III
Peygamber Efendimiz bir hadislerinde, yahudilerin 71, hristiyanların 72, ümmetinin de 73 fırkaya ayrılacağını, bu 73 fırkanın birinin kurtuluşta, diğerlerinin ateşte olacağını haber vermiştir. 855 Birçok âlim hadisteki rakamları gerçek sayılar olarak kabul etmiş, mezhepleri 73 sayısına vardırmak için gayret göstermişlerdir. Bazı âlimler de, hadisteki rakamları çokluktan kinaye olarak ele almış ve ümmetin pek-çok gruba ayrılacağı, bunlardan ancak birinin, Rasulullahın ve ashabının izinde giden grubun kurtuluşa ereceği, diğe mezheplerin ateşte kalacakları manasına yorumlamışlardır. İslâm tarihinde ortaya çıkan, günümüzde de İslâm mezhebi iddiasıyla ortaya çıkmaya devam eden mezheplerin sayısını gözönünde bulundurursak, ayrıca mezhepler tarihi müelliflerinin ne ana fırkaların tesbitinde ne de ikinci derece mezheplerin sayısında birleş ememelerini dikkate alırsak ikinci görüşün daha haklı olduğu görülmektedir. Biz, anılan hadisteki “kurtuluşa erenler” ve “ateşte olanlar” ayrımını göz önünde bulundurarak, itikadı mezhepleri, A) Ehl-i sünnet, B) Ehl-i bid'at olmak üzere iki başlık altında inceleyebiliriz. 856
A. Ehli Sünnet
Kur'an-ı Kerimi ve Hz. Peygamberin sahih hadislerini rehber edinen, Allah elçisi Hz. Muhammed ile onun ashabının akaid (inanç) konusunda takip ettikleri yolu izleyenlere Ehl-i sünnet veya Ehl-i hakk denir. Hz. Peygamberin hadiste, kurtuluşa ereceklerini haber verdiği, “benim ve ashabımın yolunu izleyenler” ifadesine en çok yaklaşan topluluk ehl-i sünnettir. Gerçekten itikadı mezheplerin prensip ve görüşleri incelendiğinde görülecektir ki, inanç sahasında kitap ve sünnete en fazla bağlı kalan, bu iki kaynakta mevcut inançlara dair delilleri İslâmın ana prensiplerine ve ruhuna uygun bir şekilde yorumlayan, özellikle nakle dayanan meleklere ve ahirete iman gibi konularda nakle teslim olan topluluklar Ehl-i sünnet topluluklarıdır. Ayrıca ehl-i sünnet, Ashabın hepsine hürmet ve sevgi ile bağlı kalmış, onları önder tanımış, iman konusunda onların yolunu izlemiştir.
Ehl-i sünnet adını verdiğimiz toplulukları, bid'at ve dalâlet (uydurma ve sapık) sayılan mezheplerden ayıran bir takım özellikleri, sahip oldukları belli prensip ve doktrinleri vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1. Bütün kâinat ve olaylar sonradan olmadır.
2. Kâinat vehim ve hayalden ibaret olmayıp, onun bir öz varlığı ve hakikati vardır.
3. Kâinatın ve olayların yaratıcısı, Tek Yaratıcı olan Allahtır.
4. Allah birdir, başlangıcı ve sonu yoktur. Varlığı zaruridir (vâcibu'l-yücûd) tur. Doğmamış, doğurmamıştır. Zaman, yer ve boyut gibi cisim özelliklerinden yücedir. O'ndan başka tanrı yoktur. Yegane tapılacak varlık O'dur.
5. Allanın ezelî ve ebedî olan, zatından ayrı bulunmayan, zatı ile kaim sıfatları vardır.
6. Allah ahirette müminler tarafından görülecektir.
7. Kader haktır fakat kul zorlama altında da değildir.
8. Peygamberler ve mucizeleri, veliler ve kerametleri haktır, doğrudur. Fakat hiçbir peygamber ve velide tanrılık eseri yoktur, Onlar da insandır.
9. Allahın kelâmı ezelidir. Ses ve harf gibi maddi şeylerden oluşmamıştır.
10. Ahiret ve halleri; cennet, cehennem, sırat, mîzân, şefaat... haktır.
11. Peygamberden sonra en üstün kişi Ebûbekir' dir. Sonra Ömer, Osman ve Ali'dir. Peygamberimizin ashabı hürmete lâyık ve saygıdeğer kişilerdir.
12. Amel imanın bir parçası değildir. İnandığı halde amel etmeyen veya günah işleyen kimse dinden çıkmaz.
13. Bir başkan tayini müslümanlara farzdır. Bunun yöntemi de danışma (şûra) ve seçimdir".
14. İnsanları yaratan Allah olduğu için, insanların fiillerini -onların dilemelerine göre- yaratan da Allahtır. Kul seçen Allah yaratandır.
15. İyilik yapanlara mükâfat, kötülük yapanlara ceza verilecektir. Ancak Allah dilediği mümin kulları'nın günahlarını affedebilir.
16. İslâmı kabul etmiş ve mümin oldukları biline kimseler ancak şunlardan birini yaptıklarında kâi " sayılırlar, yoksa inkarcı sayılmazlar. Belki bid' tçı, sapık veya günahkâr mümin olurlar.
a. Allah Taâlâyı inkâr,
b. O'na ortak ve eş tanımak (şirk)
c. Peygamberliği ve peygamberi inkâr,
d. Tevatür yoluyla sabit olmuş, herkes tarafından bilinen veya bilinmesi gereken esaslardan (zarûrât-ı diniyeden) birini inkâr,
e. Haramlığı veya helâl oluşu keşin nassla (âyet ve mütevatir hadisle) sabit helâla haram, harama helâl demek ve böylece inanmak. 857
Ehl-i sünnet kendi arasında, Selefiyye, Mâtüridiyye ve Eş'ariyye olmak üzere üçe ayrılır. 858
1. Selefiyye
İlk âlimler, geçmiş islâm büyükleri manasına gelen bu terim, iman esaslarıyla ilgili konularda, âyet ve hadislerdeki ile müteşâbihler de dahil olmak üzere) yetinip, bunları aynen kabul ederek, teşbih (Allah’ı yaratıklara benzetmek) ve tecsîm (Allah’ı cisim sayma)e düşmeyen, te'vîl (bir başka manaya yorumlama) yoluna da gitmeyen ehl-i sünnet topluluğuna verilen isimdir. Peygamberimizin ve sahabilerinin inançta takip ettikleri yolu doğrudan doğruya izleyen zümre Selefiyyedir. Tâbiûn, mezhep imamları, büyük müctehidler ve hadisçiler Selefiyyedendirler, Eş'arilik ve Matüridilik çıkıncaya kadar, sünnî müslümanlara hakim olan inanç, selef inancı idi. Selefiyyenin en belirgin özelliği akaid sahasında akla rol vermemek, âyet ve hadisle yetinmek, müteşâbihleri tevil etmeden bunları bilmeyi Allaha havale etmektir. Selefiyyenin müteşabihler konusundaki görüşüne şöyle bir misal verebiliriz: Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerimede “Allanın eli onların ellerinin üstündedir” 859 buyurmaktadır. Selef bu âyeti şu şekilde değerlendirir:
“Allah Taâlâ âyette yed (el)inin varlığını bildirmektedir. Allahm elinin olduğuna inanırız ve bu elden kastolunan manayı Allaha havale ederiz, bunu ancak Allah bilir, der, mahiyeti üzerinde düşünmeyiz. Başka bir manaya da yorumlamayız (te'vîl, teşbih ve tecsime yönelmeyiz). Bu konuda soru sormaktan da kaçınırız.”
Selefiyye günümüze kadar az çok taraftar bulmuştur. Genellikle fıkıhta hanbelî olanlar akaidde selefidirler. Hadisle ilgilenen âlimler de çoğunlukla selef inancını benimsemişlerdir. Günümüzde dünya müslümanlarının % 1-2 si selefidir. En yoğun oldukları ülke Suudî Arabistandır.
Selef inancının esasları ise şunlardır:
a. Takdis: Allahı, zatına ve ismine lâyık olmayan özelliklerden münezzeh kılmak.
b. Tasdik: Kur'an ve sahih hadiste Allah ne şekilde vasıflanmış ise öylece kabul edip, inanmak.
c. Aczini itiraf etmek: Ayet ve hadislerdeki Allahın sıfatları ile ilgili haberleri anlayamayanların, acizliklerini idrak ederek, “bunları ancak Allah bilir” demeleri gerekir.
d. Sükût: Müteşabihler konusunda soru sormamaktır.
e. İmsak: Müteşabihler üzerinde dil ile yorum (te'vil) yapmamak.
f. Keff: Bu tip âyet ve hadislerin yorumu ile kalben dahi meşgul olmamak, onlar hakkında düşünmemek.
g. Ma'rifet ehlini teslim: Halkın, kendisinin bilemediği şeyleri, Hz. Peygamberin, sahabilerin ve mütehassıs âlimlerin bilebileceklerini kabul etmeleri gerekir. 860
2. Mâtürîdiyye
İtikatta Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd Ebû Mansûr el-Mâtürîdî (öl. 333/944) ye uyanların oluşturduğu mezhebe Mâtüridiyye mezhebi denir. Mâtürîd Türkistandaki Semerkand şehrinin bir köyüdür. Ebû Mansûr, yaklaşık 238/852 yıllarında orada doğmuştur. Kendisi aslen türktür. Hayatı hakkında fazla bilgi sahibi olamadığımız Mâtürîdî'nin eserleri incelendiğinde, O'nun kelâm, mezhepler tarihi, fıkıh usûlü ve tefsir sahasında otorite olduğu anlaşılır. Eserlerinde daha önce saydığımız ehl-i sünnet prensiplerini naklî ve aklî delillerle savunmuş, özellikle Mutezile ve Şia'nın görüşlerini tenkit etmiştir. 333/944 yılında yine Semerkand'ta vefat etmiştir. Kendisini imam tanıyanlar, Onu “hidayet önderi, hidayet meş'alesi” adıyla anmışlardır. O, amelde İmâm-ı azam Ebû Hanîfe'ye bağlı ve hanefî olan bir çevrede yetişmiştir. Te'vîlâtü'l-Kur'ân ve Kitâbü't-Tevhîd isimli eserleri bize kadar ulaşabilmiştir.
İslâm dünyasında hicrî ikinci asırdan itibaren ortaya çıkan sapık ve bid'atçı mezheplere, özellikle akılcı bir tavır takınan Mutezileye, selef metodu ile karşı çıkmak, ehl-i sünnet inancını savunmada yetersiz kalıyordu. Bu sebeple itikadî konularda, âyet ve hadislerin yanında akla da yer verecek, aklî izahlar yaparak konunun daha iyi kabul edilmesini sağlayacak yeni sistemlere ihtiyaç duyuldu. Böylece sünnî kelâmın iki ekolü, Mâtüridiyye ve Eş'ariyye ortaya çıktı.
Mâtürîdilik, akaid sahasında âyet ve hadisle birlikte, aklı da dinin anlaşılması için lüzumlu bir temel kabul etmiş, İmâm Mâtürîdi'den itibaren kelâm metodunu gittikçe geliştirmiştir. Mâtüridilik, bazı konularda selefe Eş'arilikten daha yakındır. Bazı konularda ise, daha akılcı davrandığından, Eş'arilikle Mutezile arasında yer almıştır. Bir kısım araştırıcılar Mâtüridiliği hanefiliğin devamı sayarlar. Bunun sebebi, İmam Mâtürîdî'nin, İmam Ebû Hanîfe'nin akaid konusunda koyduğu prensipleri açıklayıp geliştirmesindendir. Mâtüridiyye mezhebine bağlı pekçok âlim yetişmiş ve bu âlimler mezheplerinin görüşünü ortaya koymak için eserler kaleme almışlardır. Ne varki Mâtüridilik, Mâveraünnehir gibi kapalı bir havzada ortaya çıkması, Bağdat ve Basra gibi devrin ilim merkezlerinden uzak bir bölgede yayılması sebebiyle Eş'arilik kadar şöhret bulmamıştır.
Hakîm Semerkandî (öl. 342/953), Sadru'l-İslâm Muhammed Pezdevî (öl. 493/1100), Ebu'1-Maîn (Muin) Nesefî (öl. 508/1115), Burhânüddîn Nesefî (öl. 687/1289), Ömer Nesefî (öl. 537/1142), Ebu'l-Berekât Hâfızuddîn Nesefî (öl. 710/1310), Nureddîn Sâbûnî (öl. 580/1184), Ferğanalı Ali b. Osman el-Üşî (51. 575/1179), İbnü'l-Hümâm (öl. 861/1457), Hızır Bey (öl. 863/1458) ve Kemâlüddîn Beyâzî (öl. 1098/1687) en meşhur Mâtürîdî kelâmcılarıdır.
Mâtüridiyye, daha önce zikrettiğimiz ehl-i sünnetin temel prensiplerinde Eş'arüer ile aynı görüşte olmakla birlikte, bazı konularda kendine has değişik görüşlere sahip bulunmaktadır. Bu görüşlerden bazıları şunlardır;
a. Dînî tebliğ olmasa da kişi akılla Allahı bulabilir.
b. İyi ve kötü, güzel ve çirkin (hasen ve kabîh) akılla bilinebilir. Allah Taâlâ birşeyi güzel olduğu için emretmiş, çirkin olduğu için yasaklamıştır.
c. Kulda başlıbaşına bir cüz'î irade vardır. Kul iradesiyle seçimini yapar, Allah ta kulun seçmesine göre fiili yaratır.
d. Allah Taâlânın diğer sıfatları gibi tekvin (yaratma) sıfatı da ezelîdir.
e. Allah kulun gücünün yetmeyeceği şeyleri kula yüklemez.
f. Allanın fiillerinin muhakkak bir sebeb ve hikmeti vardır. Fakat kul bu sebeb ve hikmeti her zaman bilmeyebilir.
Bugün dünyadaki sünnî müslümanların yarıdan çoğu (tahminen % 53'ü) hanefîdir. Hanefîlerin büyük çoğunluğu da Mâtûrîdîdir. Mâtürîdilik, Türkiye, Balkanlar, Orta Asya, Çin, Hindistan, Pakistan ve Eritre'de yayılmıştır. Genellikle Türkler itikatta Mâtürîdî, fıkıhta hanefîdirler. 861
3. Eş'ariyye
İtikatta Ebu'l-Hasan Ali b. İsmâîl el-Eş'arî'nin görüşlerini benimseyen ehl-i sünnet mezhebine Eş'ariyye denir. İmam Eş'arî hicrî 260 tarihinde Basra' da doğmuş, kırk yaşma kadar metezile mezhebine bağlı kalmış, sonra “üç kardeş meselesi” diye bilinen bir meselede hocası Ebû Alî el-Cübbâî (öl. 303/ 916) ile tartışmış ve tartışmada onu yenince Mutezileden ayrılarak Eş'ariliği kurmuştur. 324/936 tarihinde Bağdat'ta ölmüştür. Eş'arî'nin fıkıhta bağlı olduğu mezhep konusunda değişik fikirler ileri sürülmüştür. Şâfü mezhebine bağlı olması ihtimali daha kuvvetlidir.
İmam Eş'arî, eserlerinde mutezile ve diğer bid' at mezheplerini reddetmiştir. Allah Taâlâ’nın ezelî sıfatları bulunduğunu kabul etmiş, itikadı konularda akla da değer vererek, âyet ve hadislerin yanında aklî deliller de kullanmıştır. Eş'arî'nin inanç metodu kendisinden sonra gelen kelâmcılar tarafından da devam ettirilmiştir. En meşhur Eş'arî kelâmcılaı % Bâkıllânî (öl. 403/1013), Cüveynî (öl. 478/1085), Gazzâlî (öl. 505/1111). Şehristâhî (öl. 548/1153), Amidî (öl. 631/1233), Fahruddîn Râzî (öl. 606/1210), Kadı Beyzâvî (öl. 685/1286), Teftâzânî (öl. 793/1390) ve Cürcânî (öl. 816/1413) dir.
Eş'arilik daha çok mutezileye bir karşı tez olarak doğmuş, felsefeye karşı tez olarak devam etmiştir. Bu sebeple Eş'arilik, selef inancına Mâtüridilikten daha uzak olarak gösterilebilir. Eş'arî âlimleri zamanla te'vile çok fazla yer vermişlerdir. Zaman zaman da kelâmda yenilikler ve değişiklikler yapmışlar, kelâm ilmini felsefe ile rekabet edebilecek Dir güce kavuşturmuşlardır. Eş'ariyye mezhebi de ehl-i sünnetin temel prensiplerini kabullenmekle beraber, bazı noktalarda Mâtürîdîlikten ayrılmış, kendine has görüşler ileri sürmüştür. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
a. Kendilerine dinî tebliğ ulaşmayan kişiler aklıyla Allahı bulmak ve O'na iman etmekle mükellef değildirler.
b. İyi ve kötü, güzel ve çirkin akılla değil şeriatle bilinir. Birşey Allah Taâlâ emrettiği için güzeldir, yasakladığı için çirkindir. Fiilin kendisinde güzellik ve çirkinlik yoktur.
c. Kulda başkbaşına bir cüz'î irade yoktur. Kulun cüz'î iradesi Allahın iradesine bağlıdır. Kul ister Allah dilerse yaratır, dilerse yaratmaz.
d. Allah Taâlânın ayrıca ezelî bir tekvin sıfatı, yoktur. Bu sıfat kudret sıfatının içindedir.
e. Allah, kulun gücünün yetmeyeceği şeyleri kula yükleyebilir.
f. Allahın fiillerinde sebeb ve hikmet olabilir de olmayabilir de.
Sünnî müslümanların % 13 ünü oluşturan Mâlikîlerin hemen hemen tamamı ile % 33 ünü teşkil eden Şâfiîlerin dörtte üçü, hanefilerle hanbelilerin çok az bir kısmı itikatta Eş'ariyye mezhebini benimsemişlerdir. Eş'arilik, Endülüs, Hicaz, Kuzey Afrika, Mısır, Irak ve Suriye'de yayılmıştır. 862
B. Ehl-i Bid'at
Bid'at, örneği ve benzeri olmaksızın meydana getirilen, dinde sonradan uydurulan şey demektir. Ehl-i bid'at ve ehl-i dalâl (uydurma ve sapık sayılan mezhepler) ise, akaid sahasında Rasulullahın sünnetini terkederek, Rasulullah ve ashab topluluğunun akaid sahasında izledikleri yoldan ayrılan ve bid'ate düşen gruplardır. Bid'atçı ve sapık mezhepler, ehl-i sünnetin görüşlerine aykırı fikirler ileri sürmüşlerdir. Bid'at sünnetin zıttıdır.
Bid'atçı ve sapık saydığımız mezhepleri tanımakiçin, onların sahip oldukları genel nitelikleri şöyle sıralamak mümkündür:
1. Sahabenin izinde giden, müctehid âlimler topluluğunun görüşlerine uyan müslümanların büyük çoğunluğundan (cemaattan) ayrılmak.
2. Manası apaçık muhkem âyetleri bir kenara bırakarak, manasını ancak Allanın bileceği müteşabihler üzerinde yorum yapıp, onlara uymak.
3. Kitap ve sünnete uymaları gerekirken, itikâdî konularda kendi arzu ve anlayışlarına uymaları.
Bid'atçı mezhepler genellikle altı grupta incelenirler:
Mutezile, Şia, Hâriciyye, Mürcie, Müşebbihe ve Cebriyye. 863
1. Mutezîle
Ayrılanlar, uzaklaşanlar, bir tarafa çekilenler manasına gelen Mutezile, büyük günah işleyen kişinin, küfür ile iman arasında bir mertebede olduğunu söyleyerek Hasan-ı Basrî (öl. 110/728) nin dersini terkeden Vâsıl b. Atâ (öl. 131/748) ile ona uyanların oluşturduğu mezhebin adıdır. Mutezile akılcı bir mezheptir. Bu sebeple mantık kaideleri ile çelişir gördüğü âyet ve hadisleri başka manalara yorumlar. Yani akla öncelik verir. Kelâm ilmi ilkin mutezilenin elinde doğmuştur. Mutezile mezhebi, Ebu'l-Hüzeyl el-Allâf (öl. 235/850), Nazzâm (öl. 231/845), Câhız (öl. 255/869), Bişr b. Mu'temir (öl. 210/825), Cübbâî (öl. 303/916) ve Kâdî Abdülcebbâr (öl. 415/ 1025) gibi büyük kelâmcılar yetiştirmiştir. Mutezile Abbasiler döneminde en parlak zamanını yaşamıştır. Me'mûn (öl. 218/833), Mu'tasım (öl. 227/841) ve Vâsık (öl. 232/847) zamanında devletin resmi mezhebi olmuştur. Daha sonra bu parlak donem sona ermiş, tarih sahnesinden silinmeye başlamıştır. Günümüzde Mutezile, başlıbaşına bir mezhep olarak mevcut değildir. Ancak görüşleri başta Şîa olmak üzere bazı mezheplerde yaşamaktadır. Mutezile mezhebinin görüşleri beş esasta sistemleştirilmiştir. Buna el-Usûlü'1-Hamse (beş esas) adı verilir. Bu esaslar şunlardır: 864
a. Tevhîd: Allahı zat ve sıfatları yönüyle bir kabul etmektir. Bu anlayıştan hareket eden Mutezile, Allanın ezelî sıfatlarını, ezelî varlıklar çoğaltılıyor (taaddüdü'l-kudemâ) düşüncesiyle inkâr etmiş, Allanın kelâm sıfatını mahluk saymış (halk-ı Kur'an), Allanın âhirette müminler tarafından gözlerle görülemeyeceğini savunmuştur. Mutezile bu konuda Cehmiyye'nin etkisinde kalmıştır.
b. Adalet: Mutezileye göre kullar, fiillerini hür irade ile yaparlar. Bu fiillerin yaratılmasında, Allanın müdahelesi yoktur. Eğer bu fiilleri kul değil de Allah yaratmış olsaydı, kulun o fiilden dolayı ceza "görmesi, adalet değil zulüm olurdu. Mutezile bu görüşüyle, ilâhî kaderi inkâr etmiş, kulun kaderini kendisinin çizdiğini söylemiştir. Mutezilenin, adalet görüşünü ileri sürerken Kaderiyye'den etkilendiği bilinmektedir. Yine adalet prensibine göre kul için en uygun olanı (aslahı) yaratmak Allah üzerine vaciptir.
c. Va'd ve vaîd; İyilik yapana mükâfat, kötülük yapana ceza vermek Allah için zaruridir. Bu sebeple günah işledikten sonra tevbe etmeyen kulu Allahın bağışlaması ve peygamberin şefaat etmesi söz konusu değildir.
d. Menzile beyne'l-menzileteyn: Büyük günah işleyen kimse (mürtekib-i kebîre) ne mümindir, ne de kâfirdir. İman ile küfür arasında fısk denilen bir mertebededir. Eğer tevbe etmeden ölürse ebedî cehennemde kalacak, tevbe ederse mümin olarak cennete girecektir.
e. Emr bi'1-ma'rûf ve'n-nehy anl'1-münker: İyiliği yaptırmaya ve kötülüğü önlemeye çalışmak bütün müslümanlara farzdır.
Mutezile itikatta bu görüşlere sahip olmakla birlikte, çoğunlukla amelde hanefî mezhebine bağlıdırlar. Mutezile kendi içinde pekçok kola ayrılmıştır. Bu kolların sayısını 20 ye vardıran tarihçiler bulunmaktadır. 865
2. Şia
Lûgatta, grup, topluluk, taraftarlar, yardımcılar manasına gelen Şia, ıstılahta dördüncü halife Hz. Alî (öl. 40/661) nin. tarafını tutanların ve O'nun diğer bütün sahabilerden üstün olduğunu kabul edenlerin meydana getirdiği mezheptir. Bu mezhep ilmî olmaktan çok, siyasidir, hilâfet tartışmalarından doğmuştur. Şîaya göre Hz. Ali, Rasulullahtan sonra müslümanların en üstünüdür. Halifelik ve imamük, çözümü insanlara bırakılabilecek işlerden değildir. Bu sebeple Hz. Peygamber, kendisinden sonra kimin halife olacağını açıklamıştır. Bu da Hz. Ali’dir. İmamlar peygamberler gibi büyük ve küçük günahlardan korunmuşlardır. İlk üç halife, Ebûbekir (öl. 13/634), Ömer (öl. 23/644) ve Osman (öl. 35/656) zalimdirler, bunlara uyanlardan uzaklaşmak (teberrî) gerekir. Büyük günah işleyen kimseler tevbe etmeden- ölürlerse ebedî olarak cehennemde kalırlar.
Şîa kendi içerisinde 20 ye yakın kola ayrılmıştır. Başlıca kolları, Keysâniyye, Zeydiyye, îmâmiyye, Ğâliyye ve Bâtıniyye'dir. 866
a. Keysâniyye:
Hilafetin, Hz. Aliden sonra, onun Havle adındaki cariyeden olma oğlu Muhammed Îbnü'l-Hanefiyye (öl. 81/700) nin hakkı olduğunu müdafaa eden gruptur. Bu mezhep, Allah Taâlâ’nın bildiği bir şeyin sonradan aksinin ortaya çıkmasını (bedâ) kabul ettiği, insanlar öldükten sonra ruhlarının başkalarına geçtiğine (tenasüh-ruh göçüne) inandıkları, mezhebin kurucusu Muhtar Sakafî (öl. 67/687) nin peygamberliğini iddia ettiği için kâfir sayılmıştır. Hatta çoğu tarihçiler Keysâniyeyi Ğâliyeden sayarlar. 867
b. Zeydiyye:
Hz. Hüseyin (öl. 61/680) in torunu Zeyd b. Alî (ol. 122/740) ye bağlı olan Şîa koludur. Görüşleri itibariyle Şia'nın ehli sünnete en yakın kolu budur. Zeydiyeye göre, Hz. Peygamberden sonra en üstün kişi Hz. Alidir. Fakat en üstün olan (fâdıl) varken, sahabilerin üstün kabul ettikleri kişi (mefdûl) nin halifeliği de geçerlidir. Bu sebeple onlar, Ebûbekir, Ömer ve Osmanı meşru halife olarak tanırlar. Zeydiyye, akaid konularında mutezilenin tesirinde kaldığından, büyük günah işleyen kimsenin tevbe etmeden öldüğü takdirde ebedî cehennemde kalacağını söylemiştir. Amelde çoğunlukla hanefidîrler. Bugün çoğunlukla Yemende yaşarlar. 868
c. İmâmiyye:
Hz. Peygamberden sonra on iki kişiyi imam tanıdıkları için “İsnâaşeriyye-onikiciler”; altıncı imam Ca'fer-i Sâdık (öl. 148/765) ı fıkıhta imam kabul ettiklerinden Ca'feriyye adıyla da anılan bu grup, en kalabalık şii mezhebidir. Bugün çoğunlukla İran ve Irak'ta yaşamaktadırlar. Biraz önce Şia'nın genel görüşleri arasında saydıklarımız aynı zamanda imamiyyenin görüşüdür. İmamiyyeye göre on iki imam şunlardır: Hz. Ali (öl. 40/661), Hasan (öl. 50/ 670), Hüseyin (öl. 61/680), Ali Züynülâbidîn (öl. 94/ 712), Muhammed Bakır. (öl. 114/732), Cafer-i Sâdık (öl. 148/765), Mûsâ Kâzım (öl. 183/799), Ali Rızâ (öl. 203/818), Muhammed Takî (öl. 220/835), Ali Nakî (öl. 254/868), Hasan Askerî (öl. 260/873) ve Muhammed Mehdî (öl. 275/888). Onikinci imam Muhammed Mehdi, küçükken kaybolmuş bir daha dönmemiştir. Kıyametin kopmasına yakın gelmesi beklenen kurtarıcı (mehdî) odur. Halbuki ehl-i sünnette böyle bir inanç yoktur. 869
d. Ğâliyye:
Sınırı aşanlar manasındaki bu kelime, müslüman olduklarını söyledikleri halde İslâmın esaslarından olduğu kesinlikle bilmen hususlardan bir veya bir kaçını inkâr eden din dışı gruplara verilen bir isimdir. Ğaliyyenin ilk kurucusu Yemenli bir yahudi dönmesi olan Abdullah b. Sebe' (öl. 41/660) tir. O, Hz. Alinin tanrı olduğunu iddia etmiş, bu sebeple Medâin'e sürülmüştür. Ğâliyye çeşitli kollara ayrılmakla birlikte, genel nitelikleri; imamları tanrılaştırma (te'lîh), Allanın ruhunun imamlara hulul ettiğini söyleme, imamların veya fırka kurucularının peygamber olduklarına inanma, kıyameti inkâr etme, ruh göçüne (tenasühe) inanma, haramları helâl, helâlleri haram sayma, Kur'anın değiştirildiğine inanma,- peygamberin ashabını kafir saymalarıdır.
Bu inançları sebebiyle Galiyye din dışı sayılır. Günümüzde müstakil olarak yaşamasa da değişik görüntüleri yaşamaktadır. Meselâ, Babîlik, Bahaîlik, Kâdiyânîlik, Dürzîlik, Nusayrilik gibi. Bugün daha çok Hindistan, Pakistan, Suriye, Lübnan, İsrail, Yemen, Uganda ve Amerika'da yaşamaktadırlar. 870
e. Bâtıniyye:
İsmâîliyye, Seb'iyye, Zenâdıka ve Karmatîler olarak ta bilinir. Çoğu tarihçiler Bâtmîliği Ğaliyeden sayarlar. Görüşleri din dışı bir özellik arzeder. Manası apaçık âyetleri bile değişik manalara yorumlayarak, bilgisiz kişileri avlarlar. 871
3. Haricîyye
Bu mezhep Hz. Ali ile Muâviye (öl. 60/680) arasında cereyan eden Sıffîn savaşından sonra, halife tayini işi hakeme bırakılınca ortaya çıkmıştır. Hz. Ali ordusundaki bazı kimseler onu terkedip, ordusundan ayrılmışlar ve Hz. Aliye isyan etmişlerdir. İşte bu sebeple isyan edenler, karşı gelenler anlamına bunlara hariciyye denilmiştir. Hariciler sonra daha da ileri giderek, hakem olayı sebebiyle günah işlendiğini, her büyük günah işleyenin dinden çıkacağını ileri sürmüşlerdir. Bu sebeple Hz. Aliyle mücadeleye girişmişler, sonunda onu şehit etmişlerdir.
Haricilere göre halife seçmek müminler üzerine vacip değildir. Devlet başkansız da olabilir. Günah işleyen devlet başkanına itaat edilmez, görevine hemen son verilir. Onların bu görüşleri İslâm toplumunda anarşinin ilk tohumları olmuştur. Yine haricilere göre, ameller imanın bir parçasıdır. Ameli terkeden veya günah işleyen kimse mümin değil, kâfirdir. Bu sebeple Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Maâviye ile Cemel ve Sıffî'n savaşma katılanları günah işlediler diye tekfir ederler. Haricilik genellikle cahil halk tabakasının meydana getirdiği bir mezheptir. Hariciler çok Kur'an okurlar, okuduklarını anlayamazlar, âyet ve hadislerin ruhuna eremezlerdi. Hâricilik, Muhakkime-i Ülâ, Ezârika, Necedât, Sufriyye, Acâride ve İbâziyye diye kollara ayrılmıştır. Bunlar içinde en insaflı ve ehl-i sünnete en yakın olan İbâziyye günümüze kadar yaşamıştır. İbâzîler daha çok Kuzey Afrika, Madagaskar ve Zengibarda yaşarlar. 872
4. Mürcîe
Ümit verenler, tehir edenler manasına gelen bu kelime, Haricilik ve mutezilenin büyük günah konusundaki görüşlerine karşı tez olarak doğan ve büyük günah işleyenlerin hükümlerinin Allaha ait olduğunu söyleyerek ümit veren veya hükmü ahirete bırakarak geciktiren kimselerin oluşturduğu mezheptir. Mürcieye göre kişi hakkıyla' inandıktan sonra, işlediği günah imanına zarar vermez. Çünkü iman bir bilgi ve dil ile ikrar etmedir. Mürcie amelin imanın bir parçası olmadığı kanaatdadir. İmanda artma ve eksilmeyi kabul etmez. Mürcieye göre Allah va' dettiği şeyden caymaz. Ama tehdidinden dönebilir. Mürcie mezhebi de diğer mezhepler gibi çeşitli kollara ayrılmıştır. 873
5. Müşebbihe Ve Mücessime
Teşbih, lügatte benzetmek demektir. Müşebbihe de benzetenler anlamına gelir. Onların bu ismi almalarına inançları sebep olmuştur. Çünkü bunlar, Allanın insana ve yaratıklara benzediğini, insanlarınki gibi olmamakla beraber onun da organ ve uzuvlarının bulunduğunu kabul ederler. Mücessime de, Allahı cisim sayan ve cisimler gibi kabul eden mezhebe verilen addır. 874
6. Cebriyye
Kurucusu Cehm b. Safvân (Öl. 128/745) dır. Bu sebeple cebriyeye Cehmiyye de denilir. Cebriyye mutezilenin tam zıttı bir mezheptir. İnsanda hür iradenin varlığını inkâr ederek; insanın, rüzgarın önündeki bir kuru yaprak gibi olduğunu, yaptığı işleri mecburen yaptığını kabul eder. Bugün dahi irade, kader ve kaza meselelerini iyi anlamamış olan birçok kimse bilerek veya bilmeyerek bu mezhebin görüşünü benimsemiştir. Avrupalılar bu mezhebe Fatalizm derler. Cebriyye, cennet ve cehennemin dünya gibi geçici olduğuna, Ahirette Allanın, gözlerle görülmeyeceğine, Allanın kelâmının sonradan (hadîs) olduğuna inanı. 875
Dostları ilə paylaş: |