Ahmed hulûSİ’de kavramlar


"-Yâ Gavs-ı Â'zâm. Bütün ruhlar raksederler kalıplarında kıyâmete kadar; «elestü birabbiküm» sözünün mânâsından dolayı, sonra da derler ki, «Rabbimizi gördük»!"



Yüklə 1,58 Mb.
səhifə6/17
tarix07.05.2018
ölçüsü1,58 Mb.
#50232
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   17

"-Yâ Gavs-ı Â'zâm. Bütün ruhlar raksederler kalıplarında kıyâmete kadar; «elestü birabbiküm» sözünün mânâsından dolayı, sonra da derler ki, «Rabbimizi gördük»!"

Bütün ruhların kalıplarında raksetmesinin anlamı, onların, her an kendilerine ulaşan yeni yeni tecellîlerin hükmü altında şekliyle kulluklarını yerine getirmelerinin oluşturduğu sırrî neş'edir!

Onların içinde bulundukları bu hâl aynı zamanda onların fıtrî zikirleridir, ki bu duruma şu âyeti kerîme işaret eder:

"HİÇ BİR ŞEY HÂRİÇ OLMAMAK ÜZERE, HER ŞEY O'NU ZİKREDER! FAKAT SİZ, ONLARIN ZİKİRLERİNİ ANLAYAMAZSINIZ"

İşte bu sebepledir ki, bütün varlıklar, varoluş aslî görevleri itibarîyle her an kendilerinden dileneni yapmaktadırlar ve bununla da zikir hâllerini muhafaza etmektedirler; ve bu hâl onların raksedişleri olmaktadır.

Bu işin hakikatına vâkıf olmayan kişilerin, varoluş hikmetlerinden bîhaber olmaları sebebiyle, onların bu kulluk hâllerini değerlendiremeyişleri, onların bazı davranışlarına "kötülük" ya da "mâsiyet" gibi izâfî yani göresel değerlendirme ile bakmalarından meydana gelmektedir.

"Elestü birabbiküm" hitâbında ise gerçekten çok büyük bir SIR saklıdır. "Ben sizin rabbiniz değil miyim" diye tercüme edilip, anlaşılan bu ifade gerçekte zâhir olan varlıkların bâtınındaki çok âzîm olan bir sırrı dile getirmektedir.

Bu büyük sır "birabbiküm" kelimesinin içinde gizlidir!! Buradaki "B", özünü teşkil eden, "rabbin" değil miyim, anlamını taşımaktadır!

Dolayısıyla kişinin ÖZ'ünden rabbini müşâhede ve tesbit imkânına sahip olduğu müjdelenmektedir.

"Nefsine ârif olan rabbine ârif olur!"

Hadîs-i şerîfi dahi işte gerçekte bu âyeti kerîmenin işaret ettiği azîm sırrı açıklamaktadır.

Ruhların, rubûbiyet tecellilerine mahâl olup, rubûbiyet hükümlerinin anlamlarını ortaya koymakla görevli olduklarını anlatmaktadır.

"HAREKET EDEN HİÇ BİR MAHLÛK YOKTUR Kİ, İDARE VE TASARRUFU O'NDA OLMASIN! KESİNLİKLE RABBİM SIRATI MÜSTAKÎMDEDİR" (11-56)

Rabbin rubûbiyet tecellilerinin hükmü altındaki bütün yaratılmışlar, O'nun özlerinden gelen hüküm ve iradesiyle fiiller ortaya koymaktadırlar ki, bu hâl de onların mecâzî ifadeyle raksedişleri, bir diğer ifade tarzıyla zikirleri, kulluklarını yerine getirişleridir. Bu mânâyı sadece insan ve hayvan boyutuyla değil, tüm evrensel varlıklar olarak anlamak mecburiyetindeyiz...



ÇEVRELERİNDE ENERJİK KUVVELER



(Gençlik dolu hizmetliler) KOŞUŞUR…..

SARHOŞLATIP NE DÜŞÜNÜP SÖYLEDİĞİNİ BİLMEZ HÂLE GETİRMEYEN İÇKİLERİ KAPIŞIRLAR….

Muhakkak ki korunmuşlar, cennetler ve nimetler içindedirler.

Rablerinin kendilerinde açığa çıkardığı ile keyiflidirler! Rableri (Varlıklarını meydana getiren Esmâ özellikleri), onları Cahîm (cehennem)'in azabından korumuştur.

"Yaptığınız fiillerin sonucu olarak oluşanları afiyetle yeyin, için!"

Sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslananlar olarak... Onları (bilinçleri) Hur-i Iyn (her şeyi net, akı ak karayı kara gören özelliğe sahip bedenler) ile eşleştirdik. (Dişi huri kızı diye yorumlanan bu anlatımlar tümüyle diğer cennet yaşamı anlatımları gibi bir temsilî, sembolik anlatımdır. {"Meselül cennetilletiy" = CENNETİN TEMSİL (misal-benzetme) yollu anlatımı} Rad: 35 ve Muhammed: 15... {Sahih Hadis: Allah buyurur ki; Sâlih kullarım için, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir şuurun kavramadığı şeyler hazırladım! Buharî, Müslim ve Tırmızî} A.H.)

İman edenler ve imanlı olarak kendilerine tâbi olan zürriyetleri var ya; onlara kendilerinden gelenleri de ekledik! Onların kazançlarından hiçbir şeyi de eksiltmedik... Her kişi yaptığının getirisine bağlıdır!

Onlara temenni ettikleri meyve (marifet türleri) ve etten (özelliklerini açığa çıkaracakları bedensel özelliklerden) bol bol verdik.

Onda, sarhoşlatıp ne düşünüp söylediğini bilmez hâle getirmeyen içkiler kapışırlar!

Çevrelerinde gençlik dolu hizmetliler (enerjik kuvveler) koşuşur ki, sanki onlar saklı inci!

Birbirlerine dönüp geçmiş hâllerini konuşurlar.

Dediler ki: "Doğrusu biz daha önce ehlimiz içinde (korkudan) titreyenler idik."

"Allah bize lütfetti ve bizi (cehennem ateşi) Semum'un (insan bedeninin gözeneklerinden geçen zehirleyici dumansız ateş; mikrodalga radyasyon) azabından korudu!"

"Muhakkak ki biz bundan önce de O'na yöneliyorduk! Muhakkak ki O, Berr'dir, Rahîm'dir"(Tûr/17-28)



O BOYUTTA



BEDENSEL DUYULAR YOKTUR

NEREYE BAKSAN

(Sırf) NİMET VE BÜYÜK BİR MÜLK GÖRÜRSÜN…

Muhakkak ki Ebrâr (iyiler), mizacı (özelliği) kafur (kalbe kuvvet veren bir içecek) olan bir kâseden içerler.

(O kafur), Allah kullarının (kendi özlerinden) fışkırtıp akıtarak içtiği tükenmez bir kaynaktır.

(O Ebrâr) ahdlerini tam yerine getirirler ve şerri yayılıp giden bir günden korkarlar!

O'nun sevgisi ile yoksulu, yetimi ve ellerine mahkûm olanları doyururlar.

"Yalnızca Vechullah adına sizi yediriyoruz... Sizden ne bir karşılık ve ne de bir teşekkür istemiyoruz."

"Muhakkak ki biz Rabbimizden, gazaplı ve çok çetin bir süreçten korkarız" (derler).

Bundan dolayı Allah, işte o sürecin şerrinden onları korudu ve onlara bir parlaklık ve sürur verdi.

Onlara sabırlarını cennet ve ipek ile cezalandırdı!

Onda koltuklar üzerine yaslanırlar... Orada ne güneş (sıcağı) görürler ve ne de zemherir (dondurucu soğuğu). (Bedensel duyular yoktur o yaşam boyutunda anlamına. A.H.)

Onun gölgeleri üzerlerine yakın, onun devşirilenleri (marifetleri) ise boyun eğdirilmiş hâldedir.

Gümüşten kaplar ve billur testiler dolaştırılır çevrelerinde.

Miktarlarını kendilerinin takdir ettiği gümüşten billur kadehlerdir!

Onda özelliği zencefil olan bir kâse içirilirler.

Onda "Selsebîl" denen bir kaynaktır.

Çevrelerinde ölümsüz genç hizmetliler dolaşır... Onları gördüğünde, saçılmış inci sanırsın!

Nereye baksan (sırf) nimet ve büyük bir mülk olarak görürsün.

Üzerlerinde ince-lâtif ipekten ve kalın ipekten elbiseler vardır... Gümüş bileziklerle süslenmişlerdir... Rableri onlara şarab'en tahura (temiz şarap) içirmiştir. (Tüm bu cennet tanımlamaları, Rad: 35 ve Muhammed: 15'teki açıklamalarla vurgulandığı üzere; "meselül cennetilletiy" yani cennetin temsil-benzetme yollu misali anlatımıdır. Bu gerçeklik unutulmaya. A.H.)

Muhakkak ki bu sizin için cezadır (karşılık, yapılmış olanların getirisi)! İmanlı çalışmalarınız tam hakkıyla değerlendi! (İnsan/5-22)



DÜNYA YAŞAMINDA GERÇEĞİ GÖRÜP YAŞAMIŞ



BİLİNÇLER, GERÇEĞİ YAŞAMANIN GETİRİSİ

KUVVELERLE “BEYİN ÖTESİ BOYUT”TA

(“Berzah boyutu”nda-Kabir âleminde)

YAŞAMLARINA DEVAM EDERLER



Biz, “dinadamları” gibi düşünmüyoruz, “ÖLÜM ve ÖLÜ” konusunda!.

İnancımız, onlarınki gibi değil…  Ölüp, toprak olup, yok olup sonra kıyâmette yeniden topraktan dirilmek gibi bir anlayışta değiliz. Götürülüp yukarıdaki bir tanrının huzuruna çıkmayacağız! İki kefeli ya da digital terazi kullanan bir tanrıya inanmıyoruz biz!.



Kurân-ı Kerîm’den anladığımıza ve Rasulullah’tan bize intikâl eden bilgiye göre…

Her bilinç (nefs) ölümü TADAR”!.



Bilinç, ölmez; ölümü tadar!.

Ölümü tadan, bu tadıştan sonra da yaşamına devam eder…

Ölüm”, bilinc-ruh bütünlüğünün, beden-beyinle ilişkisinin kesilmesi anlamınadır!. Bunun detaylarını, “İnsan ve Sırları” kitabımda  “ölüm” bahsinde anlatmıştım… İsteyen oraya baksın internetten…

Burada anlatmak istediğim husus daha başka…

Şu an var olan bilinç, ne kadar gerçekleri fark etmişse, beynin işlevini kaybetmesiyle birlikte, onun ürettiği “ışınsal” (nurânî) bedende yaşamına kesintisiz olarak devam eder…

Dünyada amâ olan sonrasında da amâdır” hükmünce; ölümü tatmadan önce gerçeği görememiş kişi, beyinle ve dolayısıyla bedenle ilişkisi kesildikten, yani ölümü tattıktan sonra da, ebediyen gerçeği göremez!.

Buna karşın, dünya yaşamındayken, gerçeği görüp bunun sonucunu yaşamış bilinçler, ölüm sonrası, yani beyin ötesi yaşam boyutunda, gerçeği yaşamanın getirisi kuvvelerle,kabir âlemi” diye isimlendirilmiş –berzah- da denilen boyutta yaşamlarına devam ederler.

İnsanların bir kısmı, çağlar öncesinde, “her şey maddedir” diyor; bazıları da “bir de ötelerde uzayda bir yerde, maneviyat âlemi olabilir”, görüşünü savunuyordu… Oysa günümüzde, bilimsel temeli olan çevrelerde, bu iki âlemin, birbirinden ayrı iki mekân olmayıp; algılayanın algılamasından doğan, aynı tek yapı olduğu fark edilmeye başlandı.

Dolayısıyla, kişinin, bedeni ve beyni itibariyle, madde diye kabul edilen boyutta iken; bilinci ve ruhu (ışınsal dalga bedeni) itibariyle de maneviyât âleminde yaşamını sürdürdüğü, konunun ehilleri tarafından fark edildi.



CÜZÎYET GÖRÜŞÜ



(Cüz'i Hayat... Cüz'i İlim...

Cüz'i İrade... Cüz'i Kudret)

(Gizli Şirk)

"Gizli şirk" nedir?.

Mutlak ilim, irade, kudret ve kuvvet, yaratan Allah olduğu halde; kişinin Allah'tan ayrı varlıkları var kabul edip, "CÜZİ" kelimesi eşliğinde, onlarda bir irade, kudret, kuvvet, yaratıcılık tevehhüm etmesidir.

Bazı okuyucularımız soracaktır, “tevehhüm etmek” ne demektir diye; hemen onu da açıklayalım... Gerçekte öyle bir şey olmadığı halde, çeşitli sebeplerden dolayı o şeyi varmış gibi kabul etmek...

İşte kişinin, Alim, Mürid, Kadir, Muktedir, Mütekellim isimlerinin mânâlarını, birimlerin kendi aslî vasıfları şekilde kabul etmeleri, "cüzi ilim", "cüzi irade", "cüzi kudret", "cüzi kuvvet" var sanmaları "gizli şirk"tir!..

Çünkü sonsuz-sınırsız AHAD olan ALLAH "cüzîyet" kavramını kabul etmez..."Cüzîyet" müşâhedesi ise "gizli şirk" hâline yol açar!..

Avâmın, cüzîyet görüşü, "gizli şirk"tir...

Havâsın ise "gizli şirki" görüşü veya kabulü, şirktir!.

Yâni, "şirk" görmek, "şirk"tir!..

Fâil olarak Allah'ı görmediğin anda bu, "gizli şirk" denilen hâldir!..Çünkü gerçekte, Fâil TEK'tir, o da Allah'tır!..

Öte yandan Havas, arifler, veliler, Hakk'ı müşâhededen perdelendikleri zaman "şirk" görmüş olurlar...Ve bu görüşleri ile de şirke girmiş olurlar...



"Gizli şirk" kalktığı zaman, o faziletli fiiller meydana gelirki, fiilin fâili içinde olmayıp, fâil Allah olur...



İLÂHİ SIFATLARI ÖRTME



  • İzhar olanın Hakikatini yaşayamama...

  • İlâhi sıfatlardan gelen büyüklüğü müşahede edememe...

  • “Küfür”

Kendindeki kemâl sıfatlarının zuhuru “ADN” denen cenneti doğurur. Onun içindir ki, Rasûlullah aleyhisselâm ,

Kendini büyük görenler, kibirlenenler Adn cennetine giremez!.” buyurmuştur.

Bu hâdisin mânâsını, kendisinde bir varlık, kuvvet ve kudret gören perde ehli bunu anlayamaz!. Varlığındaki ilâhi sıfatlardan gelen büyüklüğü müşahede edemez!. Onun sonucunu da elbette ki yaşayamaz!..

Adn” cenneti yaşamı, ilâhi sıfatların birimden zuhûru ile yaşanan hâl demektir.

Kendini diğer varlıklardan daha güçlü, daha kudretli olarak gören birim, Allah’ın sıfatlarını, nefsani sıfatlarıyla örtme durumundadır ki; İlâhi sıfatları örtme durumunun adı da “küfür”dür!. Neticesi de, o izhar ettiği şeyin hakikatını yaşayamamaktır.

Öyleyse bir kişi, bu anlatılan idrak kendisinde ortaya çıktığı ve hazmettiği zaman;

Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh” demiş olur!.



SIFATLARDAN MAHRUM KALACAK OLANLAR



(Arz'da benlik taslayanlar)

Eğer yüz çevirirlerse, de ki: "Sizi, Ad ve Semud'un yıldırımı benzeri bir yıldırım ile uyarıyorum!"

Hani onlara Rasûlleri önlerinden (bildiklerine dayanarak) ve arkalarından (bilmediklerini bildirerek) gelip: "Başkasına tapınmayın; sadece Allah'a kulluk, ibadet edin!" (dedi)... Onlar da dediler ki: "Eğer Rabbimiz dileseydi elbette melekler inzâl ederdi... Zaten biz, kendisi ile irsâl olunduğunuz şeyi (hakikat bilgisini) inkâr edenleriz."

Ad'a (Hud'un kavmine) gelince, Hak'sız olarak arzda benlik tasladılar ve dediler ki: "Kuvvetçe bizden daha güçlü kimdir?"... Görmediler mi ki kendilerini yaratmış olan Allah, kuvvetçe onlardan daha şiddetlidir! Bilerek (kasten) işaretlerimizi inkâr ediyorlardı! (Esmâ kuvvelerimizi vehmettikleri benliklerine ait sanıyorlardı.)

Bu yüzden, dünya hayatında onlara rezillik-zillet azabını tattıralım diye, o bahtsız günler içinde, onların üzerine dondurucu bir rüzgâr irsâl ettik! Sonsuz gelecek yaşamının azabı elbette daha rezil-rüsva edicidir... Onlar yardımcı da bulamazlar!

Semud'a (Sâlih'in halkına) gelince, biz onlara hidâyet ettik de onlar âmâlığı (körlüğü) sevip, hüdaya (hakikate) tercih ettiler... Bu hâlleri yüzünden kazandıkları ile horlayıcı-alçaltıcı azabın yıldırımı kendilerini yakaladı.

İman edip korunanları kurtardık. (Fussilet/13-18)



KÖTÜ SIFATLAR



Gelecek sonsuz yaşam süreçlerine iman etmeyenlerin vasıfları

Bkz.Kemâl sıfatlar



EL ESMÂ KUVVELERİNİ İNKÂR



YAŞAM GIDANIZI ALLAH VERİYOR…

ALLAH NİMETİNİ(nefslerindeki El Esmâ kuvvelerini)

İNKÂR EDEREK NANKÖRLÜK YAPMAYIN!

Ey iman eden kullarım! Muhakkak ki Benim Arz'ım geniştir... Yalnız bana kulluk edin!

Her nefs, ölümü tadacaktır! Sonra bize döndürüleceksiniz!

(Hakikatlerine) iman edip imanın gereğini uygulayanlara gelince, kesinlikle onlara cennetten, altlarından nehirler akan yüksek odalar hazırlayacağız... Onlarda sonsuza dek yaşarlar... Çalışanların karşılığı ne güzeldir!

Onlar ki sabrediyorlar ve Rablerine tevekkül ediyorlar (nefslerinin hakikatindeki El Vekîl isminin özelliğine iman edip işlevine güveniyorlar)!

Nice canlı var ki, yaşam gıdasını yüklenip taşımıyor... Onların da sizin de yaşam gıdanızı Allah veriyor... "HÛ"; Semî'dir, Alîm'dir.

Yemin olsun ki eğer onlara: "Semâları ve arzı kim yarattı, Güneş'i ve Ay'ı kim işlevlendirdi?" diye sorsan, elbette: "Allah" diyecekler... Nasıl (bu gerçeği göz ardı edip şirke) dönüyorlar peki?

Allah, kullarından dilediğine yaşam gıdasını arttırır ve (dilediğine de) kısar! Muhakkak ki Allah Bi-küllî şey'in (hakikatinde olarak) Alîm'dir.

Yemin olsun ki eğer onlara: "Semâdan suyu tenzîl edip de (şuurunda hakikat ilmi açığa çıkarıp), ölümünden sonra (hakikat şuurundan mahrum ölü gibi yaşarken) onunla arzı (bedeni) kim diriltti?" diye sorsan, elbette: "Allah" diyecekler... De ki: "El-Hamdu lillâh=Hamd, Allah'a aittir!" Hayır, onların çoğu aklını kullanıp bunları değerlendirmezler!

Şu dünya hayatı (en sefil yaşam-esfeli sâfîliyn) bir eğlence (kendini avutarak keyifle oyalanma) ve bir oyundan (kurallarına göre oynanan senaryo) başka bir şey değildir! Sonsuz gelecek vatana gelince; işte asıl bilinçlilik-yaşam yurdu odur... Kavrayabilselerdi!

Gemiye bindikleri vakit, inançlarını sırf O'na yönlendirerek Allah'a dua ederler... Onları karaya (çıkarıp) kurtarınca, bir de bakarsın onlar şirk koşuyorlar!

Kendilerine verdiklerimize (hakikatlerindeki kuvvelere) nankörlük yapsınlar ve (geçici şeylerden) faydalansınlar diye (şirke dönerler)! Yakında anlayacaklar!

Görmediler mi ki, onların çevresinden insanlar çekilip alınırlarken güvenli bir Harem kıldık... Bâtıla (kendilerinin bedenden ibaret olup, ölümle yok olacaklarına) iman edip, Allah nimetini (nefslerindeki El Esmâ kuvvelerini) inkâr ederek nankörlük yapmıyorlar mı?

Allah üzerine yalan uydurandan yahut kendisine Hak olarak (Rasûl) geldiğinde bunu yalanlayandan daha zâlim kimdir? Hakikat bilgisini inkâr edenlerin yaşam ortamı, cehennemde değil midir?

Biz'e (ermek için nefsine karşı) savaş verenlere gelince, elbette onları yollarımıza ulaştıracağız... Kesinlikle Allah, yakîn ehliyle (ihsan sahibi {Allah'a görüyormuşçasına yönelen}) elbette beraberdir! (Mâiyet sırrı.) (Ankebut/56-69)



İLÂHİ SÛRET



  • “Mânâ Sûreti”

  • Birimin Zâtının Allah’ın Zâtı ile kâim olması

Allah, Adem’i sûreti üzerine meydana getirmiştir. Buradaki “sûret”ten murad “ilâhi sûret”tir... Mânâ sûretidir. Yani insanın zatının Allah’ın Zâtı ile kâim olmasıdır.



İLÂHİ UYARI



(Allah Uyarısı)

  • Risâlet işlevi

  • Hatırlatma

  • “Hakikat”indeki özellikleri Hakikatinden şuuruna yansıtma

O Kur'ân bütün âlemlere ancak ilâhi bir uyarıdır. (Yusuf/104)



UYARICILAR(Tüm âlemlerde)



{"Mele-i âlâ"nın(Esmâ kuvvelerinin) yeryüzündeki dilleri-“Allah seslenişine” aracılık eden

Allah kulları}->



  • Rasûller

  • Rasûllerin vârisleri olan velîler

Algılayanın algılama kapasitesine göre var olan paralel veya çoklu evrenler, içindekiler ile maden, nebat, hayvanat (insansı) ve cin âlemlerine ait tüm tedbirât ve tasarruf "mele-i âlâ" hükmü ile buradan açığa çıkar!



HAKİKATİNİZİ HATIRLATMA(Allah Zikri) ÇAĞRISI



(Cum’a Salâtı) YAPAN

(Cum'a salâtının imamı Hz. Rasûlullah)

Bkz.İ/İmam/Cum’a Salâtının imamı



İNSAN,



"HAKİKAT"İNİN(orijinde) MELEKİ BİR YAPI(melek)

OLUŞUNU HATIRLAMAYA VE GEREĞİNİ YAŞAMAYA

DAVET EDİLMEKTEDİR

  Bkz.İ/İlim/Ledün ilmi/”Hakikat İlmi” ile dirilme



HATIRLANMAYAN BİLGİ



  Rasûlullah’ın “Nokta”sından “arş”ına, oradan da melekî kuvveler ile beynine ve dolayısıyla bilincine inzâl olan Kurân-ı Kerîm; “nokta”dan açığa çıkması sebebiyle, tüm evrensel sistem ve düzenin işleyiş mekânizmasını, “sünnetullah” ismiyle işaret ederek, anlatır. Zira her birim kendi  “nokta”sının projeksiyonu olarak vardır ve hepsi aynı sistem ve düzene tâbidir!.

Önceki yazılarımda da vurguladığım gibi, gökten uzaydan bir yerden ciltli veya ciltsiz kitap veya sayfalar inmemiş; Rasûl veya nebîlerin hakikat “nokta”larından bilinçlerine “bilgi” inzâl olmuştur.



Bilgi aynen bilinçtir. Bilgi ile bilincin ayırt edilmesi asla mümkün değildir.

Unutulan veya hatırlanmayan bilgi dolayısıyla bilinç de mi ortadan kalkıyor, diyenlere deriz ki, bilgisiz bilinç olmaz!. Bilinç dendiği anda ortada bilgi vardır. Bilgi, bilincin suretidir!. Bilinç, bilginin benliğidir. Kısacası, ikisi aynı şeydir. 



HATIRLATICI "BİLGİ"



(Apaçık bir Kurân)

KUR'AN BİLGİSİ,

"HATIRLATICI"DIR!,

Dediler ki: "Ey kendisine Zikir (uyaran-hatırlatıcı bilgi) inzâl edilmiş kimse! Muhakkak ki sen mecnunsun (cinlenmişsin)."

"Eğer doğru sözlü isen, bize meleklerle gelmeliydin?"

Biz melekleri bil-Hak (Hak olarak) inzâl ederiz... O vakit de onlara zaten göz açtırılmaz!

Doğrusu biz indirdik O Zikri, Biz!.. Ve muhakkak O'nun koruyucuları biziz!

Andolsun, senden önceki, aynı inancı paylaşan ilk toplumlar içinde de (Rasûller) irsâl ettik.

Onlara bir Rasûl gelir gelmez, mutlaka onunla alay ederlerdi.

İşte Onu suçluların kalplerinde böylece ilerletiriz.

Ona (hatırlatıcı BİLGİye) iman etmezler... Evvelce iman etmeyenlerin yaşadıkları sonuçlardan da ders almazlar.

Üzerlerine semâdan bir kapı açsak da, onun içinden yükselselerdi...

Elbette şöyle derlerdi: "Gözlerimiz bağlandı, hatta biz sihirlenmiş bir toplumuz!"

Andolsun ki biz semâda burçlar meydana getirdik ve onu ibretle bakanlar için (çeşitli özelliklerle) bezedik.

Onu şeytan-ı racîm'den biz koruduk.

İşitme (oradan gelen mânâları algılama) hırsızlığı yapan müstesna! Onu da apaçık ışık saçan ateş topu izler.

Arzı (bedeni esmâ özelliklerini açığa çıkaracak organları alacak şekilde) genişlettik! Onda sâbit dağlar (bilinç benlikler) ilka ettik... Onda her şeyi ölçülü bitirdik.

Orada hem sizin için ve hem de yaşam gıdası size ait olmayanlar için geçim yolları oluşturduk.

Hiçbir şey yoktur ki onun hazineleri (oluşturan kuvveleri) bizim indîmizde olmasın! Biz onu (o kuvveleri-özellikleri) gereken ölçüsüyle inzâl ederiz (açığa çıkartırız).

Biz rüzgârları (fikirleri), aşılayıcılar (yeni düşünceler-buluşlar oluşturucu) olarak irsâl ettik... Semâdan bir su (bilgi) inzâl ettik de sizi onunla suvardık... Onu saklayıcı siz değilsiniz.

Muhakkak ki biz, evet biziz hayat veren de öldüren de! Biz vârisleriz (Siz Fânisiniz biz Bâkî'yiz)!

Andolsun ki, sizden ileri geçmek isteyenleri de biliriz; andolsun ki, geriye kalanları da biliriz!

Muhakkak ki Rabbin, "HÛ"; onları haşreder! Muhakkak ki O, Hakîm'dir, Alîm'dir. (Hicr/6-25)



HATIRLATICI BİLGİ OLAN KURÂN,



İMAN EDENLERE

HAKİKATLERİNDEKİ ÖZELLİKLERİ HATIRLATIR

(Hakikatinden şuuruna yansıtır)

“İnsan”ın hakikatinin(Orijinde) melekî bir yapı oluşunu hatırlatıp gereğini yaşamaya dâvet eder.



De ki: "Hak geldi, bâtıl yok oldu gitti! (Hakikat bildirildi, asılsız boş görüşler geçerliliğini yitirdi) Muhakkak ki bâtıl yok olmak zorundadır."

Kurân'dan, iman edenler için şifa (sağlıklı düşünme bilgileri) ve rahmet (Hakikatlerindeki özellikleri hatırlatma) olan şeyleri inzâl ediyoruz (hakikatinden şuuruna yansıtıyoruz)! (Bu), zâlimlerin (nefsinin hakikatini inkâr ederek nefsine zulmedenlerin) ise sadece hüsranını arttırır.(Nisa/81-82)



ADEM( "İnsan" diye tanımlanmış "şuur"),



BİLGİLENDİRİLDİĞİ HALDE

(kendi orijin yapısını gözünü bedende açması dolayısıyla) UNUTTU; HATIRLAMAZ  OLDU...

(O yüzden

İnsana hakikatini hatırlatmak için



'zikir-hatırlatıcı' gönderilmiştir.)

Melîk ve Hak olan Allah ne yücedir! O'nun vahyi sana bitmeden önce Kurân'ı (tekrara) acele etme ve: "Rabbim ilmimi (yakînîmi) arttır" de.

Bundan önce Adem'i bilgilendirmiştik... (Fakat) O unuttu... Onu (uyarıyı uygulamada) azîmli bulmadık.

Hani biz meleklere (arz kuvvelerine) "Secde edin Adem'e (şuur varlığa)" demiştik de, İblis hariç, (hepsi) hemen secde ettiler... (İblis) kaçınmıştı!

Dedik ki: "Ey Adem, kesinlikle şu (iblis, vehmini tahrik eden kendini beden kabul etme fikri) senin ve eşin (bedenin) için bir düşmandır! Sakın sizi (kendinizi şuur {melekî yapı - kuvve} olarak yaşadığınız) cennetten (bedenselliğe - bilinç yaşamı boyutuna) çıkarmasın; sonra şakî (kendini beden sınırlamasının mutsuzluğu içinde bulan ve bunun sonuçlarını yaşayarak yanan) olursun!"

NOT: Burada anlatılmak istenen, müşahedemizdekine göre özetle şudur: Adem ismiyle işaret edilen, yokken, Allah Esmâ'sının ihtiva ettiği ruh {mânâlar bütünü} üflenerek, bir "şuur varlık" hâlinde beyinden yani madde bedenden açığa çıkarılmıştır. Beyin bu açığa çıkarılışı kabul edecek şekilde 'tesviye' edildikten sonra, açığa çıkan bu El Esmâ ruhu olan şuur varlık, melekî bir yapı-boyut olarak cinsiyetsizdir. Ne var ki İblis diye tanımlanan cin türünün, {göze göre görünmez} ışınsal bedenli varlığın, beyinde impulse ile oluşturduğu, kendini beden olarak kabullenme fikriyle, şuurun hakikati örtülmüş; kendisini eşi diye tanımlanmış olan beden kabulü noktasına indirmiştir. Beyin, yapısı itibarıyla, veri tabanını oluşturan genetik bilgiler, şartlanmalar, değer yargıları ve bunun getirisi duygular ile çeşitli fikirler doğrultusunda açığa çıkan bilincin, akıl kuvvesini değerlendirmesiyle yaşar. Bilincin şuur boyutunu oluşturan Allah Esmâ'sına 'İman' etmesi ve buna göre yaşaması teklif edilmekte ve işin doğrusunun bu olduğu 'hatırlatılmaktadır'. Şuur ise bu bağlardan öte, hakikati Allah ilmine uzanan melekî kuvve-nûrdur. Şuur, kalp veya daha deriniyle hakikati hissetmesi itibarıyla 'fuad' (Esmâ mânâ özelliklerini şuura yansıtıcılar-kalp nöronları) diye anlatılır. Şuurun, eşi olarak kendisine geçici süre verilmiş olan beden ise, kâh maddeden meydana gelmesi itibarıyla 'arzın dabbesi', kâh bedendeki hayvanlarla ortak özellikler dolayısıyla 'enam', kâh da şuurun melekî vasfını sınırlaması veya örtmesi fikrini beyinde tetiklemesi itibarıyla 'şeytan' diye tanımlanmıştır. "İnsan" diye tanımlanmış "şuur", kendi orijin yapısını, bedende gözünü açması dolayısıyla da unutmuş, 'hatırlamaz' olduğu için 'zikir-hatırlatıcı' gönderilmiştir. Kurân bilgisi, 'zikir' yani 'hatırlatıcı'dır. İnsana hakikatini hatırlatmak içindir. Beyin-beden kabulünün getirisi sınırlı-kayıtlı cehennemî bedensel yaşam; şuur boyutundaki melekî boyuttaki seyir ise cennet yaşamı olarak tanımlanmaktadır. Bütün bu olaylar ve cennet-cehennem tasvirleri bir kısım âyetlerde vurgulandığı üzere, tamamıyla misal yollu benzetme ve işaret yollu anlatımdır. Cennet şuur yaşamı ve şuurdan, El Esmâ özelliklerinin açığa çıktığı bir yaşam olduğu içindir ki; biyolojik-hayvansı beden var olmadığı ve dahi söz konusu olmadığı içindir ki; buna dair oluşlar da o boyutta yer almaz. Onun için cennetin gerçekte, çok algı dışı bir yaşam boyutu olduğuna işaret edilmiştir. Konunun detayları ayrı bir kitap mevzuudur. Ancak Kurân'daki işaretlerin yerli yerinde değerlendirilip anlaşılması için bu kadar bir özet anlayışımızı buraya eklemeyi uygun gördüm. Eksik veya yanlış müşahedem oluşmuşsa bağışlanma dilerim. Hakikatini bilen Allah'tır. A.H.)

Yüklə 1,58 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   17




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin