayanları baylan...

Ali, bugün gazete satmak istemiyordu. Gazetelerden uçurtma yapıp uçurmak istiyordu. Ali, bu sabah, gazete, isimlerinin arkasına bir «Yazıyor!» ilâve etti. Gazeteler ne yazıyordu? Bu güzel yaz gecesinde, yıkanan, durulan, dinlenen İstanbulun gazeteleri iyi şeyler yazmalıydı. Ali neden sonra, bir gazete açtı ve ilk sayıfasındaki iri yazılara göz attı:

«Madrid... Hatay... Ve sonra: . «Kıskançlık yüzünden bir cinayet!»

— Yazıyor!.. Akşamki cinayeti yazıyor.

Koltuğundaki gazeteler sanki birdenbire ağırlaşmıştı. Sanki hepsinin arasında, kanlı, paslı bir kama vardı. Onlar akşamki cinayeti yazıyordu. Halbuki akşam, İstanbullular, çırılçıplak soyunup beyaz bir gölün ışığı altında uyumamışlar mıydı?

— Yazıyor!.. Akşamki cinayeti yazıyor.
Gazeteler akşamki cinayeti şöyle yazıyordu:

«Kıskançlık yüzünden bir cinayet.

«Sarhoş, bir kadın kendinden on beş yas küçük dostunu kalbinden bıçakla vurdu.

«Dün gece, Karagümrükte *** numaralı evde bir kadın dostunu bı-çaklıyarak öldürmüştür.

«Bu evin alt katında iki odada
oturan 39 yaşındaki Haticenin ilk
kocasından 14 yaşında bir oğlu var
dır. Bu kadın kocası öldükten sonra,
Yunus isminde bir gedikli bahriye
çavuşu ile üç yıl kadar metres ha
yatı yaşamıştır. Bu adamın kendisini
bırakması üzerine bir tütün deposun
da çalışan ve nihayet dikim evine
giren Hatice bir buçuk yıl kadar ev
vel Yusuf isminde bir tesviyeci ile
tanışmış ve kendinden on beş yaş
küçük olan bu delikanlıyı evine al
mıştır. Bir müddet birbirlerini çok
seven iki dost, son zamanlarda Yu-
sufun metresine para yardımında bu
lunmaması yüzünden sık sık kavga
ya başlamışlardır. Bundan başka Ha
ticenin akşamları çok rakı içmesi,
güzel bir genç olan Yusufurt başka
kadınlarla münasebetleri aralarım
fevkalâde açmıştır. Hattâ Hatice, sar
hoşluğu yüzünden çalıştığı müesse-
Alî seden kovulmuş, Yusuf u bir akşam

Sevinçsoy yolda bir işçi kızıyla görüşürken ya-

kalamış, her ikisini de ölümle tehdit etmiştir. Nihayet dün aksam, Hatice gene sarhoş olmuş. Yusuf ile kavga etmiş, «mademki ben kart karıyım defol» diye Yusufu evinden kovmuş ve bu sırada elinde bulunan ekmek bıçağını: «Ben seni başka kadınlara da bırakmam» diyerek gencin kalbine saplamıştır. Katil kadın cürmünü itiraf etmiştir». Ali sanki mermer bir heykeldi, havada savurup savurup taşa çalmışlardı. Ali, paramparça olmuştu. Bu son satırlar belki bir romanın başlangıcıdır: Ali, Babıâlideki müvezziler kahvesine girerken sendeledi. Orada bir Mehmed ağabeyin önüne gitti, Icoltuğundaki gazeteleri masanın üstüne bıraktı. Çocuk ağlamıştı, soluyordu. Başında kasketi yoktu ve alnına düşen saçları ikide bir eliyle arkaya atıyordu. Bir şey söylemeden gazeteleri saymağa başladı. Karşısındaki adam çocuğun elini tuttu:

— Ne o Tazı, ne var?

Tazının eli buz gibiydi. Tazı cevap vermedi. Hesabını gördü, sonra:

— Ben artık gazete satmıyacağım!


Dedi, kapıdan fırladı.

Bu ses Tazının değildi. Sanki bir yapı çökmüş, enkaz altında kalan bir insanın boğuk iniltisi geliyordu.

— Ali!.. Ali!..

Yaya kaldırım kalabalıktı. Ali "koşmaz, uçardı. Arkasından seslenen adam onu göremedi. Sokakların sonsuz tavanında Alinin bağırmadan çınlıyan sesi bir daha işitilmedi (R.E. Koçu, Çocuklar).

Muzaffer Esen

ALİ (Tazı) — İkinci Abdülhamid devrinin sonlarına doğru yaşamış İstanbulun en meşhur yankesicilerinden biridir. İşlerinde Sürücü Mustafanın oğlu Kel Kadri isminde bir çocuk ile beraber çalışır, ekseriya, Gala-tada dolaşan saf taşralıları çarpardı. Şöyle bir vak'ası nakledilir:

Galata balozlarından birinde, Anadolu-dan yeni gelmiş bir delikanlı, kara kaşlı, pâluze ten bir dilbere: «Sana şu kesedeki paraların hepsini veririm, benimle gel!» diye alabildiğine sulanır. Sonra balozdan çıkarak bir işkembeci dükkânına gider. Balozda oturan Tazı da Kel Kadriyi işkembeciye sokar; pırpın oğlan çorba götüren çırağa çarparak elindeki kâseyi düşürür; işkembecinin kalfası Kadriye bir tane indirir, Kadri de kamasını çekerek hamle ettiği sırada Anadolulu delikanlı ile o sırada kapıdan giren Tazı Ali araya atılırlar. İşte bu sırada, kesenin boyundan atma kaytanı kesilir ve kese, Tazı Alinin elinden bir üçüncü ayaktaşa, kendi tabirleri ile kavanço edilir.

Bibi: : Ahmed Rasim, Muharrir bu ya.

ALİ (Tığlının) — Geçen asır başlarında Üsküdar kabadayılarının en zorlularından biridir. Elli dokuzuncu Yeniçeri ortası yoldaş-larmdandı. Üsküdarda Toygartepesinde bir kahvehanesi vardı. Bütün Yeniçeri kahvehaneleri gibi ayna ve avizeler, fıskiye, havuz, çiçek saksılariyle süslü olan bu kahvehane, aslında ~bir batakhane, esrar tekkesiydi.

Bu adamın zıpırlıkları, baldırıçıplaklar arasında birer kahramanlık menkibesi olarak anlatılırdı. Hiçbir ahlâk endişesi olmıyan bu serseri en şenî tecavüzlerden çekinmezdi. Bir gün ırz ehli bir kadına göz koymuştu. Peşine bir fahişe takmış, gelin seyri bahanesiyle aldatarak Toygartepesindeki evinde iki gün kapatmıştı. Zavallı kadıncağız, kahveci Alinin bir zayıf zamanında çamaşır değiştirmek bahanesiyle serseri âsıkmın elinden kurtulmuş, semtine döndükten sonra da ona rastlamak korkusu ile kapı dışarı çıkmamış, hattâ semt değiştirerek Sultan Selim taraflarına taşınmıştı. Fakat bir gün, Tığlının Ali burada da karşısına çıkmış, kadını ikinci' defa olarak Toygartepesine götürmüştü. Hattâ bu sefer işi büsbütün rezalete vurmuştu. Soranlara kâh «nikâhlımdır.» kâh «kapatmamdır» cevabını veren serseri, kadıncağızı kahvesinde-ki Yeniçeri külhanilerinin ortasına çıkararak oynatmağa başlamıştı. Hattâ bir seferinde de Balaban iskelesindeki Kalyoncu kahvesine götürmüştü. Güzelliği Üsküdar erazil ve eşkıyasının diline destan olan bu kadın «Tığlı-nmın avratı» lâkabını almıştı.

Alemdar Mustafa Paşa İstanbula gelip de Yeniçeri zorbalarının gözünü yıldırdığı sıralarda Tığlının Ali de can kaygusuna düşmüş, kahvesini kapatarak maşukasını alıp Yalo-vaya kaçmış, izini kaybettirmişti. Babıâli baskını ve Alemdarın ölümünden sonra tekrar meydana çıktı. Toygartepesindeki kahvesini açarak kapısına 59 uncu ortanın nişanını astı. Fakat her nedense bu sefer Elli Dokuzluların namus damarları kabardı: «Nikâhlımdır dediği avratı alarak Balaban iskelesindeki Kalyoncu kahvesinde Kalyoncu fâhişeleriyle beraber oynatan adam bizden değildi!..» diye kahvesinin üstünden orta nişanını kaldırdılar, kahvesinin camlarını taşladılar. Bu baldırı çıplağın ismi son Yeniçeri Vak'asında kayboldu.

Bibi. Câbi Said Vakaaymânıesi.



ALİ (Uşaklı)

— 618 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

619 —

ALİ AĞA (Kazancıbası)




ALİ (Uşaklı) — On sekizinci asır hattatlarından; memleketinden yazı öğrenmek üzere İstanbula gelmiş, Mirahur camii imamı Emir Efendinin talebesi olmuş ve icazetname almıştı. (H. 1179) 1765 deki büyük zelzelede korkusundan ölmüş, Üsküdara defnedilmiştir. Bib. : Müstakimzâde, Tulıfei hattâtin.

ALi (Varnalı) — İkinci Abdülhamid dev-rmin son yıllariyle Meşrutiyet devrinde Üs-küdarın namlı gazete müvezzilerinden. Atpa-zarı ve civarındaki evlerde birçok aboneleri vardı. Buralara sabah gazetelerini veresiye dağıtır, paralarını da ay baslarında toplardı. Atpazarında kızlar ağasında dutlu kahvenin yanında bir de küçük esrar kahvesi işletilirdi; fakat esrarkeşleri kahvesinde oturtmaz: «Geldi gitti!» diye bağırıp nargileyi çekene yol verirdi. Kendisi de esrar kullanır, doldur-tulan nargilelerden birer nefes çeker ve: «Hizmete mukabil!» derdi.

Varnalı Alinin esrar kahvehanesi, Cumhuriyetin ilânına kadar iş yapmıştır.

Bibi. : Vâsıf Hoca, Not.

ALİ (Vidinli) — İkinci Abdülhamidin son yıllariyîe Meşrutiyet devrinde Üsküdarm ayak takımı kabadayılarından; tabutçular içi kahvehanesinin şöhretlerinden idi; sarışın, iri yapılı, gözü pek, hiçbir şeyden yılmazdı, omuzdaşlarına sadakati meşhurdu. Belinde beyaz kuşağı, elinde kiraz ağızlığı eksik olmaz, bir çıkmaz işe giderken ceketinin en alt düğmesini ilikler, kurnaz, «kül yutmaz» bir adamdı.

Bibi. : Vâsıf Hoca, Not

ALİ (Yağlıkçı Hacı) On sekizinci Aşrın ikinci yarısında namlı hattatlardan, sülüs ve nesih yazıda Zühtü İsmail Ağanın yetiştirmelerinden. Bib. : Müstakimzâde, Tuhfei hattâtin.

ALİ (Yerebatanlı Küçük) — Doğancılar sandığı tulumbacılarından ve Üsküdarm en namlı oltacı balıkçılarından idi. Meşrutiyetin ilk yıllarında genç yaşında öldü.

Bibi.: Vâsıf Hoca, Not.

ALİ (Zehir) — Mütareke yıllarında İs-tanbulun ayak takımı kabadayılarından; Boğazkesende kahvecilik yapardı; kahvehanesi namlı kumar kahvelerinden idi; müşterileri de îstanbulun, bilhassa Galata tarafının en azılı şerirleri, hırsız ve yankesicileri idi. Kah-

vehanenin bir kösesinde de Hüsnü baba
adında biri yemek pişirir, köfte yapar, kadeh
ile de rakı satardı. Türlü suç yüzünden takip
edilenlerden birçoğu er veya geç Zehir Ali
nin kahvehanesine düşeceğinden, bu kumar
hane - kahvehaneye zabıtaca da göz yumu
lur, sadece, bazı safdillerin boğuntuya düşü
rülmesine dikkat edilirdi. Zehir Ali kahve
hanede epeyce para yaptıktan sonra kereste
cilik isini tutmuştu. Servet

ALİ AĞA — On yedinci asır ortalarında yaşamış, ravza denilen beş telli levend sazı çalmakta usta sazendelerden; hayatı hakkında bundan başka bir kayda rastlanamadı.

Bibi. : Evliya Çelebi, I.

ALİ AĞA — Hadikatülcevamiin kaydına göre, Eyüpte Balcı çeşmesi civarında Sofular mescidinin banisi; Fatih Sultan Mehmedle beraber gelenlerden imiş; biraderi Kasım Çavuşun Eyüpte Eskiyeni Hamamı civarındaki mescidinin yanındaki mescidi mezarlığına gömülmüş.

Bibi.: Hadikatül Cevâmi, 1.

ALİ AĞA — Hadikatülcevamiin kaydına göre Tophanede Ekmekçibaşı mescidinin banisi; kendisi de oraya gömülmüş (B. : Ekmekçibaşı Mescidi).

Bibi. : Hadikatülcevâmi, II.

ALİ AĞA — Ahmed Rasinıin rivayetine göre üçüncü Selim zamanında tımarhanede oynayan orta oyunu kolunun kolbaşısı; Ab-clülâzizin karagözcüsü meşhur Rıza Efendi bu Ali Ağanın oğlu imiş. Hayatı hakkında bundan gayri bir kayda rastlanamadı.

Bibi: : Ahmed Rasim, Muharrir bu ya.

ALÎ AĞA —• Yeniçeri ocağının kaldırıldığı sıralarda baş böjükbaşı idi, yani Yeniçeri çorbacılarının en kıdemlisi olup Yeniçeri kâhyalığına namzet idi. Vakai Hayriyede. ocak gayreti gütmiyerek sarayda toplanan .kuvvete iltihak eden Yeniçeriler arasında bulunmuş idi, vakadan sonra hassa silâhşorluğu rütbesiyle tulumbacı başılığa tayin edilerek taltif olundu.

Bibi.: Cevdet Tarihi, XII.

ALİ AĞA (Bostancıbaşı) — Hadikatülcevamiin kaydına göre, on altıncı asır Bos-tancıbaşılarından ve Kadırga limanında Bostan mescidinin banisi.

Bibi.: Hadikatül Cevâmi, 1.

ALİ AĞA (Deveoğlu) — Süleymaniye altında bir çeşme sahibidir ki, Hadikatül-Cevâ-miin. rivayetine göre sonradan civarnda bulunan ve Hoca Harazanın hayır eseri olan bir mescide de bu çeşmeye nisbetle Devoğlu mescidi denilmiştir. Bu lâkap, halk ağzında «Deveoğlu» şeklinde bozulmuş olup bu civarda bulunan bir yokuş da «Deveoğlu yokuşu» adını taşımaktadır. Ali Ağanın hayatı hakkında bir kayda rastlanamadı.

Bibi.: Hadikatül Cevâmi, 1.

ALİ AĞA (Etmekci) — Hadikatül-Ceva-miin kaydına göre, İstanbula Fatih Sultan Mehmed ile gelenlerden, Beşiktaş civarında Etmekci Mescidinin banisi, kabrinin nerede olduğu bilinmiyor.

Bibi.: Hadikatül cevâmi, II.

ALİ AĞA (Gümrükemini) — On yedinci asır ortalarında İstanbul eşrafından, büyük şehrin namlı zenginlerinden ve armatörlerinden; gemileri İstanbul ile Karadeniz limanları arasında sefer yapardı. «Kuru zevrak» adında iki anbarlı bir gemisi de pek meşhurdu. Yalısı Tarabyada idi, zamanının en güzel ve büyük yapılarından biri idi; karşfemda bir dalyan kurulurdu ki, ikinci Selim ile Sokollu Mehmed Paşanın bir Boğaz gezintisinde, o zamanlar kır olan bu yalının yerinde oturup balık kızarttıkları söylenir.

Bibi.: Evliya Çelebi, I.

ALİ AĞA (Hacı) — Hadikatül-Cevâmiin kaydına göre Kabataş civarında Bazirgân mescidinin yanma gömülmüş. Bibî. : Hadikatül cevâmi, II.

ALİ AĞA (Hadım) — On yedinci asır sonlarında Enderunu hümâyun erkânından, akağalardan, kilercibaşı; devrinin namlı çiçek meraklılarından, tohumdan yetiştirilmiş iki zerrini var idi ki, (H. 1106) 1694 yılında açan birincisini «Ağazade», (H. 1109) 1697de açan diğerini de «Nevatâi Ali» isimleriyle tescil ettirmişti. Evliya Çelebinin kaydına göre o devirde İstinyenin en güzel yalılarından biri olan Hadım Ali: yalısının bu zata ait olduğu kuvvetle tahmin edilebilir.

Bibi.: Ubeydullah, Tezkirci şükûfeciyan; Evliya Çelebi, I.

ALİ AĞA (Harputhı) — Dördüncü Mehmed devri yeniçerilerden, Turnacıbaşılıktan

azledilecek Geliboluda sürgün bulunurken (H. 1098) 1686 daki büyük askerî ihtilâlde ihtilâlci zorba ağalar tarafından sekbanbaşı tayin edilmiş, birkaç ay sonra da Yeniçeri Ağası olmuştu, fakat yeniçeriler kendisini hiçbir vakit sevmemiş, «Harput Ermenisi» lâkabım vermişlerdi. Sadrâzam Siyavuş Paşa ile anlaşarak, zorba ağaları ortadan kaldırmağa karar veren Ali Ağa, işe, Başçavuş Fetvacı Hüseyin Ağadan başlamıştı (B. : Hüseyin Ağa, Fetvacı); fakat Fetvacının katli üzerine ihtilâl yeniden alevlenmiş, Ağakapısından Yenioda-lara gelen Ali Ağa:

— Yoldaşlar, padişahımızın fermaniyle
Fetvacı katlolundu ve ne Tcadar zorba var ise
nefiri âm ile kırılmasına tenbihi hümâyunları
sâdır oldu, buyurun!..

demeğe kalmadı:

— Bre anasını filân ettiğim Harput gâ
vuru, Fetvacıyı öldürmekle sen sağ mı kalır
sın?! Bre urun!

diye bağırışan yeniçeriler, ağalarını attan yıktılar ve kılıç üşürüp öldürdüler ve cesedinin her parçasını lokma lokma duğradı-lar, bir yeniçeri de parça parça olmuş kanlı gömleğini alıp müjdeci olarak Atmeydamn-daki sipahi zorbalarına gitti; tepeden tırnağa kadar kana bulamış olan bu adama, sipahi * zorbabaşılarmdan Deli Piri Ağa, sırtından samur kürkünü çıkarıp giydirdi ve bir avuç altın verdi (B. : Piri Ağa, Deli).


Yüklə 5,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin