İstanbul barosu



Yüklə 0,63 Mb.
səhifə2/12
tarix21.08.2018
ölçüsü0,63 Mb.
#73750
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   12

ALİ KAİM- Teşekkür ediyorum Sayın Başkana.

Bu etkinliğimizin düzenlenmesinde kendileri ve bağlı kuruluşların Sayın Genel Başkanları bize çok büyük cesaret verdiler ayrıca teşekkür ediyorum bundan dolayı.

Aramızda konuklarımız var, Erzincan eski milletvekili Ali İbrahim Tutu aramızdalar. ABF eski genel başkanı önceki genel başkanı Selahattin Özel Bey aramızdalar. Velbert Hacı Bektaş Dostluk Derneği Başkanı Abuzer Çakır aramızdalar. Ürgüp eski Belediye Başkanımız ve milletvekili adayımız Bekir Ödemiş aramızdalar. Kendilerine hoş geldiniz diyorum.

Ayrıca katılan dernekleri kısaca söylemek istiyorum. Kadirli Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Derneği, Çorum Alevi Kültür Derneği, Alevi Kültür Derneği Silifke, Yalova, Ordu Alevi Kültür Derneği, Kayseri Hacı Bektaş Kültür Derneği, Adana Alevi Kültür Derneği, Kayseri Alevi Kültür Derneği, Kocaeli Körfez Alevi Kültür Vakfı, İmarlı Hacı Bektaş Kültür Derneği, İstanbul Anadolu Kültür Derneği, Adıyaman, Erzincan kültür dernekleri ve bunların başkan yöneticileri ve 200’e yakın bu derneklerimizin üyeleri, daha öncekileri saydım aramızdalar, kendilerine teşekkür ediyoruz.

Sayın Bakanımızla görüşmeye gittiğimizde ben de vardım. Bizi çok içten karşıladı, çok rahatlattı, çok rahat bir ortamda bizi ağırladı. Kendisine teşekkür ediyorum. Duygu ve düşüncelerini bizimle paylaşması için kendilerini kürsüye davet ediyorum.

Buyurun Sayın Bakanım.



ERTUĞRUL GÜNAY (Kültür ve Turizm Bakanı)- Çok değerli arkadaşlarım, Sayın Valimiz, çok değerli milletvekili arkadaşlarım, Nevşehir milletvekillerimiz, İstanbul milletvekillerimiz, bu toplantıyı düzenlemeye emeği geçen çok değerli dernek, federasyon başkan ve temsilcisi arkadaşlarım, belediye başkanlarımız, il başkanımız, kaymakamlarımız, Hacı Bektaş Veli aşkıyla, sevgisiyle, saygısıyla buraya toplanmış olan sevgili canlar, Hacı Bektaş’ın sevgili mihmanları; ben de hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum.

Benden önce bu kürsüye çıkan arkadaşlarım Nafiz Hoca, Sayın Ulusoy, Ali Bey, içerikli hazırlıklı güzel konuşmalar yaptılar. Bir kısmının ellerinde kâğıt da vardı, benim elimde ne kâğıt var ne dosya var. Buraya özel bir hazırlık yaparak da gelmedim. Akşamdan bu yana durdum düşündüm, sabahtan kalktım yundum, yıkandım, arındım yüreğimdeki sevgiyle sadece bu soğuk salonda yüreğimdeki sıcaklıkla ve samimiyetle sizin karşınıza geldim.

Eğer sözlerim arasında önümde bir kâğıt olmadığı için, hakkım ve haddim olmayarak ve isteğim dışında birinizi incitecek haklı ya da haksız bir cümle olursa, bunun için baştan özür dilerim. Eğer ben istemeden sizi incitirsem, siz ne olur Hacı Bektaş’ın sözünü unutmayın beni ve kimseyi incitmeyin.

Buraya geldim, 15 dakika gecikmiştik, ama bir 15 dakikayı daha göze aldım bu salona girmeden önce karşıya dergâha gittim. Her seferinde, bu benim kaçıncı gelişimdir Bakan olduğumdan bu yana buraya sayısını unuttum. Eskiden de gelirdim, ama şimdi daha sık gelmeye başladım. Bunun için hamd ediyorum bu imkânı bana veren milletime. Önce karşıya gittim, dergâha gittim; dergâha her seferinde sadece ziyaret etmek için ve dua etmek için gitmiyorum. Hizmet etmeye çalışıyoruz bakalım bu sefer milletin imkânından bu güzelim dergâha bu hizmetten ne düşmüş, hangi sözümüzü yerine getirmişiz diye bakmaya gidiyorum. Emek veren bütün arkadaşlarıma hepinizin adına teşekkür ederim. Siz de gözü olanlar görüyor ve vicdanı olanlar söylüyor, şu birkaç yıldan bu yana Hacı Bektaş Dergâhını Hz. Pir’in ismine, makamına yakışır bir hürmetle yeni baştan ele alıyoruz. En son geldiğimde Kırklar Meclisinin halısının el dokuması olarak yenilenmesi gerektiğine söz vermiştik, bugün onun da gerçekleştirildiğini gördüm Allah’a hamd ediyorum.

Bir şeyi daha hatırlatmak istiyorum. ilk defa galiba bu sene 85 yıl sonra, dergahta semah dönebildik hep beraber. Öyle mi Ercan Bey kardeşim? İlk defa 85 yıl sonra bu dergâhta bir niyazı, bir duayı, bir önemli görevi ve aşkı yerine getirdik. Bunu niye yapıyorum? Hünkâr’ın birçok sözü var, ben Hünkâr’ı bir büyük terbiye öğreticisi olarak kabul ediyorum, o ışıklar içinde bir ışık bence. Bu vatanı bize, bu toprakları bize vatan yapanların en büyüklerinden birisi Hacı Bektaş Veli, Hacı Bayram Veli, Yunus Emre; bunlar bu toprakları bize vatan yapan, bu topraklara bizim kök salmamızı sağlayan en büyük güçler.

Hacı Bektaş, ama o birkaç cümlelik geçen gün Ankara’da da söyledim, Mevlana Hacı Bektaş’ın söylediklerini anlatabilmek için koca koca kitaplar yazmış. Koca koca kitaplar, mısralar, mısralar, mısralar, Mesneviler, Rubailer yazmış Hacı Bektaş birkaç cümle söylemiş “eline, beline, diline sahip çık” demiş bence. Bu kadar bir cümle, üç sözcükten ibaret bir cümle. Kitaplar, destanlar, felsefeler çok şey yapılabilir, ama bunu yapmış. Onun için terbiyeciler için de, öğreticiler için de en büyüklerden birisi. Işıklar içinde bir ışık, çiçekler içinden bir çiçek, azizler içinden bir büyük aziz.

Hep ben onu düşündüğüm zaman Emrah’ın o güzelim türküsünü hatırlarım. Hani der ya salındı bahçeme girdi, Musa Hoca öyle değil mi? Çiçekler selama durdu, mor menekşe boyun eğdi, gül kızardı hicabından. Hacı Bektaş’ı hissettiğimiz yerde ben bunu düşünüyorum. Hepimiz hürmetle eğilmeliyiz. Çiçeklerin en büyüğü, ışıkların en güzeli, nurlar içinden bir nur. Dünyamızı, fikrimizi 800 yıl sonra ben de katılıyorum daha nice nice 800 yıllar yaşayacak bu topraklar, bu millet, bu idrak yaşadıkça bizi aydınlatacak.

Son zamanlarda bir sözüne çok takıldım ve çok tekrar ediyorum, burada da tekrar etmek istiyorum. Onun için gidip dergâha baktım önce. “Oturduğun yeri pak et, yediğin lokmayı hak et” diyor Oturduğun yeri pak et. Onun için Hacı Bektaş’ı seviyoruz, çatısından sular akarken. Hacı Bektaş’ı seviyoruz, yerdeki halılar kokarken. Hacı Bektaş’ı seviyoruz duvarlar lime lime dökülmüşken. Bunu kim kime inandırabilir? Eğer Hacı Bektaş’ı seviyorsak oturduğumuz yeri pak edeceğiz, hepimiz çalıştığımız alanda yediğimiz lokmayı hak edeceğiz. Şimdi bunu yapmaya çalışıyoruz, samimiyetle iyi niyetle böyle bir şey yapmaya çalışıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye bir yerden geçiyor aslında dünya bir yerden geçiyor. 2009 yılının sonunda konuşuyoruz, 69’un üzerinden kaç sene 79’un üzerinden kaç sene geçmiş. Dünya değişiyor. Dünya yakın zamana kadar son 10 yıla son 20 yıla kadar bölünmüş bir dünyaydı. İki kutuplu bir dünyaydı ve bir soğuk savaş dünyasıydı, düşmanlıklar dünyasıydı ve biz de o dünyanın ileri karakollarından birisiydik ve içerde bütün söylemimiz, bütün tartışmalarımız, siyasetimiz düşman oluşturmak üzerine kurulmuştu. Şimdi bu dünya 90’lardan bu yana yıkılıyor ve yepyeni bir dünya kuruluyor. Muhammed İkbal diyor ki, “Yeni dünyalar yeni taşlarla değil, yeni fikirlerle kurulur.” Mevlana da diyor ki, “Dünle beraber geçti ne varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”

Aslında ezberlerimiz bozuluyor. Onun için bazıları konuşmakta zorlanıyorlar, bazıları da iyi iyi başlayıp yine bildikleri ezberlere dönüveriyorlar. Bunları geçmişin alışkanlıkları sayacağız ve biz yeni şeyler söylemeye özellikle gayret edeceğiz. Bakın dünyada ne oldu biliyor musunuz? Amerika 40 yıl önce aynı otobüse binmediği insanlardan Amerikan toplumu aynı otobüse binmediği insanlardan, aynı sofrada, aynı salonda bırakın aynı sofrada, aynı salonda bulunmaktan hazzetmediği insanlardan insan kümesinden birisini bilgisine, yeteneklerine, vatanseverliğine güvenerek devletinin başına seçti.

Dünya ne kadar değişiyor biliyor musunuz, ama Türkiye hâlâ bunu anlamakta gecikiyor. Hâlâ biz diyoruz ki, eşit yurttaşlık sorunu var bu ülkede. Bu ülkede eşit yurttaşlık herkesin Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak bir ve eşit olma talebi ve sorunu var. Türkiye’de Aleviler ezildi, dışlandı, kötülendi, karalandı. Türkiye’de Kürtler yok denildi, inkâr edildi. Böyle bir köken yok denildi, böyle bir dil yok denildi, böyle bir inanç yok denildi; Anayasa yazdı bunu. Gelin bunları kaldıralım artık dünyada bu kalıplar, bu ayrımlar, bu kamplar bitti. Bunları kaldıralım, eşit yurttaşlık hakkında hukukunda birleştirelim insanlarımızı. Birileri diyor ki hayır öyle bir eşit yurttaşlık talebi mi var, herkes eşit zaten kâğıtta, Anayasa’da öyle yazıyor. E herkes eşitse Kadıköy Meydanı’na binlerce, yüz binlerce insan toplanıp eşit yurttaşlık istiyoruz diye niye toplantı yaptı o zaman öyle bir talep yoksa? Öyle bir talep yoksa niye yaptı?

Şimdi galiba ezberlerimizden vazgeçmemiz, eski ezberlerimizi terk etmemiz ve yeniden her şeye, hayata bakmamız gerekiyor. Bakınız bizim topraklarımızı bize yurt yapanların demin de söyledim başında gelenlerden birisi Hacı Bektaş-ı Veli. Anadolu Müslümanlığı Ehlibeyt sevgisi üzerine kuruludur. Anadolu Müslümanlığının temelinde bir yerde Alevi-Bektaşi kültürü derinde bir yerde hep vardır. Hepimiz için Hasan’la Hüseyin’in anası Fatma Anamızdır. Hz. Muhammed’in anası neyse, Hıristiyanlar için İsa’nın anası Meryem neyse ki biz bunları hiç ayırmayız birbirinden, hepsi bizim anamızdır, birdir ve bizimdir Fatma Anamızdır. Her evde bir Hasan ya da bir Hüseyin ama mutlaka bir Ali her ailede vardır. Ama hiç Süfyan yoktur, hiç Yezit yoktur, hiç Muaviye yoktur Anadolu toprağının hiçbir köyünde. İster Sünni, ister Alevi hiçbir köyünde Yezit yoktur.

Derinde bir yerde, çünkü biz Horasan Erenleri üzerinden Müslümanlığı öğrenmişiz. Horasan Erenleri üzerinden Anadolu’ya Sarı Saltuklar, Abdal Musalar, Hacı Bektaşlar gelmişler ve Anadolu’daki eski inançları da düşmanın da insan olduğunu unutma diyerek, yok etmeden, kesmeden, katletmeden inandırarak soft, yumuşak, zorlaştırmayan, kolaylaştıran bir Müslümanlık anlayışında birleştirmişler, derinde bir yerde onun için Bektaşi kültürü Osmanlı Ordusunun resmi inancıdır Bektaşi kültürü.

Yeniçerinin o Yahya Kemal’in yazdığı o güzelim destanı: “Ey leşker ü bi fethü el bab” kapılar açan asker diye nitelenen asker “Vur pençe-i Ali’deki şemşir aşkına” diye tefsir edilmiştir övülmüştür. Pençe-i Ali’deki Hz. Ali’nin pençesindeki o kılıç, o güç aşkına diye teşvik edilmiştir, tefsir edilmiştir. “Vur Pençe-i Ali’deki şemşir aşkına, ezberimi karıştırdın oradan şimdi Ali Hoca.”

Osmanlı Ordusunun resmi inancıdır. Ne zaman Anadolu’da bu sürtüşme başlamıştır? Bir başka Türkmen Beyi, Safeviler Anadolu Türkmenlerini bu Bektaşilik kültürüyle Osmanlı padişahının altından çekmeye çalışınca siyasi bir kavga olarak başlamıştır. Derinde bir yerde Anadolu insanının Alevi-Sünni kavgası yoktur. Safevi-Osmanlı kavgası Anadolu’ya böyle yansımıştır ve ondan sonra bu iktidar kavgası yüzünden Anadolu’da Sünnilik geliştirilmeye, Alevilik-Bektaşilik bir miktar ötelenmeye çalışılmıştır. Ama bunu insanımız içselleştirmemiştir, köylerimiz, kasabalarımız içselleştirmemiştir bu iki inanç birbirinin içinde yaşamıştır.

Ben Ali Bey söyledi, Karadeniz kıyısında bir kasabada büyüdüm, bir şehirde. Deniz kıyısında Yalı Camii dediğimiz şehrin en yaygın camii vardı. Çocukluğumdan beri kitapçı vitrinlerini, kitap sergilerini gezip dolaşmaya bayılırdım. Hiç unutmam o caminin önünde bir sergi olurdu sürekli özellikle cuma ve alışveriş olan çarşamba günleri. Orada mutlaka bir Atatürk resmi olurdu poster satılırdı, mutlaka bir mareşal resmi olurdu benim çocukluğumda. İsmet Paşa iktidardaysa İsmet Paşa, Celal Bayar iktidardaysa Celal Bayar posteri olurdu mutlaka ve mutlaka bir Hz. Ali posteri olurdu. Şimdi bir Anadolu kasabası, ilginçtir Alevilik de görünüşte Bektaşilik de görünüşte bir kasabanın dışında yukarıda bir dağ kasabasının dışında ilgisi yok. Ama caminin önünde Atatürk’le başlayıp Hz. Ali ile biten bir poster serisi vardı ve mutlaka Kan Kalesi Cengi, mutlaka Hayber Kalesi Cengi mutlaka bu kitaplar halkın okuduğu destanlar olarak orada o tezgâhta yer alırdı. Derinde bir yerde bu vardı.

Bunu zaman zaman bastıran, zaman zaman ezdirmeye çalışan, ezmeye, yok etmeye, acımasızca yok etmeye çalışan bir takım olaylar oldu bizim topraklarımızda. Bir tanesi bugünlerde talihsiz biçimde gündeme geldi, Dersim. Dersim talihsiz biçimde gündeme geldi. Türkiye’de biz analar ağlamasın, kimsenin anası ağlamasın şehit çocukların anası da ağlamasın, kör bir inançla dağa giden çocukların anası da ağlamasın, hiçbir ana ağlamasın. Çünkü anaların gözyaşı arasında ayrım yapılamaz. Derken birileri çıktı “Canım öyle analar ağlamasın edebiyatını bırakın canım. Siz 1936’da, 37’de, 38’de Dersim’de bir isyan hareketi tedip edilirken Atatürk döneminde, İsmet Paşa döneminde, Celal Bayar döneminde analar ağlamasın denildi mi?” diye bir talihsiz söz etti. Onun için bugünlerde tekrar Dersim gündeme geldi.

Ondan sonra, sonraki dönemlerde yine talihsiz bazı kışkırtmalar o biraz önce söylediğim o soğuk savaş devleti yüzünden, yani dünyanın ikiye bölünmüş olması yüzünden, Türkiye de o bölünmüş kamplardan birinin önünde ileri karakolunda olması yüzünden Türkiye’de Türkiye’yi birbirine düşürecek olan, bir araya tutunmasını, bir arada durmasını engellemeye dönük olarak Türkiye’yi birbirine düşürmek için bazı provokasyonlar yapıldı.

Şimdi elimizi vicdanımıza koyalım ve düşünelim. Hatırlayalım 1978’in Aralık’ta Kahramanmaraş’ta o zulüm, o kıyım yaşanırken kim iktidardaydı? Ben milletvekiliydim, parlamentonun en genç milletvekiliydim ve CHP iktidardaydı. CHP’nin grup kürsüsüne çıkıp o dönemdeki içişleri bakanının istifasını istedim. CHP’nin grup kürsüsüne çıktım en genç milletvekili olarak o dönemde gereken önlemi almayan, halkın canını korumakta basiretsiz davranan o yönetimin istifasını istedim. Ama bunu bir yere yazalım, 79’da.

Sonra nereye geldik, Çorum’a. Türkiye 12 Eylül’e gidiyor, gitsin bir an önce 12 Eylül’e diye, bir an önce darbe olsun diye, bir an önce gelsinler de demokrasiye son verilsin de bizi Amerikan ileri karakolu yapmak konusunda güç bir merkezin eline, bir diktatörlüğün eline geçsin de halkın birbirini kırdırsın, canından bezsin diye uğraşanlar Çorum’da provokasyonlar düzenlediler. Çorum’da kan gövdeyi götürdü, bir dolu can orada da yok oldu gitti. Kim iktidardaydı? Süleyman Demirel, azınlık hükümeti Süleyman Demirel.

Sonra geldik 93’ün Temmuzuna. O tarihimizin en lanetli, en çirkin, en karanlık olaya Sivas’a geldik. Sivas’ta bir şehrin ortasında güpegündüz, askerin önünde, polisin önünde, jandarmanın önünde, Valinin önünde; izan sahibi, vicdan sahibi kim vardı orada, bilmiyorum, galiba hiç kimse yoktu. Bütün o kalabalığın önünde güpegündüz bir bina yandı, 37 can orada, hepsi Alevi değil, hatta hepsi olayla ilgili değil, bir kısmı da tesadüfen orada, yok oldu gitti. Bu tuzaklar yaşandı toplumumuzda; bu tuzaklar, bu talihsizlikler, bu hainlikler yaşandı onu söylüyorum.

Ne oldu o zaman? Erdal İnönü Başbakan Vekiliydi, Süleyman Demirel Çankaya’ya hemen yeni çıkmıştı, Tansu Çiller’e görev verilmişti, ertesi gün Meclis’te yeminin yaptı. Ertesi gün, o Meclis bir gün önce Sivas’ta yangın olmuş, o meşum olay işlenmiş ve Tansu Çiller, hatırlayınız, çıktı Sivas’taki yangını, Van’da da bir otel yangını vardı, onunla anlattı. “Ortaklar arasında ihtilaf varmış da, ortaklardan birisi sigorta sorunu çıkartmış da o yüzden olmuş” diye anlattı ve dün Meclis’te biz demokrasi anlatmaya çalışırken sıraları terk eden arkadaşlarımız, Tansu Çiller’i seslerini çıkarmadan, seslerini çıkarmadan dinlediler. Dinlediler, dinlediler, “Utanmıyor musun bu gerçeği saptırmaya?” demeden dinlediler.

Atatürk yapmadı, ama Celal Bayar, İsmet Paşa… Neyse, ben tarihi söylüyorum zaten, Dersim’de böyle bir zulüm olduğunu herkes biliyor. Bunları hatırlayarak yürüyelim, bunları bir yerimize yazalım kafamızın, vicdanımızın bir yerine yazalım.

Değerli arkadaşlarım; bir şeyi dikkatinize sunmak istiyorum. O tarihin en çirkin, en kötü olayı diye nitelendirdiğim 2 Temmuz 93 olayı, başlı başına sadece 2 Temmuz 93’te başlayıp biten bir olay da değildir. Onun 30 gün öncesinde Bingöl’de bir olay var; Erzincan’da terhis olan çocuklar, başları tıraşlı, askerden geldikleri belli, minibüse doldurulup Erzincan’a gönderilirken, yolda 33 çocuk şehit edildi. Bakın, bir provokasyonlar zincirinden geçtik, Türkiye bir tuzaktan geçti. Neden? Türkiye barışmasın diye, Türkiye kaynaşmasın diye, terör bitmesin, yeni bir demokratikleşme açılımı olmasın diye. Bugüne bağlamaya çalışacağım. Türkiye ne zaman demokratikleşme istemişse, birileri hain tuzaklar kurdular. 2 Temmuzdan 30 gün önce 33 çocuğumuz şehit edildi. 2 Temmuzdan bir hafta sonra, sanki misillemeymiş gibi, kim olduğu belli değil, bugün Susurluk’u görünce, bugün Ergenekon’u görünce, kim olduğunu anlamaya başlıyoruz, 12 Eylüle nasıl geldiğimizi ağır ağır belgeleriyle öğrendikçe kim olduğunu anlamaya başlıyoruz. Gece karanlığında Başbağlar Köyü’nü bastılar, 37 kişiyi de orada öldürdüler. Bakın, 90 gün içinde, 60-70 gün içinde 33 çocuğumuz Bingöl’de, 37 canımız Sıvas’ta, 37 kardeşimiz Başbağlar’da, 100’den fazla insanımız bir ay içinde, iki ayın içinde hain tuzaklarda yok edilip gittiler. Öyle bir ortamda Türkiye, tekrar koruculuk yönetimine, tekrar olağanüstü hal yönetimine, tekrar sıkıyönetime, tekrar askeri tedbirlere, tekrar polis devletine döndü. Tansu Çiller’in Türkiye'ye getirdiği rejimi, Parlamentoda milletvekillerinden yakalarından tutulup atılmasını, Türkiye'nin yaşadığı polis devleti baskısını herhalde hatırlıyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım; Türkiye büyük tuzaklardan geçti. Ama bunu ilk defa burada söylemiyorum, Ankara’da Alevi Enstitüsünün açılışında da söyledim. Aleviler, Bektaşiler o kadar vatana bağlı ki, Dersim’e rağmen, Maraş’a rağmen, Çorum’a rağmen, Sivas’a rağmen, Gazi’ye rağmen hiçbir kıyıma, hiçbir zulme rağmen bu vatana bağlılıklarını hiçbir biçimde eksiltmediler, hiçbir biçimde. Hiçbir biçimde bu hain oyunlara gelmediler, millet düşmanı olmadılar, devlet düşmanı olmadılar, Cumhuriyet düşmanı olmadılar bunu da şükranla ifade etmek istiyorum.

Onun için o zaman dedim ki, bugün değil o zaman, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir Bakanı olarak, geçmişte yapılan bu yanlışlarla ne fikri, ne vicdani, ne siyasi hiçbir bağım yok. Hiçbir vebalim de yok. Mensup olduğum siyasi partinin de bütün bu anlattığım bu zincirde en küçük bir dahli ve vebali yok. Ama devletin mademki bir görevlisiyim, devletin geçmişte yaptığı bu yanlışlardan ötürü kendi vatandaşlarımdan özür dilerim dedim.

Orada söyledim orada Ankara’da söyledim. Bazıları dedi ki: Devlet özür diler mi, devlet özür diler mi? Değerli arkadaşlarım, erk kullanan, güç kullanan yurttaşına karşı yanlış yapmışsa, büyüklük oradaki diler. Büyüklük orada ki devletin, yönetici olmanın erdemi orada ki, bir vatandaşa haksızlık yapılmışsa, bir yurttaşa Alevi olsun Sünni olsun, Türk olsun Kürt olsun, Müslüman olsun Hıristiyan olsun, öz be öz Türk olsun da Ermeni olsun, bir insana bir cana kıyılmışsa, haksızlık yapılmışsa haksızlık yapan ya da haksızlık yapan kurumları bugün temsil eden özür dileme erdemini göstermelidir.

Biz bugün böyle bakıyoruz, olaylara böyle bakıyoruz. Türkiye’de gerçekten geçmiş yıllarda büyük yanlışlar yapıldı. Şimdi biz Alevi’yi, Sünni’yi, Türkü, Kürt’ü ayırmadan, evet, eşit yurttaşlık haklarında insanlarımızı birleştirmeye çalışıyoruz. Mademki hepimiz bu topraklarda yaşıyoruz, madem ki hepimizin kökü bu topraklardadır burada doğduk, burada gömüleceğiz o zaman biz yasaların, Anayasanın hepimize aynı değeri vermesini sağlamak zorundayız.

Değerli arkadaşlarım, bugün yaşadığımız bazı sorunlar ve sıkıntılar geçmişten geliyor. Bir tanesine demin işaret etti Ali Balkız arkadaşım, Madımak’ta bir feci olay yaşandı, tarihin en çirkin olaylarından birisi. Ben 2007’nin Eylül ayında 30 Ağustosunda Bakan oldum. 2007’nin bütçe görüşmelerinde bana sordular: Sivas’ta bir olay oldu, Madımak’ta orada ve şimdi orada o insanların yandığını, o insanların toplaşıp bağrıştıkları yerde bir lokanta var bir kebapçı. Ne diyorsun? Dediler. Benden önce olay olduğunda Fikri Sağlar arkadaşım bakandı, kaç yıl devam etti. Sonra Ercan Karakaş Bakan oldu, sonra Timuçin Savaş Bakan oldu, sonra İsmail Cem Bakan oldu, sonra devam etti gitti. DSP’den Suat Çağlayan bakan oldu, İstemihan Talay bakan oldu, on yıllar geldi geçti 15 yıldı bana geldiğinde, Erkan Mumcu bakan olmuştu. 15 yıldı bana geldiğinde, 15 yıldır da o kebapçı orada vardı.

Herkes rica ediyorum elini vicdanına koysun. Ben Meclis kürsüsünden dedim ki: Orada insanların canının yandığı, bugün bizim hâlâ canımızın yanmasına sebep olan bir yerde bir kebapçı olmasından utanıyorum ve iğreniyorum dedim, iğreniyorum. Meclis tutanaklarına geçti, ondan sonra 1 yıl içinde 15 yıl sonra ben bu lafı etikten 15 yıl sonra birdenbire herkes gözünü açtı, orada kebapçı var ne ayıp dediler. 15 yıldır vardı ama.

Ondan sonra orayı boşaltacak mısınız? Evet boşaltacağız. E özel mülk yani ben herhangi birini işyerinden kulağından tutup atmak, elinden binasını alıp ben burayı şöyle yapacağım demek hakkına sahip değilim ki. En basit konuda adam yargıya gidiyor 6 ay. Benim Mardin’in Dara’sında bir yeraltı sarnıcının üzerinde tarihi, sit, 1. derece arkeolojik sitin üzerinde adam gecekondu yapmış ve tapu almış, 1,5 yıldır 2 yıldır mahkemede uğraşıyorum. Tarihi 1. derece arkeolojik sitin üzerinde Vali Bey, arkeolojik sitin üzerindeki gecekonduyu çıkarmak için 2 senedir mahkemede uğraşıyorum.

Şimdi orada da uzun uğraşmalardan sonra kebapçıyı çıkardık. Sonra, binanın tamamı? Evet, binanın tamamını da almak istiyorum, ama bana geçen yıl kamulaştırmadan verilen bütçe ödeneği 3,5 trilyondu adam utanmadan marka değeri yüksek diye 20 trilyondan satışa çıkardı. Peşini bırakmış değilim, ama arkadaşlar vicdanınıza sesleniyorum ve insaf istiyorum ve sadece sadece sizden insaf istiyorum ve samimiyetimize inanmanızı istiyorum. O ayıbı kaldırdık arkası gelecek elbette.

Yani ben Türkiye’de şimdiye kadar yanlışların devam etmesinin, yanlışların yapanın yanına kâr kalmasından ötürü olduğunu düşünüyorum. Hiç kimsenin yanına kâr kalmayacak, kalmaması gerekiyor. Orada o ayıbı tescil edeceğiz yazacağız aklımıza, tarihimize, vicdanımıza yazacağız. Avrupa’da böyle oluyor, dünyada böyle oluyor bunu ben de biliyorum. Ama hukuk içinde, hukuk devleti içinde bir şey yapmaya çalışıyoruz.

SALONDAN- Ayrılmadan yap ne olur…

ERTUĞRUL GÜNAY- Yapacağım, yapacağım merak etme yapacağım. Sağ ol ben de sizi çok seviyorum. Ama sadece birbirimizi karartmadan, birbirimizin emeğini karartmadan ne yapmak istediğimizi, samimiyetimizi lütfen sizin insafınıza terk ediyorum, bunu anlamanızı istiyorum.

Dedi ki biraz önce yine bir değerli konuşmacı arkadaşım, ilk defa tarihimizde Sıhhiye’de önce, sonra da Kadıköy’de biber gazı olmadan efendim işte herhangi bir polis copu olmadan, müdahale olmadan bir miting yaptık. Elbette mitingi yapanların efendiliğinin o sonucun elde edilmesinde etkisi var. Elbette yerden taşı alıp da cama atmazsanız durduk yerde polis bu vatanın evladı onlar da köylü çocuğu, niye sizin üzerinize gelsinler. Ama herhalde bu mitinglerin yapılması, bu sesin yükselmesini isteyen bir demokrasi çağrısının da bu toplantıların böyle başarılı ve güzel geçmesinde katkısı var.

Şunu söylemeye çalışıyorum, biz bu inanç ayrımı yapmıyoruz. Ben kendimi ne Alevi penceresinden ne Sünni penceresinden dünyaya bakan bir insan olarak görmüyorum. Ben elhamdülillah bu siyasi bölünmelerin dışında, çünkü Alevi ve Sünni bölünmesi de aslında İslam’da kökte, geçmişte siyasi bölünmelerdir; ben bu siyasi bölünmelerin dışında saf, biraz naif, biraz kendine göre bir sade Müslüman olarak kendimi değerlendiriyorum. Fazlasını takdir edecek olan yaradandır. Doğru-yanlış nedir, iyi-kötü nedir, sevap-günah nedir, bunu takdir etmek hiçbir insanın günahını takdir etmek ötekinin hakkında değildir.

Ben dervişlik baştadır taçta değildir, hırkada, cübbede, saçta değildir. Her ne arar isen gönlünde ara. Kudüs’te, Mekke’de, Hac’da değildir inancını paylaşıyorum. Benim inancım bu. Ben sen kendine ne istersen, başkasına onu iste. Dört kitabın manası budur eğer var ise diyen Yunus Emre’nin anlayışını paylaşıyorum. Dört kitabın manası eğer varsa kendine ne istersen başkasına onu iste, işte budur diyor. Bizim inancımızın temeli bu biz insanları ayırmıyoruz. Biz insanları doğulu, batılı, kuzeyli, güneyli, Alevi, Sünni, Kürt, Türk, Müslüman, Rum, Yahudi, Ermeni, Sünni, o tarikattan, bu inançtan, inançsız ayırmıyoruz. Herkesin hükmünü Yaradan verecek.

Ben de bir saattir onu anlatıyorum işte. Ben de bir saattir bu ayıbın Türkiye’ye yakışmadığını anlatıyorum, bunu anlatmaya çalışıyorum.

Onu anlatıyorum, cami ne kadar büyük olursa olsun imam bildiğini okur diye. İşte arkadaşlar bilinçlerimizi bu ezberlerden kurtaralım, şimdi yeni bir noktada buluşmaya çalışıyoruz. Bakın ezberlerimizden vazgeçelim yani o siyasi parti bizim yanımızda, bu siyasi parti bizim arkamızda, o karşımızda, bu önümüzde yok böyle bir şey. Yeni bir sayfa açalım. Çok rica ediyorum, yeni bir sayfa açalım tertemiz bir sayfa açalım. Herkesin hanesine yeni baştan yazalım, herkesin ne yaptığını, ne söylediğini ve ne yaptığını. Ben de bu meydanları çok dinledim. Diyor ya Orhan Veli: Neler yapmadık bu vatan için, kimimiz öldük kimimiz nutuk söyledik. Ne nutuklar dinledim.

Bunları bırakalım yeni baştan bakalım. Bu insanları barıştırmak için, bu geçmişteki yaraları sarmak için, insanları eşit tutmak için, insanların uğradığı haksızlıkların yaralarını onarmak için kim ne yapıyor. Ben de inanıyorum, zorunlu din dersi bugün bir inancın öğretilmesi ötekilerin de kenarından geçiştirilmesi tarzında uygulanıyor evet bunu biz de hükümet olarak konuşuyoruz. Ama unutmayın bu Anayasada yazıyor. Bu bizim Milli Eğitim Müfredatımızda yazmıyor bu Anayasada yazıyor. Kim yaptı bu anayasayı? Türkiye’yi kardeşi kardeşe kırdırarak bir diktatörlüğe getiren o darbe yönetimi yaptı. 12 Eylül yönetimi yaptı öyle mi? Peki bu Anayasayı değiştirelim diye şimdi kim uğraşıyor? Kim bu Anayasayı değiştirtmeyiz diye bu Anayasanın kılına dokundurtmayız diye kim direniyor? Bunları teker teker yazalım.

Arkadaşlar; hakikaten Mevlana’nın tam dediği yerdeyiz, tam dediği. Dünle beraber geçti ne varsa düne ait. Şimdi ezberlerlerimizden vazgeçip, eski siyasi kalıplarımızdan, düşmanlıklarımızdan, hırçınlıklarımızdan vazgeçip karşımızdakinin de insan olduğunu unutmadan, incinsek de başkasını incitmeye kalkmadan, herkesi bir ve eşit tutmaya çalışarak yepyeni bir söylem kurmaya çalışmamız lazım.

Herkese, her milletvekiline, her siyaset adamına, her siyasi partiye sizden rica ediyorum yeni bir sayfa açın ve herkesin söylediğini, yaptığını, söyleyip de yapmadığını yeni baştan yazın ve zamanı gelince o yeni sayfada yazdıklarınıza göre ak yüreğinizle, ak kâğıt üzerine yazdıklarınıza göre yeni baştan hüküm verin.

Ben sizinle bugün dertleşmek istedim. Hacıbektaş’a çok geldim gittim hep güler yüz gördüm. Buradaki arkadaşlarım nerde olursam olayım benim, hangi kürsüden konuşursam konuşayım aynı ayaklar üzerinde olduğumu hep bildiler. Aynı ayaklarımın üzerine bastığımı, aynı yüreği taşıdığımı, aynı bilinci taşıdığımı hep bildiler ve bizi böyle kabul ettiler. Sizin bu kabulünüzden ötürü gerçekten minnettarım, ama bütün samimiyetimle söylüyorum şu güzel günde şu dostluk ortamında bütün samimiyetimle söylüyorum, sizin bize olan güveninizi boşa çıkarmamak bizim için ahlaki ve insani bir borçtur. Katiyen bu güveni boşa çıkarmamaya gayret göstereceğiz ve emek sarf edeceğiz.

Bunu bilmenizi istiyorum yeter ki Türkiye kendi arasında bu haksızlıkları, bu eşitsizlikleri, bu adaletsizlikleri ortadan kaldırsın. İnsanlar giyimlerine kuşamlarına göre, başları örtülü mü başları açık mı, etekleri uzun mu etekleri kısa mı, doğuda mı doğmuşlar batıda mı, anadilleri Kürt müydü Türk müydü diye ayrılmadan inançları Alevi miydi Sünni miydi, şu muydu bu muydu diye ayırmadan herkes emeğini, herkes erdemini sergileyerek bu toprakların bereketinden yararlanmaya çalışsın. Samimiyetle bunu yapmaya çalışıyoruz.

Geçen gün Ankara’daki toplantıda Adıyamanlı, bugün de dışarıda Adıyamanlıları gördüm Adıyamanlı bir semah ekibi çıktı. Yaşı benimle nerdeyse yaşı benimle denk bazı canlar semah döndüler, sonra törenin sonunda bir dua ettiler. Oradan aklımda kaldı, çok güzel bir söz söylediler. Allah bizi utandırmasın ve bağışlasın dediler ve sonra en son, en son bunu demokrasinin halkın yüreğindeki demokrasinin bir amentüsü gibi ben de aklıma yazdım. Milletin sözü her zaman üstün ve daim olsun dediler. Ben de bütün yüreğimle bunu diliyorum. Milletin sözü her zaman üstün ve daim olsun.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.


Yüklə 0,63 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   12




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin