İrade hüRRİyeti ve imam maturiDİ 4


Hürriyet Probleminin Çözümünde İlkçağ Düşüncesinin Karakteristiği



Yüklə 1,43 Mb.
səhifə5/29
tarix17.11.2018
ölçüsü1,43 Mb.
#83149
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   29

2. Hürriyet Probleminin Çözümünde İlkçağ Düşüncesinin Karakteristiği:

İlkçağ felsefesini temsil eden Sokrat (469-399), Eflâtun (427-347) ve Aristo (384-322) gibi üç büyük isimden bah­settikten sonra çağm düşünce karakteristiğine geçmeden Önce Epikürcüler, Stoalılar ve Neoplatonistlerin hürriyet görüş­lerine de kısaca temasta fayda .mülâhaza etmekteyiz.

Epikouros (341-270) hürriyeti, bilgelik hürriyeti ile te-mellendirmenin geçersiz olduğunu görmüş ve hüriyeti te-mellendirmek için başka bir yol aramıştır. Madde, Eflâtun' un «yokluk»u değil fakat eşyanın müsbet ve biricik prensibi, küllî destektir. Ruh, zihin, düşünce, bunun ancak arazları­dır. Onun dışında, hareketin şartı olan «boşluk)» (halâ) dan başka birşey yoktur. Madde sayılamayacak kadar çok, yara­tılmamış, yokedilemiyen ve daima bir harekete mâlik atom­lardan mürekkeptir. Görülüyor ki Epikouros da Demokri-tos (460-360) un atom görüşünden hareket, etmektedir. De-mokritos'a göre bu atomlar tabîî ve zarurî olarak yukarıdan aşağıya doğru hareket ederler. Fakt biraraya geldikleri ve cisimler teşkil ettikleri için Epikouros'a göre düzgün bir şe­kilde hareket eden atomlardan bazıları bu yoldan ayrılırlar. Bu inhirafın tesadüfün neticesinden başka birşey olmadığını kabul etmek zarureti vardır.

Görülüyor ki Epikouros mutlak determinist değildir. Te­sadüfü, yani sebepsiz bir neticenin mümkün olduğunu kabul ettiği içindir ki bu ona, ahlâkta kayıtsız hürriyete yani neti­cesiz sebeplere yer vermek imkânını hazırlıyor.77

Epikouros yoldan ayrılan bazı atomların hareketleri ile hürriyeti temellendirmeğe çalışmış ve sebepsiz olarak bir şeyi seçebileceğimiz sonucuna ulaşmıştır.

îrâde hürriyeti probleminin Epikouros düşüncesinde bü­yük bir Önemi vardır. Bir indeterminizm olarak irâde hürri­yeti, Yunan felsefesinde ilkin Epikouros'ta tam bir açıklıkla ortaya çıkmıştır. Felsefenin tek amacını insanı mutluluğa ulaştırmada bulan Epikouros'un doktrininin, insanın kör bir zorunluğun elinde oyuncak olmadığı, onun kendi kaderini kendisinin belirleyebileceğini göstermeğe girişeceği pek ta­biîdir. Onun için Epikouros, insanın irâde hareketinin pek çok iç ve dış şartlara bağlı olduğunu doğru bulmakla birlikte, insanın bu tesirle mutlak şekilde bağlı olmadığını, hatta bunlara karşı da karar verebileceğini, sebepsiz de seçebileceğini söylemektedir.

Epikouros'un materyalist, antimistik felsefesini daha zi­yade İtalya'da yayılmış görmekteyiz. Roma'lı Lucretius (91-55) bir epikür filozofu olarak bu okulun fikirleri devam ettirmiştir.78

Stoa okulunun başı Kıbrıs'a Zenon (336-264) dur. Aynı ekolden Cl6anthes (331-226) ve Chrysippos (280-207) gibi j isimler ün kazanmışlardır. Romalı devlet adamı Cicero (106-1 43), Romalı Seneca (3-65), Epİctetos (50-130), Marcus Aure-i îius (121-180) gibi isimler bu ekolün Roma temsilcileridirler.

İslâm dünyâsında «Revâkıyyûn» diye tanınan Stoalılar zamanın yaratıcı mahiyetini, ilerleyen bir keyfiyyet olduğu- ] nu göremediklerinden insanın ancak zaruretin bilgisine sahip] olmakla hür olabileceği görüşündedirler. Onlara göre de Aris-j to'da olduğu gibi zaman dairevî bir akıştır.. Çünkl onlar He-j rakleitos (544-484) un ateşine benzettikleri, âlem ruhunun belli periyodlar sonunda yine eski haline gelmesi yüzünden,! aynı zaruretlere boyun eğerek meydana geldiğini ve bunun] böyle sürüp gittiğini kabul ederler. Şu halde Stoalılara göreı âlem esasen, âlem ruhu tarafından determine edilmiştir. Kâi­nattaki bütün olaylar bu zaruretle meydana gelirler. İnsanın bu kâinatta yapabileceği tek şey bu zarureti anlaması ve ona göre hareket etmesidir. İnsan ancak bu şekilde hareket eder­se hür olabilir, mutlu olabilir. Çünki, fazilet, tabiata, akla uygunluktur. Bundan dolayı filozofun fazileti akıL bilgisin­de ve bundan doğmuş olan «îrâde gücü»ndedir. Fafilet aklın «doğru durum»dâ olmasıdır. Aklın doğru durumda olması da özü bakımından rasyonel dünyanın gidişine ayak uydur­ması, ona kendini bağlı kılması ile elde edilir. Nasıl olsa in­san dünyanın gidişinden kendini sıyırıp ayıramaz. Onu is­teyerek benimserse bu gidiş artık kendisine batmaz olur, böylece de tedirgin olmaktan kurtulur.

Kısacası Stoalılara göre de hürriyet tabiatın zaruretini anlamak ve hareketlerimizi ona uydurmaktır. 79

İslâm düşüncesine Eflâtun ve Aristo gibi büyük tesirler bırakmış olan ilkçağın son felsefe ekolü «Neopiâtonizm»dir.

Türkçemizde Yeni Plâtonculuk diye isimlendirilen ve dî­nî bir felsefe karakterindeki bu ekolün temsilcisi, Ammonios Saccas (175-242) m talebesi olan, Mısır'da dünyaya geldik­ten sonra yetişmesi sırasında ordu ile doğuyu gezen ve niha­yet dönüşünde Roma'ya yerleşerek felsefesini yapan Ploti-nus (204-270) tur.80

Plotinus, esas fikirlerini Eflâtun'dan almıştır. Araların­da 600 yıldan fazla bir zaman farkı bulunmasına rağmen fi­kirlerinde isimleri gibi büyük benzerlik bulunmaktadır. Hat­ta bu yüzden bu iki filozof İslâm kaynaklarında çoğunlukla birbirine karıştırılmıştır. 81

Plotinus da, Eflâtun gibi materyalizmin tam karşısında-dır. Gerçek manasıyla spiritüalist (ruhçu) bir görüşe sahip­tir. İdealann gerçek olduğunu ve ruhun ölümsüzlüğünü ka­bul ediyordu. 82

Plotinus'a göre ruh, cisimle zihin arasında bulunmakta­dır ve her ikisini de temsil eder. Zihnî sahada mantıkî zaru­retler, cisimler âleminde ise fizikî zaruretler hâkimdir. Ruh ise «hür irâde» mmtıkasıdır. Cismin ısrarlı çağırmaları ile zekâmnkiler arasında bulunduğundan akla doğru dönerek sadece zihnî bir hayat yaşayabilir, fakat maddeye doğru da dönebilir, düşerek (sukut) dünyevî bir uzviyetle tecessüm edebilir. 83

însan ruhları her zaman kaba bir suretle maddî olan cisimlerde hapsedilmiş değildi. Önce kendi kendilerinin de­ğil Allah'ın şuuruna malik olan semavî ruhlardı. Fakat ego­ist fertler olmak ve onları birbirinden ayıran kaba cisimlere bürünmek için hayatlarını ilâhî hayattan ayırdılar. Madde âlemine düşmek (la chute) bir şahıs haline gelmek ve dün­yevî bir cisme bürünmek, bir tek ve aynı harekettir ve şimdiki hayatın sefaletleri bunun hak edilmiş cezasıdır. Bu hür bir harekettir. Şu manada ki, bizden başka hiçbir kuvvet bizi buna mecbur etmedi, kendi Öz tabiatımızla buna götürülmüş olmak itibariyle bu, zaruri bir harekettir. Herkesin akıbeti kendi eseridir ve karşılıklı olarak. bunu ferdî karakterine uygun bir şekilde hazırlar. Şüphesiz biz ancak, «seçebilece­ğimiz» akıbeti seçeriz. Fakat yalnız onu seçiyorsak, bu, baş­kasını istemediğimiz içindir.84

Görülüyor ki Plotinus da hürriyeti bir «irâde hürriyeti» şeklinde anlamakta ve seçebileceğimiz alternatiflerin ancak madde yapımızın imkânları ölçüsünde sınırlı ve şartlı oldu­ğunu ve bunun bir istekten ibaret bulunduğunu görmektedir. Bu manada da sınırsız ve mutlak bir hüriyet anlayışını Plo-tinus'ta da bulamamaktayız. Ebedî olan ruhun sınırlı ve ka­ba bir maddeye bürünmüş olması onun hareketlerini bu ma­nada detetmine etmektedir. Hür hareketin, insanın yine insa­nın dışından bir kuvvet tarafından zorlanmayan bir, hareketi olması şeklinde anlaşılması ilk nazarda gerçek hürriyet gibi görünüyorsa da «kendi Öz tabiatımızın gerektirdiği ve bu ma­nada zarurî» bir mahiyet taşıması, hu görüşün de determi­nist bir karakterden kurtulamadığını göstermektedir.

Zaten buraya kadar örneklerini verdiğimiz ilkçağ filo­zoflarının düşüncelerinden de açıkça belli olduğu gibi bu filo­zoflar insan hürriyeti problemini çözüme kavuşturacak bir formül getirememişlerdir.

Bunlar,zamanı dairevî bir akış olarak ele aldıklarından insan hürriyetini tam olarak anlayamamışlardır. Bu yüzdeni hürriyeti temellendirmek için, Sokrat ve Eflâtun'da olduğu ff gibi «bilgeük»e ya da Plotinus'taki gibi mekanik bir «ben»e^ başvurmuşlardır. Çünki bu zamanın dairevî olması, geri çev-rilebiîmesi ancak mekânda mümkündür. Bu ise zamanın bir kemmiyet olarak ele alındığını ifade eder. Nitekim bu anla­yış Aristo'da çok belirgindir. İlkçağ filozofları zamanı bu şe-İ kilde kemmiyet olarak ele aldıklarından insanda hiçbir zaman ilerlemenin olmadığını, herşeyin ezelden beri insana ve-| rildiğini, dolayısıyla aynı sebeplerin daima aynı sonuçları ğurduğunu, bu yüzden İnsanın gerçekten hür olamıyacağını kabul etmişler demektir. '

Bu sebeptendir ki ilkçağ filozofları insanın ancak bilgi­ye sahip olmakla, iyinin ve kötünün bilgisini elde etmekle hür olabileceğini ileri sürmüşlerdir.85

Hatta Stoalılar gerçek hürriyetin olmadığını görünce bu hürriyetin tabiata, akla bağlılıktan ibaret olduğunu söyle­mek zorunda kalmışlardır. Çünki onlara göre «nasıl olsa in­san dünyanın gidişinden kendini sıyırıp ayıramaz. Onu iste­yerek benimserse bu gidiş artık kendisine batmaz olur. Böy­lece de tedirgin olmaktan kurtulur.»

İlkçağ felsefesinde irâde hüriyetine tesadüflere yer ve­ren indeterminist görünümde fikirler sergileyen Epikouros bi­le irâde hareketinin iç ve dış şartlara, mutlak manada ol­masa bile yine de bağlı olduğunu kabul etmiştir. Atomların esas hareket yönlerinden tesadüfen inhiraf etmelerini, kayıt­sız, mutlak hürriyet görüşü için çıkış noktası kabul etmesi ise meseleyi gerçek manada çözüme kavuşturacak bir formül gibi görünmemektedir. Çünki hareket ezelî ve ebedî atomla­rın ayrılamaz bir vasfıdır. Ve bu hareketin şartı da boşluktur. Hareketin bu mekânda oluşması ve bu sırada geri döndürü­lemez bir zamanın teşekkül etmesi, diğer atomların İster düz­gün, isterse tesadüfi olsun, daima hareket halinde bulunma­ları gerçek hüriyeti kısıtlayan, kayıt altına alan faktörlerdir. Hatta bü manada belki bir determinizm bile söz konusudur.

Netice olarak şunu söylemek gerekir ki ilkçağ filozof­ları, umumiyetle kendilerini determinist düşünceden kurta-ramamışlardır. Bu ise gerçek manada hürriyetin inkârı de­mektir. Hürriyeti kabul eder görünenler de probleme insanı esas hareket noktası alarak bakmışlar ve hürriyeti insan dı­şında temellendirecek bir esas bulamamışlardır. 86


Yüklə 1,43 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   29




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin