3 nolu alt komisyon tutanaklari iÇİndekiler



Yüklə 4,73 Mb.
səhifə27/72
tarix28.07.2018
ölçüsü4,73 Mb.
#61445
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   72

  • Yine, anayasada Cumhurbaşkanının dokunulmazlığı konusu da açıklığa kavuşturulmalı ve Cumhurbaşkanına yasama dokunulmazlığı açıkça tanınmalıdır. Cumhurbaşkanının kişisel suçlardan dolayı yargılanması görevinin sona ermesine bırakılmalıdır. Göreviyle ilgili cezai sorumluluğu yalnızca vatana ihanetle sınırlı olmalıdır. Cumhurbaşkanının vatana ihanetle suçlandırılması hâlinde görevinin sona ereceği anayasada açıkça öngörülmelidir.

  • ATİLLA KART (Konya) – Pardon efendim, başka konuşmak isteyen arkadaşımız var mı? Sunuşu sadece siz mi yapacaksınız?

  • ANKARA STRATEJİ ENSTİTÜSÜ ASE UZMANI DOÇ. DR. YÜKSEL METİN – Evet.

  • ATİLLA KART (Konya) – Peki, devam edelim, süremiz de bitmek üzere.

  • ANKARA STRATEJİ ENSTİTÜSÜ ASE UZMANI DOÇ. DR. YÜKSEL METİN – Az kaldı, bitiriyorum efendim.

  • Kamu yönetimine ilişkin anayasal ilkeler, burada yeni anayasada kamu yönetiminin anayasal ilkeleri düzenlenirken üniter devlet yapısı ve idarenin bütünlüğü prensipleri çerçevesinde şeffaflık, etkinlik, verimlilik, hesap verilebilirlik ve katılımcılık ilkelerine açıkça vurgu yapılması gerektiğini düşünüyoruz.

  • Mahallî idarelerin, etnik sorunlara çözüm bulacak birimler olarak düşünülmesi yerine yerel nitelikteki kamu hizmetlerinin etkinlik, verimlilik, şeffaflık, katılımcılık, hesap verilebilirlik ilkeleri çerçevesinde yürütüldüğü birimler olarak ele alınmasının daha doğru olacağını, idari vesayet yetkisinin kullanımının hukuka uygunluk denetimiyle sınırlı tutulması gerektiğini düşünüyoruz.

  • Millî Güvenlik Kurulunun anayasal bir kurum olmaktan çıkarılarak kanunla düzenlenmesi gerektiğini ve görev olarak sadece ülkenin dış savunmasıyla ilgili konularda siyasi iktidarların danışma birimi olarak yararlanabileceği bir hüviyete büründürülebilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

  • Yargıyla ilgili olarak, askerî yargı organlarının yargı düzenindeki ayrı konumundan dolayı ortaya çıkan çift başlı yargı sistemine son verilmesini, bu bağlamda askerî yargı alanındaki ilk derece mahkemelerinin korunarak askerî Yargıtay ile askerî Yüksek İdare Mahkemesinin kaldırılmasını ve böylelikle yargı birliğinin sağlanması gerektiğini düşünüyoruz.

  • Yeni anayasayla birlikte Cumhurbaşkanının Anayasa Mahkemesi haricindeki yüksek yargı yerlerine üye atama yetkisine de son verilmeli, bu yetki Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna bırakılmalıdır, böylece yargı organlarının bağımsızlığı pekişmekle birlikte Cumhurbaşkanlığı da parlamenter sistemin gereklerine uygun olarak daha sembolik bir hüviyete bürünmüş olacaktır.

  • Anayasa Mahkemesinin 19 üyeden oluşması, 9’ar üyeli iki daireyle genel kurul şeklinde çalışmasını yürütmesi ve Anayasa Mahkemesine üye seçiminde Cumhurbaşkanı, Meclis, yüksek yargı üçlüsünün yetkili bulunduğu karma yöntemin uygulanmasını, yüksek yargının seçeceği üyelerin Cumhurbaşkanının onayına gerek kalmadan tamamen kendi inisiyatiflerinde olmasını, Cumhurbaşkanının ve yüksek yargının seçeceği üye sayısının Meclise göre daha az sayıda olması gerektiğini düşünmekteyiz.

  • Anayasa Mahkemesi üyelerinin görev süresi azaltılarak dokuz yıllık bir görev süresi öngörülmeli, Yüce Divan yargılama yetkisi dairelerden birine verilmeli, bu dairenin verdiği kararlara karşı ise genel kurul denetimden sorumlu olmalıdır. Yüce Divanda yargılanacak kişiler yeniden gözden geçirilerek bunun, sadece Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan, bakanlar ve Anayasa Mahkemesi üyeleriyle sınırlı tutulmasının doğru olacağını düşündük. Anayasa Mahkemesine nitelikli çoğunlukla karar almak şartıyla belirli durumlarda yürürlüğü durdurma yetkisi verilebilir, ancak mahkeme bu kararı verdikten sonra en geç doksan gün içinde asıl davaya ilişkin gerekçeli kararını açıklaması gerekir, on yıllık süre yasağının da beş yıla düşürülmesinin de daha doğru olduğunu düşünüyoruz.

  • Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluyla ilgili olarak mevcut durum korunmakla birlikte kurumun bağımsızlığının sağlanabilmesi için Adalet Bakanı üyelikten çıkarılmalı, Adalet Bakanlığı Müsteşarı ise Bakanlık ile kurul arasındaki koordinasyonu sağlamak üzere üye olarak kalmalı. Ancak müsteşar kuruma başkanlık yapmamalı, kurul kendi başkanını kendisi seçmelidir. HSYK’nın her türlü disiplin cezası kararına karşı yargı yolu açılmalıdır.

  • Yüksek Seçim Kurulu tam zamanlı çalışan bir kurul şekline dönüştürülmelidir. Yüksek Seçim Kurulu iki daireden ve bir genel kuruldan oluşmalı, dairelerden biri seçim işlerine diğeri ise seçim uyuşmazlıklarına bakmalıdır. Yüksek Seçim Kurulu 11 üyeden oluşmalı, üyelerden 4’ünü Yargıtay, 3’ünü Danıştay 4’ünü de Meclis nitelikli çoğunlukla seçmelidir. Meclisin seçeceği üyeler hukukçu öğretim üyeleri arasından olmalı ve Yüksek Seçim Kurulu dairelerinin verecekleri kararlara karşı genel kurulda itiraz yoluna gidilebilmelidir.

  • Teşekkür ediyorum.

  • ATİLLA KART (Konya) – Efendim, biz de teşekkür ediyoruz. Gerçekten emek vererek bir çalışma yapmışsınız, ciddi bir çalışma yapmışsınız, onun için ayrıca teşekkür ediyorum.

  • Bir şeyi ifade etmek istiyorum: Yedek milletvekillinden söz ettiniz. Bunun çok tabii esprisi de yapıldı, yapılmıştır. Bunun, beraberinde birtakım manipülasyonları da getireceği vesaire gibi.

  • ANKARA STRATEJİ ENSTİTÜSÜ ASE UZMANI DOÇ. DR. YÜKSEL METİN – Dengelenmesi için, konu gündeme geldiğinde biz de kendi aramızda aynı hususu konuştuk, dile geldi.

  • ATİLLA KART (Konya) – Belediye meclisinde yedek üyelik olayı var, il genelde yok zannediyorum. Ama bu hakikaten ciddi olarak konuşuluyor, yedek milletvekilliği olayının bu boyutu.

  • ANKARA STRATEJİ ENSTİTÜSÜ ASE UZMANI DOÇ. DR. YÜKSEL METİN – Tabii ciddi bir sorun.

  • ATİLLA KART (Konya ) – Efendim, çok teşekkür ederiz.

  • ANKARA STRATEJİ ENSTİTÜSÜ ASE UZMANI DOÇ. DR. YÜKSEL METİN – Biz de teşekkür ederiz.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Benim bir sorum olacaktı, tabii sevgili Hocam bize zaman bırakmadı ama biz de bu muhterem heyeti bulmuşken ancak bu soruların açılmasını isterdik.

  • Etnisiteden neyi kastediyorsunuz?

  • ANKARA STRATEJİ ENSTİTÜSÜ ASE UZMANI DOÇ. DR. YÜKSEL METİN – Vatandaşlık bağlamındaki görüşlerimizle ilgili olarak mı?

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Evet, evet.

  • ANKARA STRATEJİ ENSTİTÜSÜ ASE UZMANI DOÇ. DR. YÜKSEL METİN – Vatandaşlığın tanımıyla ilgili olarak…

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) - Hayır, hayır vatandaşlığın tanımına girmiyorum. Etnisiteden neyi anlıyorsunuz?

  • ANKARA STRATEJİ ENSTİTÜSÜ ASE UZMANI DOÇ. DR. YÜKSEL METİN – Yani, köken itibarıyla, ırk itibarıyla farklı olmak anlamında. Dolayısıyla, burada demokratik bir ülkede insanların, yine eşitlik ilkesi, ayrımcılık yasağıyla da ilişkili olarak dinî, dili, ırkı ne olursa olsun aynı konumda, aynı statüde olması, ayrımcılığa tabii tutulmaması, haklar ve yükümlülükler bakımından eşit olması.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Yani, şimdi, diğer anayasalara baktığınız vakit “Fransız Anayasası” der “Alman Anayasası” der. Hiçbirinden “Fransa Anayasası” “Almanya Anayasası” diye karara rastlamadık. Şimdi, biz de “Türk Anayasası” diyeceğiz. Sizce Türk etnisite midir? Etnik bir grup mudur?

  • ANKARA STRATEJİ ENSTİTÜSÜ ASE UZMANI DOÇ. DR. YÜKSEL METİN – Yani, o konuda ne kadar bu görüşünüzü destekleyici argümanlar getirirseniz getirin, burada bir uzlaşma sağlamak çok zor görünüyor.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Efendim, ben uzlaşma sağlayacağım diye bir milletin kazanımlarını, mukadderatını kimsenin keyfine bırakamam ki, ben sadece soruyu soruyorum efendim: Türk etnisite midir, etnik bir grup mudur sizce?

  • ANKARA STRATEJİ ENSTİTÜSÜ ASE UZMANI DOÇ. DR. YÜKSEL METİN – Bizim anlayışımıza göre burada bizim Anayasamızda geçen “Türk” kavramı bir etnik ifade değildir.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Bitti efendim. Teşekkür ediyorum.

  • Bir de bir şeyi açmanızı isteyeceğim, çünkü bu da çok tartışılıyor. Yani sizler bu konuda mutlaka hükmüne itibar edilecek insanlarsınız: Ana dilde eğitim, ana dil eğitimi. Buradaki kastınızı biraz açar mısınız? Ya, ışık tutması açısından söylüyorum, çok tartışılıyor çünkü.

  • ANKARA STRATEJİ ENSTİTÜSÜ ASE UZMANI DOÇ. DR. YÜKSEL METİN – Şimdi, biz, bu ana dil eğitimi ve ana dilde eğitimle ilgili olarak yani kişinin ana dilinin öğretilmesi noktasında bir serbestlik olması gerektiğini düşünüyoruz. Bu konuda Türkiye’de çok fazla bir şey kalmadı herhâlde zaten. Esas tartışma ana dilde eğitim meselesinde. Ana dilde eğitim meselesinde de, biz, eğitim dilinin Türkçe olmasını, kişilerin özelliği, statüsü ne olursa olsun mutlak resmî dil olan Türkçeyi öğrenmesi, bu dili kullanması gerektiğini düşünüyoruz. Ancak burada da bir açılım sağlamak gerektiğini konusunda biz bir görüş birliğine vardık, orada da devlet okullarında değil ama özel okullarda devletin belirleyeceği müfredat ve diğer şartları karşılamak şartıyla, Türkçe dışındaki diğer dillerde de eğitim verilebilir.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Ben aynı zamanda eğitim kökenliyim, yani yirmi iki yıl öğretmenlik yaptım. Ben tabii bu pencereden bakıyorum. Bu işin imkânsızlığını görüyorum da ama sırf birilerini memnun etmek için de gerçeğe sırtınızı dönmeyi de bir türlü kabullenemiyorum. Ne yapılması gerekiyorsa onu açıkça söylemek gerekir diye düşünüyorum. Çünkü yani gelecek nesiller bu bin yıllık kardeşliği yaşatacaklar. Dolayısıyla, aynı şeyi çoğunlukla hissetmeleri, aynı dili kullanmaları gerekiyor ki bir anlaşma zemini sağlayabilsinler. Burada eğitimin yürütülmesi açısında bir türlü tatmin olamıyoruz, yani farklı dillerde eğitim verdiğimiz vakit, öğrenimden bahsetmiyorum, eğitim verdiğimiz vakit nasıl sağlayacağız bu birlikteliği, bu fiziki şartları, öğretmen kadrosuydu, şusuydu bu suydu falan filan? O zaman sırf hoş görünmek için de bu tabiri böyle çok bolca kullanmak ne sağlar, o noktada biraz endişelerim var.

  • ANKARA STRATEJİ ENSTİTÜSÜ ASE UZMANI DOÇ. DR. YÜKSEL METİN – Sayın vekilim ben dört yıl İngiltere’de Galler’de çalıştım. Galler’de eğitim anlamında buna model olarak da biraz incelemiştim. Galler biliyorsunuz İngilizlerden farklı millettir. Hatta baktığımızda aslında Ada’nın yerlileri Galler ve İskoçlardır, İngilizler daha sonra geliyor. Şu anda Gallerde belirli bölgelerde Gallerce eğitim veren okullar var, Gallerce eğitim veren, İngilizce değil. Bunlar, Galler toplumu, isterse çocuklarını buraya gönderiyor ama çok fazla tercih yok, çok fazla talep yok. Fakat bu insanların hakları, kendileri bunu ana dilde eğitim hakkı olarak talep ettikleri için, İngiltere’nin yapmış olduğu böyle bir politika var. Ben bu politikanın…

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Yani İngilizler gidip Galleri de işgal etmişler, oraya hâkimiyet kurmuşlar, oranın sahipleri de Galler, gerçeği de…

  • ANKARA STRATEJİ ENSTİTÜSÜ ASE UZMANI DOÇ. DR. YÜKSEL METİN – Tabii sahipleri Galler, onu söylüyorum baştan. Şimdi, burada, Türkiye’de böyle bir şeyin önü açılırsa… Yani şu anda biz… Ben İzmir Atatürk Lisesi mezunuyum, hemen dibimde Sen Joseph Lisesi vardı, orada nasıl bir eğitim verildiğini biz bilmiyoruz. Bakın Sen Joseph Lisesine girin surlarla çevrilidir, burada bir eğitim veriliyor, millî eğitim sisteminde eğitim veriliyor şu anda bu lisede. Biz bunu hiç düşündük mü, hiç tartıştık mı, hazırlık okullarının veya açılan bu okullarda ne tür eğitimler veriliyor? Şu anda millî eğitimin kontrol eğittiği özel okullar bunlar. Şimdi, biz, kendi içimizden birilerinin de bu hakkının eğer bunu istiyorsa, bunun yolunun açılmasının bu ülkenin kardeşliğine ben zarar vereceğini düşünmüyorum.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Bir azınlık oluşturmayı da göze alarak.

  • ANKARA STRATEJİ ENSTİTÜSÜ ASE UZMANI DOÇ. DR. YÜKSEL METİN – Azınlık oluşturulmaz, şöyle oluşturulmaz, şunun için çok net olarak söyleyeyim: Uluslararası azınlık tanımlarında subjektif anlamda toplumun kendisini azınlık görüp görmediği çok önemlidir. Yani azınlık kavramına girdiğimizde unsurlar hiçbirisi gerçekleşmez bizim ülkemizde açık konuşmak lazım. Kürt toplumu burada azınlık olamaz. Ama onun da ötesinde subjektif olarak kendilerini azınlık tanıyıp tanımlamadığı en önemli ölçüttür uluslararası hukukta azınlık tanımı için. Burada da azınlık tanımı anlamında Kürtlerin azınlık olmayacağını hepimiz biliyoruz. Böyle bir şeyde azınlık olarak, azınlığa götürecek bir yol olarak bakmamak lazım. Ben eminim ki bunlar verilen, bu tür, eğer özel okullarda açılabilirse bunun sonunda da böyle bir ülkede bölünmeye götürecek herhangi bir sıkıntının oluşacağını düşünmüyorum. Belki ben çok daha farklı açıdan bakıyorum, PKK’nın elindeki suistimal ettiği araçların alınacağını düşünüyorum. Bizim de bakış açımız böyle.

  • ATİLLA KART (Konya) – Teşekkür ederiz arkadaşlar.

  • ANKARA STRATEJİ ENSTİTÜSÜ BAŞKANI PROF. DR. MEHMET ÖZCAN – Ufak bir katkı yapayım bu konuda. Şimdi hem tarihsel olarak hem de fiilî olarak zaten bölgenin sosyolojik realitesi bu. Şu anda fiilen o bölgede biliyorsunuz gayriresmî kurumlar faaliyet gösteriyor ve bunlar kendi ana dillerinde eğitim veriyorlar, tipik örnekleri bunun medreselerdir, tarih boyunca da bu şekilde devam etmiştir ve bu insanlar kendi ana dillerinde eğitim görmelerine rağmen, herhangi bir ayrılığa yol açmamıştır. Üç beş kişiyi memnun etmek için değil oradaki vatandaşın haklarını düşünmek için bu gerekiyor.

  • OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Yani orada böyle bir eğitim mi var?

  • ANKARA STRATEJİ ENSTİTÜSÜ BAŞKANI PROF. DR. MEHMET ÖZCAN – Yani fiilî olarak biliyoruz ki hepimiz orada ne yapıyor, insanlar eğitimlerini veriyorlar ve kendi ana dillerini kullanıyorlar, tarih boyunca da bu devam etmiş ve hiçbir zaman da ayrılığın bir unsuru, sebebi olarak görülmemiştir.

  • ATİLLA KART (Konya) – Efendim teşekkür ederiz.



  • Hoş geldiniz.

  • Anayasa Uzlaşma Komisyonu Üç Nolu Alt Komisyonu olarak, ben Cumhuriyet Halk Partisinden Atilla Kart Konya Milletvekili; Milliyetçi Hareket Partisinden Sayın Oktay Öztürk, Erzurum Milletvekili; Barış ve Demokrasi Partisinden Sayın Altan Tan Diyarbakır Milletvekili olarak hepinizi saygıyla selamlıyoruz.

  • Komisyonumuzu Sayın Rıza Türkmen de ayrıca izliyor. O da bir nolu komisyonun üyesi olarak bu toplantıyı izliyor. Adalet ve Kalkınma Partisinin temsilcisi Sayın İyimaya rahatsız olduğu için katılamıyor, diğer 2 temsilcinin de başka programları olduğu için o sebeple katılamıyorlar.

  • Burada, değerli arkadaşlarım, bizim çalışma usullerimiz hakkında kısaca bilgi sunmak istiyorum.

  • Bizler bu çalışma esnasında daha çok dinleyici konumundayız. Bir karşı tez ileri sürmemiz söz konusu değil. Sizler düşüncelerinizi istediğiniz gibi elbette ifade ediyorsunuz, edeceksiniz. Daha evvel üst komisyonda bu görüşmelerin -bu tutanaklar gizli olacak tabii, tutanaklar kapalı, tutanağa bağlanıyor konuşmalar- Meclisin İnternet sitesinde yayınlanmaması yönünde bir karar alınmış. Ancak bana göre doğru değil, bilemiyorum kişisel olarak ifade ediyorum, bunu ayrıca biz değerlendireceğiz. Yani, o noktada “Biz görüşlerimizin açıklanmasını istiyoruz.” diyen katılımcıların görüşleri yayınlanmalı diye şahsen düşünüyorum. Sizler, elbette, zaten görüş ve düşüncelerinizi kendi sunuşlarınızla, kendi yöntemlerinizle kamuoyuyla zaten paylaşıyorsunuz, paylaşacaksınız, orada zaten bir sorun söz konusu değil. Bu çerçevede kırk dakikalık bir sunuş söz konusu. Bunu 1 kişi olarak yapabileceğiniz gibi paylaşabilirsiniz de, o da sizin takdirinizdir. Bir son beş on dakikada da bize soru-cevap imkânı bırakırsanız uygun olur.

  • Buyurun efendim.

  • NEFRET SUÇLARI YASA KAMPANYASI PLATFORMU KAMPANYA KOORDİNATÖRÜ MURAT KÖYLÜ – Çok teşekkürler bu arada hepinize.

  • Biz Nefret Suçları Yasa Platformuyuz. Sayımız giderek artıyor sivil toplum örgütlerinin katılımıyla, altmışa yaklaştık veya geçmiş olabiliriz şu anda. Çok farklı kimlik kategorilerinden veya çalışma alanlarından veya genel anlamda insan hakları örgütlerinden oluşan bir platformuz. Şu anda elimizde İnsan Hakları Gündemi Derneğinden Salih Bey, Pembe Hayat, Lezbiyen, Gay, Biseksüel Trans Dayanışma Örgütünden Kemal, Roman Gençlik Derneğinden Selda var. Ben kampanya, platform adına konuşuyorum. KAOS GL Derneğinden Hayriye, Uçan Süpürge Kadın Araştırmaları Derneğinden Selen ve Sosyal Değişim Derneğinden Levent Bey var. Ama çok daha fazla aslında Alevi dernekleri, engelli dernekleri, çok çeşitli dernekler var içimizde, gençlik dernekleri var ayrıca.

  • Şimdi, nefret suçları insanların kimlik özellikleri nedeniyle maruz kaldıkları suçlar. Türk oldukları için, Kürt oldukları için, kadın oldukları için, siyasi görüşleri nedeniyle, gay veya trans oldukları için, farklı farklı kimlik özellikleri nedeniyle maruz kaldıkları suçlar. Bu suçlarla ilgili bizim size sunmuş olduğumuz broşürden farklı olarak “56 AGİT üyesi katılımcısı ülkeden 34’ünde bu suçlarla ilgili mevzuatta düzenleme var.” yazıyorduk, ama en son öğrendiğimiz bilgiye göre bu sayı 48’e çıkmış, yani 56 katılımcı ülkeden 48’inde nefret suçları mevzuatta var ve giderek de artıyor Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatından bahsediyorum. Biz, bununla ilgili, tabii, şu anda, Anayasa Uzlaşma Komisyonunda olduğumuzun da farkındayız. “Anayasadan veya yeni anayasadan, sizlerden ne bekliyoruz?” anlamına gelirsek, burada farkındaysanız kimlik özellikleri nedeniyle maruz kaldığını söylüyoruz insanların nefret suçlarına. Bu, ötekileştirilmiş genellikle, dezavantajlı kılınan, hani “marjinal” grupların daha çok başında gelebildiği gibi çoğunlukta olan kişilerin de başına gelebiliyor. Anayasadan bizim en temel beklentimiz “biz” tanımını mümkün olduğu kadar çok genişletmesi yani herhangi bir etnik kimliğin, herhangi bir cinsiyetin, cinsel yönelimin, cinsiyet kimliğinin, herhangi bir sağlık statüsünün vesayetinde olmayan, “biz” tanımının içine işte bütün etnisiteleri -isim isim de koymadan- kimlikleri, kadını, erkeği, bütün cinsel yönelimleri kavrayan bir şekilde “biz” tanımını yapması, çünkü anayasanın bu ruhla yazılması bizim Türkiye Cumhuriyeti içinde yaşayan insanların kim olduğumuz konusunda ciddi bir motivasyon sağlayacaktır hem diğer yasalara hem de kültüre diye düşünüyoruz. Bununla ilgili olarak, nefret suçları, aslında insan hakları standartları ve normlarından ve sözleşmelerinden türetilmiş ve ceza kanunlarına aksamış düzenlemeler. Yine “Anayasada buna nasıl yer veririz?” diye düşündüğümüzde Anayasanın giriş bölümünde, işte biraz önce bahsettiğim gibi, toplumu oluşturan –bu, mülteci, sığınmacı göçmenleri de içerecek şekilde tabii olmalı, sadece yurttaşlar değil- Türkiye Cumhuriyetinin egemenlik sınırları içinde olan bütün insanlara yönelik koruma kategorilerinin herhangi bir şekilde birbirine bir nefret üretmemesi -nefret derken de bir politik nefretten bahsediyoruz, yani nefret duygusundan değil sistematik, yapısal bir nefretten, ötekileştiren bir nefretten, toplum dışına, sosyal dışlama üreten bir nefretten bahsediyoruz- bu nefreti üretmemesi gibi bir çağrı yerleştirebileceğini düşünüyoruz anayasanın giriş kısmına bütün kimlik kategorilerini koruyan, biz Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları işte aramızda işte… Buna benzer zaten şu an 216’da falan da söylemler var.

  • Bunun dışında mevcut Anayasa’nın 10’uncu maddesinde eşitlik düzenlemesi vardır. O eşitlik maddesinin de şu anda mevcut hak talep eden bütün kimlikleri kapsayacak şekilde ve yeni talepleri de içerebilecek bir şekilde genişletilmesin istiyoruz. Yani sağlık statüsü gibi, lezbiyen, biseksüel, trans insanları ifade eden cinsel önem ve cinsiyet kimliği gibi, işte farklı etnik kimliklerin olması gerektiği gibi eşitlik maddesinin son derece genişletilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü Anayasadan türeyecek olan organik yasalar, kod yasalar falan bu minvalden türeyecektir diye düşünüyoruz. Yine, aynı şekilde, 10’uncu eşitlik maddesinin gerekçe kısmına yine nefretle ilgili, nefret olgusuyla mücadeleyle ilgili bir söylem barındırabileceğini düşünüyoruz. Nefret suçu dediğimiz şey, Levent Bey, biraz sonra detaylı bahsedecek ondan, Ceza Kanununa göre suç olan bir şeyin bir kimliğe yönelik ön yargıyla gelişmesi sonucunda oluşuyor. Yani zaten Ceza Kanunu’nda suç bir kimliğe yönelik önyargıyla gerçekleştiği zaman buna “nefret suçu" diyoruz çünkü bu sefer mağdur grup genişliyor. Siz bir Kürt öldürdüğünüzde sadece o bireye yönelmiyorsunuz, o Kürt kimliğe yöneliyorsunuz. O yüzden çok daha kolektif, etkileri toplumsal barışa olan, etkisi çok yüksek olan bir suç çeşidi. Bu yüzden, nefret suçu bu. “Nefret söylemi” dediğimiz şeyse ifade özgürlüğüyle daha çok tartışılan bir kavram. Nefret söylemini ise, düşünce özgürlüğünün anlatıldığı anayasa maddesinde düşünce özgürlüğünün nefret söylemi içermesi şeklinde olduğunda sınırlandırılabileceğini, aynı Avrupa İnsan Hakları kararlarında olduğu gibi bunu öneriyoruz.

  • Benim şimdilik söyleyeceğim bu kadar, diğer arkadaşlarıma vereyim.

  • Levent Şensever’e veriyorum Sosyal Değişim Derneğinden.

  • NEFRET SUÇLARI YASA KAMPANYASI PLATFORMU SOSYAL DEĞİŞİM DERNEĞİ YÖNETİM KURULU ÜYESİ LEVENT ŞENSEVER – Murat Bey başta belirtti, platformumuz altmışa yakın kurumdan oluşuyor ve bu kurumların büyük bir çoğunluğu mağdur kesimleri temsil eden sivil toplum kuruluşları, yani bu nefret suçlarının hedefi olan çeşitli mağdur grupları temsil eden sivil toplum kuruluşları. Bunun şundan dolayı önemli olduğunu düşünüyorum: Türkiye’de ilk defa mağdurlar kendileriyle ilgili nefret suçları bağlamında bir sorun etrafında bir araya gelerek aktif bir şekilde bu konuda inisiyatif gösteriyorlar. Bu bakımdan, hem biz platform içindeki kurumlar olarak bunu çok önemsiyoruz hem de bu haliyle platformun meşruiyeti, kamuoyunda meşruiyeti daha önem kazanıyor diye düşünüyorum.

  • Şimdi, bu nefret suçları meselesi, Türkiye’de çok özel bir durum değil aslında, dünyadaki nefret suçları vakalarına çok benzer bir seyir izliyor Türkiye’de de. Dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de daha çok kişilerin milliyet, ulusal kimlikleri, etnik kimlikleri, ırk, din inanç kimlikleri ve cinsiyet kimlikleri en çok nefret suçu işlenen hedef gruplar oluyor. Bu nefret suçunu diğer ayrımcılık kavramlarıyla karıştırmamak önemli bir nokta. Çünkü, biliyoruz ki ayrımcılıkla ilgili bir yasa taslağı var, yakın zamanda kabul edilebilir. Niye biz ayrı bir yasa düzenlenmesi taraftarıyız? Şimdi diğer bütün ayrımcılık alanlarına yönelik hukuki, yasal düzenlemeler, ayrımcılığın önlenmesine yönelik özel yasalar şeklinde oluyor. Oysa, burada, biraz evvel Murat Beyin de belirttiği gibi zaten işlenmiş bir fiil var, bir ceza var. Yani bir suç, Türk Ceza Kanunu’nda karşılığı olan bir suç fiili var zaten ortada. Nefret suçunu belirleyen orada, ön yargı saikiyle işleniyor olması bu suçun. Bu, bahsettiğimiz kimliklere yönelik failin bir ön yargı saikiyle bu suçu işliyor olması. Bu özelliği, bu iki yani bir ceza fiilinin olması ve ön yargı saikiyle işleniyor olması nefret suçlarını tanımlayan en temel iki unsur, iki özelliği.

  • Şimdi, bu kavramlar dünyada da yeni, Türkiye’de de son birkaç yıldır yoğun olarak sivil toplum kuruluşlarının gündeminde ve bu konuda çalışmalar, faaliyetler yürütülüyor. Dünyada, ilk defa, bu nefret suçlarıyla ilgili yasal düzenlemeler Amerika’da 1980’lerin ortasında olmuş. Kuzey Amerika’da ve İngiltere gibi Anglosakson hukuk sistemine sahip ülkelerde özel yasalar şeklinde var düzenlemeler. Avrupa Kıtası’nda ise daha ziyade ceza yasalarının içinde “ağırlaştırıcı hüküm, yani bir işlenen suç fiilî nefret suçu saikiyle işlenmişse ceza yasasında daha ağırlaştırıcı hükümler” şeklinde düzenlemelerle karşılaşıyoruz kıta Avrupası’nda.

  • Şimdi, bu nefret suçlarına yaklaşımda, tabii, bir hukuk sistemi bütünlüğü içinde bakmak gerekiyor. Yani, mesela, nefret suçlarını Türkiye’de biz ne kadar vaka olduğunu, kaç tane nefret suçu vakası olduğunu tespit edemiyoruz. Sivil toplum kuruluşları olarak izleme yapan birçok platformda da bileşenler içinde de kurum var fakat şimdi elimizde izleme araçları olarak medya var. Medyaya bütün bu suçların hepsi yansımıyor, bir kısmı çok eksik yansıyor ya da medyanın kendisi zaman zaman nefret söylemi üreterek bu iklimin oluşmasına katkıda bulunuyor. Dolayısıyla, hukuk sistemi içinde, bir bütünlük içinde baktığımızda, tamam, Ceza Yasası içinde bir düzenleme önerimiz var ama bunun yanı sıra devletin soruşturma aşamasında bu verileri toplayarak, kamuoyuyla paylaşması… Zira eğer manzarayı bilemezsek nasıl önlemler almamız gerektiği konusunda da yeterince analiz yapma şansımız ortadan kalkıyor.

    Yüklə 4,73 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
  • 1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   72




    Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
    rəhbərliyinə müraciət

    gir | qeydiyyatdan keç
        Ana səhifə


    yükləyin