Her Gün Bir Defa (English Title: One Day at a Time)



Yüklə 1,89 Mb.
səhifə38/60
tarix04.01.2022
ölçüsü1,89 Mb.
#59977
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   ...   60
İsa’yı gördüğümüz zaman, çektiklerimize değecektir.

Mesih’i gördüğümüz zaman, yaşamın denemeleri ufacık kalacaktır.

O’nun sevgili yüzüne bir kerecik bakmak ile tüm acılar silinecektir.

Bu nedenle, Mesih’i görünceye dek önümüze konmuş olan yarışı cesaret ile koşalım.

Esther K. Rusthoi


8 Temmuz
.. onlar beni bağlara bakmak ile görevlendirdiler. Ama kendi bağıma bakmadım.”
Şulamlı kızın erkek kardeşleri onu bağda çalışmaya göndermişlerdi. Diğer bağlar ile o kadar çok meşgul oldu ki, kendi bağına bakamadı, ihmal etti. Burada kendi bağı ile kast edilen, Şulamlı kızın kişisel görünümüdür. Cildi karardı, esmerleşti ve kurudu ve hiç kuşkusuz saçları da taranmamıştı.

Bir başkasının bağı ile aşırı meşgul olmamız halinde kendi bağımızı ihmal etme tehlikesi her zaman için mevcuttur. Örneğin, müjdeyi dünyaya duyurma ile öylesine meşgul hale gelinir ki, kişinin kendi ailesinin kaybolma tehlikesi söz konusu olur. Eğer Tanrı bize çocuklar verir ise, bu çocuklar bizim ilk hizmet alanımız olurlar. Rabbin önünde durduğumuz zaman, en büyük sevinçlerden bir tanesi de şu sözleri söyleyebilmek olacaktır: “İşte ben ve Tanrının bana verdiği çocuklar” (İbraniler 2:13). Takdir ederek konuşan izleyicilerin hiç bir övgüsü, kendi oğullarımızın ve kızlarımızın kaybını karşılamayacaktır.

Kutsal Yazılardan anlaşıldığına göre sorumluluk evden ya da aileden başlar. İsa, tümen adlı kötü ruhu cinli adamın içinden çıkardıktan sonra, ondan şunu istedi: “Evine, yakınlarının yanına dön. Rabbin senin için neler yaptığını, sana nasıl merhamet ettiğini onlara anlat” dedi (Markos 5:19). Genellikle, müjdeyi duyurmak için en zor yerin kendi avlumuz olduğu görülür, ama müjdeyi duyurmaya başlamamız gereken yer burasıdır.

Rab öğrencilerine tekrar görev vermeye başladığı zaman, şöyle dedi: “Yeruşalim’de, bütün Yahudiye, Samiriye’de ve dünyanın dört bucağında benim tanıklarım olacaksınız” (Elçilerin İşleri 1:8). “Yeruşalim’den başlayın” (kendi ailenizden)!

Andreas kendi bağına bakmayı ihmal etmeme konusunda kararlı idi. Onun hakkında yazılanları okuyalım: “Andreas önce kendi kardeşi Simun’u buldu ve ona, ‘Biz, Mesih’i bulduk’ dedi. Mesih, meshedilmiş anlamına gelir” (Yuhanna 1:41).

Bir imanlı, sevdiklerini Rab İsa’ya kazanmak için sadakat ile gayret edebilir, ancak hiç kuşkusuz onların yine de imansızlıklarında ısrarlı davranmaları mümkündür. Bizler akrabalarımızın ya da dostlarımızın sonsuz kurtuluşunu garanti edemeyiz. Ama dikkatli olmamız gereken nokta, diğer kişilere hizmet eder iken kendi aile çevremizi ihmal edecek kadar meşgul olmamamız gerektiğidir. Bu tür durumlarda kendi aile çevremizin öncelik taşıması gerekir.


9 Temmuz
“Rabbi adı ile çağıran herkes kurtulacak.” (Romalılar 10:13)

Hiç kimse hiç bir zaman gerçekten kurtulmadan Rabbi adı ile çağıramaz. Umutsuzluk içindeki kişinin içtenlikle yapacağı bu çağrı, asla yanıtsız kalmayacaktır. Kendi gücümüzün kaynaklarının sonuna geldiğimiz zaman, kendimizi kurtarma konusundaki tüm umutlarımızı terk ettiğimiz zaman, göklerden başka hiç bir yerde yardım bulamayacağımızı anlayıp Rabbe yöneldiğimiz zaman, işte o zaman eğer sıkıntı içinde Rabbe feryat eder isek, Rab işitecek ve yanıtlayacaktır.

Sadhu Sundar Singh adında genç bir Hintli Sih, eğer aradığı huzuru bulamaz ise intihar etmeye karar verdi. Şöyle dua etti: “Ey Tanrım, eğer bir Tanrı var ise, bana Kendini bu gece açıkla.” Eğer yedi saat içinde bir yanıt alamaz ise Lahor’a giden bir trenin tekerleklerinin altında ölmek için başını rayların üzerine koyacak idi.

Sabahın erken saatlerinde, İsa’nın odasına geldiğini ve ona Hint dilinde “doğru yolu bulmak için dua ediyordun. Neden doğru yolu almıyorsun? Yol, Ben’im.”

Sadhu Sundar Singh hemen babasının odasına koştu ve şöyle dedi: “Ben bir Hıristiyan’ım. Ben İsa’dan başkasına hizmet edemem. Öleceğim güne kadar yaşamım O’na aittir.”

Ben bir ölüm kalım ciddiyeti halinde Rabbin adını çağıran herkesin feryadının işitildiğine inanıyorum. Elbette çok sıkışık bir durumda kalıp da Rabbin adını çağıranlar vardır; onları kurtardığı takdirde O’nun için yaşayacaklarını vaat ederler, ama sonra üzerlerindeki baskı kalktığı zaman, verdikleri sözü çabucak unuturlar. Ama Tanrı onların yüreklerini bilir; O’na asla içten bir yürek ile adanmamış olan fırsatçı kişiler olduklarından haberdardır.

Tanrı, gerçekten çaresizlik içinde olup O’nu içtenlikle bulmak isteyen kişilere Kendisini kesinlikle açıklayacaktır. Kutsal Kitap’ın okunması mümkün olmayan ülkelerde Rab Kendisini bir görüm ile açıklayabilir. Başka yerlerde Tanrı, bu açıklamayı bir ayet, bir kişisel tanıklık, Hıristiyan edebiyatı ya da koşulları mucizevi şekilde değiştirmek aracılığı ile yapabilir. Bu nedenle şu söz gerçek anlamda doğrudur: “Tanrıyı arayan kişi O’nu daha şimdiden bulmuştur.” Bu konu bu kadar kesindir!

10 Temmuz
“Bildiğiniz bu şeyleri yaparsanız ne mutlu size!” (Yuhanna 13:17)

Hıristiyan imanını öğreten ve vaaz eden kişilerin vaaz ettikleri şeyleri kendilerinin uygulamaları gerekir. Bu kişilerin dünyaya gerçeğin canlı bir örneğini sunmaları gerekir. Tanrının isteği, Söz’ün, Tanrı halkının yaşamında et ve kan haline gelmesinin gerektiğidir.

Dünyayı etkileyen sözlenen sözlerden çok bulunulan eylemlerdir. “Bir vaaz işitmekten ise bir vaaz görmeyi tercih ederim diye yazan Edgar Guest değil miydi? Ve yine çok iyi bilinen bir vecize vardır:”Böyle yüksek ses ile konuştuğun şeyi, söylediğini işitemem!”

Bir vaiz hakkında şunlar söylenir: Bu vaiz kürsüde konuşur iken, kişiler onun kürsüden ayrılmasını hiç bir zaman istemezler. Ama aynı vaiz kürsüden indikten sonra da kişiler onun kürsüye bir daha çıkmasını asla istemezler.

H.A.Ironside şöyle dedi:” Dudakları yaşam kadar kilitleyen başka hiç bir şey yoktur.” Henry Dummond da benzer konuda şunları yazdı: “Mesaj, insanın kendisidir.” Carlyle tanıklığına şu sözleri ekledi: “Kutsal yaşam bir gerçek çağında Tanrı için konuşan tek gerçek kanıttır. Sözlerin arkasında bir insan olduğu zaman, sözlerin ağırlığı olur.” E.Stanley Jones ise şöyle dedi: “Söz, bizim aracılığımız ile güç haline gelmeden önce, beden haline gelmesi gerekti.” Eğer doğru olanı vaaz eder ama doğru olanı yaşamaz isem, o zaman Tanrı hakkında gerçek olmayan bir şey yaşamış olurum.” Bu söz sözler Oswald Chambers’e aittir.

Öğrettiği şeyi elbette yalnızca Rab İsa’nın mükemmel şekilde uygulayabileceğini biliriz. O’nun mesajı ve yaşamı arasında hiç bir karşıtlık mevcut değildir. Yahudiler O’na, “Sen kimsin?” diye sordukları zaman, İsa onlara şu yanıtı verdi: “Başlangıçtan beri size ne söyledi isem ben O’yum.” (Yuhanna 8:25) O’nun davranışları söyledikleri ile uyumlu idi. Bizim davranışlarımızın da zaman içinde böyle gelişmesi gerekir.

İki erke kardeşin ikisi de doktor idi; biri bir vaiz diğeri ise bir tıp doktoru idi. Bir gün, dertli bir kadın vaizi görmeye geldi, ama geldiği yerde doktorlardan hangisinin oturduğundan emin değil idi. Vaiz kapıyı açtığı zaman, kadın ona şu soruyu sordu: “Siz vaaz veren doktor musunuz yoksa uygulayan doktor mu?” Kadının bu sorusu vaizi derinden etkiledi ve öğrettiklerine canlı bir örnek olma konusundaki gerçeği hatırlattı.

11 Temmuz


“Bunlara şimdiden kavuştuğumu ya da yetkinliğe eriştiğimi söylemiyorum.” (Filipeliler 3:12)

Dün yaptığımız çalışmada davranışlarımızın ağzımızdan çıkan sözler ile uyumlu olmaları gerektiğini gördük. Ama bu konuda tam denge sağlamak için iki düşünce daha eklememiz iyi olacaktır.

Öncelikle kabul etmemiz gereken şey şudur: Bu dünyada bulunduğumuz sürece Tanrının gerçeğini tam ve dolu olarak asla uygulayamayız. Elimizden gelenin en iyisini yaptıktan sonra yine de yararsız hizmetkarlar olduğumuzu söylememiz gerekmektedir. Ancak bu gerçeği, başarısızlığı hatta bayağılığı bahane olarak kullanmamamız gerekir. Bize düşen, ağızlarımız ve yaşamlarımız arasındaki uçurumu kapatmak için sürekli gayret göstermemiz gerektiğidir.

Üzerinde düşünmemiz gereken ikinci nokta şudur: Mesaj, her zaman mesajı getiren kişi kim olursa olsun, ondan daha büyüktür. Andrew Murray’in sözlerini aktaralım,” Biz, Rabbin hizmetkarları er ya da geç bizim kendimizin yerine getiremeyeceğimiz sözleri vaaz etmek zorunda kalacağız. “ Abide in Christ (Mesih’te kal) adlı kitabı yazdıktan otuz beş yıl sonra Andrew Murray şunları yazdı: “Bir hizmetkarın ya da Hıristiyan yazarın tecrübe ettiklerinden çok daha fazlası hakkında sık sık konuşmaya yönlendirilebileceğini anlamanızı isterim. O zamanlar (Mesih’te Kal adlı kitabı yazdığı zaman), yazdıklarımın hepsini tecrübe etmemiştim. Ve hepsini tecrübe ettiğimi de hala söyleyemem.”

Tanrının gerçeği her şeyden üstündür ve yücedir. Tanrının gerçeği öylesine göksel ve yüksektir ki, Guy King’in yazdıklarında bu konuya net olarak değinilir: “Tanrının gerçeği kişiyi ona dokunarak bozmayacak kadar bilge kılmalı ve kişi Tanrının gerçeğini bozmaktan korku duymalıdır.” Ama en kibirli üst noktalarına ulaşamadığımız için Tanrının gerçeği sonsuza kadar duyurulmadan kalmak zorunda mıdır? Aksine, Tanrının gerçeğini duyuracağız. Böyle yapmakla kendimizi mahkum ediyor olsak bile yine de duyuracağız. Kendimiz bu gerçeği tecrübe etme konusunda ne kadar başarısız olsak da, bunu yüreklerimizin arzusu haline getireceğiz.

Bu düşüncelerin Kurtarıcıya layık olmayan davranışı mazur göstermek için asla kullanılmamaları gerektiğini bir kez daha vurgulamamız gerekiyor. Ama bunu yapar iken, verdiği mesaj bazen kendisinin ulaşamadığı yüksekliklere çıktığı için gerçek bir Tanrı adamını haksız yere mahkum etmekten kaçınmamız gerekir. Eğer Tanrının tüm öğütlerini tam olarak yerine getiremedi isek bile, Tanrının öğütlerini kendimizden esirgemememiz gerekir. Tanrı yüreklerimizi bilir. O, bizlerin uygulama yapan iki yüzlüler mi yoksa tutkulu arzulara sahip kişiler mi olduğumuzu bilir.

12 Temmuz
“Savaş sizin değil, Tanrınındır.” (2.Tarihler 20:15)

Eğer bir kişi çarmıhın bir askeri ise, er ya da geç kendisine saldırılmasını bekleyebilir. İmanlı kişi Tanrının gerçeğini ne kadar cesur bir şekilde duyuruyor ise ve kendi yaşamında bu gerçeğe ne kadar düzgün bir şekilde örnek oluyor ise, o kadar çok saldırıya maruz kalacaktır. Yaşlı bir Püriten şöyle demiştir: “Komutanına yakın duran asker, düşman okçularının kesin hedefidir.”

Yapmamış olduğu hatalar ile suçlanacaktır; kendisi hakkında dedikodu yapılacak, iftira atılacak ve haksızlığa maruz bırakılacaktır ve arkasından kötü konuşulacaktır. Bulunduğu toplumdan çıkartılacak ve alay konusu edilecektir. Ona bu şekilde davranacak olan dünyadır, ama ne üzücüdür ki, bu tür davranışlar bazen diğer imanlı kardeşler tarafından da ortaya konmaktadır.

Bu tür zamanlarda, savaşın bize değil, Tanrıya ait olduğunu hatırlamak, büyük önem taşır. O zaman hemen Mısır’dan Çıkış 14:14 ayetini hatırlamamız ve bu ayetteki gerçeğe sahip çıkmamız gerekir. “Rab sizin için savaşacak, siz sakin olun yeter.” Bu ayetin anlamı şudur: ‘Kendimizi savunmamız ve savaşa savaşarak karşılık vermemiz gerekmez.’ Rab, uygun zamanda bizi haklı çıkaracaktır.

F.B.Meyer şöyle yazar: “Tek bir sözcük aracılığı ile ne kadar çok şey kaybedilir.” Sakin olun, sessiz durun. Eğer bir yanağınıza vururlar ise, öbür yanağınızı da uzatın. Hiç bir zaman kötü söz ile karşılık vermeyin. İyi ününüze ya da karakterinize hiç bir zaman karşı çıkacak şekilde davranmayın. İyi ününüz ve karakteriniz onun ellerindedir ve siz bunları elinizde tutmakla onları lekelemiş olursunuz.”

Yusuf, bu konuda güzel bir örnek teşkil eder; haksız yere suçlandığı zaman kendisini haklı çıkarmaya çalışmadı ve davasını Tanrının eline bıraktı ve Tanrı onun adını temize çıkartıp akladı ve ona büyük bir onur ve yücelik sağladı.

Mesih’in yaşlı bir hizmetkarı, ömrü boyunca defalarca haksızlığa uğratıldığına tanıklık etti. Ama o, Augustine’in sözleri ile şöyle dua etti: “Rab, beni, kendimi daima haklı çıkarma tutkusundan kurtar.” Rabbini onu her zaman haklı çıkardığını ve onu karalayan suçlu kişileri ortaya çıkarttığını söyledi.

Rab İsa, elbette bu konudaki en üstün Örnek’tir. “Kendisine sövüldüğü zaman, sövgü ile karşılık vermedi, acı çektiği zaman kimseyi tehdit etmedi; davasını adalet ile yargılayan Tanrıya bıraktı” (1.Petrus 2:23)

O halde, bu günün mesajı şudur: Haksız yere suçlandığımız zaman, kendimizi savunmamız gerekmez. Savaş Rabbindir. Biz esenliğimize sahip çıkar iken, Rab bizim için savaşacaktır.
13 Temmuz
“Sevgili kardeşlerim, her ruha inanmayın. Tanrıdan olup olmadıklarını anlamak için ruhları sınayın. Çünkü bir çok sahte peygamber dünyanın her yanına yayılmış bulunuyor.” (1.Yuhanna 4:1)

Mezheplerin şaşırtıcı bir hız ile yayıldığı bir çağda yaşıyoruz. Aslında yeni bir mezhep diye bir şey yok; yalnızca Yeni Antlaşma döneminde ortaya çıkan sapkın grupların çeşitlemelerinden başka bir şey değiller. Yeni gibi görünen çeşitleme oluşlarıdır, temel ilkeleri değil.

Yuhanna, ruhları ayırt etmemiz gerektiğini söylediği zaman, tüm öğretmenlerin sözlerini Tanrının Sözü aracılığı ile denememiz gerektiğini kast eder, öyle ki sahte olan her şeyi ortaya çıkarabilelim. Mezheplerin kendilerini sahte öğretişler olarak ortaya çıkarttıkları zaman, üç temel bölgenin varlığı görülür. Hiç bir mezhep, bu denemelerin üçünden birden başarı ile çıkamaz.

Mezheplerin çoğu Kutsal Kitap ile ilgili öğretişleri açısından ölümcül hatalar içermektedirler. Kutsal Kitap’ı Tanrının yanılmaz Sözü, Tanrının insana vermiş olduğu nihai açıklama olarak kabul etmezler. Kendi mezhep önderlerinin yazarlarına eşit yetkiyi tanırlar. Rabden yeni açıklamalar aldıklarını iddia ederler ve “yeni gerçek” ile övünürler. Kutsal Yazıları gerçeği çarpıtan ve saptıran şekilde tercüme ederek yayınlarlar. Geleneğin sesinin Kutsal Kitap ile eşit değere sahip olduğunu söylerler. Tanrının sözünü aldatıcı bir şekilde kullanırlar.

Mezheplerin çoğu Rabbimiz İsa Mesih ile ilgili öğretişlerinde sapkın bilgilere yer verirler. Rab İsa’nın Tanrı olduğunu ve Kutsal Üçlü birliğin İkinci Kişiliği olduğunu inkar ederler. O’nun Tanrının Oğlu olduğunu kabul edebilirler, ama bu görüşleri ile kast ettikleri Baba Tanrı ile eşitlik konusunda Rab İsa’nın Baba Tanrı ile tam olarak eşit olmadığıdır. Genellikle, İsa’nın Mesih olduğunu inkar ederler. Mesih’in, insan İsa’nın üzerine gelen tanrısal bir etki olduğunu iddia ederler. Kurtarıcının doğru ve günahsız insanlığını genellikle reddederler.

Mezheplerin hatalı oldukları bir üçüncü alan, kurtuluş yolu ile ilgili olarak verdikleri öğretişleridir. Kurtuluşun yalnızca Rab İsa’ya iman aracılığı ile lütuf yolu ile olduğunu inkar ederler. Her biri bir başka müjde öğretişi verir. Yani, iyi işler ya da iyi karakter aracılığı ile kurtuluş öğretirler.

Bu mezhepleri yayan kişiler, kapımıza kadar gelirler; bu tür durumlarda onlara nasıl karşılık vermeliyiz? Yuhanna bu konuda bize hiç bir kuşkuya yer vermeyen şu öğütte bulunur: “Size gelip de bu öğretiyi getirmeyeni evinize almayın. Ona selam bile vermeyin. Çünkü böyle birine selam veren onun kötü işlerine ortak olur.” (2.Yuhanna 10,11)

14 Temmuz


“Utanç verici gizli yolları reddettik. Hileye başvurmayız, Tanrının sözünü de çarpıtmayız. Gerçeği ortaya koyarak kendimizi Tanrının önünde her insanın vicdanına tavsiye ederiz.” (2.Korintliler 4:2)

Bir önceki sayfada mezheplerin Hıristiyan imanına uymayan ve kutsallara ilk ve son kez olarak bildirilen üç alanına dikkat çektik. Mezheplerin yalnızca farkında olmamızı gerektirmeyen ama aynı zamanda kendi Hıristiyan paydaşlıklarımızda özenle sakınmamız gereken diğer özellikleri de mevcuttur.

Örneğin, bu mezheplerin önderleri bir kişilik mezhebi olarak adlandırabileceğimiz bir grup bina ederler ve kendilerini erdemli Mesihler ve harika kişiler olarak ön plana koyarlar. Karizma sahibi bu kişiler, toplulukları üzerinde genellikle sert ve katı bir kontrol uygular ve kendilerine boyun eğilmesini talep ederler, itaat etmeyeceğini söyleyen kişileri ise ağır cezalar vermek ile tehdit ederler.

Genellikle gerçeğe sahip olan tek kişinin kendisi olduğunu iddia eden mezhep önderi, belirli farklılıklar konusunda kibirli iddialar öne sürer ve bu iddiaları kabul etmeyen tüm diğer grupları tenkit ederler. Bazıları diğer tüm öğretişleri bir araya getirirler ve böylelikle nihai söze sahip olduklarını ileri sürerler. Bir kişinin onların gizemlerini kabul etmediği sürece tam olarak mutlu olamayacağını ima ederler.

Topluluk üyelerini tüm diğer öğretmenlerden ayrı tutmaya çalışırlar, ağızları ile imanlı olduklarını ikrar eden diğer kişilerden ve kendi önderlerinin yazdıkları kitaplarının dışındaki kitaplardan uzak tutmaya uğraşırlar.

Genellikle bir esaret sistemi haline gelen yasacı bir yaşam tarzından yanadırlar. Kutsallığı, insanların tanrısal yaşam aracılığı ile değil, kendi güçleri aracılığı ile elde ettikleri belirli törenler ve gözlemler ile eşit tutarlar.

Akıllıca düzenlenmiş psikolojik manipülasyonlar ile insanlardan ekonomik olarak istifade eder ya da çıkar sağlarlar. Önderler görkemli ve lüks bir yaşam sürerler, ama topluluk üyelerinin çoğu yavaş yavaş yoksullaşmaya başlarlar.

Mezheplerin çoğu, kilise dışında bulunan kişilere ulaşmak yerine diğer dini kurumlardan üyeler çalma peşindedirler.

Bir ya da birkaç öğretişi aşırı vurgularlar, ama tanrısal açıklamanın en önemli bölümlerini tamamen ihmal ederler.

Gerçeği öğreten kişilere düşman olarak davranırlar. Pavlus bu nedenle yasacı Galatyalılara şu soruyu sordu: “Peki, size gerçeği söylediğim için düşmanınız mı oldum?” (Galatyalılar 4:16)

Sağduyulu Hıristiyan paydaşlıkların içine bu tür tutum ya da eylemlerin sızması çok talihsiz bir durumdur, ama bizler bedende olduğumuz sürece, hepimiz bu tür tutum ya da eylemlere karşı gayretli bir şekilde karşı koymalıyız.

5 Temmuz
“Gidin de ‘Ben kurban değil, merhamet isterim’ sözünün anlamını öğrenin.” (Matta 9:13)

Tanrı kaç tane dini törene gittiğimiz ile değil, diğer kişilere nasıl davrandığımız ile daha yakından ilgilenir. O, kurban yerine merhameti tercih eder. O, ahlak uygulamalarını törenlerden üstün tutar. Tanrının kurban arzu etmediğini okumak garip gibi görünebilir, çünkü kurban sisteminin Kurucusu öncelikle Kendisidir. Ancak burada bir çelişki söz konusu değildir. Evet, Tanrının insanlardan kurbanlar ve sunular getirmelerini istediği doğrudur. Ancak Tanrının niyeti asla kurban ve sunuların adaletin ve iyiliğin yerini almaları değildir. “RAB Kendisine kurban sunulmasından çok, doğruluğun ve adaletin yerine getirilmesini ister.” (Süleyman’ın Özdeyişleri 21:3)

Eski Antlaşma peygamberleri, gerekli törenleri yerine getiren ama yine de komşularını aldatan ve onlara baskı yapan kişilere ateş püskürerek ağır sözler söylerler. Yeşaya onlara, Tanrının onların, öksüzün hakkını vermeden ve dul kadının hakkını savunmadan yakmalık sunular sunmalarından ve dini bayramlarından bıktığını söyledi. (Yeşaya 1:10-17) Yeşaya, onlara Tanrının istediği orucun, haksız yere zincire, boyunduruğa vurulmuş olanların salıverilmesi, ezilenlerin özgürlüğe kavuşturulması, yiyeceklerini aç olanlar ile paylaşmaları, barınaksız yoksulları evlerine almaları, çıplak gördüklerini giydirmeleri olduğunu bildirdi (Yeşaya 58:6,7). Doğru yaşamlar sürmedikleri sürece, sığır boğazlayan adam öldüren, davar kurban eden köpek boynu kıran gibidir (Yeşaya 66:3).

Amos, halka dinsel toplantılarına son vermelerini söyledi, çünkü Tanrı, adalet su gibi, doğruluk ırmak gibi sürekli akmadığı sürece bu bayramlardan ve törenlerden nefret etmeye devam edecek idi. (Amos 5:21-24) Ve Mika onları şu konuda uyardı: “Ey insanlar, Rab iyi olanı size bildirdi; adil davranmanızdan ve sadakati sevmenizden ve alçakgönüllülük ile yolunda yürümenizden başka sizden ne istedi?” (Mika 6:6-8)

Rabbimizin gününde, Ferisiler dul kadınları evlerinden çıkartırlar iken, halkın gözü önünde ettikleri uzun dualar ile dindar görünmeye çalışan Ferisiler Rab tarafından azarlandılar. (Matta 23:14) Ferisiler, bahçelerinde yetişen nanenin ondalığını vermeye dikkat ederler idi, ama bu yaptıkları hiç bir zaman adalet ve imanın yerini tutamazdı (Matta 23:23). Eğer kardeşimizin bize karşı bir şikayeti var ise ve eğer biz sunakta adak sunacak isek, bunun bize hiçbir yararı olmaz (Matta 5:24); sunu yalnızca yanlış olan doğru hale getirildikten sonra kabul edilebilir hale gelir. Düzenli şekilde kiliseye gitmek, hafta içinde yapılan iş yerindeki haksız uygulamaları kapatacak bir örtü olarak hizmet edemez. Eğer annemize yıl boyunca kötü davranıyor isek, ona Anneler gününde bir kutu çukulata vermemizin hiç bir yararı olmaz. Ya da aynı şekilde babamıza bütün bir yıl sevgi ve saygı göstermiyor isek, ona Babalar Gününde bir gömlek armağan etmemizin hiç bir anlamı yoktur.

Tanrı yürekten olmayan davranışlar ya da dinsel törenler ile aptal yerine konulamaz. O, yüreği ve her gün yaptığımız davranışları görür.

16 Temmuz


“Kurtar beni ya Rab, sadık kulun kalmadı; güvenilir insanlar yok oldu.” (Mezmur 2:1)

Sadık kişiler tehlikeye atılmış insanlardır, insan soyundan hızlı bir şekilde kaybolmaktadırlar. Eğer Davut daha kendi zamanında onların yok olduğunu söyleyerek yas tutuyor ise, onun bu gün yaşamış olsa idi kendisini nasıl hissedeceğini sık sık merak ederiz.

Sadık bir kişiden söz ettiğimiz zaman, söylemek istediğimiz, o kişinin güvenilecek, dayanılacak ve emin bir kişi olduğudur. Böyle bir kişi, bir söz verdiği takdirde o sözünü yerine getirir. Eğer bir sorumluluk üstlendi ise, o sorumluluğa sahip çıkar. Eğer onurlu müttefikleri var ise, onlara sadakat ve sebat ile bağlı kalır.

Sadık olmayan kişi bir randevu verir, sonra da ya randevusuna gelmez ya da özür kabul etmeyecek bir şekilde geç kalır. Bir Pazar Okulu sınıfına öğretme kararı alır, ama sonra bu kararını yerine getiremez; sınıfa gelmez, onun verdiği sözü yerine getireceğine asla güvenemezsiniz; verdiği söz hiç bir anlam ifade etmez. Süleyman’ın söylediği şu sözlere şaşırmamak gerekir: “Sıkıntı gününde sadık olmayan, hain birine güvenmek, çürük dişe ya da sakat ayağa güvenmek gibidir.” (Süleyman’ın Özdeyişleri 25:19)

Tanrı, Kendi işlerine ilgi duyan güvenilir kahyalar, sadık erkekler ve kadınlar aramaktadır. (1.Korintliler 4:2) Tanrı, Hıristiyan imanının büyük gerçeklerini kuşaktan kuşağa aktaracak sadık öğretmenler arzu eder. (2.Timoteos 2:2) Tanrı, Rab İsa’ya sadık olan, O’nun esinlenmiş, hatasız, yerine gelen Sözüne hiç ödün vermeden sadık kalan, O’nun reddedilişini paylaşan ve çarmıhını taşıyan, dini Çingeneler gibi bir kiliseden diğerine gitmek yerine yerel topluluğa sadık kalan Hıristiyanlar ister ve diğer imanlılara olduğu kadar henüz kurtulmamış olan kişilere de sadık kalan Hıristiyanlar arzu eder.

Tüm erdemleri ile Rab İsa bizim görkemli örneğimizdir. O, Sadık ve gerçek Tanık’tır” (Vahiy 3:14). Merhametli ve sadık bir Başkahindir (İbraniler 2:17), günahlarımızı bağışlamak ve bizi tüm kötülüklerden arındırmak konusunda sadık ve adildir (1.Yuhanna 1:9). Sözleri, gerçektir. Vaatlerini yerine getirir ve O’nun yolları tamamı ile güvenilirdir.

İnsanlar sadakat kavramına yüksek bir değer vermeseler bile, Tanrı verir. Rab İsa, öğrencilerine söylediği şu sözler ile sadakat buyurdu: “Denendiğim zamanlar benimle birlikte dayanmış olanlar sizlersiniz. Babam bana nasıl bir egemenlik verdi ise, ben de size bir egemenlik veriyorum.” (Luka 22:28,29) Ve sadakatin nihai ödülü O’nun şu övgüsünü işitmek olacaktır: “Aferin, iyi ve güvenilir köle. Gel, efendinin şenliğine katıl!” (Matta 25:21)

17 Temmuz


“Seni kutsayanları kutsayacak, seni lanetleyeni lanetleyeceğim.” (Yaratılış 12:3)

Tanrı, İbrahim’i, seçilmiş yersel halkının başı olması için ilk kez çağırdığı zaman, bu halkın dostlarını bereketlemeye ve düşmanlarını lanetlemeye söz verdi. Geçen çağlar boyunca Yahudi halkı söz ile anlatılamaz düşmanlıklar ve işkenceler ile acı çektiler, ama Tanrının laneti, Sami ırkına karşı olanların üzerinden kalkmadı.

Haman, Pers ülkesindeki Yahudi halkın yok edilmesi için tuzak kurdu. Kralı, geri alınamaz bir fermanın altına imza atması için kandırdı. Bir süre için her şey Haman’ın kurduğu tuzak lehinde gidermiş gibi göründü. Ancak sonra bu tuzak aleyhine engeller ortaya çıkmaya başladı. Baş suikastçı önce hayal kırıklığına sonra başarısızlığa uğrayarak şaşkına döndü ve sonunda Yahudi Mordekay için hazırlatmış olduğu darağacında kendisi idam edildi.

Adolph Hitler tarihten ders almayı öğrenmedi ve Yahudi halkını lanetlediği için felakete uğradı. Hitler, toplama kampları, gaz odaları, fırınlar ve toplu katliamlar ile Yahudileri silip yok etmek için zalim bir program hazırladı. Hiç bir şey onu durduramayacakmış gibi görünüyor idi. Ama daha sonra durum değişti ve Hitler metresi ile birlikte Berlin’deki bir yer altı sığınağında sefil bir şekilde öldü.

Sami ırkına karşı olanlar, Büyük Sıkıntı zamanında dehşetli düşmanlıklarını doruğa ulaştıracaklardır. Yahudiler yakalanacak ve öldürüleceklerdir; öteki ulusların tümü Yahudilerden nefret edecektir. Çok sayıda Yahudi katledilecektir. Ama Yahudilere karşı planlanmış katliam Rab İsa Mesih’in kişisel dönüşü aracılığı ile engellenecektir. Rab İsa2nın halkına işkence etmiş olan kişiler yok edileceklerdir; Mesih’in Yahudi kardeşleri ile dost olan kişiler ise Krallığa gireceklerdir.

Gerçek hiç bir imanlı, canının Sami karşıtı bir düşmanlık ile lekelenmesine izin vermemelidir. Gerçek imanlının Rabbi, Kurtarıcısı, en iyi ve en gerçek Dostu bir Yahudi idi ve bir Yahudidir. Tanrı, Kutsal Yazıları vermek ve korumak için Yahudi halkını kullandı. Tanrı Mesih’i reddettiklerinden dolayı, Yahudi halkını bir süre için geçici olarak bırakmış olmasına rağmen, Atalar uğruna İsrail’i hala sever. Yahudilerden nefret eden hiç kimse yaşamının ve hizmetinin üzerinde Tanrının bereketini bekleyemez.

“Esenlik dileyin Yeruşalim’e: Huzur bulsun seni sevenler!” (Mezmur 122:6) aynı zamanda Yahudi halkını seven kişiler de esenlik bulacaklardır.

18 Temmuz


“Saul’un kızı Mikal’in ölene dek çocuğu olmadı.” (2.Samuel 6:23)

Davut antlaşma sandığını Yeruşalim’e getirdiği ve onu özel olarak hazırlatmış olduğu çadıra yerleştirdiği zaman, coşku dolu idi. Bu olayın kariyerindeki en büyük başarılarından biri ve en görkemli anlarından biri olduğunu hissetti ve tüm gücü ile Rabbin önünde dans etti. Karısı Mikal Davut’un bu davranışının utanç verici olduğunu düşündüğü için onu küçümsedi ve bu tenkit edici tutumunun doğrudan bir sonucu olarak ölene dek hiç çocuğu olmadı.

Biz bu olaydan tenkit eden bir ruhun kısırlık ürettiği sonucuna varıyoruz. Tenkit etmekten söz eder iken elbette yapıcı bir tenkitten söz etmiyoruz. Eğer yapılan tenkit yerinde ise, onu memnuniyet ile karşılamalı ve ondan yarar sağlamalıyız. Yaşamda, bizi, bize yararlı tenkitte bulunacak kadar bizi seven çok az sayıda dost mevcuttur.

Ancak yıkıcı tenkit mahvedici olabilir. Tanrının bir kişinin yaşamındaki işini mahvedebilir. Ve yılların sürecinde gelişenleri birkaç dakika içinde bozabilir.

Davut ile ilgili olayda sandık Mesih’i temsil eder ve sandığa Yeruşalim’de verilen yer, Mesih’in insan yüreğinde kurduğu tahtı ima eder. Böyle bir olay gerçekleştiği zaman, Ruh ile dolan imanlı duyduğu coşku ve hevesi ifade etmeden duramaz. Böyle bir durum genellikle imansızların içinde bir düşmanlık duygusu yaratır ve bazen başka Hıristiyanların alay etmelerine de neden olur. Ama bu tenkit eden ruh kaçınılmaz olarak kısırlığa yol açar.

Ve yalnızca bir tek bireyin yaşamında kısırlığa yol açmaz, ama aynı zamanda bir toplulukta da kısırlığa neden olur. Örneğin, genç insanların sürekli bir tenkit akımına maruz bırakıldıkları bir paydaşlığı ele alalım; giysileri, saç şekilleri, toplu duaları ya da müzikleri tenkit edilir; onları sabır ile eğitmek var iken, önderler onlardan hemen tam bir olgunluğa erişmelerini beklerler. Tenkit edilen bu genç insanlar çok geçmeden daha doğal paydaşlıklara katılmak için topluluktan ayrılırlar ve topluluk canlılığını kaybetmeye terk edilir.

Mikal’in örneğinin bizi uyarmasına izin verelim; tenkit yalnızca kurbanlarına zarar vermez, ama aynı zamanda tenkidi yapan kişiden de öcünü alır. Ve bu öç, ruhsal kısırlıktır.

19 Temmuz


“.. O nasıl ise, biz de bu dünyada öyleyiz…” (1.Yuhanna 4:17b)

Burada saf cüreti nedeni ile bizi şok eden bir Yeni Antlaşma gerçeklerinden biri ile karşı karşıyayız. Eğer bu sözcüklerin Kutsal Kitap’ta yer aldıklarını bilmiyor olsa idik, onları söyleme cesaretini asla gösteremezdik. Ama hamdolsun ki, onlar görkemli bir şekilde gerçektirler ve biz onlarla eğlenip sevinebiliriz.

Biz, bu dünyada ne şekilde Mesih gibiyiz? Zihinlerimiz nerede ise otomatik olarak önce hemen O’nun gibi olmadığımız şeyleri düşünürler. Biz O’nunla, her zaman her yerde olma, her şeyi bilme ve her şeye gücü yetme gibi tanrısal nitelikleri paylaşmayız. Biz günah ve başarısızlık doluyuz, O ise mutlak bir şekilde mükemmeldir. Biz O’nun sevdiği gibi sevmez ya da O’nun bağışladığı gibi bağışlamayız.

O zaman, biz nasıl O’nun gibiyiz? Ayet bu konuda açıklama yapar: “Yargı gününde cesaretimiz olsun diye sevgi böylelikle içimizde yetkin kılınmıştır. Çünkü Mesih nasıl ise biz de bu dünyada öyleyiz.” Tanrının sevgisi yaşamlarımızda öylesine çalışmıştır ki, Mesih’in yargı kürsüsü önünde durduğumuz zaman, dehşete düşmeyelim. Bu konuda güven duymamızın nedeni, Kurtarıcı ile şu aynı ortak konuya sahip olmamızdır – yargı arkamızda kalmıştır. Yargı ile ilgili konuda O’nun gibiyiz. O, Golgota’daki çarmıhta tüm günahlarımızı üstlendi ve ilk ve son kez olarak günah sorununu ortadan kaldırdı. Çünkü O, günahlarımızın cezasını üzerine aldı ve bizim artık bu cezayı üstlenmemiz asla gerekmeyecek. Güvenlik içinde şarkı söyleyebiliriz. “Ölüm ve yargı arkamda kaldı,/lütuf ve yücelik önümde duruyor,/büyük ve kaba dalgaların hepsi İsa’nın üzerinden geçti,/ve orada nihai güçlerini kaybettiler.” Yargı, artık O’nun için nasıl sonsuza kadar yok oldu ise, aynı şekilde geçmiş de bizim için yok olmuştur ve bu nedenle, “Benim için mahkumiyet yoktur,/cehennem yoktur,/gözlerim asla işkence ve ateş görmeyeceklerdir,/benim için artık hüküm yoktur,/benim için ölümün dikeni yoktur:/çünkü beni seven Rab Kanadı ile bana kalkan olacaktır.”

Yalnızca yargı konusunda O’nun gibi olmak ile kalmayız, ama aynı zamanda Tanrının huzurunda kabul edilişimiz açısından da O’nun gibiyiz. Tanrının huzurunda Rab İsa’nın sahip olduğu aynı doğruluk ile dururuz, çünkü biz Mesih’teyiz. “Tanrıya çok, ama çok yakınız, /O’nun Oğlunun Kişiliğinin içinde olduğumuz için Tanrıya bundan daha yakın olamayız,/Tanrıya Oğlunun yakın olduğu kadar yakınız.”

Ve son olarak, bizler Mesih gibiyiz, çünkü Baba Tanrı Mesih’i nasıl seviyor ise, bizi de aynı O’nu sevdiği gibi seviyor. Rab İsa Başkahin olarak ettiği duada şöyle dedi: “.. Beni sevdiğin gibi, onları da sevdiğini…” (Yuhanna 17:23b). Böylelikle, şu sözleri söylediğimiz zaman abartmış olmayız: “Tanrı beni çok, ama çok seviyor, / bu sevdiğinden daha çok sevemez,/Oğlunu sevdiği sevginin aynısı ile beni de seviyor.”

Bu nedenle, “Mesih nasıl ise biz de bu dünyada öyleyiz” sözü bizi çok bereketleyen bir şekilde gerçektir.

20 Temmuz


“Yıkıma götüren dostlar vardır, ama öyle dost var ki, kardeşten yakındır insana.” (Süleyman’ın Özdeyişleri 18:24)

Her ne kadar modern çevirilerin tümü bu ayeti farklı şekilde çeviriyor olsalar dahi, King James çevirisi, dostluğun kazanılması gerektiğine ilişkin değerli gerçeği ortaya koymuştur. Dostluklara özen gösterildiği zaman büyür ve güçlenirler, ama ihmal edildikleri zaman ölürler.

Decision adlı bir magazinde çalışan bir editör, şunları yazar: “Dostluklar kendiliklerinden oluşmazlar; kazanılmaları için çalışmak gerekir – kısaca söyleyecek olur isek, dostlukların üzerinde çalışmamız gerekir. Dostluklar almak üzerine değil, vermek üzerine bina edilirler. Dostluklar yalnızca iyi günler için değildirler, aynı zamanda kötü günler için de vardırlar. Gerçek bir dosttan ihtiyaçlarımızı gizlemeyiz, aynı zamanda bir dostumuza yalnızca bize yardım etmesi için dostluk göstermeyiz.”

İyi bir dost muhafaza edilmeye layıktır. İyi dost, biri sizi haksız yere suçladığı zaman yanınızda yer alır. Size, övülmeye değer yanlarınızı gösterir ve gelişmeye ihtiyaç duyduğunuz noktalarınızı gösterme konusunda da çabuk davranır. Sevinç ve üzüntülerinizi paylaşarak yıllar boyunca sizinle temasta kalır.

Sizinle temasta kalması konusu önemli bir noktadır. Bu teması, mektuplar, kartlar, telefon konuşmaları ve ziyaretler aracılığı ile devam ettirir. Ama dostluk, iki yönlü bir caddedir. Eğer ben mektuplara sürekli olarak yanıt vermez isem, bu dostluğun devam etmeye layık olmadığını düşündüğümü göstermiş olurum. Ya gereğinden fazla meşgulümdür, ya da rahatsız edilemem. Ya da mektup yazmaktan nefret ederim. Sürekli ihmal edilen temaslarda çok az dostluk hayatta kalabilir.

İletişim kurmayı reddetmemiz genellikle bencillikten kaynaklanır. Kendimizi, zamanımızı, çabamızı ve iletişime dahil olan bedeli düşünürüz. Gerçek dostluk diğer kişileri düşünür. Onları nasıl teşvik edebilir, rahatlatabilir, neşelendirebilir ya da yardım edebiliriz? Onlara nasıl ruhsal yiyecek hizmeti verebiliriz?

En çok ihtiyaç duyduğumuz bir anda Ruh tarafından verilen bir sözcük ile yanımıza gelen dostlara ne kadar çok şey borçluyuzdur! Hıristiyan hizmetinde yaşadığım derin bir hayal kırıklığı nedeni ile kendimi çok kötü hissettiğim bir zaman dönemi geçirdim. İçinde bulunduğum hayal kırıklığını bilmesi imkansız olan bir arkadaşım, Yeşaya 49:4 ayetini dahil ettiği, beni teşvik etmek için bir mektup yazmıştı, “Ama ben, ‘Boşuna emek verdim, gücümü boş yere bir hiç için tükettim. Rab yine de hakkımı savunur, Tanrım yaptıklarımın karşılığını verir.” Mektuptaki bu ayet, benim ayağa kalkmam ve tekrar işe koyulmam için ihtiyaç duyduğum ayet idi.”

Charles Kingsley şunları yazdı: “Bizi sonuna kadar teşvik eden, yarışımız için gayrete getiren bir dostu unutabilir miyiz? Bir yüzü unutabilir miyiz? Tanrıya benzeyen bu canlara borcumuz ne kadar büyüktür! İstesek bile unutmamız mümkün değildir.”

Çoğumuzun yaşamda yalnızca birkaç yakın dostu vardır. Böyle olduğu için bu dostlukları güçlü ve sağlıklı tutmak için elimizden gelen her şeyi yapmamız gerekir.

21 Temmuz


“Tüm kaygılarınızı O’na yükleyin, çünkü O sizi kayırır.” (1.Petrus 5:7)

Bir imanlı olarak uzun, çok uzun bir zaman yaşamak ve yine de kaygılarımızı O’na yüklemeyi öğrenmemek mümkündür. Bu ayeti ezberleyebilir, hatta diğer kişilere dahi vaaz edebiliriz, ama kendi yaşamlarımızda yine de bu ayeti gerçekten uygulamamamız mümkündür. Teolojik olarak Tanrının bizimle ilgilendiğini, ilişkilerimize alaka gösterdiğini ve hayal edebileceğimiz en büyük kaygılarımız işle başa çıkabilecek gücü olduğunu biliriz. Ama yine de geceleri yatağımızda sağa sola döner, korkar, kaygı duyar ve en kötüyü hayal ederiz.

Bu şekilde olmaması gerekir. Ben hepimizden çok daha fazla sorun ve baş ağrısı ile karşı karşıya olan bir arkadaşa sahibim. Eğer bu arkadaşım bu yüklerin hepsini kendisi taşımış olsa idi, ruhsal bir küfe haline gelirdi. Bu arkadaşım ne yapar? Tüm kaygılarını Rabbe götürür ve orada bırakır, dizlerinin üstünden kalkar, yatağına girer, birkaç ayeti ilahi olarak söyler ve anında uyuyakalır.

Bill Bright bir kez LeRoy Eims’e şöyle dedi: “LeRoy, ben 1.Petrus 5:7 ayetinde büyük rahatlık buldum. Ve yaşamımdaki yükleri ya benim ya da İsa’nın taşıması gerektiği sonucuna vardım. Bu yükleri ikimiz birden taşıyamayız ve ben bu yükleri O’na yüklemeye karar verdim.”

Eims bu söyleneni denemeye karar verdi. Ve şunları yazdı: “Odama gittim ve dua etmeye başladım. Bill’in bana söylediklerini, elimden gelen en iyi şekilde yaptım. Aylar boyunca midemde ağır bir düğüm taşımıştım. Şimdi bu düğümün gitmekte olduğunu gerçekten hissedebiliyordum. Tanrının kurtarışını tecrübe ettim. Hayır, sorun bitmedi ve bu gün de hala sürüyor. Ama yük kalktı, artık uykusuz geceler geçirmedim ya da uyuyana kadar ağlamadım. Yüklerle, içtenlikle sevinçli bir ruh ile ve yüreğimde şükran ile yüz yüze gelebiliyorum.”

Çoğumuz kendimizi şu sözleri yazan kişi ile özdeşleştirebiliriz:”yüklerimi her gün O’na vermem O’nun isteğidir. O, aynı zamanda benden güvenimi kaybetmememi de ister. Ama ah! Ben nasıl da akılsızca hareket ederim; Tanrıya güvenimi kaybeder ve tüm yüklerimi taşırım.”

Ve Kurtarıcı bize her zaman şunları söyler:


Yüklə 1,89 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   ...   60




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin