Bariş ve demokrasi partiSİ 2014 merkezi YÖnetim büTÇe yasa tasarisi muhalefet şerhi


Gezi Olayları ve Bu Çerçevede Temel Hak ve Özgürlüklerin İhlali



Yüklə 1,11 Mb.
səhifə12/19
tarix28.07.2018
ölçüsü1,11 Mb.
#61441
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   19

Gezi Olayları ve Bu Çerçevede Temel Hak ve Özgürlüklerin İhlali

Muhalif her türlü eylem-söylem-etkinlik maalesef yargı organlarının neredeyse tek görevi haline gelmiş, hakim-savcılar sadece bu olayların peşine düşmüş durumdadırlar. Böylesi mühim, devlet düzeninin ne olursa olsun her şekilde devamını sağlamayı boynunun borcu olarak gören hakim ve savcılar muhalif sesleri kısmanın her türlü aracını hem icad etmekte, hem de en etkin biçimde kullanmayı hedef görmektedirler.

Gezi Parkı protestoları da bu anlamda polis ve yargının insan haklarından yine sınıfta kaldığını gösteren yakın bir örnektir. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) Gezi Parkı bilgilendirme notuna göre, tutuklu sayısı henüz olaylar sürerken 133’e yükselmiş; tüm Türkiye’de gözaltına alınanların sayısı ise TİHV verilerine göre 3 bin 636 olmuştur. TİHV, daha önceden eylemlere katılmış kişilerin evlerine polis baskınlarının devam ettiğine dikkat çekmiştir. İçişleri Bakanlığı ise yaptığı açıklamayla, eylemlerin Bingöl ve Bayburt hariç tüm illerde yapıldığını, eylemlere 2,5 milyon insanın katıldığını, 4 bin 900 kişinin gözaltına alındığını, 4 bin insanın yaralandığını, 14 parti binasının maddi hasara uğradığını duyurmuştu.

Gezi Parkı eylemlerine evlerinin balkonundan tencere ve tava ile ses çıkartarak katılan kişilere de “Kabahatler Kanunu’na muhalefet ettikleri” gerekçesiyle 88’er lira ile 1000’er lira arasında değişen para cezaları verilmiştir.

Maalesef ülkenin her yanında meydana gelen gözaltı ve tutuklamaların toplam rakamına ulaşmak mümkün olamamıştır. Ancak, olayların ilk 20 günü itibariyle elde edilen ve yukarda dile getirdiğimiz veriler dahi adalet mekanizmasının neye hizmet ettiğini, bütçenin ne için harcandığını göstermesi bakımından önemlidir. Öte tarafta vatandaş adalete ulaşmak adına yıllarını heba ederken, yargı tek görevini muhalif kesimlere korku salmak, onları yargılamak, cezalandırmak olarak gördüğünden gerçek hak ve adalet ıskalanmaya devam etmekte, yaratılan sanal suçlar üzerinden cezaevleri suçsuz insanlara kapılarını açmaya devam etmektedir. Örneğin ne acıdır ki, bu olaylarda ölen 6 kişinin faillerini bulup yargılamaktan aciz bir yargı sistemi ile karşı karşıyayız. Üstelik bu yargı öylesine aciz ki, ellerinde ölümün, ölüm anının, öldürenin her türlü görüntü, tanık. Vs. açıl belgesi var iken bu acziyet içine düşmekten hak ve adalet adına üzüntü dahi duymuyor. Bu hali ile failleri yargılamayan yargıya “aciz” demek iyiniyetli bir yaklaşımın ifadesidir. Aslında yargı maalesef ikiyüzlü ve gaddar bir mekanizma haline gelmiş ve açtığı bu yolda emin adımlarla ilerlemekte. Bu anlamda vatandaşı gözetmeyen bir sistemin bütçeyi nasıl değerlendirdiği ortada iken, sistemin başlı başına yenilenmesi gerekirken mevcut bütçenin buna olanak sağlamadığı aşikardır. Toplumda adalet duygusunun yok olmasına müsaade etmeyelim. Bu bütçeyi artırarak sistemin yapısal tüm sorunlarını çözmek olsun görevimiz.



  • Adliye Binaları:

Adliye binaları adalet hizmeti vermeye elverişli mekanlar değildir. Dosyaların çokluğu altında ezilen hakim; uygun çalışma koşullarından uzaktır. Dosya çokluğu, hakim azlığı sorunsalının yanında mekansızlık da eklenince içinden çıkılmaz bir durum söz konusudur. Duruşmalardan dosya incelemeye ve karar yazmaya vakit ve mekan bulamayan hâkimlerden zamanında ve yerinde, adil kararlar vermesini beklemek de mümkün olmamaktadır.

Bu sorunun çözümüne yönelik yeni adliye binaları yapımına başlanmış olup Toki’nin gösterişi işleve kurban ettiği binalar ile karşı karşıyayız. Binalar sadece yenilenmiş ancak, oda ve alan yetersizlikleri devam etmektedir.



  • Kadına yönelik cinsel ve fiziksel şiddete yönelik Adalet Bakanlığı verileri

BDP Kars milletvekili Mülkiye Birtane, Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e, Meclis gündemine taşıdığı Bingöl olayına ilişkin, “Tecavüz olayına karışan askeri görevli sayısı kaçtır? Hangi vazife ile görev yapmaktadırlar”  diyen soru önergesine verilen rakamlar:

2002-2008 yılları arasında toplamda 61 bin 469 tecavüz olayı yaşanmıştır. Bu tecavüz olaylarına 99 bin 792 kişi karışmış. Bu da yaşanan tecavüz olaylarının çoğunun toplu tecavüz olayı olduğunu gösteriyor.

Aynı bilgilere göre 2009-2011 yılları arasında ise toplamda 29 bin 980 tecavüz suçu işlenmiştir.


2011 yılında 8 bin 756  tecavüz davası  karara bağlanmış ve bunun 2 bin 850'si beraatla sonuçlanmıştır.

Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu'nun 1997-2012 raporu:

(bu rapor sadece yardım bürosuna başvuranları içermektedir.)

Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu’nun 1997-2012 yıllarını kapsayan raporuna göre; 1997-2012 arasında 363 kadın Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Projesi'ne başvurdu. Taciz ve tecavüzle suçlananlar en fazla polis, asker, özel tim ve infaz koruma memurlarıdır. Tecavüzde 271 ile polis rekoru elinde tutarken, şu ana kadar hiçbiri yargılanmadı. 331 mağdur kadından 264'ünün Kürt olması bunun aslında bir savaş raporu olarak da okunabileceğini göstermektedir.

Faillerin çoğu polis

Gözaltında gerçekleştirilen taciz ve tecavüzlerin 271'i polis, 95'i asker ve jandarma, 17'si Özel Tim, 15'i korucular, 45'i infaz koruma memurları, dördü itirafçılar, 24'ü adli tutuklular, biri belediye başkanı, biri adliye bekçisi, üçü başta öğretmen olmak üzere kamu görevlileri ve 1 gazeteci gerçekleştirmiştir. Buradaki gazeteci Fatih Altaylıdır. Altaylı; artan taciz ve tecavüzleri dillendiren Eren Keskin’e canlı yayında, ‘‘bu olayların gerçekliği yoktur, bunlar kadınların fantezileri, Eren Keskin kimse beni neden taciz etmiyor demek istemektedir, ben de onu gördüğüm yerde taciz edeceğim’’ demiştir.

Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu'nun raporuna göre, bu kadınlardan 82'si tecavüze, 281'i tacize uğramıştır.

İki kadın tecavüze uğradıktan sonra intihar etti, bir kadın işkence sonucu öldürüldü, 14 yaşındaki bir kız çocuğu tecavüze uğradıktan sonra akrabaları tarafından "namus temizleme" gerekçesiyle öldürüldü, bir kadın işkencenin uzun vadeli etkisi sonucu Aralık 1999 tarihinde öldü. 10 kadın 3,5-10 yaşlarındaki çocuklarıyla birlikte işkence gördü. Sekizi işkence sonucu bebeğini düşürdü. Beşi tecavüz sonucu hamile kaldı. Beşine zorla bekâret kontrolü yapıldı.

363 kadından 42'si 10-18 yaş arası çocuklar, 321'i ise 18-67 yaş aralığındaki kadınladır.

Mağdur kadınların ise 264'ü Kürt, 91'i Türk, 4’dü Roman, 1’i Almanyalı, 1’i Bulgaristanlı, 1’i Romanyalı, 1’i Avusturyalıydı.

172 dava sürüyor, 101'i kapandı

Gözaltında taciz ve tecavüz olaylarıyla ilgili 172 dava sürüyor. Bunlardan 24'ü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde (AİHM) sonuçlanırken, 19 dava görülmeye devem ediliyor.

39 dava Türkiye'deki Ceza Mahkemeleri'nde görülüyor. Yargıtay'da bekleyen 10, savcılıkta bekleyen 73 dosya var.

101 kadının korktuğu için yasal işlem yapmak istemediği, 14 kadının dava devam ederken vazgeçtiği söylenirken, 194 kadının davalarının sonuçlanıp arşive kaldırıldığı belirtiliyor.

Suç duyurusu baskıya neden oldu

134 kadın yaptıkları suç duyurusu nedeniyle ağır baskıya maruz kaldığını ifade etti.40 kadın baskı sonucu Türkiye içerisinde yaşadığı yeri terk etmek zorunda kaldı. 51'i korkutma, tehdit, tekrar gözaltına alma ve/veya işkenceye maruz kaldı. 41'ine karşı dava açıldı. İkisinin hakkında başvurudan sonra cezaevindeyken disiplin soruşturması açıldı. 

AVRUPA’DA DURUM:

Ülkeler arasında ciddi farklılıklar bulunmakla birlikte, Avrupa seviyesinde mahkeme bütçelerinin ortalama en büyük gider kalemi (%70) hala hâkimlerin ve mahkeme çalışanlarının maaşlarıdır. Mahkemelerin bütçesinden maaşlara ayrılan en uç oranlar Yunanistan (%96) ve BK-Kuzey İrlanda’dır (%22.5). Genel olarak, sistemlerinin işleyişinde meslekten olmayan hâkim sayısının fazla olduğu “common law” ülkeleri (İrlanda hariç olmak üzere), maaşlar yüksek olmakla birlikte maaşlara ayırdıkları bütçe payı daha azdır

Bütçenin dikkate değer bir bölümü (%14) adliyelere (işletme masrafı - %9) ve yatırımlara (yeni adliye inşası ve eski adliyelerin yenilenmesi - %5) ayrılmaktadır. Adliyelere en yüksek bütçe BK-İskoçya’da (%26.5), en düşük bütçe ise Türkiye’de (%0.1) ayrılmaktadır. İrlanda bütçesinin %28’ini gayrimenkul yatırımına ayırırken diğer birçok ülke veya birimler bu sektöre hiç yatırım yapmamışlardır. Mahkeme harçları mahkeme bütçelerinin %10’una karşılık gelmektedir. Farklılıklar %38.7 (Avusturya) ile %0.1 (İrlanda) arasında değişmektedir.

Avrupa’da mahkemelere tahsis edilen bütçelerin %3’ü BT (Bilişim Teknolojileri) için kullanılmaktadır. Hollanda tarafından bu kalem için ayrılan kaynak dikkat çekicidir (mahkeme bütçesinin %8’i). İspanya’da BT bütçesi 2006 ile 2008 yılları arasında neredeyse %+113 oranında artmıştır. Yunanistan’da BT araçlarına yapılan yatırım düşük seviyededir (mahkeme bütçesinin %0.1’i).

Avrupa’da mahkemelerin bütçesinin ortalama %1’i eğitime ayrılmıştır. Ermenistan bu sektörde başı çekerken (%6.4) Malta’da meslek mensuplarının eğitim politikası yetersiz kalmaktadır (%0.1).

Bütçe sürecinin (bütçenin hazırlanması, kabulü ve yönetiminden bütçe harcamalarının değerlendirilmesine kadar) üye ülkelerin çoğunluğunda benzer bir şekilde düzenlenmektedir.

Çoğunlukla bütçenin hazırlanmasından (teklifler) adalet bakanlığı sorumludur. Bununla birlikte, bazı ülkelerde diğer bakanlıklar da sürece dâhil olabilmektedir; bu özellikle ihtisas mahkemelerinin adalet bakanlığının sorumluluğunda olmadığı ülkelerde rastlanan bir durumdur; sözgelimi, iş mahkemesi sosyal işler bakanlığı tarafından finanse edilmektedir (Almanya).

Sık olmasa da bazı durumlarda mahkemelerin kendileri (20 ülke veya birim), bir yargı konseyi (13 ülke veya birim) ya da yüksek mahkeme (12 ülke veya birim) hazırlık sürecinde önemli bir rol oynamaktadır. 13 ülke veya birimde bu sürece spesifik birimler de dâhil olabilmektedir (örneğin Arnavutluk’ta Adli Bütçe İdaresi Bürosu, Ermenistan’da Mahkeme Konseyi Başkanları, Danimarka’da Ulusal Denetim Bürosu, Monako’da Adli Hizmetler Bürosu, Makedonya’da Mahkeme Bütçesi Konseyi, BK-İskoçya’da Mahkeme Hizmetleri Yönetim Kurulu). Sadece Avusturya bütçe hazırlanırken Parlamentonun müdahalesine izin vermektedir.

Bütçe tekliflerini kabul etme sorumluluğu, zaman zaman başka organların müdahil olmalarına izin vermekle birlikte, Parlamentoya aittir. Bazı ülke ve birimler adalet bakanlığının ya da diğer bakanlıkların bu noktada müdahil olabileceklerini bildirmişlerdir.

Federal ve merkezi adalet teşkilatının olmadığı bazı ülkelerde federal ve özerk birimlerin özel rolü unutulmamalıdır (sözgelimi İspanya).

Yargı sisteminin bütününü yönetme sorumluluğu genellikle adli kurumlara (mahkemeler ve/veya yüksek mahkemeler ve/veya adalet konseyleri) veya yürütme erkine (adalet bakanlığı ve/veya maliye bakanlığı) aittir ve bu sürece sıklıkla yürütme erkinden ve adli kurumlardan pek çok aktör dâhil olmaktadır (13 ülke veya birim). Bazı ülkelerde bu amaçla oluşturulmuş birimler bütçe hazırlama sürecinde yer alabilir ve genellikle bütçenin yönetiminde de rolleri bulunur.

Avrupa’da bütçenin gereği gibi uygulanmasının değerlendirmesi büyük ölçüde yürütme erki (adalet bakanlığı veya başta maliye bakanlığı olmak üzere diğer bakanlıklar) tarafından gerçekleştirilmektedir. Bazı ülke veya birimlerde parlamento (14 ülke veya birim) ya da denetim kuruluşları (Lüksemburg, Türkiye, BK-İskoçya) gibi bağımsız denetleyici kuruluşların (14 ülke veya birim) kendi başlarına yürütme veya yargı erkiyle denetimde rol almaları da söz konusu olabilmektedir.

Toplam mahkeme ve savcılık bütçelerinin coğrafi olarak dağılımı sonucunda üç bölge tespit edilmektedir: Geçiş dönemindeki ekonomik sistemlerine bağlı olarak Doğu Avrupa ülkeleri en düşük bütçeleri bildirmişlerdir; çoğu daha yeni Avrupa Birliğine katılmış olan Orta Avrupa ülkeleri orta seviyelerde bulunmaktadırlar; ekonomilerinin durumlarına bağlı olarak Batı Avrupa ülkeleri kişi başına en yüksek bütçeleri harcamaktadırlar.

Avrupa’da mahkemelere ve savcılık hizmetlerine tahsis edilen ortalama bütçe kişi başına 47.1 Avro’dur. Ortanca seviyesi 37.3 Avro’dur. 40 ülke veya birim içinde Monako, İsviçre ve Lüksemburg mahkemeler ve savcılık hizmetleri için en yüksek miktarları (kişi başına 100 Avro’dan fazla) harcamaktadır. Küçük ülkelerdeki kişi başına toplamlar yorumlanırken, bu ülkelerin nüfuslarının az olduğu unutulmamalıdır. Azerbaycan, Arnavutluk, Gürcistan, Ukrayna, Ermenistan ve Moldova bu sisteme ülke sakini başına 10 Avro’dan az harcamaktadır.

Önceki değerlendirme dönemleriyle karşılaştırıldığında, Karadağ, Bosna Hersek, Bulgaristan, Polonya’da kamu mercilerinin yargı sistemi içerisinde bu alana ayırdıkları bütçe payının (Avrupa fonlarının ve uluslararası fonların da desteğiyle) halen yüksek bir seviyede seyretmekte olduğu görülmektedir.

En fazla göze çarpan gelişimler doğal olarak ya önemli siyasi ve kurumsal değişikliklerin ardından yargı sistemlerinde nispeten yeni ve önemli reformlar başlatmış olan (Karadağ, Azerbaycan, Ermenistan) ya da özellikle Avrupa Birliğine yeni katılmış veya üyelik yolunda yeni ve önemli yasal reformlar yapmaya karar vermiş olan ülkelerde (Bulgaristan, Malta, Türkiye, Letonya, Estonya, Slovakya, Litvanya, Romanya) gözlenmektedir.

Üye ülkelerin yarıdan fazlası adli sisteme harcadıkları kaynaklardan daha fazlasını yargının diğer alanlarına (cezaevi sistemi, küçüklerin korunması vb.) harcarken, diğerleri yargı bütçesinde esas olarak mahkemelerin işleyişine odaklanmaktadırlar. Ayrıca, yargı sistemlerinin bütçe kalemlerinin tahsisi bir yandan üye ülkelerdeki yargı teşkilatının yapısını, diğer yandan da hükümetler tarafından benimsenen kamu politikası yönelimlerini yansıtmaktadır.

Bütçe kalemlerinin dağılımlarının analizi şunu göstermektedir: Sistemlerinin işleyişinde meslekten olmayan hâkim sayısının fazla olup sayıca az profesyonel hâkimlerin daha tecrübeli olduğu “common law” ülkelerinde (İrlanda hariç olmak üzere) bütçe kaynaklarının daha az bir kısmı maaşlara ayrılırken, kıta Avrupa’sının hukuk sistemlerinde maaşlar bütçenin en büyük kalemini oluşturmaktadır. Benzer şekilde, yargının işleyişinde savcıların geleneksel olarak önemli bir yer tuttuğu ülkelerde savcılık sistemine daha büyük bir bütçe ayrılmaktadır. Bunların yanısıra, başta Birleşik Krallık birimleri ve Kuzey Avrupa ülkeleri olmak üzere kamu adalet politikalarının Habeas Corpus ilkeleri ışığında hukuka yaygın erişimi teşvik ettiği ülke veya birimlerde adli yardım bütçelerinin yüksek olduğu görülmektedir.

Bu analiz sonucunda kamu adalet politikalarındaki yönelimler şu şekilde vurgulanabilir: Batı Avrupa ülke veya birimlerinde adli teşkilat reformları kapsamında mahkeme sayıları azaltılmaktadır; önceden adli yardım sisteminin bulunmadığı ülke veya birimler yakın zamanda adli yardım politikaları geliştirmeye başlamışlardır ve en yeni üyeler adalet eğitimine öncelik vermektedirler.



DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI

Özelde Dışişleri Bakanlığı’nın genelde ise AKP Hükümeti’nin dış politikalarında ülkeyi istikrarsızlığa sürükleyebilecek ciddi tutarsızlıklar bulunmaktadır;



1- Ortadoğu’da mezhep ve ideolojik akım eksenli müdahaleci politikalar;

Suriye’de Esad’ın devrilmesi için sadece Sünniliği esas alan örgütlerin Türkiye tarafından desteklenmesi, bölgede radikal unsurların güçlenmesine sebep oldu. Bölgede sivillere yönelik katliamlar meydana geldi. Kullanılan silahların Türkiye’den gittiği yönünde güçlü delillere rastlandı. En son Konya’da imal edildiği tahmin edilen roket başlıklarının Suriye’ye sokulduğunun kanıtları ortaya çıktı.

Buradan da anlaşılmaktadır ki, Türkiye’nin komşu bir ülkede darbe yapma girişimi vardır. Ve bunu da yaparken, dünyanın çeşitli bölgelerinden topladığı “radikal ve terörist” olarak tanımlanan unsurlarla gerçekleştirme planı bulunmaktadır.

2- Ortadoğu denkleminde Kürtlerin kazanımlarını minimize etmeye çalışmak;

Daha önce Güney Kürdistan’da olduğu gibi, Suriye’de de Kürtlerin kendi kendilerini yönetmesi ve kendilerini savunması karşısında Türkiye rahatsızlığını hem pratikte hem de söylemde göstermiştir. Rojava Devrimi’nin bir tehdit olarak algılanması, Türkiye’deki Kürtlere ve çözüm sürecine olumsuz yansımaktadır.

Rojava’daki halkın başta tıbbi malzeme olmak üzere insani yardım taleplerini kısması, insanlık suçudur. Böyle bir ambargo, bölgede istikrarsızlığı arttırma imkanı yaratmaktadır.

Rojava Halkı’nın meşru çatı örgütü olan Yüksek Kürt Konseyi, Türkiye tarafından tanınmadıkça Dışişleri Bakanlığı bütçesine ve politikalarına asla destek vermeyeceğiz. Bu da bizim kırmızı çizgimizdir.



3- Türkiye’nin Ortadoğu’da “Rol-model” yaklaşımını ve Dış Politika’da İdeolojik temeli yeniden gözden geçirmek;

Türkiye’nin güvenlik odaklı dış politikası halen devam etmektedir. Ortak çıkarların ön planda olabileceği yeni bir ilişki tarzı yaratılmalıdır. Bölgenin “abisi” rolüne girmek yerine, büyük Ortadoğu ailesinin bir parçası olma yaklaşımına sahip olmak daha pozitif bir algı yaratır.

Dış politika’da bölge tasavvuru yapılırken, 1071’i milat almak yerine, 5000 yıllık medeniyet tarihini dikkate almak daha yapıcı bir sonuç doğurur. Bu temelde Sünnilik ve Türkçülük esasına dayalı dış politikadan vazgeçilmelidir.

Kıbrıs:

Türkiye, Kıbrıs’ta çözüm konusunda samimiyse Ada’dan asker çekmeye başlamalıdır. Maraş Bölgesi’nin kontrolü’nü KKTC Hükümeti’ne bırakmalıdır. Kıbrıs’taki vesayetçi yaklaşıma son verilmelidir.



Ermenistan:

Türkiye Dış Politikası’nın en önemli meselelerinden biri olan Ermenistan’la ilişkiler sorunu Azerbaycan baskısı altından kurtarılmalıdır. Sınır kapısı açılmalı ve halkların birbirleri ile etkileşim kurabileceği imkânlar yaratılarak normalizasyon sağlanmalıdır.



İkili İlişkiler:

Halen kendi halkına karşı katliamlar yapan Ömer El Beşir ile ilişkiler sürdürülüyor. Sudan ile yapılan ikili anlaşmalar (özellikle askeri eğitim anlaşması) feshedilmelidir.

Avrupa’daki ülkelerle yapılan ticari anlaşmalar karşılığında o ülkelerdeki Kürtlerin siyaset yapmasını ve demokratik zeminde örgütlenmesini engelleyecek baskı yapılmasından vazgeçilmelidir.

Roj TV’nin kapatılması için NATO’nun devreye sokularak Danimarka’da yayın yapan bir kanalın kapatılması Kürtler ve demokrasi yanlısı kesimler için kabul edilebilir değildir. Aynı baskının Norveç’te de başladığı yönünde duyumlar almaktayız. Türkiye, böylesi bir süreçte Kürtlere karşı bu düşmanca yaklaşımdan vazgeçmelidir.



TARIM GIDA VE HAYVANCILIK BAKANLIĞI

  • Artan dünya nüfusuna paralel olarak gıda ihtiyacının karşılanması en önemli sorun haline gelmekte, bu da tarım sektörünü içinde yaşadığımız yüzyılın en stratejik sektörü haline getirmektedir.



  • Bunun yanı sıra, istihdam, tüketim harcamaları, diğer sektörlere hammadde temini, milli gelir ve ihracattaki payı, tarım sektörünün sosyoekonomik açıdan sahip olduğu önemi daha da artırmaktadır.



  • Geniş bir etki alanına sahip olması nedeniyle, tarım politikaları, ülkelerin; siyasal, ekonomik ve sosyal politikalarının en önemli unsurunu oluşturmaktadır.



  • Tarım, Türkiye için, sosyal, ekonomik ve politik bakımdan son derece önemli bir sektördür. Ulusal gelire göre yüzde 9, istihdama yüzde 25 katkı koyan, kırsal alanın hemen hemen tek ekonomik kaynağı olan, doyuran, barındıran bir sektördür.



  • Son on yılda Türkiye nüfusu yaklaşık 8 milyon artarken tarım alanları maalesef dramatik bir şekilde azalmış, bitkisel ürünlerin çoğunda üretim ya gerilemiş ya hiç artmamış.



  • Toplam işlenen tarım alanlarında 2,5 milyar hektar alan azalmış, uygulanan talihsiz tarım politikaları nedeniyle hayvan varlığında azalmalar ve 1996 yılından beri yasak olan kırmızı et ithalatına da başlanmış oldu.



  • Tarım, maalesef en istikrarsız sektör haline geldi. Bu dönemde tarımdaki yıllık ortalama büyüme yüzde 2,2 oysa aynı dönemde ekonomi genelinde büyüme oranı yüzde 4,6 oranında gerçekleşti.



  • Türkiye’de istihdamın yaklaşık olarak yüzde 25’i tarım sektöründe çalışan insanlardan oluşuyor yani tarım sektörünün istihdamdaki payı yüzde 25.



  • Bu çok önemli bir rakam. Amerika Birleşik Devletleri’nde tarımın istihdamdaki payı yüzde 1,6; Avro Bölgesi’nde, Avrupa Birliği ülkelerinde 3,6; OECD ülkelerinde 5,1 ama Türkiye’de yüzde 25.



  • 2000 yılında tarımdan geçimini sağlayan çiftçi sayısı 7.8 milyon iken, 2012 sonunda 6.1 milyon kişi olmuştur. Yani 1.7 milyon çiftçi tarımdan kopmuştur.



  • 2000 yılında, tarımın istihdamdaki payı yüzde 36 iken 2012’de yüzde 25’e düşmüştür.



  • Ha bu düşüş yaşanırken, Türkiye modern tarıma geçtiği ya da sanayi ülkesi olduğu için değil, çiftçi ezildiği ve borç batağında boğulduğu için üretimden vazgeçmiştir.



  • Türkiye tarımda kendi kendine yeten bir ülke durumundan, ne yazık ki son on yılda net ithalatçı konumuna gelmiştir.



  • Hükümetler tarımda düzenleyicilik yapan kurumları özelleştirerek ortadan kaldırdı. Kamunun düzenleyicilikten çekilmediği ürünlerde de var olan düzenleyici kurumlar, piyasayı düzenleyebilme olanakları kısıtlanarak etkisizleştirildi.



  • Üretim girdileri temini ve pazarlamasını özel sektör tamamen ele geçirdi. Girdi fiyatlarını istedikleri oranda artırıyorlar. Ürün fiyatlarını üreten çiftçiler değil, ürün alımını yapan özel sektör tek başına belirliyor.



  • Üretim girdilerinin belirlenmesinde de çiftçilerin bir rolü yok. Çiftçiler üretim girdilerini alırken pazarlık yapma olanağına da sahip değiller.

  • 2013 yılı için hükümet, Anadolu kırmızı sert (AKS) ekmeklik buğday fiyatının tonunu 720 Lira olarak belirledi. Bu belirlemeyle 2012 yılına göre buğday alım fiyatında yüzde 8.27 civarında artış yapılmış oldu.



  • Üretim girdileri ise, 2012-2013 sezonunda yüzde 15 ile 30 arasında arttı. Bakan Mehdi Eker açıklamasında yine enflasyon oranında artış yapıldığını belirtti. Fakat buğdayın fiyatı piyasada Tarım Gıda ve Hayvancılık Bakanlığının açıkladığı gibi de gerçekleşmedi. Piyasada buğdayın yüzde 85’ine yakını 50-55 kuruşa ancak alıcı buldu…



  • 2013 buğday fiyatı ton bazında 720 lira olarak açıklandı. Fakat piyasada fiyatlar daha düşük gerçekleşti. Bu yıl buğdayını bekletme gücüne sahip olmayan yoksul çiftçiler (yüzde 80-85’i),buğdayını yemlik fiyatına elden çıkarttı. Yani buğdayın kilosunu 58-61 kuruştan sattı.



  • Bekletme gücüne sahip olanlar 1-2 ay sonra aynı kalite buğdayı 80-85 krş/kg’dan sattı. Fiyatın düşmesini ancak TMO’nun piyasa girmesi ve açıklanan fiyat üzerinden alım yapması engelleyebilirdi.TMO piyasaya yeterince girmedi. Açıkladığı fiyatın arkasında durmadı. ÇİTFÇİLERİ TÜCCARLARA YEM ETTİ.



  • 1970’li 1 kg buğday ile 2 litre mazot almaya yetiyordu. 2002 yılında 3,5 kg buğday 1 litre mazot alınıyordu, şimdilerde ise çiftçiler 1 litre mazot almak için 8 kg buğday satması gerekiyor.


MAZOT FİYATI

Yıl

TL/lt

2002

1,28

2003

1,35

2004

1,73

2005

2,02

2006

2,20

2007

2,49

2008

2,34

2009

2,88

2010

3,16

2011

3,21

*2012

4.1

2013

4.39

Yüklə 1,11 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   19




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin