Bibliyografya : 8 el-mevahibu'1-ledunnlyye 8



Yüklə 2,34 Mb.
səhifə53/74
tarix16.01.2019
ölçüsü2,34 Mb.
#97544
1   ...   49   50   51   52   53   54   55   56   ...   74

Bibliyografya :

Râgıb el-İsfahânî. el-Müfredât, "bğy", "snn" md.leri; İbnü'l-Esîr, en-Nihâye, "snn" md.; Lisâ-nü'l-'Arab, "bğy1', "snn", "mrk" md.leri; Wen-sinck, ei-Muccem, "cm'a" (cemâ^ât), "hdş", "mrk" md.leri; Miftâhu künûzt's-sünne, "üm­met", "havâric" md.leri; Müsned, II, 332; Dâri-mî. "Mukaddime", 16, 19, 22-23, 30, 35; Bu-hârî, "Sulh", 5, "Diyât", 6; Müslim. "Akzıye", 17; İbn Mâce, "Fiten", 17, "Nikâh", 1; Ebû Dâ­vûd, "Sünnet", 1, 5, "Nikâh", 3;Tirmizî, "îmân", 18, "Fiten", 7; Mâtürîdî, Te'uîlâtü'l-Kur'ân, Ha­cı Selim Ağa Ktp., nr. 40, vr. 172a, 564a;Makdi-sî. Ahsenü't-tekâsîm, s. 39; Abdülkâhir el-Bağ-dâdî, (Jşûiü'd-dîn, İstanbul 1346 -» Beyrut 1401/1981, s. 329-342; İbn Hazm, el-Faşl, IH, 247-248; Gazzâlî, Tehâfütü'l-fetâsife (nşr. Sü­leyman Dünyâ), Kahire, ts. (Dârü'l-maârif), s. 82-83; İbnü'l-Vezîr. el-*Auâştm ue'l-kauâşım (nşr. Şuayb el-Amaût], Beyrut 1412/1992, I, 186-187; III, 170-172; Sehâvî. el-Makâşıdü'l-ha-sene (nşr. Abdullah Muhammed es-Sıddîk), Ka­hire 1375/1956, s. 158; Beyâzîzâde Ahmed Efendi. İşârâtü't-merâm min 'ibârâti'l-İmâm (nşr. Yûsuf Abdürrezzâk), Kahire 1368/1949, s. 49-53;Adûnî, Keşfü'l-hafâ\\, 149-151,318-319; M. Yaşar Kandemir, Meuzû Hadisler, An­kara 1975, s. 170; Abdurrahman Bedevi. Mezâ-hibü'Nslâmiyyîn, Beyrut 1979, I, 34; Nasır b. Abdullah b. Ali el-Kıfârî. Mes'eletü't-takrlb bey­ne Ehli's-sünne üe'ş-Şî% Rİyad 1413, I, 36-37; Bekir Topaioğlu, Kelâm İlmi: Giriş, İstanbul 1996, s. 101-103, 106; Mevlüt Özler, İslâm Dü­şüncesinde 73 Fırka Kauramı, İstanbul 1996, s. 22-27, 29-39; Muhammed Ebü'l-Ecfân,"Mü-nâşaratü'l-mezheb ve eşeruhe"l-cilmî", Mecei-letü Câmi'ati'z Zeytûne, sy. 1, Tunus 1412-13/ 1992, s. 129-161; Rahmi Yaran, "Bid'at", DİA, VI. 129-131.

Bekir Topaloğlu

Literatür.

İlk dönemlerden itibaren mezhepier konusunda farklı düşünce sahiplerince yazılan eserler veya kendile­rine nisbet edilen fikirler, onlara cevap vermek üzere müslüman çoğunluğun ka­leme aldığı kitaplar, yakın dönemde İs­lâm dünyasında ve Batı'da yapılan çalış­malar zengin bir literatür oluşturmuştur. II. (V11I.) yüzyılda telifine başlanan "ma-kâlât" türü eserlerin çoğu zamanımıza ulaşmamıştır. Bu gelenek fırkaların teşekkülünden sonra devam etmiş, her fır­kanın itikadî görüşlerinin tamamını bir­biriyle ve özellikle müslüman çoğunluğun görüşleriyle kıyaslayıp tenkide tâbi tu­tan, diğer dinler ve inanışlardan da söz eden "firak" ve "milel-nihal" türü eserle­rin yazılmasına başlanmıştır. VII. (XIII.) yüzyıla kadar devam eden bu faaliyet, gi­rilen duraklama devri sebebiyle önemli bir gelişme kaydedememişse de yakın dö­nemdeki çalışmalar yeniden bir canlan­ma meydana getirmiştir.



1. Klasik Kaynaklar. Bibliyografik kay­naklarda Hâricîler'den Yemân b. Rebâb'ın Kitâbü'l-Makâlât, Necde b. Âmir el-Ha-nefi'nin el-Makâîe, Hafs b. EşyenYin Ki-tâbü'l-Fırak ve'r-red ''aleyhim, Kalhâ-tî'nin el-Keşf ve'1-beyân gibi eserlerine yer verilmektedir. Son kitabın fırkalarla ilgili bölümü el-Fıraku'1-İslâmiyye miri hilâli'1-Keşt ve'1-beyân adıyla yayımlan­mıştır. 1026Mu'tezile-Zeydiyye mensupla­rından Muhammed b. Şeddâd ez-Zür-kân'ın Kitâbü'l-Makâlât, Hayyâfırı el-/nfişâr 1027Kâ'bî'nin el-Makâlât ü Jsiâmiyye'sinin Mu'tezile'ye ait bölümü 1028 Selef âlimleri de inançlarını ortaya ko­yup muhalifleri reddetmek amacıyla çe­şitli eserler yazmışlardır. Ahmed b. Han-bel'in Kitâbü's-Sünne 1029 ve er-Redcale'z-zenâdıka ve'1-Cehmiyye 1030 Dârimî'nİn er-Red Cale'l-Cehmiyye, 1031Ma-latî'nin et-Tenbîh ve'r-red 1032 İbn Batta'nın eJ-îbâne 1033 gibi kitapları bunlardan bazılarıdır. Mâtürîdİyye âlimlerinin konuyla ilgili te­liflerinden bazıları şunlardır: Mâtürîdî, Kitâbü'l-Makâlât; Necmeddin en-Ne-sefî, Beyânü'l-mezâhib; Ebû Muham­med Osman el-Irâki. el-Fıraku'1-müfte-rika 1034Kemalpaşazâde, Risale fi'1-hrakı'd-dâlle 1035 Akkİrmânî, Risale îî beyâni'1-h-rakı'd-dâlle.1036 Eş'ariyye âlimleri hem fırkalar hakkında bilgi vermek hem de bunların genel İslâmî anlayıştan ayrıl­dıkları noktaları göstermek üzere bazı kitaplar kaleme almışlardır. Bunlar ara­sında Eş'arYmnMakâlâtü'l-İslâmiyyîn'i 1037 Abdülkâhir el-Bağdâdî'nin el-Fark beyne'l-fırak'ı 1038 Şeh-fûr b. Tâhir el-İsferâyînî'nin et-Tebşir fi'd-dîni 1039 Şehristânî'nin el-Milel ve'n-ni-hal 1040 Fahreddin er-Râzînin İ'tikâdâtü fıraki'l-müslîmîn ve'l-müş-rikîrii 1041Şemseddin el-Kirmânî'nİnei-ft-raku'l-îslâmiyye'sl 1042 sayılabilir.

Kerrâmiyye fırkasından Muhammed b. Heysam'in el-Makâle"si, Mürciî-Kerrâ-mî geleneğinden Mekhûl en-Nesefî'nin Kitâbü'r-Red cale'l-bidac ve'J-e/ıvâ'i 1043 İbn Hazm'ın Zahiri mezhebini öne çıkarmak amacıyla kale­me aldığı el-Faşl'ı 1044 ve daha çok Hin­distan'daki mezheplerden bahseden, Keyhusrev-i İsfendiyâr'a izafe edilmekle birlikte müellifi meçhul Debistân-ı Me-zâhib 1045 burada anilmalıdır.

III-VI1. (IX-XIII.) yüzyıllarda yazılan kay­nakların çoğu kaybolmuş, ancak elli civa­rında eser günümüze ulaşmıştır. Mont-gomery Watt. mezhepler tarihçiliği gele­neğinde Eş'arî'ye ait Makalâtü'1-İslâ-miyyîn'i ilk yazılan kitaplardan biri, Şeh­ristânî'nin el-Milel ve'n-nihal"m\ en gözde kitap, Bağdadîye ait el-Fark bey-ne'l-iırak'\ da geleneğin kesin çizgilerle belirlendiği en eski eser olarak niteler 1046 Klasik eserlerin hemen hepsinin bazı ek­siklikler taşıdığı kabul edilir. Bunların ba­şında, çok yönlü bir hareket olarak mezhe­bin teşekkül ve tarihî gelişmesine önem verilmeyip bir kurucudan yola çıkılması ve onun görüşlerinin incelenmesi gel­mektedir. Ayrıca bu eserlerin tasnifi bir­birinden farklıdır. Bağdadî, İsferâyînî ve Şehristânî gibi müellifler kitaplarını sıh­hati tartışmalı olan yetmiş üç fırka hadisine dayandırmışlar, dalâlet fırkalarının sayısını yetmiş ikiye çıkarmak için kendi içinde bile tutarlı olmayan yollara başvur­muşlardır. Diğer taraftan müelliflerin ço­ğu eserlerini fırkalar hakkında sağlıklı bil­gi vermek yerine onları yargılamak için kaleme almıştır. Mezheplerin adlandır­masında da zaman zaman hataya düş­müşler, fırkaların kendilerine verdikleri isimleri değil muhalif kesimlerin adlandır­masını göz önünde bulundurmuşlardır.

2. Mezheplerin Kendi Eserleri. İlk dö­nemlerden itibaren fırkalar görüşlerini temellendirmek, geniş halk kitlelerine ulaşmak ve muhaliflerinin itirazlarını ce­vaplandırmak amacıyla kitap telif etme­ye başlamışlardır. Varlıklarını sürdüreme­yen fırkaların eserleri genelde günümü­ze kadar gelmezken diğerlerinin litera­türü belli Ölçüde zamanımıza İntikal et­miştir. İbnü'n-Nedîm, Haricî âlimlerinin iman, tevhid, kader gibi konularda kale­me aldığı bazı risalelerin isimlerini zik­retmektedir.1047 Var­lıklarını günümüze kadar sürdürebilmiş İbâzıyye fırkası müelliflerinin tarih, iti-kad ve fıkıh konularına dair eserlerinden epeyce bir kısmı neşredilmiştir.1048

Başta Zeydî imamlarının temel eserle­ri olmak üzere mezhep mensubu âlimler çok sayıda kitap telif etmiştir. Seyyid Ah­med el-Hüseynî, Mü^elleîâtü'z-Zeydiy-yeadlı üç ciltlik eserinde 1049 bü­yük çoğunluğu günümüze kadar gelme­yen yahut Yemen kütüphanelerinde yaz­ma halinde bulunan 3346 eseri zikret­mektedir.

İsmâiliyye'nin Fâtımîler dönemi öncesi ve sonrası Nizâriyye ve Müsta'liyye kollan geniş bir literatür oluşturmuştur. İbnü'n-Nedîm ilk dönem İsmâilî müellifleri ve eserleriyle ilgili önemli bilgiler vermek­tedir. 1050Mezhebin önde gelen müelliflerinden Kâdî Nu'mân, CaTer b. Mansûrü'l-Yemen, Ebû Ya'küb es-Sicistânî ve Hamîdüddin el-Kirmânî gibi müelliflerin önemli eserleri neşredil­miştir.1051 Diğer taraf­tan VVladimir Ivanow Ismaİîi Literatüre 1052 ismail K. Poonavvala da Biobibliography of Ismaili Literatüre 1053 adlı eserlerinde bu alandaki literatürle ilgili olarak geniş kaynak tanıtımları yapmışlardır. Dürzî-ler'e ait bazı eserler de ortaya çıkmış ve 1935 yılındaki Dürzî ihtilâlinden sonra basılıp yayılmaya başlamıştır. Fırkanın Emîn Muhammed, Abdullah en-Neccâr, Sâmî Nesîb Mekârim gibi ileri gelenleri­nin eserleri neşredilmiş 1054ay­rıca Abdurrahm an Bedevî, Dürzîler'ce ya­zılan 100'den fazla kitap hakkında bilgi vermiştir.1055 Nusayriyye'nin asırlar boyu gizli kal­mış temel eserleri bölgede siyasî faaliyet­lerde bulunan Fransızlar sayesinde XIX. yüzyılın sonlarında ortaya çıkarılmış; baş­ta mezhebin kutsal kitabi Kitâbü '1-Mec-mûc olmak üzere bazıları neşredilmiştir.1056

İsnâaşeriyye müellifleri çeşitli İslâmî ilimlere dair çok geniş bir literatür mey­dana getirmiştir. Ebû Ca'fer et-Tûsî ei-Fihrist adlı eserinde 1057 kendi zamanına kadar gelen 909 kitap­tan, modern dönemde Muhsin el-Emîn ise A'yânü'ş-ŞFct'smüa yaklaşık 13.000 âlimle bunların eserlerinden bahsetmek­tedir. Hasan es-Sadr, Şiî âlimlerinin te­mel İslâm ilimlerine katkısını ortaya koy­mak amacıyla kaleme aldığı Te'sîsü'ş-Şf a adlı kitabında 1058 her birini bir ilme tahsis ettiği on dört bölüm­de Şiî âlimleri ve eserlerini sıralamıştır. Âgâ Büzürg-i Tahrânî ez-Zerfa adlı geniş çalışmasında 1059 53.510 kitabı tanıt­maktadır.1060

İbnü'n-Nedîm, Mu'tezile âlimlerine çok sayıda eser nisbet ettiği halde bunların pek azı günümüze intikal edebilmiştir.1061 Hayyât'ın el-/n/i-şâr'ı 1062 Kâdî Abdülcebbâr'ın ei-Muğnîsi 1063KâdîAbdÜlceb-bâr'a izafe edilerek yayımlanmış olmakla birlikte öğrencisi Kıvâmüddin Mank-dîm'e ait olduğu da söylenen Şerhu'l-Uşûii'l-hamse 1064gibi telifler bunların en önemlilerindendir. Abdur-rahman Bedevî, Vâsıl b. Atâ'dan başlaya­rak Ebü'l-Hüzeyl el-Allâf, İbrahim en-Nazzâm, Ebû Ali el-Cübbâî, oğlu Ebû Hâ-şim el-Cübbâî ve Kâdî Abdülcebbâr gibi Mu'tezile'nin önemli şahsiyetlerinin gö­rüşlerini sıralarken onların telifleri hak­kında da bilgi vermektedir.1065 Sönmez Kutlu da Mürcie'ye ait Kitâbü'1-İrcâ', irca kaside­leri ve öteki eserleri etraflıca tanıtmıştır.1066

Mâtüridiyye ve Eş'arİyye kelâmcılan asıriar boyu devam eden gelişmelere pa­ralel olarak zengin bir literatür meydana getirmişlerdir. Bekir Topaloğlu, Mâtürîdî çizgisinin ilk mümessili sayılan Ebû Hanî-

fe'den başlayarak İmam Mâtürîdî, Neşe-fî ailesine mensup âlimler. Nûreddin es-Sâbûnî, İbnü'i-Hümâm, Hızır Bey gibi şah­siyetlerin kelâma dair eserlerini zikretmiş1067 Sönmez Kutlu da Mâtürîdî ve Mâtüridiyye kültür çev­resiyle ilgili geniş bir liste hazırlamıştır.1068 Eş'ariyye de Ebü'l-Hasan el-Eş'arî'-nin mahdut eserlerinin yanı sıra Bâkıllâ-nî, İmâmü'l-Haremeyn el-Cüveynî. Şeh-ristânî, Fahreddin er-Râzî, Seyfeddin el-Âmidî, Beyzâvî, Teftâzânîve Devvânîgibi şahsiyetler vasıtasıyla çok sayıda temel eser vücuda getirmiştir.1069

Vehhâbîlikve Kâdiyânîlik gibi hareket­lerin mezhep kurucuları ve diğer Önemli şahsiyetlerine ait eserlerin hemen hemen tamamı neşredilmiş, ayrıca bu akımlara ait bazı temel eserler internet sitelerine yüklenmiştir.



3. Modern Çalışmalar. Modern dönem­de mezheplere ait klasik eserlerin neşri ve tercümesinin yanı sıra mezheplerin oluşumu, fikrî temelleri ve tarihî seyriyle ilgili kitap ve makaleler zengin bir litera­tür meydana getirmiştir. Mezheplere dair çalışmaların XIX. yüzyılın ikinci yansın­dan itibaren başladığı söylenebilir. Önce genellikle şarkiyatçılar tarafından klasik kaynakların neşir ve tercümesine giri­şilmiştir. Şehristânî'nİn Kitâbü'l-Milel ve'n-nihal 1070 İbn Hazm'ın el-Faşl'ı 1071 Bağdâdî'nin el-Far&'ının bir bölümü 1072 aynı eserin Abraham S. Halkin tarafından Moslem Schisms and Sects adıyla İngi­lizce tercümesi 1073 Hayyât'ın el-İntişafı 1074Nevbahtî'ninFjra/cu'ş-Şfa's1075 Malatî'nin et-Tenbîh ve'r-redd'i 1076Eş'aiTnin Makâlâtü'1-îs-lâmiyyîn 1077Nusayrîliğin kutsal metnini teşkil eden Kitâbü'1-Mecmîf 1078 bu neşirlerden bazılarıdır. VVilliam E. Miller de İbnü'1-Mu-tahhar el-Hülî'nin İsnâaşeriyye inançlarını anlattığı el-Bâbü'1-hâdî 'aşer'ini Mik-dâd-ı Fâzıl (Süyûrî) şerhiyle birlikte tercü­me edip yayımlamıştır.1079

Klasik kaynakların ve mezheplere ait temel metinlerin neşir çalışmaları belli bir merhaleye gelince kelâm tarihi, İslâm mezhepleri, fırkalar tarihi gibi isimler al­tında birtakım telif eserler de kaleme alınmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: Ali Mustafa el-Gurâbî, Tûrihu'l-hrakı'l-İslâmiyye ve neş^etü Vmi'l-kelâm Hn-de'1-müslimîn 1080 Abdurrahman Bedevî, Mezâhibü'1-İslâ-miyyîn 1081 Muhammed Ebû Zehre. Târîhu'1-mezâhibi'l-İslâ-miyye 1082 Sâbir Tuayme, Di-rûsât ti'l-hrak 1083 Amîd Abdürrezzâk Mahmûd Esved, eJ-Med-hal ilâ dirâsâti'I-edyân ve'1-mezâhib 1084 İrfan Abdülhamîd, Dirâsâtfi'l-fırakve'l-cakâ'>idi'l-İsIâmiy-ye 1085 Muhammed Halîl ez-Zeyn, Târîhu'l-fırakı'l-İslâmiyye1086 Ali Abdüifettâh el-Mağri­bî, el-Fıraku 'î-kelâmiyyetü '1-İslâmiy-ye 1087 Hüseyin Atvân, el-Fıraku'1-İsîâmiyye fl'ş-şimâli'l-İfri-ki 1088 Mustafa eş-Şek'a, İs­lâm bilâ mezâhib 1089 Ali Mu­hammed Velevî, Târîh-i cİlm-i Kelâm ve Mezâhib-i İslâmî 1090 Albert Nasrî Nâdir, Medhal iîe'I-hrakı'I-İslâ-miyyeti's-siyâsiyye ve'1-kelâmiyye 1091 Fuad Khuri, Imamsand Emirs 1092 Mahmûd Muham­med Mezrûa, Târihu'l-fıraki'l-İslâmiy-ye 1093 Saîd Murâd, ei-Fırak ve'1-cemâ^âtü'd-dîniyye.1094

İzmirli İsmail Hakkı, Muhassalü'1-ke-lâm ve'1-hikme ile 1095 Yeni İlm-i Kelâm 1096 adlı eserlerinde itikadî ve siyasî mezhepler hakkında bilgi vermiş, Yusuf Ziya YÖrükân Darülfünun İlahiyat Fakültesi Mecmu-asj'nda 1097 Şehristânî.klasikmez-hepler tarihi kaynaklarının değerlendiril­mesi ve mezheplerin tetkikinde takip edi­lecek metotla ilgili önemli bilgiler veren iki makale yayımlamış, Yaşar Kutluay, İs-lâmiyette İtikadî Mezheplerin Doğu­şu 1098 ve İslâm ve Yahudi Mezhepleri 1099isimli kitap­ları hazırlamıştır. Bekir Topaloğlu Kelâm İlmi adlı kitabında 1100 mez­heplerin kısa tarihçesi, temel yaklaşım­ları, metotları, kaynakları ve coğrafyası üzerinde durmuştur. Ethem Ruhi Fığla-lı'nın, birçok makale ve çalışması yanın­da günümüze kadar gelen mezheplerle ilgili bilgiler verdiği Çağımızda İtikadı İslâm Mezhepleri adlı eseri basılmıştır.1101

Batı'da yapılan çalışmalar arasında Ju-Üus Wellhausen'ın Die Religiös-politis-chen Oppositionsparteien im aiten is­lam 1102 adlı eserinde siyasî mezheplerin doğusuyla ilgili bil­giler yer almaktadır. Ignaz Goldziher'in Vorlesungen über den Islam'mm 1103 beşinci bölümü itikadı ve siyasî mezheplere tahsis edilmiştir. İslâ­miyet hakkında da geniş bilgiler verilen Religion in the Middle Ecıst adlı eserin 1104 II. cildinde İsnâaşeriyye, Zeydiyye, İbâzıyye, İsmâilİyye, Dürzîlikve Kâdiyânîlik gibi mezhepler hakkında makaleler bulun­maktadır. W. Montgomery Watt'ın bilhas­sa The Formative Period of Islamic Thoughtaöh eseri 1105mezhepler ta­rihi alanında önemli bir İncelemedir. Wil-fred Madelung'un Mâtürîdiyye, Mürcie, İmâmiyye Şîası, İsmâilİyye gibi mezheplerle ilgili makalelerini bir araya getirdiği eserle 1106Josef van Ess'in İslâm'ın ilk dönemlerindeki rtikadî ve fikrî hareketlere dair geniş bilgiler ve­ren külliyatı da 1107kayda değer çalışmalardır.

Bunlardan başka birbiriyle ilişkili birkaç mezhebi yahut tek bir mezhebi inceleme konusu yapan ve literatürünü tanıtan ça­lışmalar da oldukça fazladır. Gittikçe zen­ginleşen bu literatür ansiklopedi madde­leri, tez çalışmalarıyla özel incelemelerde ve müstakil kitapların bibliyograflarında görülmektedir. Mezheplerin doğuşu, tas­nifi, kurucuları, gelişimi, temel metinle­rinden bazı risalelerinin neşri, literatürü vb. konularda İslâm dünyasında ve Batı'­da yayımlanan birçok makale yanında mezheplerle İlgili ansiklopediler de bu­lunmaktadır. Bu alanda meydana getiri­len ansiklopedilerin önemlileri şunlardır: Arif Tamir, Mıfcemü'l-fırakı'l-İslâmiyye 1108Muhammed Cevâd Meşkûr, Mevstfatü '1-hrakı'l-İslâmiyye 1109 Abdülmün'imel-Hif-nî, MevsûQatü'l-firak ve'1-cemâ'ât ve'l-mezâhibi'l-İslömiyye1110 İsmail el-Arabî, Mıfcemü'l-fırak ve'1-mezâhibi'l-İslâmiyye.1111

Bibliyografya :

Bağdadî, Mezhepler Arasındaki Farklar{trc. Ethem Ruhi Fıglalı), Ankara 1991, tercüme ede­nin önsözü, s. XIII-XV1I; İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist (Teceddüd), s. 201-247; Taşköprizade, Miftâ-hu's-sa'âde, I, 322-324; Abdurrahmarı Bedevi. Mezâhİbü'l-İslâmiyyîn.Beyrut 1973,1, 73-484; U.427-440, 516-546; W. Montgomery VVatt, İs­lâm Düşüncesinin Teşekkül Deuri (trc. Ethem Ruhi Fığlalı), Ankara 1981, s. 1-7; Bekir Topa-loğlu. Kelâm İlmi: Giriş, İstanbul 1981, s. 23-35, 125-138; Ethem Ruhi Fığlalı, İbâdiye'nİn Doğuşu oe Görüşleri, Ankara 1983, s. 9-18; a.mlf., "İbâzıyye", DİA, XIX, 261; M. Momen. An Introduction Shi'i İslam, London 1985, s. 345-361; Ali Abdülfettâh el-Mağribî, el-Fıraku 7-kelâmİyyetü'l'İslâmiyye, Kahire 1407/1986, s. 278-284; Ali Ekber Ziyâî, Fihrisü meşâdiri'i-fı-rakt'l-İstâmiyye, Kum 1415,1, 8-50; II, 9-161; Farhad Daftary, Mediaeual !sma'ili History and Thought, Cambridge 1996, s. 1 -17; Abdullah el-Garîfî, et-Teşeyyu', Dımaşk 1417/1997, s. 773-828; Sönmez Kutlu. Türkler'İn İslâmlaşma Sü­recinde Mürcie ve Tesirleri, Ankara 2000, s. 1-18; a.mlf., "Ebû Mansûr el-Mâturîdî ve Maturi-di Kültür Çevresiyle İlgili Bibliyografya", İmam Mâturtdî ue Maturidiiik (haz Sönmez Kutlu). Ankara 2003, s. 385-432; Amr Halîfe en-Nâmî. Dirasât 'ani'i-İbâzıyye (trc Mîhâîl Hûrî), Bey­rut 2001, s. 308-322; A. Bülent Ünal, "Türkiye'­de İslâm Mezhepleri Tarihi Çalışmalarına Ba­kış", Ethem Ruhi Fığlah'ya Armağan, Ankara 2002, s. 326-335; K. Lewinstein, "Doğu Hanefi Firak Geleneği Üzerine Notlar" (trc. Sönmez Kutlu - Muzaffer Tan), İmam Mâtundı oe Matu-ridi7ı/c(haz. Sönmez Kutlu), Ankara 2003, s. 89-118; H. Ritter, "Philologika III, Muhammeda-nisehe Hâresiographien", isi, XVIII (1929), s. 35-59; J. van Ess, "Biobiblİographİsche Notîzen zur Islamischen Theologie", WO, XVI (1985), s. 128-135; Mustafa Öz, "Dürzîlik", DİA, X, 47; a.mlf. - Mustafa Muhammed eş-Şek'a. "İsmâi­lİyye", a.e., XXIII, 132-133; İlyas Üzüm, "İsnâ­aşeriyye (Literatür)", a.e-, XXIII, 149-153. İlyas Üzüm



Fıkıh.

Hz. Peygamber'in sağlığında dinî hayata ve hukukî ilişkilere dair me­selelerin çözümü için içtihada başvurul-sa da neticede bu çözümler vahyin kont­rolü altında bulunuyordu. Onun vefatıyla birlikte bu imkân sona erdiği gibi İslâm coğrafyasının genişlemesi sebebiyle ieti-hadî meselelerin sayısında Önemli bir ar­tış ortaya çıktığından ietihad faaliyeti ye­ni bir ivme kazanmıştır. Daha Resûluliah hayatta iken bile farklı eğilimlere sahip olduğu bilinen ve ietihad hususunda temayüz etmiş bulunan sahâbîlerin bu dö­nemde farklı sonuçlara ulaşması tabii idi. Hz. Peygamber'in bazı konulardaki söz­lerinin ve uygulamalarının bir kısım sahâbînin bilgisi dışında kalması yahut ondan duydukları veya gördüklerini unutmaları da sahabe arasındaki görüş ayrılıklarının ortaya çıkmasına sebep olabiliyordu. Müslüman nüfusun bulunduğu değişik merkezlere dağılan âlim sahâbîler, bura­lardaki müslümanlara İslâmiyet'i hem te­orik hem de uygulamalı olarak öğretiyor­lardı. Bunların etrafında çok geçmeden, sadece karşılaştıkları meseleleri danış­makla yetinmeyip mesailerini onlara ta­lebe olmaya hasreden, nasların anlaşıl­ması ve olayların tahlil edilip değerlendi­rilmesi konusunda onların yaklaşımını koruyan, başkalarına aktaran ve öğreten tabiî âlimleri yetişmiştir. Bunların bulun­duğu ilim merkezlerinde, sağlam kabul edilen sünnet malzemesi ve benimsenen ietihad yöntemleri yanında kaza ve fetva alanında ortaya konan sonuçlar ve toplu­mun pratikleri bakımından da farklılaş­malar görülüyordu.1112 Bu farklı­laşmaların bir ekolleşme halini aldığı I ve II. (VIl-VIil.) yüzyıllarda en belirgin ihti­lâflar Irak (Küfe) ve Hicaz (Medine) âlimleri arasında meydana gelmiştir. Hicâziyyûn (Ehl-i Hicaz) ve Irâkıyyûn (Ehl-i Irak) olarak anılan ekolleşme daha ziyade, hüküm istinbat ederken hadise ve re'ye dayanma konusundaki farklı anlayışları ve bunlara dayalı fıkhı birikimleri ifade ediyordu. Bu ekoller arasında etkileşim olsa da Irak'ın Hicaz'a tesiri daha fazla olmuş ve Medine ekolünün doktrin bakımından gelişmesi çok defa Küfe ekolünün gerisinde kal­mıştır. Tebeu't-tâbiîn nesli âlimleri ara­sındaki fıkhî ayrılıklar da öncelikle içinde yaşadıkları ilim merkezlerinin fıkhî biri-kimlerindeki farklılıklara dayanıyordu. Nitekim bu devirde Kûfe'deki en Önemli ilim halkasına sahip olan Ebû Hanîfe, bu­rada sahabe neslinden itibaren oluşan müktesebâtı ve gelişen fıkhî düşünce tarzını, Medine'nin imamı olarak tanınan Mâlik b. Enes de bu şehirde teşekkül et­miş fıkhî birikimi esas almıştır. Ebû Ha­nîfe ve Mâlik b. Enes'in ilim halkaları ve gerçekleştirdikleri fıkhî faaliyet fıkhın müstakil bir disiplin haline gelme süreci­ne girdiğini gösteren özellikler taşır.

II. (VIII.) yüzyılın ortalarından itibaren fıkıh kavramları ve meseleleri hakkında kapsamlı çalışmalar yürüten Ebû Hanî­fe, Süfyân es-Sevrî, Leys b. Sa'd, Abdur-rahman b. Amr el-Evzâî, Mâlik b. Enes, Muhammed b. İdrîs eş-Şâfiî, Ahmed b. Hanbel, Dâvûd ez-Zahirî, Ebû Sevr ve Muhammed b. Cerîr et-Taberî gibi fakihler, aynı zamanda kendi görüş ve çalışmala­rını düzenli biçimde takip ve kaydeden ilk ders halkalarına sahip kişilerdir. Bun­lar, kendi fıkhı faaliyetlerini tartışarak öğrenen ve fıkıhta derinleşmeyi hedefle­yen talebelere sahip olmanın yanı sıra bu­lundukları şehirlerin sınırlarını aşan şöh­rete ulaşmış ve geniş kitleler tarafından fetvaları uygulanan müctehidlerdi. Bir süre sonra çoğu mezhep imamı olarak anılacak olan bu müctehidler, aynı za­manda fıkhî hüküm üretme sürecini be­lirlemek ve metodolojik bir düzene sahip kılmak amacıyla ilk sistematik çalışmaları gerçekleştirmişlerdir. Tabiîn döneminde ortaya çıkan ehl-İ hadîs ve ehl-i re'y kav­ramları, kaynak ve metot anlayışına dair eğilimleri birbirlerine nisbetle ayrıştıran kavramlar olup belirli bir bölge veya top­luluğun çalışmalarına hâkim metodoloji­leri ifade etmiyordu. Halbuki sözü edilen müctehidler kaynakların hücciyet değer­leri, bunlardan hüküm çıkarırken izlene­cek metotlar hakkında kapsamlı ve sis­tematik görüş ve anlayışları temsil edi­yorlardı. Bu müctehidlerin yaklaşımlarını esas alan talebeleri de olayların tabii akışı içinde bu temsil özelliğine ortak olmuş­lardır. Meselâ Ebû Hanîfe'nin talebesi Mu-hammed b. Hasan eş-Şeybânî Kitâbü'l-Âşâr'ında sıkça, "Bu Ebû Hanîfe'nin görü­şüdür ve biz de onu kabul ettik" demek­teydi (I, 13. 14, 24, 34, 36, 43). Mezhep imamı olarak anılan müctehidlerin bazı talebeleri hocalarının halkasında ortaya çıkan fıkhî görüşleri kayda geçirmiş, ar­dından gelen neslin âlimleri, bunları o dö­nemde teşekkül etmeye başlayan fıkıh usulünün dili ile yeniden ifade etmeleri yanında yeni gelişmeler ışığında değer­lendirmek suretiyle daha sonra ortaya çıkan meselelerle ilgili fetvalarına ve -kadı tayin edilenler- kazâî kararlarına yansıt­mışlardır.

Erken dönem fıkıh kaynaklarında ge­çen bazı ifadeler, II. (VIII.) yüzyılın ikinci yansında belirli bir fıkhî birikimi ve gele­neği temsil eden fakihler etrafında kü-meienerek bir fıkıh doktrinine mensubi­yetin teorik olarak dile getirilmeye baş­landığını göstermektedir.1113 II. yüzyılın ortalarından itibaren çeşitli fa­kihler etrafında oluşan bu zümreleşme sürecine sözlü ve yazılı tartışmalarda "ashâbü Ebî Hanîfe", "ashâbün mine'1-Ha-nefiyye", "Hanefiyyûn" gibi ifadelerle atıfta bulunulurken IV. (X.) yüzyıldan itiba­ren Hanefî, Mâlİkî gibi kelimelere mezhep kavramının izafe edildiği ve artık ke­sin bir ayrışmanın gerçekleştiği görül­mektedir.1114 Fıkıh muh­tasarları yazılması, mezhep imamlarının eserleri üzerine kapsamlı şerhler yapıl­ması, küllî kaidelere ulaşılması ve fıkıh usulü eserleri kaleme alınması, mezhep imamları ve talebelerinin fıkhî görüşleri­nin yeni meselelere uygulanması yöntem­lerinin belirlenmesi çalışmalarının ilk ör­neklerine rastlanan, yine aynı mezhebe bağlı fakihlerin reisi olarak nitelenen ilk simaların ortaya çıktığı bu yüzyılda, fıkıh mezheplerinin toplumla ilişkilerinin yeni bir döneme girdiği ve mezhebe intisap kavramının sınırlarının kesinliğe kavuş­tuğu anlaşılmaktadır. Genellikle mezhep olgusunu izah eden âmiller ile özellikle fıkıh mezhepleri bakımından önem taşı­yan ve baştan beri ictihad farklılıklarının temelini oluşturan ilmî gerekçeler yanın­da, müctehid imamların seçkin talebeleri tarafından onların ictihadlarını sistema­tik biçimde derleyip temellendiren çalış­malar yapılması, hukuk emniyetinin sağlanması ihtiyacı ve bazı mezhepler arasın­daki rekabeti körükleyen siyasî, sosyal ve kültürel âmiller fıkıh mezheplerinin ve mensuplarının kesin hatlarla ayrışması sürecini hızlandırmıştır.



Fıkıh mezheplerinin istikrar kazanma­sının temelinde yer alan en etkili sebebin ise hukuk güvenliğinin sağlanması oldu­ğu söylenebilir. Şöyle ki: Bilhassa Hz. Pey-gamber'in içtihadı teşvik eden söz ve ta­vırlarının etkisiyle baştan beri İslâm top­lumunda ictihad hürriyeti ilkesi benim­sendiğinden sahabe ve tabiîn dönemle­rinde müslümanlar karşılaştıkları dinî meseleler hakkında kendi bölgelerinde yaşayan âlimlerin verdikleri cevaplara gö­re hareket ediyor, hâkimler de önlerine getirilen hukukî ihtilâflar! daha çok bu­lundukları bölgenin kazâî teamüllerine göre, bunun mümkün veya uygun olma­dığı durumlarda ya kendi ictihadları veya uydukları müctehidlerin ictihadları doğ­rultusunda çözüyorlardı. İctihad müesse­sesinin gelişmesi açısından olumlu ola­rak değerlendirilebilecek böyle bir uygu­lama sonunda bazan her yönden birbiri­ne benzeyen meseleler hakkında zıt hü­kümler verilebiliyordu. Özellikle tabiîler­den sonra aynı anda ve aynı konu hakkın­da bir şehrin farklı mahallelerinde farklı hükümler verildiği oluyordu. Aslında, farklı ülkelerde veya aynı ülkede olmakla be­raber farklı zamanlarda birbirine zıt hu­kukî hükümlerin herkese uygulanması halinde -taraflardan biri mahkeme kara­rını kendisi için ağır bulsa bile- söz konu­su hükümlerin kişilerin adalet duygularını rencide etmeden varlıklarını sürdürmesi mümkündür. Ayrıca bir meselede delil ve yorum farklılığı sebebiyle birbirine zıt iki çözümü ilmî açıdan izah etmek de güç olmayabilir. Ancak aynı toplumda yaşa­yan fertlere aynı konuda farklı hükümle­rin uygulanması kısa süre içerisinde çe­şitli sakıncalar meydana getirir ve hukuk anarşisine yol açar. İslâm toplumunda gö­rülen bu ictihad hürriyetinin hukuk güvenliğini sarsmaması için daha Emevîler döneminde bir girişimde bulunulmuş, Basra'da Humeyd et-Tavîl, Halife Ömer b. Abdülazîz'e yargı birliği sağlamasını teklif etmiş, halife de görüş ayrılıklarının bulunmasını normal karşılamakla bera­ber yönetimi altındaki eyaletlere mektup­lar göndererek kendi bölgelerinin fakih-lerinin ittifak ettikleri hükümlere göre karar vermelerini emretmiştir.1115 Böylece en azından şâz görüşler bir kenara bırakılmış ve her bölgenin en yaygın görüşü o bölgenin ic-mâı olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Fakat hukukî ihtilâfların ülke genelinde hukuk birliği esasına göre çözülmesi sağ­lanamadığından kısa bir süre sonra Ab­basî Halifesi Ebû Ca'fer el-Mansûr'a bir rapor sunan İbnü'l-Mukaffa', birbirine zıt görüşlerin mahkemelerde hükme esas teşkil ettiğine ve bunun hukuk anarşisine yol açtığına dikkat çekip hukuk güvenli­ğinin sağlanması amacıyla devlet eliyle ictihadların derlenmesini ve aralarından en uygunu seçilerek yaptırım gücüne ka­vuşturulmasını teklif etmiştir.1116 Bunun üzerine ha­life İmam Mâlik'in el-Muvaüa'mı kanun metni haline getirmeye teşebbüs etmiş, ancak Mâlik İctihad hürriyetini kısıtlaya­cağı endişesiyle bu öneriyi kabul etme­miş ve halifeye çeşitli bölgelerde yaşa­yan insanların benimsediği hukuk kural­larına müdahale etmemesini önermiş­tir. 1117Ancak hu­kuk güvenliğine duyulan İhtiyaç zama­nın ilerlemesiyle kendini daha fazla his­settirmiş ve müslüman toplumlar hukuk birliğinin ve hukuk güvenliğinin sağlan­ması ihtiyacını, belirli bir fıkıh mezhebini esas alıp ona kanun misyonu yüklemek suretiyle karşılama yoluna girmiş, bu da mezheplerin yerleşmesi olgusunu ortaya çıkarmıştır Dönmez, Ni­tekim V. (XI.) yüzyıl âlimlerinden Mâver-dî'nin aktardığına göre kadının müntesi-bi olduğu mezhebin dışında bir mezhebe göre hükürn veremeyeceğini iddia eden fakihler, bunu desteklemek üzere artık mezheplerin istikrara kavuştuğu ve ge­rek mezhep mensupları gerekse kendi­sine uyulan imamların belirli hale geldiği gerekçesine dayanmaktaydı. 1118Her mezhe­be mensup fakihlerin kendi düşünce ve metodolojilerinde sistematik bütünlük ve tutarlılık kontrolü için yaptığı çalışma­ların bu sürecin pekişmesine katkı sağ­laması tabiidir. Öte yandan fıkhın sadece hukuk alanını değil kişinin Allah'a karşı vecîbelerini de düzenlediği dikkate alınır­sa bir mezhebe bağlanmanın müslüman fertlerin dinî hayatlarında da (İbadet ve helâl-haram konularında) kendi içinde tu­tarlı birtakım kurallar bütününü uygula­ma imkânı sağlama açısından önemi in­kâr edilemez. Zira hukuk birliğinin olma­dığı bir ülkede farklı farklı hükümler uy­gulanarak bir hukuk anarşisi yaşanması ne kadar rahatsız edici ise kişinin ikna edici haklılık gerekçeleri bulunmaksızın dinî yaşantısını değişken veya herhangi bir ölçüden mahrum kurallara göre şe­killendirmesi de o kadar hatta -mahkeme kararlarında olduğu gibi dünyada olup biten bir hesaplaşma ile sınırlı olmadığı için- daha çok rahatsız edicidir. Dolayısıy­la fıkıh mezheplerinin yerleşmesinde bu âmilin etkisini dikkate almak gerekir.1119

Fıkhî mezhepler arasındaki farkların ilk dönemlerden itibaren birçok çalışma­ya konu edilmesine ve bu hususta bir te­lif geleneği meydana gelmesine karşılık 1120 fıkıh mezhebi kav­ramı özel bir incelemeye tâbi tutulma­mıştır. Geç dönem müelliflerinden Şehâ-beddin el-Karâfi, fıkıh mezhebini (sade­ce "mezhep" kelimesini kullanarak) "her­hangi bir müctehide has fürû ile ilgili ve içtihada dayalı şerl hükümlerle yine ken­disine özgü olarak bunların gerçekleşme­sinde sebep, şart ve manii saydığı du­rumlar ve benimsediği İspat vasıtaları" şeklinde tanımlar.1121 Fıkıh mezhebi, bu tarifte görüldüğü gibi ge­nellikle bir müctehide ait fıkhı görüşlerin ve dayanaklarının toplamı şeklinde algı-lansa veya Batıiılar'ın bazı çalışmalarında olduğu gibi fakihlerin oluşturduğu top­luluk şeklinde takdim edilse de gerçekte bu kavram müntesipleri, literatürü, fet­va, kaza ve fıkıh eğitimi alanlarındaki etkileri başta olmak üzere fert ve toplum içindeki yeri ve tarihiyle bu çerçeveyi ol­dukça aşan bir birikimi ve temelini fıkhî bilgi elde etme sürecinin teşkil ettiği çok boyutlu bir müesseseyi ifade eder.1122 Bir fıkıh mezhebinin oluşması ve yaşaması için akademik şartların var­lığı yeterli olmayıp toplumsal tabanın ve desteğin bulunması da zaruridir. Nite­kim müstakil fıkıh doktrinine sahip bazı fakihler etrafında yeterli zümreleşme ve mensubiyet duygusu oluşmayınca bun­lar mezhep niteliğini kazanamamış, ba­zıları ise bu niteliğe sahip olduktan bir süre sonra sosyolojik tabanı eridiğinden hayatiyetini yitirmiştir.



Yayılış âmilleri çeşitli ve çok boyutlu ol­makla birlikte mezheplerin esasını teşkil eden mezhep imamı ve müctehid tale­belerinin fıkhî faaliyetlerini sürdürdükleri coğrafyanın bu yayılma sürecinde önce­likli bir role sahip olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Küfe fıkhını tevarüs eden Ebû Hanîfe ve talebelerinin çalışmaları üzerin­de oluşan Hanefî mezhebi, II. (Vlil.) yüz­yılda Irak bölgesinin hem kültürel hem toplumsal açıdan hinterlandı sayılan Ho­rasan ve Mâverâünnehir'de, Medine fık­hını tevarüs eden Mâlik b. Enes ve tale­belerinin çalışmaları üzerinde teşekkül eden Mâliki mezhebi de Hicaz bölgesinin hinterlandı sayılan Kuzey Afrika ve Endü­lüs'te yayılmıştır. Bunlardan sonra ortaya çıkan Şafiî ve Hanbelî fıkıh çevreleri mez-hepleştikleri zaman anılan coğrafyalar­da geniş kitlelere sahip olamamıştır. Bir mezhebin belirli dönemlerde devletin desteğini almış olması, bir mezhebin eğilim ve ilkeleriyle belirli bir bölgenin kül­türünün ve sosyal yapısının uygunluk ar-zetmesi gibi sebeplerin mezheplerin tu­tunması ve yayıfması âmilleri arasında önemli yer tuttuğu göz ardı edilmemeli­dir. IV. (X.) yüzyıldan günümüze kadar Sünnî müslüman dünyasının büyük ço­ğunluğuna "dört mezhep" (mezâhib-i er-baa) diye meşhur olan ve sırasıyla Ebû Ha­nîfe, Mâlik b. Enes, Muhammed b. İdrîs eş-Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel'e nisbet edi­lerek anılan Hanefî, Mâliki, Şafiî ve Han­belî mezheplerinin hâkim olduğu, fetva, kaza ve eğitim müesseselerinin bu mez­heplerin etkisinde bulunduğu görülmek­tedir. Müslüman toplulukların giderek söz konusu dört mezhepten birine inti­sap etme sürecinde Evzâiyye, Zâhiriyye ve Taberiyye gibi mezhepler çok dar sı­nırlar içinde olsa da varlığını sürdürmüş­tür. II. (VIII.) yüzyılda geniş fıkıh halkala­rına sahip olan ve dönemlerinde belirli müslüman topluluk ve coğrafyalar üze­rinde etkili bulunan Süfyân es-Sevri. Leys b. Sa'd. Süfyân b. Uyeyne, İshak b. Râhû-ye gibi müctehidlerin çevresinde gelişen fıkıh çalışmaları ise mezhep haline gele­memiş, bunların İctihadları fakihler ara­sında tartışılan görüşler olarak kalmıştır. Sünnî olmayan müslüman çevrelerde or­taya çıkan fıkıh mezhepleri de fıkhın kav­ramlaşması, sistematize edilmesi, lite­ratürünün gelişmesi, mezheple fert ve toplum arasındaki intisap ilişkileri bakı­mından Sünnî mezheplerin geçirdiği sü­reçlerden geçmiş ve onlara benzer yapı­lar sergilemiştir. Bunlardan Zeyd b. Ali'ye nisbet edilen Zeydiyye, Ca'fer es-Sâdık'a nisbet edilen Ca'feriyye (İmâmiyye, İsnâaşe-riyye) ve Abdullah b. İbâz'a nisbet edilen İbâzıyye mezhepleri günümüze kadar ha­yatiyetlerini devam ettirmişlerdir. Sünnî fıkıh mezhepleri farklı kelâm anlayışları üzerine İnşa edilmiş fıkhî farklılıkları tem­sil etmez. Bu mezheplerin imamları ke­lâm sahasında da görüş ve telakkilere sa­hip olmakla birlikte her mezhebin men­suplarının aynı kelâm mezhebine men­sup olduğu söylenemez. Nitekim tarih boyunca bütün Hanbelîler ehl-i hadîsin akaid anlayışına, bütün Şâfiîler Eş'arîliğe bağlı kalmamış, Mu'tezilî ve Eş'arî Hanbelîler, yine Mu'tezilî ve ehi-i hadîs Sele-fîliğine mensup Şâfiîler de var olmuştur. Yine irca anlayışı ve IV. (X.) yüzyıldan son­ra Mâtürîdîlik, Hanefîler arasında yaygın­lık kazanmışsa da bu mezhebin önemli simaları içinde VII. (XIII.) yüzyılı kadar birçok Mu'tezilî âlime rastlanmaktadır.1123 Sünnî olmayan fıkıh mez­hepleri ise büyük ölçüde Sünnî olmayan bazı kelâm mezhepleri üzerinde temel-lenmiş yapılardır. Nitekim Zeydî, İmâmı. İbâzî mezhepleri bu adla anılan kelâm mezhepleri çerçevesinde gelişmiş fıkhî tecrübeleri temsil eder.

Erken dönem fıkıh çevrelerinde ve ar­dından teşekkül eden mezheplerin ders halkalarında yetişen öğrenciler yaşadık­ları bölgelerin bir yandan fetva ve kaza makamlarında bulunmuşlar, öte yandan yüksek hukuk kültürünü şekillendirmiş­lerdir. Fıkıh fert ve toplum hayatının he­men her alanını kapsadığından fıkıh mez­heplerinin İslâm toplumu üzerindeki et­kileri siyasî, itikadî ve tasavvufî zümre-leşmelere nisbetle daha güçlü olmuştur. Hatta fıkıh mezheplerinin bazı konular­daki görüş ayrılıklarının bunların hâkim olduğu müslüman topluluklarının farklılaşmasında önemli rol oynadığı, meselâ Hanefî mezhebinin yaygın olduğu coğrafyadaki vakıf müesseselerinin Mâliki mezhebinin yaygınlaştığı yerlerdekilere göre farklı tezahürleri bulunduğu ve bu­nun da söz konusu bölgelerdeki bayın­dırlık hizmetlerini ve ekonomik yapıyı et­kilediği görülmektedir. Fıkıh mezhepleri mensuplarının hukukî, siyasî ve coğrafî bakımdan etki alanlarını genişletme is­teklerinin çok defa mezhepler arası barış ortamını zedeleyerek ilişkilerin gerginleş­mesine sebebiyet verdiği bir gerçek ol­makla birlikte bu mezheplerin İslâm ta­rihi boyunca gerek ferde gerekse toplu­ma en baskın kimliği sağlayan kurumlar olduğu ve diğer toplumsal kimlikleri de belirlediği göz ardı edilmemeli, dolayısıy­la farklı mezhep mensupları arasındaki bütün çekişmelerin fıkhî görüş ayrılıkla­rına dayandığı sanılmamalidır. Özellikle Haçlı seferleri ve Moğol istilâsı öncesinde fıkıh mezheplerine İntisabın sık sık top­lumsal bölünme ve çatışmaların konusu haline gelmesi ve farklı fıkıh mezhepleri­ne bağlı grupların bazan silâhlı mücade­leye varan kavgaları ilk bakışta mezhep taassubunun tezahürleri olarak görünse de astında bu bölünme ve çatışmalar fıkhî ihtilâflardan kaynaklanmamış, fıkıh mez­heplerine intisabın İslâm medeniyeti ta­rihinde itikadı mezhepleri aşarak ferdi ve toplumu tanımlayan en önemli kimlik ol­masından ötürü birçok çatışmada taraf­lar mensup oldukları fıkıh mezhepleriyle tanımlanmıştır. Meselâ Hanefî ve Şâfiîler arasında IV. (X.) yüzyıldan VI. (XII.) yüzyı­la kadar Nîşâbur şehrinde süren meşhur mücadelenin ardında fıkhî ihtilâflar yat­mıyordu. Bu dönemde Nîşâbur'daki Ha-neffler itikadda Neccâriyye fırkasına men­sup, İslâm'a nisbeten daha önce girmiş ailelerden gelen, şehrin birçok idarî ve kazâî makamını elinde tutan kişilerden müteşekkil iken Şâfiîler itikadda Eş'ariy-ye mezhebine mensup, İslâm'a daha son­ra girmiş ailelerden gelen kişilerden olu­şuyordu. 1124Nîşâbur'daki bu çatışmanın taraflarını aynı zamanda şehrin özerk idaresini destekleyenlerle Selçuklu merkezî idaresini destekleyen­ler olarak ayırt etmek de mümkündür. Öte yandan müfredatının temelini fıkıh eğitiminin teşki! ettiği medreselerin or­taya çıkışının baz: fıkıh mezheplerinin müntesipleri arasındaki mücadele ile ya­kından ilişkili olduğu bilinmektedir. Nite­kim Bağdat Nizamiye Medresesi'nin ku­ruluşu bu şehirdeki Hanbelîler ile Şâfiîler arasındaki mücadelenin bir parçası ola­rak görülmüştür. Hangi gerekçe ile olursa olsun, İslâm tarihinde yaşanan mezhep kavgaları müsiümanlann iç bünyelerin­de büyük zafiyetlere yol açmış ve bu du­rum İslâm medeniyetinin duraklamasına sebep olmuştur.1125

İslâm tarihinde siyasî iktidarlar umu­miyetle hâkim oldukları topraklarda meri hukuk haline gelen mezhepleri tanımış ve desteklemiştir. Nitekim Endülüs ve Kuzey Afrika'ya hâkim devletlerin Mâliki mezhebini, Mâverâünnehİr'e hâkim dev­letlerin Hanefî mezhebini desteklediği görülmektedir. Hatta Şiî Fâtımîler gibi İslâm'ın belirli bir yorumunun temsilcisi olan iktidarlar bile Sünnî fıkıh mezheple­rinin varlığına ve toplum tarafından uy­gulanmasına engel olamamışlardır. Fıkıh ve tarih kaynaklan, özellikle V (XI) ve VI. (XII.) yüzyıllarda İrak ve Horasan gibi bir­den fazla mezhebin bir arada yaşadığı bölgelere hâkim olan iktidar sahiplerinin bir mezhebe karşı diğer bir mezhebi des­teklediklerine dair bilgilere yer vermekle beraber söz konusu desteğin başta siyasî mücadele olmak üzere fıkıh dışındaki se­beplerle gerçekleştiği söylenebilir. Nite­kim söz konusu asırlarda Selçuklu vezir­leri Kündürî'nin Horasan'da Hanefîler'i ve Nizâmülmülk'ün Irak'ta Şâfiîler'i destek­lemesi, buna karşılık Abbasî halifelerinin Selçuklu idaresine karşı Bağdat'taki Han-belîler'le ilişki içinde olması hadiselerin­de, adı geçen kişilerin fıkhî sâiklerle ha­rekete geçerek nasları anlama ve fıkhî meselelere çözüm getirme hususunda destekledikleri mezhepleri diğer Sünnî fıkıh mezheplerinden üstün gördüklerin­den dolayı bir mücadele başlattıklarını ileri sürmek hayii zordur.

Topluma hâkim olan dört Sünnî fıkıh mezhebini eşit derecede meşru kabul eden anlayışın giderek yaygınlaşması ve kurumlaşması neticesinde özellikle VI. (XII.) yüzyıldan sonra siyasî iktidarların bir mezhebin aleyhine faaliyetleri büyük ölçüde azalmıştır. Memlükler devri Mı­sır'ında dört mezhepten her biri için bir mahkeme kurulması. Moğol istilâsının ardından siyasî iktidarlarla mezheplerin arasındaki ilişkinin keyfiyetini göstermektedir. Aynı dönemde başta Mescid-i Ha­ram ve Mescid-i Nebevi olmak üzere Şam Emeviyye Camii gibi birden fazla mezhep mensubunun yaşadığı merkezlerde dört mezhebin her biri için tayin edilmiş imam­larla ayrı cemaatler halinde namaz kılın­ması ve yine her bir mezhep için tahsis edilmiş bölümlerin bulunduğu medrese­lerin inşa edilmesi, farklı mezheplere mensup topluluklar arasındaki ilişkinin kavuştuğu istikrarı gösteren dikkat çekici misaller arasındadır.

İslâmiyet'le İlk tanışmaları Emevîier dö­nemine rastlamakla beraber müslüman Arap ordularıyla birlikte 751 yılında Çin-liler'e karşı yaptıkları Talaş Savaşı'ndan sonra Türkler arasında İslâmiyet hızla ya­yılmaya başlamış ve müslüman olan Türk-ler'in büyük çoğunluğu Hanefî mezhebi­ni benimsemiştir. 940 yılında İslâm'ı res­mî din olarak kabul eden ilk Türk devleti Karahanlılar'ın Buhara, Semerkant, Üs-rûşene, Soğd ve Serahs gibi büyük şehir­leri birer İslâmî ilimler merkezi haline ge­tirmeleri bu bölgelerde Hanefîliğin kuv­vetlenmesi yanında doğunun ve özellikle Mâverâünnehir geleneğinin bir bütün ola­rak Hanefî mezhebi içerisinde açık hâki­miyetini sağlamıştır. Bu dönemde Türk-ier arasında istikrar buian Hanefî anlayış ve uygulaması Selçuklular tarafından de­vam ettirilmiştir. Selçuklu sultanlarının Hanefî mezhebine mensup olmaları se­bebiyle devlet öncelikli olarak Hanefîler'e. ardından Selçuklu coğrafyasında ikinci büyük kitleyi oluşturan ve bürokraside büyük ağırlığa sahip bulunan Şâfiîler'e eğitim ve yargı faaliyetleri, bürokratik görevlere yapılan tayinler ve cami inşası gibi konularda her türlü desteği sağla­mıştır. :

Moğol istilâsından sonra yeniden şe­killenen İslâm toplumunda ortaya çıkan Osmanlı Devleti de dönemin diğer İslâm devletleri gibi hâkimiyeti altındaki Sünnî toplulukların kendi mezheplerini tedris ve tatbik etmelerine müdahale etmemiş­tir. Devletin merkez bölgeleri olan Ana­dolu ve Rumeli'de gerek toplumda ve yüksek kültürde gerekse kaza ve fetva müesseseleriyle medrese müfredatların­da Hanefî mezhebinin hâkim olmasına ve uzun bir süre bu mezhebin Osmanlı Dev-leti'nin resmî mezhebi sayılmasına rağ­men başka mezheplere mensup olan bölgelerde o bölge halkının mezhebine göre fetva verildiği ve medrese eğitimi yapıl­dığı da göz ardı edilmemelidir. Osmanlı Devleti bu bölgelere Hanefî kadılar tayin etmekle birlikte davalara bölgenin mezhebine mensup kadı nâibleri tarafından bakılmış ve Hanefîler'in tayin edildiği ka­dılık makamları daha ziyade idarî bir gö­rev olarak kalmıştır. Osmanlı Devleti'nde hâkimler, şer'î hukuk sahasına giren ih­tilâfları daha çok Hanefî mezhebine men­sup Osmanlı âlimlerinden Molla Hüs-rev'in Dürerü'l-hükkâm ve İbrahim el-Halebî'nin Müîteka'l-ebhur adlı kitap­ları ile çeşitli fetva mecmualarında yer alan fetvalar ışığında çözmeye çalışıyor­lardı. Fıkıh kitaplarında bulunan şer'î hü­kümler, uygulamada kolaylık olması için bazan padişahlar tarafından tedvin edi­lerek kanun haline getirilmekteydi. Örfî hukuk kapsamında sayılabilecek bu ted­vin faaliyeti sırasında şer'î hükümler fı­kıh kitaplarında yazıldığı şekliyle aynen alındığı gibi özüne dokunulmadan kıs­men değiştirildiği de oluyordu. İslâm dünyasında modernleşme sürecinde or­taya çıkan fıkha dayalı kanunlaştırma hareketleri çerçevesinde genellikle farklı mezheplerin görüşlerinden yararlanılmış­tır. Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye'nin hazır­lanmasında Hanefî mezhebine bağlı ka-lınmışsa da ardından gelen kanunlaştır­ma hareketleri farklı mezheplerin görüş­lerinin eklektik olarak bir araya getirildi­ği metinler ortaya çıkarmıştır. Bunların ilk örneğini 1917 yılında çıkarılan Hukük-ı Aile Kararnamesi oluşturur.

Fıkıh mezheplerinin yerleşmesinden önce fertlerin dinî yaşantılarında tek mezhebe bağlı kalmaları gibi bir zorunlu­luktan söz edilmezken mezheplerin özel­likle eğitim ve yargı teşkilâtı yoluyla ku­rumsallaşmasından sonra bu mesele et­rafında yoğun tartışmalar cereyan et­miştir. Mezheple ilişkisi açısından müs-lümanlar fakihler ve mukallitler diye ikiye ayrılmış ve fıkıh usulünde mezheple ilgili hemen her mesele bu ayırım gözetilerek yapılmıştır. Fakat V. (XI.) yüzyıldan itiba­ren bu ayırım zenginleştirilip mezheple müslüman ferdin ilişkisi hakkında yeni kategoriler ihdas edilmiştir. Bazı âlimler, mukallit konumundaki kimsenin bir mez­hebe uymakla artık ona bağlı kalmayı kendisi için bir vecîbe haline getirmiş ola­cağı, dileyenin dilediği gibi davranması­nın keyfîliklere yol açacağı gibi gerekçe­lerle belirli bir mezhebe bağlı kalma zo­runluluğunu, hatta bazıları mezhebin­den ayrılan kimsenin cezalandırılması ge­rektiğini savunurken diğer bir grup, ge­rek naslarda gerekse sahabe ve tabiînin uygulamalarında bunu destekleyen bir delil bulunmadığını ileri sürerek bu gibi kimselerin sürekli biçimde belirli bir mezhebe bağlanmalarının vacip olmadığını ve ehliyetine güvendikleri âlimlerden alacak­ları cevaplara göre amel edebileceklerini söylemişlerdir. Mezhebe bağlılık açısın­dan bu tartışmalar yapılsa da mukallit konumundaki kimsenin tercihinin dinî ve ilmî bir değerinin bulunmadığını ve fetva gerektiren durumlarda müftünün sözü­ne uymak durumunda bulunduğunu be­lirtmek üzere, "Avamın mezhebi olmaz; onların mezhebi kendilerine fetva veren müftünün mezhebinden ibarettir" sözü fakihler arasında yaygınlık kazanmıştır.1126 Bunun­la bağlantılı olan mezhep değiştirme me­selesinde de olumlu ve olumsuz görüş ileri sürenler bulunmakla beraber uygu­lamada gerek bir bölgenin savaş ve göç­ler gibi sebeplerle demografik yapısının değişmesi sonucu bölgesel çapta 1127 gerekse kişisel tercih sonucu fert­ler düzeyinde mezhep değiştirme olayla­rına sıkça rastlanır; kişisel tercihiyle mez­hep değiştirenler arasında Tahâvî, Hatîb el-Bağdâdî, İbn Berhân, E bü" I-Muzaffer es-Sem'ânî ve Ebü'l-Kâsım el-Ukberî gibi birçok ünlü âlim de bulunmaktadır.

Fakihler. ictihad ehliyetine sahip bir müftünün ihtiyaç veya zaruret olmaksı­zın kendi mezhebi dışındaki mezheplerin görüşleriyle amel edebilmesi hususunda farklı kanaat belirtseler de İhtiyaç veya zaruret sebebiyle bu yola başvurabileceği noktasında ittifak etmişlerdir. 1128Teorik plandaki bu olumlu yaklaşıma rağmen uygulamada müftülerin bağlı bulunduğu mezhepten başka mezheplerden yararlanmaları nâ­dir olmuştur. İstikrar ve güven unsuruna ağırlık verilmesi ve mezhep taassubunun baskın gelmesi gibi âmillerin yanında bunlarla yakından ilgili olan mezhebin sistematik tutarlılığını koruma gayreti ve bu çerçevede geliştirilen yöntemler de başka mezheplerden yararlanma yolları­nı kapatıcı bir etki yapmıştır. Meselâ Ha­nefî usulcülerinden Ebü'l-Hasan el-Ker-hî'nin, bir nassin mezhep görüşüne aykırı görülmesi halinde mezhep imamlarının nesih sebebiyle onu dikkate almadığını veya te'vil yoluyla o sonuca ulaştığını ka­bul etmek gerektiği yönündeki meşhur ifadesi bu anlayışı açık biçimde ortaya koymaktaydı. 1129Başka mezheplerden istifade konusu tar­tışılırken dört mezhebin dışına çıkıp çıkı­lamayacağı üzerinde de durulmuş, bazı âlimler, dört mezhep dışındaki mezhep­lerin tedvin edilerek bilimsel değerlendir­meye tâbi tutulmadığı gerekçesiyle bun­ların taklit edilemeyeceğini ileri sürerken diğer bir grup, bu konuda Kitap ve Sün-net'e aykırı olmamak kaydıyla daha isa­betli olduğu kanaatine ulaşıhrsa dört mezhep dışındaki mezheplere göre de fetva verilebileceğini savunmuştur.1130 Bu bağlamda da­ha çok, "birden fazla ictihadî görüşün bu görüşlerin sahibi olan müctehidlerin hiç­biri tarafından kabuf edilmeyecek biçim­de bir araya getirilmesi" anlamında kulla­nılan telffk kavramı etrafındaki tartışma­lar önemli bir yere sahiptir.1131

Modernleşme süreciyle birlikte birçok müslüman düşünür ictihad kapısının ye­niden açılması gerektiğini ve İslâm dün­yasının içerisine düştüğü ilmî, iktisadî ve siyasî gerilik ve sömürge şartlarından an­cak bu yolla kurtulabileceğini savunma­ya başlamış, bu dönemde müslümanla-rın mezheple ilişkisinin geçmişten farklı olması gerektiğini vurgulamıştır. Fakat bu ilişkinin keyfiyeti hakkında mezhep­ler arasında intikal ve terfikin işletilmesinin gerekliliğinden, ilmî yetkinliğine ba­kılmaksızın her müslümanın Kur'an ve Sünnet çerçevesinde herhangi bir fıkhî mesele hakkında karar verme özgürlüğü­ne sahip olduğuna kadar çok farklı görüş­ler ileri sürülmüştür. M. Reşîd Rızâ'nin "orta mezhep 1132 adını verdiği, bütün müslümanlar için ortak bir mezhep teşkiline yönelik teşebbüsler de bu dönemde ortaya çıkmıştır. Ancak bu görüşleri savunan bilgin ve düşünür­ler, önerdikleri yeni evrensel fıkıh mez­hebinin nasıl oluşturulması gerektiğine dair düşünce ve tasavvurlarını tam olarak belirginleştirememişlerdir.1133 Öte yandan XX. yüzyılda çeşitli et­kenlerle müslüman olmak isteyen bazı gayri müslimlerin hangi fıkıh mezhebine bağlanacakları meselesi gündeme geldi­ğinde bu konuda da tartışmalar olmuş, bazı âlimler bu kimselerin belirli bir mez­hebe bağlanmalarının gerekli olmadığını savunmuşlardır. Mezheplerin varlığına veya İslâm tarihindeki bazı tezahürlerine karşı oluşan bu ve benzeri tavırlar İslâm dünyasında kısa sürede mukabil bir tav­rın gelişmesine sebep olmuştur. Mez­heplere muhalefetin ilmî özgürlük an­lamına gelmediğini vurgulayan M. Zâ-hid Kevserî gibi âlimler, bu muhalefetin İslâm ile kişi ve toplum arasındaki irtiba­tın ortadan kalkması gibi vahim sonuçlar doğuracağını ileri sürmüşlerdir. Gü­nümüzde aynı tezi savunan ünlü sima­lardan biri M. Saîd Ramazan ei-Bûtî'dir. Modern çağda ortaya çıkan birçok fıkhı meselenin mezheplerin kendi arasındaki ihtilâf sahası ile doğrudan İlgili olmama­sının da etkisiyle modernizm süreciyle birlikte ortaya çıkan bu çerçevedeki tar­tışmaların hızının önemli ölçüde kesilmiş olduğu söylenebilir.


Bibliyografya :

Dârimî, "Mukaddime", 52; Ebû Yûsuf. Kitâ-bü'l-Harâc (nşr. Muhibbüddin el-Hatîb), Bulak 1302, s. 43, 99, 101; Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî, Kitâbii'l-Âşâr (nşr. Ebü'l-Vefâ el-Efgâ-nî). Beyrut 1413/1993,1, 13, 14, 24, 34, 36, 43; Şafiî, el-üm, VII, 110, 170, 194,207,230,257, 275; Ebü'l-Hasan el-Kerhî, Risale fi'l-usûl (trc. Ferhat Koca. Ebû Zeyd ed-Debûsî, Mukayeseli İslâm Hukuk Düşüncesinin Temeüendiritmesi içinde), Ankara 2002, s. 267-270; Ebû Ali et-Tenûhî, Nişuârü'i-muhâdara (nşr. Abbûd eş-Şâ-lecî), Beyrut 1971-73, I, 28; V, 212, 214, 230, 237; Vi, 10, 36, 42, 44. 66, 72; V|j, 32, 46, 65; Mâverdî, Edebü'l-kâdl{nşr Muhyî Hilâl es-Ser-hân), Bagdad 1391/1971,1, 185, 645;NizâmÜl-mülk, Siyâsetnâme (nşr Mehmet Altay Köy-men). Ankara 1999, s. 47, 69, 115, 126; İbn Asâkİr, Tebyînü kezibl'l-müfterî, s. 108, 413; Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzî. el-Muntazam fî teuârî-hi'l-mülûk ue'l-ümem (nşr. Süheyl Zekkâr), Beyrut 1415/1995, VIII, 158, 267, 305, 307, 312, 326; IX, 102, 160; X, 107, 160; XV, 347; XVI, 211, 249; Ravendi, Râhatü's-sudür(Alcş), ], 18-19, 82;Yâkût, Muccemü'!-büidân{Cün-dî), I, 247; İli, 132-133; İbnül-Esîr. ei-Kâmi! (nşr. Ebüt-Fidâ Abdullah el-Kâdî). Beyrut 1407/ 1987, VII, 104; X, 21,36, 37, 150, 210, 614, 625; Seyfeddİn el-Âmidî. el-İhkâm fi uşûli't-ahkâm{nşt. İbrahim e!-Acûz). Beyrut 1405/ 1985, IV, 450-454, 457; İbnü'l-Hâcib. Muh-taşarü'l-müntehâ, Beyrut 1403/1983, II, 306; Sıbt İbnü'l-Cevzî, Mir^âtü'z-zamân (nşr. Ali Se­vim), Ankara 1968, s. 44, 177, 187-188, 194, 217; Nevevî, Âdâbü'l-fetuâ üe'l-müftî üe'l-müs-tefü, Beyrut 1411/1990, s. 75-7?'; Şehâbed-din el-Karâfî. ei-İhkâm{nşr. Abdüifettâh Ebû Gudde), Halep 1387/1967, s. 200; İbn Ham­dan, Şıfatü'l-fetvâ ue'i-müftî ue'l-müsteft'i(n$r. M. Nâsıruddin el-Elbânî). Beyrut 1404/1984, s. 39, 71-73; İbn Teymiyye, Mecmû'u fetâuâ, XXXIII, 133-134; İbn Kayyım el-Cevziyye, İclâ-mü'l-muuakkı'in (nşr. Tâhâ Abdürraûf Sa'd), Beyrut 1973, I, 61, 66; IV, 234-235; Sübkî. 7a-bakât[r\ŞT. Mahmûd M.Tanâhî-Abdülfettâh M. el-Hulv), Kahire 1413/1992, II, 270, 279; III, 86; IV, 234-235, 304; V, 340-344; VI, 30, 335-346; VII, 161-162, 274; İbnü'l-Hümâm, Fet-hu'l-kadîr, Beyrut, ts. (Dâru ihyâi't-türâsi'1-Ara-bî), VI, 360; Aclûnî, Keşfü'l-hafa\ I, 67-68; Şah Veliyyullah ed-Dihievî, iqdü'l-cîo[ Risalesi (trc. Hayreddin Karaman, İslam Hukukunda Mez-hebler içinde). İstanbul 1971, s. 136, 177-179, 187; a.mlf., el-İnsâffi beyanı sebebi'İ-İhtilâf (trc. Şükrü Özen, Mezheplerin Doğuşu ue İçti-had Tartışması İçinde), İstanbul 1987, s. 52-55, 62-63; Ahmed Teymur Paşa, Nazra târlhiy-yefî hudûşi'l-mezâhibi'l-erba'a, Kahire 1351, s. 5-41; Ahmed Zekî Safvet, Cemheretü resâ'i-



H'l-'Arab fi 'uşûrİ'l-'Arabiijyeti'z-zâhire, Beyrut, ts. (el-Mektebetü'İ-ilmiyye].III, 39-41; Hacvî. el-Fikrü's-sâmi fî târîhİ'l-fıkhi'l-İslâmi (nşr. Ey-men Salih Şa'bân), Beyrut 1416/1995, 1,231-236; II, 281-284, 353-372, 374-384; Barkan. Kanunlar, s. XI]I-X1V, XX, 296; a.mlf.. Türkiye-de Sultanların Teşriî Sıfat üe Salâhiyetleri ue Kanunnameler, İstanbul 1947, s. 716; a.mlf.. "Osmanlı İmparatorluğu Teşkilat ve Müesse­selerinin Şer'îlîği Meselesi", İÜ Hukuk Fakül­tesi Mecmuası, XI/3-4, İstanbul 1945, s. 205-206; a.mlf., "Kanunnâme", İA, VI, 185-193; M. Sultân el-Hucendî. Heli'l-müslîmü mül-zemün bl't-tıbâ'i mezhebin mu'ayyenin ml-ne'l-mezahibi'l-erba% Kahire 1368/1949; Hüseyin Emin, Tarİhu'i-'Irâk fi'l-'aşri's-Selcû-ki, Bagdad 1385/1965, s. 227-244; J. Schacht, The Origins of Muhammadan Jurisprudence, London 1967, s. 5-20; a.mlf., İslâm Hukukuna Giriş (trc. Mehmet Dağ-Abdülkadir Şener), An­kara 1977, s. 39-51, 64, 69; a.mlf., "Eski Hu­kuk Mekteplerinde Hadisler" (trc Selahaddin Eroğlu), AÜİFD, XXVIII (1986), s. 143-158; Ya­şar Kutluay. Tarihte oe Günümüzde İslâm Mez­hepleri, Ankara 1968, s. 151-158; N. J. Coulson. Conflicts and Tensions in Islamic Jurispruden­ce, London-Chicago 1969, s. 20-25; M. îd el-Abbâsî, el-Mezhebiuuü'l-muta^aşşıbe hi-ye'l-bid'a eu bid'atü't-ta'aşşubi'i-mezhebî ve âşaruhe'l-hatire fi cümûdi'l-fikr ve'n-nehda-tn-mûslimîn, [baskı yeri yok| 1390/1970(Dâ-rü'1-va'yi'l-Arabî), W. Madelung, "The Spread of Maturİdisnı and the Turks", Actas do IV Con-gresso de Estudos Arabes e Islâmİcos, Coim-bra-Lisboa 1968, Leiden 1971, s. 109-168; a.mlf., "The Early Murji'a in Khurasan and Transoxanİa and the Spread of Hanafism", isi, LIX (1982), s. 32-39; Hayreddin Karaman. İslâm Hukukunda İctihad, Ankara 1975, s. 51, 61-67,85-87, 101, 203,217-229; a.mlf.. İslâm Hu­kuk Tarihi,'istanbul 1989, s. 109-113, 118-120, 163-166, 174-175, 227-238, 254-256; a.mlf., "İslâm Tarihinde Mezheb Kavgaları", Diyanet Dergisi, XIV/1T Ankara 1975, s. 47-51; Yusuf Ziya Kavakçı, XI oe X!l. Asırlarda Karahanlılar Devrinde Maoâra' al-İHahr İslâm Hukukçuları, Ankara 1976, s. 6-8, 25-297, 305-306; H. Lam-mens, islâm Beliefs and institutions (trc. E. D. Ross), London 1979, s. 82-91; S. Wild, "Müslim und Madhab", Dİe Islamİshe Welt Zuıischen Mittelalter und Neuzeit{ed U Maarmann-R Bachmann], Beirut 1979, s. 674-689; G. Makdisİ, The Rise ofColleges: İnstitutions ofLearning in islam and the West, Edinburgh 1981, tür.yer.; a.mlf., "Müslim institutions ofLearning in Eleventh-Ccntary Baghdad", BSOAS, XXIV/1 (1961), s. 1-56; I. Goldziher, Introduction to is-tamic Theology and Laıv (trc. Andras - Ruth Hamori), New Jersey 1981, s. 47-52, 167-171; a.mlf., "Zur Literatür des IchtİIaf al-madhâ-hib", ZDMG,XXXVIII (1884). s. 669-682; "Zur Geschichie der Hanbalitischen Bewegungen", a.e., LX!l(1908). s. 1-28; a.mlf.. "Fıkıh", İA, IV, 601-608; M. Akif Aydın, İslâm-Osmanlı Aİİe Hukuku, İstanbul 1985, s. 209-210; a.mlf., İs­lam üe Osmanlı Hukuku Araştırmaları, İstan­bul 1996, s. 177-189; Ahmet Akgündüz. Os­manlı Kanunnâmeleri üe Hukukî Tahlilleri, İstanbul 1990,1, 51, 66-69; M. Zâhid el-Kevserî, Makâlât, Kahire 1414/1994, s. 219-227; M. Saîd Ramazan el-Bûtî, Mezhepslzlİk İslâm Şe-riatini Tehdit Eden En Tehlikeli Bid'atür (trc. Süleyman Çelik), İstanbul 1995, s. 104-141; S. A. Jackson, Islamic Lau) and the State: The Constitutional Jurisprudence of Shîhâb al-Din al-Oarâfı, Leiden 1996, tür.yer.; M. İb­rahim Ahmed Ali, "el-Mezhcb 'inde'1-Hane-fiyye", Dirâsât fVl-fıkhi'l-İsiâmİ, Mekke, ts. (Merkezü'1-bahsi'l-ilmî!. tür.yer.; Christopher Melchert. The Formaüon of the Sünni Schools of Laıv, 9ıh-10!h Centuries C.E., Leiden 1997, s. XIM-XXVÜI, 1-18; a.mlf.. "How Hanafism Came to Origİnate in Kufa and Traditionalisrn in Ma-dina", Islamic Law and Society, VI/3, Leiden 1999, s. 318-347; Ahmed Hassan. İslâm Huku­kunun Doğuşu ve Gelişimi (trc. Ali Hakan Ça-vuşoğlu - Hüseyin Esen), İstanbul 1999, s. 50-55; Eyyüp Said Kaya, Mezheblerin Teşekkülün­den Sonra Fıkhî İstidlal (doktora tezi, 2001), Mü Sosyal Bilimler Enstitüsü, tür.yer.; Ferhat Koca, "Selçukluların İslâm Hukuk Mezhepleri­ne Bakışı", /. Uluslararası Selçuklu Kültür ue Medeniyeti Kongresi, Bildiriler, Konya 2001, II, 29-52; a.mlf., İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem: Hanbeil Mezhebi, Ankara 2002, s. 11-29, 200-206; The Islamic Schoo! of Laıv: Eoolution, Deooluüon and Progress (ed R Bearman v.dğr.). Cambridge 2004, tür.yer.; AIİ Hakan Çavuşoğlu, Irak Mâliki Ekolü (I!!.-V./1X.-XI. yy.) (doktora tezi. 2004), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; Mehmed Şerefeddin, "Selçuklu Dev­rinde Mezâhib", TM, 1(1925), s. 101-118; R. Levy, "The Nİzamiya Madrasa at Baghdad", JRAS (1928i, 11. 265-270; Halil İnalcık. "Os­manlı Hukukuna Giriş: Örfî-Sultanî Hukuk ve Fatih'in Kanunları", S3FD,XIII/2(I958), s. 103; Mahmûd eş-Şerkâvî, "el-Mezhebiyye ve't-tak-lîd". ME, X(1960). s. 1124-1130; Ali el-Hafîf, "el-İctihâd ve neş^etü'l-mezâhibi'l-fıkhiyye", Mecelletü'l-ma'hedi'l-buhûş ue'd-dirâsati'l-cArabiyye,U, Kahire 1390/1971, s. 211-239; Ethem Ruhi Fığlalı. "Mezheplerin Doğuşuna Tesir Eden Sebepler", AÜ İlahiyat Fakültesi İslâm İlimleri Enstitüsü Dergisi, IV, Ankara 1980, s. 115-131; Abdülkadir Şener, "îslâmda Mezhebler ve Hukuk Ekolleri", AÜİFD, XXVI (1983), s. 371-406; A. Azmeh, i'Orthodoxy and Hanbalİte Fidcism", Arabica, XXXV/3, Leiden 1988, s. 260-266; Sönmez Kutlu. "Horasan ve Maveraünnehir'de İlk Mürcie ve Hanefiliğin Yayılışı". AÜİFD, XXXIII (1992), s. 239-247; M. Ebü'l-Ecfân. "Münâşaratü'I-mezheb ve eşeruhe'l-'İlmî", Mecetletü Câmi'ati'z-Zey-tüne,sy. 1,Tunus 1412-13/1992, s. 129-161; Abdal Hakim Murad, "The Problem of Anti-Madhhabism", Islamica, 11/2, London 1995, s. 31-39; L. Wiederhold. "Legal Doctrines in Conflict: The Relevance of Madhhab Bound-aries to Legal Reasoning İn the Light of an Unpublished Treatise on Taqlid and Ijtihâd", Islamic Law and Society, 111/2 (1996), s. 234-304; N. Hurvİtz. "Schoois of Law and Hİstori-cal Context: Re-examining the Formatİon of the Hanbali Madhhab", a.e., VII/1 (2000), s. 37-64; Mustafa Öz. "Mezhep Kavramı Üzerine". İslam'ı Araştırmalar, XV/l-2, Ankara 2002, s. 304-308; Wael Hallaq, "Min Mezâhibî'l-emşâr ve'1-ekâlîm iie'l-mezâhibi'I-fıkhiyyeti'ş-şahşıy-ye", el-İctihâd, XV/57-58. Beyrut 1424/2003, s. 33-67; V. Minorsky, "Rey", İA, IX, 723; M. Hashim Kamali, "Madhhab", ER, IX, 66-70; İb­rahim Kafi Dönmez, "Mezhep", İslam'da İnanç, İbadet oe Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, İs­tanbul 1997, 111, 232-238. Ferhat Koca


Yüklə 2,34 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   49   50   51   52   53   54   55   56   ...   74




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin