İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə128/1221
tarix05.01.2022
ölçüsü13,72 Mb.
#76819
1   ...   124   125   126   127   128   129   130   131   ...   1221
Birkaç atıf notu:

-Bediüzzaman Hazretlerinin çektiği meşakkatın mühim bir sebebini anlatan bir istida, bak: 396/1.p.

-Fitne öncesi yapılan tebliğlere rağmen fitne hâkim olursa, ondan uzaklaşılır, bak: 813/1, 813/2.p.lar.

-Firavun cereyanının ifsadatını ıslaha çalışan zatın kıssasının asrımıza ba­kan yönü, bak: 3727/1, 3727/2.p.lar.

388- «Van’da, mezkûr mağarada yaşamakta iken, Şark’ta ihtilal ve isyan hare­ketleri oluyor. “Sizin nüfuzunuz kuvvetlidir” diyerek yardım isteyen bir zâ­tın mek­tubuna: “Türk Milleti asırlardan beri İslâmiyet’e hizmet etmiş ve çok veliler yetiş­tirmiştir. Bunların torunlarına kılınç çekilmez, siz de çekme­yiniz; teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Millet, irşad ve tenvir edilmelidir!” diye cevab gönderiyor. Fakat yine hükümet, Bediüzzaman’ı Garbî Anadolu’ya nefyediyor.

389- Evvelâ, Burdur Vilayetine askerî muhafızlarla nefyediliyor. Nihayet Bur­dur’da Said Nursî boş durmuyor, dinî musahabelerde bulunuyor, diye gizli din düşmanları tarafından rapor tanzim ettiriliyor ve gurbet hayatı içinde kendi kendine ölür gider düşüncesiyle dağlar arasında tenha bir yer olan Isparta Vila­yetine bağlı Barla Nahiyesine gönderilmeye karar veriliyor.» (T.H.150-151)

1926 senesinde Barla’ya gelen Bediüzzaman, Risale-i Nur namındaki eserle­rini te’life başlıyor. Eserler elyazma olarak çoğaltılıp okunuyor.

«Risale-i Nur’un gittikçe inkişaf ettiğini, iman ve İslâmiyet’in kuvvetlen­meye başladığını anlayan gizli din düşmanları, “Bediüzzaman gizli cemiyet ku­ruyor, rejim aleyhindedir, rejimin temel nizamlarını yıkıyor!” gibi uydurma ve hükümeti aldatıcı tertib ve ittihamlarla 1935 senesinde Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde, idam kasdıyla ve muhakkak surette mahkûm edilmesi direkti­fiyle hakkında dâva açtırılı­yor. Bunun üzerine, Dahiliye Vekili ve Jan­darma Umum Kumandanı, teçhiz edilmiş askerî bir kıt’a ile birlikte Is­parta’ya geli­yorlar. Isparta-Afyon yolu boyunca süvari askerleri yerleştiriliyor. Isparta Vila­yeti ve civarı, askerî birliklerle kontrol altında bulunduruluyor. Bir sabah vakti; mâsum ve mazlum Bediüzzaman inzivagâhından çıkarılarak, talebeleriyle bera­ber, elleri kelepçeli olarak kamyonlarla Eskişehir’e sevkediliyor. Yolda Bediüzzaman ve talebelerine yakın bir alâka duyan Müf­reze Kumandanı Ruhi Bey, kelepçeleri çözdürüyor. Bu suretle, namazlar ka­zaya bırakıl­madan yola devam ediliyor. Hakikatı ve Bediüzzaman’ın masu­miyetini idrak eden Müfreze Kumandanı, Bediüzzaman ve talebelerinin bir dostu olmuştur..

390- Yüzyirmi talebesiyle Eskişehir Hapishanesine getirilen Said Nursî, tam bir tecrid-i mutlak içerisine alınarak, kendisine ve talebelerine dehşetli işkence­ler tatbi­kine başlanıyor. Bediüzzaman Said Nursî, kendisine yapılan bu işkence ve azablara rağmen, Otuzuncu Lem’a ve Birinci ve İkinci Şualar’ı te’lif ediyor. Hapisteki birçok kimseler Üstad Bediüzzaman hapse girdekten sonra ıslah-ı nefs ederek mütedeyyin bir hale geliyorlar.» (T.H.215)

391- «Burada, hârika bir hâdiseyi nakletmeden geçemiyeceğiz. Şöyle ki: Bediüzzaman hapiste iken, bir gün, o zamanın Eskişehir Müdde-i umumisi Üs­tadı çarşıda görür. Hayret ve taaccüble ve vazifesine son vereceği ihtarıyla ha­pishane müdürüne: “Ne için Bediüzzaman’ı çarşıya çıkardınız? Şimdi çar­şıda gördüm.” Müdür de: Hâyır efendim! Bediüzzaman hapishanede, hattâ tecriddedir; bakınız.” diye cevap verir. Bakarlar ki, Üstad yerindedir. Bu hâ­rika vakıa adliyede şâyi olur. Hâkimler “Bu hale akıl erdiremiyoruz” diye birbirle­rine naklederler.

Aynen bunun gibi bir vakıa da, Bediüzzaman Denizli hapsinde iken ol­muş­tur. Üstadı, halk iki-üç defa muhtelif camilerde sabah namazında görür. Savcı işitir. Ha­pishane müdürüne pür-hiddet: Bediüzzaman’ı sabah nama­zında dışa­rıya, camiye çı­karmışsınız, der. Tahkikat yapar ki, Üstad hapisha­neden dışarı kat’iyyen çıkarılma­mış.

Eskişehir hapishanesinde iken de; bir Cuma günü hapishane müdürü, kâtip ile otururken bir ses duyuyor: “Müdür bey! Müdür bey!”

Müdür bakıyor. Bediüzzaman yüksek bir sesle: “Benim mutlaka bugün Ak Cami’de bulunmam lâzım.”

Müdür: “Peki Efendi Hazretleri” diye cevap veriyor. Kendi kendine: “Her­halde, Hoca Efendi kendisinin hapiste olduğunu ve dışarıya çıkamıyacağını bi­lemi­yor” diye söylenir ve odasına çekilir. Öğle vakti; Bediüzzaman’ın gönlünü alayım, Ak Cami’ye gidemiyeceğini izah edeyim düşüncesiyle Üstadın koğu­şuna gider. Ko­ğuş penceresinden bakar ki, Bediüzzaman içeride yok! Hemen jandarmaya sorar, “İçeride idi, hem kapı kilitli” cevabını alır. Derhal camiye ko­şar. Bediüzzaman’ın ileride, birinci safta, sağ tarafta namaz kıldığını görür. Namazın sonlarında Bediüzzaman’ı yerinde göremeyip, hemen hapishaneye dö­ner. Hazret-i Üstad’ın “Allahu Ekber” diyerek secdeye kapandığını hayretler içerisinde görür. (Bu hâdiseyi bizzat o zamanki hapishane müdürü anlatmıştır.)» (T.H.217) (Bak: 1982/1.p.)

392- 27 Mart 1936’da Eskişehir hapsinden tahliye edilen Bediüzzaman, Kasta­monu’da ikamete mecbur edildi.

«Risale-i Nur’un neşriyat ve fütuhat dairesi gittikçe genişliyor.. İştiyakla Nurları okuyanlar, günden güne ziyadeleşiyor. Risale-i Nur’daki hârika kuv­vet ve tesiratın neticesini müşahede eden gizli İslâmiyet düşmanları, yine bir entrika çevirip Risale-i Nur’a ve müellifi Bediüzzaman’a suikasdla: “Bediüzzaman gizli cemiyet kuruyor, halkı hükümet aleyhine çevriyor, inkılabları kökünden yıkı­yor, Mustafa Kemal’e deccal, süfyan, din yıkıcısı di­yor, bunu Hadislerle isbat ediyor.” gibi bir sürü baha­neler ve planlarla ittiham edilerek Kastamonu’dan Denizli Ağızceza Mahkemesine, yüz yirmialtı talebesiyle beraber 1943 sene­sinde sevkediliyor. Sonra, Risale-i Nur Külliyatında siyasî bir mevzu olup ol­madığını tedkik için bir kaç memurdan müte­şekkil bir ehl-i vukuf teşkil edile­rek, müsadere edilen Nur Risaleleri ve mektublar tedkike başlanınca, Bediüzzaman “Bu vukufsuz ehl-i vukuf, Ri­sale-i Nur’u tedkik edemez. An­kara’da yüksek, ilmî bir ehl-i vukuf teşkil etti­rilsin. Avrupa’dan feyle­soflar geti­rilsin. Eğer onlar bir suç bulurlarsa, en ağır cezaya razıyım.” der.

Bunun üzerine Risale-i Nur Külliyatı ve bütün mektublar Ankara’da profe­sör­ler ve yüksek âlimlerden mürekkeb bir ehl-i vukufa satır satır tedkik ettirilir. Ehl-i vukuf tarafından “Bediüzzaman’ın siyasî bir faaliyeti yoktur. Onun mesle­ğinde ce­miyetçilik ve tarikatçılık mevcud değildir. Eserleri ilmî ve imanîdir, Kur’an’ın bir tefsiridir” diye rapor veriliyor. Mahkemeye verili­şindeki ittihamlar, delilsiz ve isbatsız olduğu için, bir takım uydurma bahane ve tertiblerden ibaret olduğu anlaşı­lıyor. Neticede, Bediüzzaman büyük bir müda­faa yapıyor. Nihayet, mahkeme itti­fakla 15/6/1944 tarih ve 199/136 sayılı beraet kararını veriyor. Yüzotuz parça Ri­sale-i Nur Külliyatının hep­sine serbestiyet verip, sahiblerine tamamen iade ediyor. Beraet kararını, Temyiz Birinci Ceza Dairesi, 30/12/1944 tarihli ilamla ittifakla tas­dik edip, Risale-i Nur dâvâsının hakkaniyeti kaziyye-i muhkeme halini alıyor.

393- Bediüzzaman ve talebelerinden bir kısmı hapiste dokuz ay kaldık­tan sonra beraet kararı üzerine tahliye ediliyor. Fakat Said Nursî Hazretlerini hapis­hanede ze­hirliyorlar, ölüm tehlikesi geçiriyor. Cenab-ı Hakk’ın inaye­tiyle kur­tuluyor.» (T.H.399)

«Denizli Ağızceza Mahkemesinin Haziran 1944 tarihli beraet kararı ile ha­pisten tahliye olunan Nur talebeleri memleketlerine gitmişler, Üstad ise An­kara’dan bir emir alıncaya kadar Denizli’de Şehir Otelinde kalmıştır..

Said Nursî Denizli’de iki ay kaldıktan sonra, Afyon vilayetinin Emirdağ ka­za­sında ikamete memur edilir. Emirdağ’ına 1944 senesi Ağustos ayında nefyedilir. İlk önce onbeş gün kadar bir otelde kalır, sonra kira ile bir eve yerle­şir.» (T.H.458)

394- Bediüzzaman’ın Emirdağ’da zehirlenmesi:

«Bir siyasî memurun iğfali ve “imhası için yukarıdan emir aldık” deme­sine al­danan bir bekçibaşı, Üstad’ın penceresine geceleyin merdivenle çıka­rak ye­meğine zehir atmış, ertesi gün Üstad zehirlenerek kıvranmaya başla­mıştır. Zehirin tesiri çok azîm olduğu halde, kendisi “Cevşen-ül Kebir gibi evrad-ı kudsiyelerin feyziyle ölümden muhafaza olunuyorum. Fakat hastalık, ızdırab çok şiddetlidir.” derdi. Bir hafta kadar aç susuz denecek bir halde pe­rişan bir vaziyette inlemiş, sonra biiznillah şifa bulup, tekrar tashihat gibi Ri­sale-i Nur vazifeleriyle iştigale başlamıştı.

Bu şiddetli hastalık zamanlarında asla namazlarını terketmedi. Yalnız ikinci ve üçüncü zehirlenmek zamanında, tahammülü gayrıkabil bir hasta­lıkta iki üç gün far­zını yatağında ancak kılabildi.

Ölüm tehlikesi geçirdiği günlerde, bir gece sabaha kadar yanında nöbet bekle­yip gözyaşları içinde Üstad’a dikkat eden iki talebesi diyor:

“Sabaha yakın, gözleri kapalı olduğu halde doğruldu, ellerini dergah-ı İlahiyeye açıp yavaş bir sesle birkaç kelime ile Risale-i Nur hizmetinin inkişa­fına ve talebele­rinin selâmetine dua etti. Sonra bayılmış vaziyette yatağa düştü.”

Hizmetini sıra ile iki üç genç talebesi ifa ederdi. Bir müddet onlar da men’edilmişse de, çalışkan talebeleri hizmetinden asla vazgeçmiyerek yüksek bir fe­dakârlık gösterdiler.» (T.H. 461)



395- «Bediüzzaman 1944’te Denizli Mahkemesinde beraet ettiği halde, Af­yon vilayetine bağlı Emirdağ kazasında ikamete memur ediliyor. Orada kendi âhireti ve Risale-i Nur’la meşgul olurken 1948 senesinde bir sürü ba­hanelerle, elli Risale-i Nur talebesiyle birlikte Afyon Ağızceza Mahkemesine sevkediliyor ve hapse konuluyor.

Yapılan derin ve uzun tahkikat neticesinde, bir tek suç delili bulunamı­yor. Fa­kat ne oldu ise oldu, ne yaptılarsa yaptılar, nihayet mahkeme güya ka­naat-ı vicda­niye ile Bediüzzaman’a 20 ay ve müdakkik bir âlime 18 ay, yirmiiki kişiye de altışar ay hüküm veriyor. Diğerlerine de beraet veriyor.

Mahkûmiyet kararı hemen temyiz ediliyor. Temyiz Mahkemesi kısa bir za­manda tedkikatını bitirerek:

“Madem Bediüzzaman Said Nursî Denizli Mahkemesinde aynı suçtan beraet etmiş. Denizli Mahkemesinin kararı hatalı da olsa, Temyiz’in, tasdikin­den geçen bir dava tekrar taht-ı muhakemeye alınamaz.” diye, veri­len mahkû­miyet kararını esas­tan bozuyor.

Afyon Mahkemesi, Temyiz’in kararına uyulup uyulmayacağını uzun uza­dıya düşünüyor.. Nihayet uyulmasına karar veriyor. Sonra da noksanların ikmali için ça­lışmaya başlıyor. Fakat bu çalışma bir türlü tamamlanmıyor.... Bediüzzaman ve ta­lebeleri, hüküm kat’iyet kesbetmeden, verilen ceza müd­de­tini hapishanede geçir­dikten sonra tahliye edilmişlerdir.» (T.H.543)

396- «Üstad Said Nursî, Afyon hapishanesinden 1949’da bir Eylül sabahı tah­liye edildi. İki komiser arasında faytonla bir eve geldi. Üstad Afyon’da iki ay kadar ika­metten sonra da Emirdağı’na geldi. Emirdağı’nda bir çok Risale-i Nur talebeleri vardı. Oradaki hizmet-i Nuriyeyi bu talebeler ifa ettiler.» (T.H.612)

«Temyiz’in bozma kararından sonra Afyon’da mahkeme devam ederken ikti­darı ele alan Demokrat Parti hükümeti, umumi af ilan etti. Afyon Mahke­mesi de af kanununun daire-i şumulüne girdiği için dosya ortadan kaldırıldı. Fakat mahkeme heyeti, Risale-i Nur eserlerinin beraetine karar vermedi, mü­sa­deresine karar verdi. Bu karar 1956 tarihine kadar devam etti. Mahkeme iki defa Nur Risalelerine müsa­dere kararı verdi. Temyiz Mahkemesi bu iki kararı da bozdu. Afyon Mahkemesi Temyiz’in kararına uyarak Nurların beraetine karar verdi. Bu sefer Temyiz, usulde noksanlık yüzünden bozdu ve eserlerin Diyanet İşleri’nce tedkikini istedi. Diyanet İşleri Müşavere Ku­rulu’nca bütün eserler tedkik ettirildi. Neticede Nurların hakikatını bir de­rece belirten bir rapor verildi.

Ehl-i vukufun mezkûr raporuna istinaden Afyon Mahkemesi, Haziran 1956 ta­rihinde ittifakla Nurların beraetine ve serbestiyetine karar verdi. Ka­rar kat’ileşti. Artık bu tarihten sonra, merkez-i hükümette Risale-i Nur mecmuaları matbaalarda tab’ edilmeye başladı.» (T.H.614)

396/1- Bunca zaman kendisine tazyik yapılan Bediüzzaman Hazretleri bu taz­yikin sebebini, Devlet Reisine yazdığı bir istidasında şöyle beyan eder:

«Reis-i Cumhura gönderilen istidanın zeylidir ki, mecbur oldum yaz­mağa.

Bana hücum eden garazkârların en esaslı sebebi; Mustafa Kemal’in dost­luğu ve tarafgirliği vesilesiyle beni eziyorlar. Ben de o garazkârlara derim ki: Ölmüş gitmiş ve dünyadan ve hükümetten alâkası kesilmiş bir adam hak­kında otuz sene evvel bir Hadis-i Şerifin ihbarıyla, Kur’ana zararlı öyle bir adam çıka­cak dediğimi ve sonra Mustafa Kemal o adam olduğunu zaman gösterdi.

Ben de beşyüz seneden beri kahramanlığıyla ve hakperestliğiyle dünyaya mey­dan okuyan kahraman bir ordunun şerefini ve zaferini, hilaf-ı hakikat olarak M.Kemal’e vermediğim için, garazkâr dostları beni yirmi senedir ba­hanelerle tazib ediyorlar.

Evet mahkemede isbat ettiğim gibi; şerefler, müsbet hayırlar, maddi ma­nevi ganimetler orduya cemaata verilir, tevzi edilir; kusurlar, menfi icraatlar başa, reise verilir diye bir kaide-i hakikatla, kahraman ordunun ve bilfiil asker ve as­ker başında çalışan cesur zabitlerin zaferleri ve şerefleri Mustafa Ke­mal’e ve­rilmez. Belki ku­surlar, hatalar yalnız ona verilir diye beni onu sev­memekle ittiham edenleri, kahra­man orduyu sevmemekle ve şereflerini kır­makla ittiham edip onlara hain-i millet nazarıyla bakıyorum. Bu hakikatı mahkemede isbat et­tiğim gibi, onun muannid dostlarına da isbat etmeye ha­zırım. Ben bu mübarek milletin bahadır ordusunun milyonlar efradı ve za­bitlerini severim. Hürmetle­rini, haysiyetlerini elimden geldiği kadar muha­faza ediyorum. Benim karşım­daki garazkâr muarızlarım, bir tek adamı sev­mek yolunda, milyonlar efrada ma­nen ihanet, belki adavet ediyorlar.

Evet çok emarelerle bildik ki; bana hücum edenleri tahrik eden, Mustafa Ke­mal’e itirazımdır ve ona dost olmadığımdır. Başka sebebler bahanedir. Bu­nun için mecbur oldum ki, o muarızlarıma derim: O beni taltif etmek ve bütün vilayat-ı şarkiyeye vaiz-i umumî yapmak için Ankara’ya istedi. Ben oraya git­tim. Bu gelen üç madde, beni onun dostluğundan vazgeçirdi. Yirmi sene inzi­vada azab çektim, dün­yalarına karışmadım.



396/2- Birinci Madde: Bir Hadis-i Şerifin, âhirzamanda an’anat-ı İslâmiyenin zararına çalışacak diye haber verdiği adam, bu olduğunu ef’aliyle göstermesidir. Ben otuzaltı sene evvel o Hadisi tefsir etmiştim. Aynen bu adama mânâsı çıkmış. Mah­kemedeki müdafaatımın “Üçüncü Esas”ında izahı var.

İkinci Madde: Bir şeyin vücudu ve tamiri ve hayatı, ona ait bütün erkân ve şe­raitin vücuduyla olabilmesi; ve o şeyin ademi ve tahribi ve ölmesi, bir tek şartın bo­zulmasıyla olduğu bir kaide-i hakikattır. Umumun dillerinde “Tahrib, tamirden çok kolaydır” diye darb-ı mesel olmuştur.

Bu kat’i kaideye binaen, meydanda görünen ehemmiyetli kusurlar ve tah­ri­batlar o kumandanın hatasından ve ehemmiyetli şerefler ve zaferler ise or­dunun kahra­manlığından geldiğinden; o fenalıkları ona, o iyilikleri orduya vermek lâ­zım gelir­ken, bütün bütün aksine olarak cemaatın hayrını baştaki bir ferde ve o ferdin şerrini cemaata vermek dehşetli bir haksızlık olmasıdır.

Üçüncü Madde: Cemaatın hayrını ve ordunun zaferini başa vermek ve o ba­şın kusurunu cemaata isnad etmek ise, binler hayırları birtek hayra indir­mek ve birtek kusuru binler kusur yapmaktır. Çünki nasıl bir tabur bir deh­şetli düşmanı öldürse, herbir neferi bir gazilik rütbesini alır ve yalnız binbaşı­sına verilse, bin­den bire iner, bir tek gazi olur. O binbaşının hatasıyla zali­mane bir katil yapılsa ve ona verilmeyip tabura verilse, o bir tek katil bin ci­nayet hükmüne geçerek bin neferi mesul eder ve cezaya çarpar.

Aynen öyle de: Meydandaki görünen ehemmiyetli kusurlar onları işleyen ölmüş adama verilmezse, beşyüz belki bin seneden beri gaziliğini ve hakpe­rest­liğini dün­yaya gösteren ve ferman-ı şerefini ve Kur’an bayraktarlığını kılınçlarıyla ve kanla­rıyla imzalayan bir orduya havalesiyle, o kusurlar binler derece ve erkânları adedince ziyadeleşir, o ordunun pek parlak mazisini deh­şetli karartır ve bu asrın ordusunu, geçen asırların aynı orduları önünde mahcub ve mesul eder. Ve mevcud şerefler, zaferler tek adama verilse binler derece küçü­lür, erkân ve efrad adedince gazilik ve hayırlar bir tek hükmüne geçer söner, daha kusurlara karşı keffaret-üz zünub ol­maz.

İşte bu sebebler içindir ki; ben onun dostluğunu bırakıp, onun yerinde, ehem­miyetli bir zamanda içinde bulunduğum ve tesirli hizmet ettiğim o or­du­nun dostlu­ğunu aldım ve binler derece daha ehemmiyetli şerefini muhafa­zaya Risale-i Nur ile çalıştım.» (E.L.I.284)



397- Bediüzzaman’ın dehşetli tazyikat altındaki hapishane hayatını anla­tan mektublarından birkaç nümunesi:

«Aziz sıddık sebatkâr ve vefadar kardeşlerim!

Sizi müteessir etmek veya maddi ve tedbir yapmak için değil, belki şir­ket-i ma­neviye-i duaiyenizden daha ziyade istifadem için ve sizin de daha zi­yade iti­dal-i dem ve ihtiyat ve sabır ve tahammül ve şiddetle tesanüdünüzü muhafaza için bir halimi beyan ediyorum ki: Burada bir günde çektiğim sı­kıntı ve azabı, Eskişehir’de bir ayda çekmezdim. Dehşetli masonlar, insafsız bir masonu bana musallat eylemişler. Ta hiddetimden ve işkencelerine karşı “artık yeter” de­memden bir bahane bulup, zalimane tecavüzlerine bir sebeb göstererek yalanla­rını gizlesinler. Ben hârika bir ihsan-ı İlahî eseri olarak şakirane sabrediyorum ve etmeğe de karar verdim.» (Ş.31l)

398- «Sizin sebat ve metanetiniz, masonların ve münafıkların bütün planla­rını akim bırakıyor. Evet kardeşlerim, saklamağa lüzum yok. O zın­dıklar, Ri­sale-i Nur’u ve şakirdlerini tarikata ve bilhassa Nakşî tarikatına kı­yas edip, o ehl-i tarikatı mağlub ettikleri plânı ile bizleri çürütmek ve dağıt­mak fikriyle bu hücumu yaptılar.

Evvela: Ürkütmek ve korkutmak ve o mesleğin su-istimalatını göster­mek.

Ve saniyen: O mesleğin erkânlarının ve müntesibîninin kusuratlarını teş­hir et­mek.

Ve salisen: Maddiyyun felsefesinin ve medeniyetinin cazibedar sefahet ve uyu­tucu lezzetli zehirleriyle ifsad etmek ile mabeynlerinde tesanüdü kır­mak ve ve üstadlarını ihanetlerle çürütmek ve mesleklerini fennin, felsefenin bazı düs­turlarıyla nazarlarından sukut ettirmektir ki, Nakşilere ve ehl-i tari­kata karşı is­timal ettikleri aynı silah ile bizlere hücum ettiler, fakat aldandılar

Çünki Risale-i Nur’un meslek-i esası; ihlas-ı tam ve terk-i enaniyet ve zah­met­lerde rahmeti ve elemlerde baki lezzetleri hissedip aramak ve fani ayn-ı lez­zet-i se­fihanede elîm elemleri göstermek ve imanın bu dünyada dahi hadsiz lez­zetlere me­dar olmasını ve hiçbir felsefenin eli yetişmediği noktaları ve hakikatları ders vermek olduğundan, onların plânlarını inşâallah tam akîm bıra­kacak ve meslek-i Risale-i Nur ise tarikatlara kıyas edilmez diye onları sustura­cak.» (Ş.302)

399- «İhtiyarım olmadan bazan lüzumlu tedbirler ihtar edilir. Ezcümle bi­risi: Yanımdaki koğuşa masonlar tarafından hem yalancı, hem casus bir mahbus gönde­rilmiş. Tahrib kolay olmasından hususan böyle haylaz genç­lerde o herif bana çok sı­kıntı vermesi ve o gençleri ifsad etmesi ile bildim ki: Sizlerin irşad ve ıslahlarınıza karşı, zındıka ifsada ve ahlâkları bozmağa çalışı­yor. Bu vaziyete karşı gayet ihtiyat ve mümkün olduğu kadar eski mahbuslardan gücenmemek ve gücendirmemek ve iki­liğe meydan verme­mek ve itidal-i dem ve tahammül et­mek ve mümkün olduğu de­recede bizim arkadaşlar uhuvvetlerini ve tesanüdlerini tevazu ile ve mahviyetle ve terk-i enaniyetle takviye etmek gayet lâzım ve zaruridir.» (Ş.315)

«Senelerden beri feragat-ı nefisle ve eşsiz bir fedakârlıkla ihtiyar, hasta ve fev­kalâde ihtimama muhtaç bir çağda, gizli düşmanları olan komünist ve ma­sonların ve bunlara aldananların çeşitli işkencelerine karşı tahammülün fevkinde sabrı ile Bediüzzaman Said Nursî; din aleyhindeki birçok sinsi plânları hakikatbîn nazarıyla, realist görüşüyle fark etmiş, dehşetli dessasane ve perdeli olan bu plânları akîm bı­rakacak imanî eserleri te’lif etmiştir.» (Ş.551)



400- Bediüzzaman’ın hayat seyri ve safahatından mühim bir kısmının kro­nolo­jik tarih listesi:

1897


-Vali Hasan Paşa’nın dâveti üzerine Van’a gidişi

-Müsbet ilimleri tetkik ve kısa zamanda her birisine vâkıf olması

-“Bediüzzaman” lâkabının verilmesi

-80-90 cild kitabı, üç ayda bir defa ezberden tekrarlaması

1900

-İngiliz Müstemlekât Nâzırı Gladiston’un gazetelerde çıkan konuşması ve Bediüzzaman’ın ruhunda meydana getirdiği feveran ve gayret.



401- 1907

-İstanbul’a Şark’ta üniversite açtırmak niyetiyle gelmesi

-Kaldığı yerin kapısına “Her suale cevab verilir” levhasını asıp, âlimleri sual sormaya dâveti

-Sultan Abdülhamid’e Şark’ta üniversite açılması için müracaatı

-Yıldız Divan-ı Harbi’ne verilmesi

1909


-31 Mart’ta Bediüzzaman’ın yatıştırıcılığı

-İsyan etmiş olan sekiz taburu itaata getirmesi

-Bediüzzaman’ın Divan-ı Harb’e verilişi

-Divan-ı Harb’de beraet edişi ve serbest bırakılması

1910

-Divan-ı Harb’den beraet eden Bediüzzaman’ın Van’a gitmek üzere İs­tan­bul’dan ayrılması



402- 191l

-Şam’a gelişi ve Câmi-i Emeviye’de muhteşem bir hutbe irad etmesi

-Sultan Reşad’la beraber Rumeli seyahatine çıkması

1913


-Van’a gitmesi ve Şark Üniversitesinin temelini attırması

1915


-Milis Kumandanı Bediüzzaman, Pasinler cephesinde Ruslarla çarpışıyor

1916


Bediüzzaman’ın Ruslara esir düşmesi

403- 1918

-Bediüzzaman’ın Kosturma’dan firar edişi

-17 Haziran 1918: Bediüzzaman’ın Varşova, Viyana ve Sofya tarikıyla İstan­bul’a avdeti

-Enver Paşa’nın vazife teklifini kabul etmeyen Bediüzzaman’a, Harbiye Neza­reti ikramiye ve harb madalyası veriyor

-13 Ağustos 1918: Ordu-yu Hümayun’un tavsiyesiyle Dâr-ül Hikmet’e âzâ oluşu

1919


-19 Nisan 1919: Bediüzzaman’ın Dâr-ül Hikmet’ten altı ay izne ayrılması

-Sultan Vahdeddin, Bediazzaman’a “Mahreç” pâyesi veriyor

1920

-İngiliz işgaline karşı “Hutuvat-ı Sitte”yi neşrederek mücadele etmesi



1921

-Bediüzzaman’ın Anglikan Kilisesi’ne cevabı

-Bediüzzaman, Kuvâ-yı Milliyeyi destekliyor

404- 1922

-Bediüzzaman İstanbul’dan Ankara’ya geliyor

-9 Kasım 1922: Bediüzzaman’a Meclis’de hoşâmedî yapılması

1923


-19 Ocak 1923: Bediüzzaman Meclis’te mebuslara hitaben bir beyan­name neşre­diyor

-17 Nisan 1923: Ankara’da umduğunu bulamayan Bediüzzaman’ın Van’a git­mek üzere yola çıkması

1925-1927

-Bediüzzaman’ın Van’dan nefyi

-Aynı sene içinde Bediüzzaman Van’dan İstanbul’a oradan da Burdur’a ge­tirili­yor

-Isparta’da bir müddet kalan Bediüzzaman, önce Eğridir oradan da Barla’ya getiriliyor

-Risale-i Nur’lar te’lif edilmeye başlanıyor

405- 1934

-Barla’dan alınan Bediüzzaman’ın Isparta’ya getirilişi

-27 Nisan 1935: Dahiliye Vekili Şükrü Kaya ve Jandarma Umum Kuman­danı askerî bir kıt’a ile Isparta’ya geliyor ve Bediüzzaman tevkif olu­nuyor

-Tevkif edilen Bediüzzaman ve talebeleri, muhakeme edilmek üzere Eski­şehir’e götürülüyor.

1936

-27 Mart 1936: Tahliye edilen Bediüzzaman, Kastamonu’da ikamete mecbur ediliyor



-Üç ay karakolda kalan Bediüzzaman, karakol karşısında bir eve yerleşti­ri­liyor

1943


-20 Eylül 1943: Bediüzzaman’ın tevkif edilerek Çankırı yoluyla An­kara’ya geti­rilmesi

1944


-Denizli mahkemesinin başlaması

-15 Haziran 1944: Denizli Ağırceza Mahkemesi Bediüzzaman’ın beraetini ilan ediyor

-Ağustos 1944 sonlarında Ankara’dan gelen emirle Bediüzzaman Emir­dağ’da ikamete mecbur ediliyor


Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   124   125   126   127   128   129   130   131   ...   1221




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin