Kalesinde Halil Paşa Kulesi ve sahil kapusu Resim: Sabiha Bozcalı



Yüklə 5,55 Mb.
səhifə59/76
tarix27.12.2018
ölçüsü5,55 Mb.
#86801
1   ...   55   56   57   58   59   60   61   62   ...   76

Refi' Cevad Ulu-Nay

BILDIRCIN — îstanbulun hâneberduş pırpınler ve külhânîler argosunda körpe kadın, kız; Perid Devellioğlu «Türk Argosu» adlı eserinde: «kısa boylu, etine dolgun kadın veya kız» diyor; unutmamalıdır ki istanbul külhânîleri böyle kadının kartına «Bıldırcın» demez, bilâkis uzun boylu, narin, fakat dilber ve körpe bir yosmaya «Bıldırcın» der; misâl:

iki yük arabacısı mahalle kahvesinde konuşur:

— .Şu moruğu gördünya... dün placa
(plaj) gidiyordu, yanında bir bıldırcın vardı,
taş bebek!..

BILDIRCIN KANTOSU — ikinci Sultan Abdulhamid devri sonlarının en namlı kantocu yosmalarından Peruz Hanımın rast ma-kaamından söylediği bir kantodur. Baldırı

çıplak kaldırım kabadayısından toy beyzade, paşazadelere varınca tutkunları pek çok olan Peruz Hanıma, ki Galatanm batakhâne-tiyat-rolarınm sahnelerine henüz 15-16 yaşlarında iken çıkmağa başlamış idi, o körpelik, tazelik çağlarında «Bıldırcın» diyenler, güftesi adetâ bir rezalet olan bu kantoyu çılgınca alkışlamışlardı. Avâmî zevk yoksulluğunu gösteren sefil vesikalardan biridir:



Gördünüz mü benim

Cılı bili cıh bili cılı bili cılı bili

Cılı bıldırcını mı?..

Uçdu elimden,

Cılı bili cılı bili cılı foıh cılı bili

Aman düşmesin avcu eline.

Gördünüz mü söyleyiniz?

Cıh bili bıldırcını?!

Cılı bili cıh bili

Bildırcınlamışlar mı?

Cılı bili cılı bili

Bıldırcınlatmışlar mı?

Cıîı bıh cıh bıh...

BIRON (Jean de Gontaut, de) — (1553-1610). Fransa krallığını Osmanlı imparatorluğu nezdinde temsil eden ve istanbul'da ölerek burada gömülen Fransız elçisi. Fransa'nın güney kısmında Dordogne eyaletinde Biron malikânesinin sahibi eski asîl bir aileye mensup olan François de Biron'un ailesi mensupları içinde Fransa tarihinde hayli şöhretli kimselere rastlanır. Fransa mareşali, Armand de Gontaud de Biron (1524-1592) büyük bir sadakatle Henri IV ün hizmetinde çalışmış, oğlu Charles de Biron da başlangıçda Henri'-nin en yakın adamı olmuş, hatta bu yüzden kral Biron arazisini baron'lukdan duc'lüğe yükseltmiştir. Kahraman bir kumandan ve usta bir elçi olan Charles de Biron, kralı devirmeğe teşebbüs etmesi üzerine 1602 de idam olunmuştur. Fakat her şeye rağmen bu büyük aile ile kral Henri IV arasındaki sıkı bağlar devam etmiş, ve aynı aileye mensup Jean, aynı kral Henri tarafından 1604 yılı sonlarında elçi olarak istanbul'a gönderilmiştir. On-birinci elçi olarak 5 Ocak 1605 de istanbul'a varan De Biron, burada ancak beş sene vazife görebilmiş ve kral Henri IV ün 14 mayıs 1610 da bir suikast sonunda ölmesi haberinin gelmesi üzerine büyük bir teessüre kapılarak, Galata'da Saint Benoit kilisesine gitmiş ve burada üç gün süren matem âyininde hazır bulunmuştur. Elçi, bu âyinden pek kısa bir

süre sonra istanbul yakınındaki kaplıcalara


gitmiş (Yalova?) fakat eylül başlarında bura
dan hastalanmış olarak dönmüştür. Çok uzun
süren fievr, zaten pek genç olmıyan elçiyi
iyice yıpratmış ve 29 gün yattıktan sonra 12
Ekim 1610 gecesi De Biron ölmüştür. Büyük
bir cenaze töreni ile cenazesi kaldırılan elçi,
Galata'daki Saint Benoit (bk. Saınt Beno-
ıt) kilisesinin Ste Anne şapelinin mahze
nine gömülmüştür. Hayli süre sonra yine is
tanbul'da Fransa devletini temsil eden 29.
uncu elçi Comte de Saint-Priest, 1773 de Bi
ron'un mezarını tamir ettirdikten başka, her
halde yerde olduğu için üzerindeki yazıları
silinen mezartaşını yeniletmiştir. \

ilk mezartaşı, Biron'un yanında elçilik sekreteri olan Louis Gedoyn tarafından yaptırılmıştı. Görevle Paris'de bulunduğu sırada ölüm haberini alan Gedoyn, ancak 1623 de Haleb'e konsolos olarak tâyin edildiğinde istanbul'dan geçmiş 12 martdan 6 temmuz 1624'e kadar burada kaldığı dört ay zarfında eski elçisinin mezarına bir taş koydurmuştur. Gedoyn bu işi hatırat ve mektubunda etraflıca anlatmaktadır ki, bunlar da elli yıl kadar önce yayınlanmıştır (bk. A. Boppe, Journal et Correspondance de Gedoyn "le Türe", Paris 1909).

Saint Benoit kilisesindeki Sainte Anne şapelinde bugün güçlükle okunan latince mezartaşında şu yazılar görülür: D. O. M.

ILL. ET EXCELL D. D. JOANNI de GONTAUT DE BIEON BARONI DE SALIGNAC REGIS CHRISTIANISSIMI APUD IMPERATOREM

OTTHOMANUM ORATORI TUMULUM

HÜNC SUIS SUMPTIBUS FACIENDüM CURAVIT LODOVICUS GEDOIN

BENEFICIORUM ACCEPTORUM MEMOR OBIIT NATUS ANNOS LVH DİE XDL

OCT. ANNO MDCX tercümesi;

Salignac Baron'u ve Hıristiyan Kral'ın

Osmanlı Sultanı uezdindeki elçisi 1 Çok şanlı ve şöhretli senyör Jean de Gontaut de Biron'un kendisine karşı gösterdiği yakın

ilginin bir şükran borcu olarak ' Luoîs Gedoyn kendi parasından bu mezarı yaptırdı

Vefatı 57 yaşında îken 13 Ekim

1610 da vuku buldu.

Saint Priest tarafından ilâve olunan yazı ise:



HOC PIETATIS MONUMENTUM ANTEA DELETUM İN PIGNUS AMORIS RENOVARI JUS ÎT BULUŞ ET EXCELL D D FRANCISCÜS EMMANUEL DE GUIGNARD

DE ST PRİEST EQUES NOBILISSIMUS, REGIS GALLIARUM

AD EAMDEM AULAM IMPERATORIAM LEGATÜS

ANNO DNI MDCCLXXHI tercümesi:



Bu mukaddes hatıra harap olmuştu ki çok şanlı ve şöhretli senyör François Emmanuel Guignard, çok asil şövalye De St Pries Galya kralının aynı devlet nezdindeki elçisi, müteveffaya karşı sevgisinin bir alâmeti olarak onu yeniletti. Sene 1773

Mezartaşında ayrıca Biron ailesinin asalet


arması da bulunmaktadır. Biron'un mezarı ve
ölümü ile ilgili notlar, istanbul'da Stamboul
gazetesini yayınlayan Regis Delbeuf tarafın
dan önce gazetede sonra da kitap halinde ya
yınlanmıştır, (bk. R. Delbeuf, Ambassadeurs
de France morts â Constantinople, istanbul
1911, s. 16-35). Semavi E ¥ İ C E

BIYIK — Üst dudağın üstünde çıkan kıllar (Türk Lügati).

Yüze yaraştırılmış muhtelif şekilleri olan bıyık, asırlar boyunca îstanbulun günlük hayatında, sâdece sahibinin zevkine bağlı kalmamış, onun içtimaî mevkii bakımından da bir mânâ ifâde etmişdir. Evvelâ şunu kaydedelim ki havas ve ricalin bıyık kesimi ve terbiyesi, avamın bıyıklarından farklı olmuşdur.

Asrımız başlarında 1918 - 1919 yıllarına, yâni Birinci Cihan Harbi sonuna kadar, biz garb Türklerinde bıyık erkeklik alameti bilinmiş, ve asla kesilmemişdi; delikanlılar, içtimaî mevkilerine göre bıyıklarının şekli ve terbiyesi ile pek titizce meşgul olmuşlardır, Hattâ yaşları küçük olduğu halde boyca serpilmiş erkek çocuklar, kız gibi tüysüz dolaşmaktan hicab duyduklarından, bıyık kıllarının bir an evvel bitmesi için, bıyık yerlerine bir takım yağlar, meselâ fındık yağı sürmüşlerdir.

Bıyıkdan sonra biten sakal, genç yüzünde bir müddet tıraş edilmiş, sakalın salıveril-

2756

İSTÂÎ-ffiü'K

ANSİKLOPEDİSİ

— 2757 —


BIYIK


mesi, bir dua, dinî merasim ile olagelmişdi (B.: Sakal: Sakal Duası).

Yukarıda tesbit ettiğimiz târihe kadar bıyığın kazınması ağır bir hakaaret idi; Yeniçerilik devrinde Istanbulun bâzı zabıta âmirleri hırsız ve uygunsuz gençlerin bıyıklarını kesdirirler idi, bunlar, serbest bırakıldıkları halde, bıyıkları bitüp eski hâlini alıncaya kadar cemiyet içinde dolaşamazlardı.

Mahbub oğlanların bıyıklarının belirmesi ve delikanlı yanaklarının tüylenmesi, asırlar boyunca dîvan şâirlerine zengin bir mevzu eî-muşdür (B.: Hat).

Bir oğlanın, bünyesine göre, 16-17 yaşlarında, bâzan daha erken, üst dudağının üstünde ilk bıyık tüylerinin belirmesine «bıyığın terlemesi» denilir;

«Kaşımın gözümün yerinde, elimin ayağımın düzgün olduğunu, İstanbulda ilk gecemin geçtiği Tophanede Zehir Mehmedin sabahçı kahvesinde öğrenecekdim; beni Erzin-candan getiren posta tireninin üçüncü mevki vagonundan Haydarpaşa Garına ayak bastığım zaman, bütün eşyam, içinde, taşlaşmış bir peynir topakcığı ile ekmeğimin son- kuru parçası; bütün param da onbeş kurusdu; on altı yaşlarında, bıyıkları yeni terlemiş toy bir oğlandım» (Ali Keşişli, Hâtıralar ve îti-raf lar).

Eskiden hiç tüysüz, yâhud bıyıkları henüz terlemiş oğlanlara «şâbı emred» denilirdi (şâb -— genç: emred = tüysüz); yeni bıyıklanmış gence de «çar ebru = dört kaşlı» denilirdi (B.: şâbı .emred; çar ebru).

Tüyler külaşdıkdan, bıyık gelişdikten sonra yüz sahibinin yalnız zevkine göre değil, işi, mesleği ile de ilgili bir terbiye görür, sekil ve isim alırdı:

Mevki sahibi, hemen bütün memurlar, efendiden kişiler, uçları dudak kenarlarını geçmeyen itidal üzere bıyık bırakırdı, bıyığın dudak kenarı da «sünneti şerife» üzere kesilirdi, yâni bıyık altında, üst dudak tamamen görünürdü.

îtidal üzere bıyığın alt kenarı kesilmez, fakat'alt kıllar başı bos da bırakılmaz, kıvır kıvır toplanırsa «karanfil bıyık» denilirdi; güzel bir gene yüze de pek yaraşırdı; kâtib, şâir bıyığı idi.

«Gaytan bıyık», altdan azıcık kırpılır, üstden derince alınır, uçları da ağız kenarlarından aşağı doğru azıcık sarkardı; esnaf dan

gençler, şehbazlar. ayak takımı bıyığı idi.

«Palabıyık», alt dudak kenarı kesilir, vs ı kıllar hâli üzere bırakılır, ve ala bildiğine uzatılır, gür kıllar iyice burulur, uçları burularak sivriltilir, burun hattına amud va-ziyetde, yüzden, yanaklardan en az dört parmak dışarı taşardı; kabadayı, zorba, yeniçeri bıyığı idi.

«Pos bıyık», hâli üzere bırakılıp büyütülmüş bıyık, alt kenarı parmak uçları ile toplanır, üst dudak görünür, fakat bıyık burulmaz, uçları sivriltilmez, yanak hatlarından taşmaz, tel tel durur, uçları da topdur; rind lerin, kalenderlerin, feleğin dürlü cilvelerini görmüş olanların, ununu eleyüb eleğini duvara aşmış eski kabadayıların bıyığı idi.

Pos bıyığın alt kenarı parmak uçları ile toplanmaz, bıyık kılları tel tel sarkarak üst dudağı, hattâ ağızı örterse «Bektaşî bıyığı» denilirdi.

Yasdık Bıyık, yeniçerilik devrinde çorbacı ağalardan itibaren yüksek, rütbeli yeniçeri zabitlerinin bıyıklarına verilmiş isimdir ; bir nevî pos bıyık olup, bıyık altına rastlayan sakal kılları kesilmez, uzatılır, bu sak?l kılları bıyık kılları ile karışır, bıyık uçlarının üzerine yattığı bir kıl yasdık olurdu, s«n âmir bakışlı gözlerin üstünde kaşlar çatıldığı zaman bu yasdık bıyıklar yüze ayrı bir heybet verirdi.

Bıyık kılları gür çıkmaz, kıl araları köseç, güve yeniği gibi olur ve bıyığa bir şekil vermek imkânı bulunamazsa «Pis bıyık» denilirdi; erkek için bir kusur, ayıb sayılırdı.

Misaller:

«Mektebi Tıbbîye birinci sene şâkirdânm-dan Ahmed Efendi şâbı emred olduğu haîd Çengelköyünde bir meyhanede tulumbacılarla beraber işret ettiği nizamiye kolu tarafından görülerek kaldırılmış olmakla emsaline ibreti müessire olmak üzere ayakları tabanına yirmi değnek darbı ile bir ay hapsine ve evci tezkiresinin istirdadı ile bir se;,e müddetle izinsizlik cezasına» (Ceridei Y.a-hâkimi Askeriye, 1307 = 1889).

* Cümlesi pırpırı, dört kaşlı, nevhat Kimi yanaşmadır kimisi ırgat Mizanı hüsünde ayak kas göz Hepsi beyoğlundan üstündür kat kat (Galatalı Hüseyin, Çardak destanı).

* Eyyubda Çömlekçiler Hamamı-Dellâk Eyyublu Ahmed bin Mehmed, sarı bıyıklı;

dellâk Pazarköylü Mehmed bin Ali, nevhat genç oğlan; dellâk Pazarköylü Ali Ömer, câ-rebrû; dellâk Eyyublu Hüseyin bin Mahmud, nevhat taze;... natır Hamidli Ahmed bin Mahmud, kumral bıyıklı; natır Hamidli, İbrahim bin Nurullah, nevhat taze, natır Rus-cuklu Ali bin Abdullah, çârebrû» (İstanbul Hamamları müstahdemleri sicil defteri; H. 1147 = M. 1734 - 1735).


  • Karanfil bıyıklı, sünbül perçemi
    Gördün mü kişmirî dilber acemi
    Kahve fürûşi nâz Valde Hanında
    Şehrî nezâketde henüz acemi
    Hoş görüb şimdilik her kusurunu
    Şehbâzım lâ'linde sun camı Cemi


  • Topukluyu size ideyim tarif
    Palabıyık şakî suratlı herif
    Yalın ayak daltaban geldi bu köye
    Nokta iken o it oldu lâmelif


Kırk yıllık aç kokar idi nefesi
Başında bir parmak yağlıydı fesi
Aedı şu bitirim yeri kahveyi
Cümle haşerâtm darülnedvesi
Tozluklunun kahvesidir burası
Tavcıdırlar cebde yok beş parası
Tâzerû çârebrû henüz neytıraş \


Gelen gençler babanın yüz karası Palabıyık Mustafa mekkârı şehrî' Fos bıyık Ahmed de eski serseri Her biri mukaşşer kumarbazlardır Boğarlar o gaytan bıyık yaveri

(Ali Camie Ağa Mecmuası)

Aşrımız başının şöhretlerinden Hareket Ordusu kumandanı, harbiye nâzın ve sonra sadırâzam Mahmud Şevket Paşa palabıyık sakallı, «Kahramanı Hürriyet» diye meşhur Resneli Niyazı Bey sakalı matruş palabıyıklı; gençliğinde Hüseyin Câhid Yalcın uçları hafif yukarı burulmuş karanfil bıyıklı, Filosof Riza Tevfik ile Dr. Besim Ömer Paşa bekta-şî bıyıklı; bu ansiklopedinin müddevvini ve sahibi R. E. Koçunun babası muharrir Ekrem Reşad Bey gençliğinde karanfil bıyıklı, son yıllarında pos bıyıklı; Ahmed Rasim Bektaşî bıyıklı, Tanbûrî Cemil Bey bektâşî bıyıklı idi.

Bir resmine göre Yavuz Sultan Selim, sakalı matruş yasdık bıyıklıdır; gençliğinde Atatürk uçları hafif yukarı bükük -karanfil bıyıklı; Türkiyenin ikinci reisicumhuru ve büyük devlet adamı İsmet İnönü de gençli-

ğinde şöğüd yaprağı gibi karanfil bıyıklı idi.

Bir 'ara İstanbulda Almanya İmparatoru İkinci VVilhelm'in bıyık şekli moda oldu; bu palabıyık hükümdar bıyıklarını ağız kenarları hizasından doksan derecelik bir zaviye ile yukarı kırmış, uçlarını da süngü gibi sivri burmuşdu.

Bıyık, şekilden başka kıl rengine göre de isimlendirilir: Sarıbıyık, kumral bıyık ve kara bıyık gibi .

Vesika fotoğraflarından evvel hüviyeti tesbiti yolunda tanzim edilen resmî vesikalarda eşhas, vücud yapıları ve sımaları ile tarif edilirdi, bu arada da bıyıkları hem renk, hem de şekli ile zikredilirdi; Bilhassa zabıta vak'-larında firarî suçlular böyle aranır, haklarında giyâben hüküm verilmiş suçlular da ayni şekilde ilân edilirdi. Millî kütübhâne-mizde cemiyet hayatı bakımından eşsiz bir hazine olan «Cerîdei Mahâkimi Adliye» de bu ilânlardan pek çok örnek vardır:

«... Ahırkapuda sahildeki kahvehanede mukim ortaboylu, sa-rıbıyıklı, çatık kaşlı, açık buğday benizli, uzunca çehreli ve âdeta burunlu, çakıra mail mavi gözlü 32 yaşlarında Uzunçarşı tavlacılarından Âşık îbrahimin... (1304 = 1886)».

«... Fatihde Şekerci Hanı odalarında mukim beygir sürücüsü uzunca boylu, ter kara-bıyıklı, ela gözlü 19 yaşlarında uygunsuz güruhundan Ali bin Mükerrem .... (1301 — 1883)».

Bizde bıyık, uçlarından kırpılmak üzere Birinci Cihan Harbinin içinde kesilmeye başladı; ilk hudud ağız kenarları idi; buna [«kırpık bıyık» denildi. Sonra burun altında küçücük bir yasdıkdan ibaret kaldı. Cumhuriyet devrinde ustura onu da kaldırdı.

Bıyık modası, bilhassa gençler arasında İkinci Dünya Harbi sonlarında başladı; ve 1950 den sonra aldı yürüdü.

Bıyıklarını hiç kesmemiş yaşlı İstanbullular pek az kalmışdır; kalanların çoğu da esnaf ve ayak takımından, ve bilhassa İstanbul rumları arasındadır.

«Pos bıyık» ve «palabıyık» isimleri hala kullanılmaktadır; «gaytan bıyık» dilden düşmüş, «karanfil bıyık» tamamen unutul- -muşdur; yaşları ellisini aşmış ve eski İstanbul hayatını bilen kalem sahihleri ancak kullanmaktadır. «Pis bıyık», bir nevi bıyığını adı ol-makdan çıkmış, bıyıklı bir kişiye karşı, velev-



BIYIK

îsfAMBÜL


ANSİKLOPEDİSİ

2759 -


BÎARDO (LİİÎ)


ki meselâ pos bıyıklı da olsa, hakaaret kasdi ile kullanılmaktadır.

Bütün bu tariflerin dışında kalan yeni bıyıklar, genç nesil tarafından isimlendiril-memişdir; yalnız biç çeşidi, amerikalı ünlü sinema yıldızı müteveffa Douglas Fairbanks'-m adına nisbetle «Duglas bıyık» adını almışdı; kıllar boydan yana gaayet kısa bırakılır, alt kısmı ile dudak arasında bir milim kadar boşluk kalır, üst kenarı da derinden alınır, ağız kenarlarına doğru azıcık genişler, ağız bitimim bir milim kadar geçerek uçları kesilir; ağızı olduğundan büyük gösteren bir bıyıkdır.

Duglas kesimi bıyık sonraları daha daha inceldi, dudak üstünde bir sıçan yavrusu kuyruğu gibi kaldı. Herhangi genç bir yüze yakışdığı asla söylenemez; hiç tereddüd etmeden kaydedebiliriz, bu kuyruk, iplik bıyık, bulunduğu yüze bir apaş hüviyeti vermektedir.

Bıyık burmak — Eski külhanbeyleri, bıçkınlar, kabadayılar, tulumbacılar sokaklarda, mesirelerde güzel bir gence yahud yosma bir kadına karşı mütecaviz bir nümayiş ile bıyık burarlardı; eskilerin «harf en-dazhk» dedikler laf atma gibi, muhakkak ki bir ahlaksızlık idi. Hicrî 1308 (M. 1890) yazında Sarıyerde Çırçır Suyunda bu yüz den işlenmiş bir cinayet vardır; Rumeli muhacirlerinden olup bir kır kahvehanesinde çıraklık yapan Çırpanlı Mustafa adında bir delikanlı, Enderûnu Hümâyundan muhrec yâni saraydan koğulmuş Mehter Riza adında bir adamı: «dâim peşinde olub o gün dahi kahvehaneye gelüb çocuğa karşı bıyık bur-mağla Çırpanlı Mustafa bunu namusuna ye-diremeyub merkuumu taşıdığı av bıçağı ile cerh ve katleylemişdir » (Sabah Gasetesi).

BIYIK ALTINDAN GÜLMEK — Halk ağzı deyim; manâlı bakışla, tebessüm ile istihza, alay etmek; misâl: «Bu mahalle benim yalın ayak yarım pabuç dokumacı çıraklığı yapdığımı bilir, oğlanın düğününü Hiltonda yaparsam herkes bana bıyık altından güler, ben kendime güldürmem!.».

Bir özel büroda senli benli olmuş yaşlı ve rind şef ile yosmacık daktilo arasında:



  • Bana bıyık altından gülüyorsunuz!
    benim gülünecek nem var amıca?

  • Kızmaz isen sayayım..

  • Kızmam!

  • Çok güzelsin, incesin, zarifsin, bahar-

da papatya gibi bir kızsın... şu kiraz dudaklı, inci dişli ağzından başlayalım, batağa girmiş geviş getirir manda gibi nedir o durmadan şak şak şak çiğnediğin sakız?!.

— O sakız değil, çiklet!..


11 ??

BIYIĞINI BALTA KESMEZ — Halk ağzı deyim; avamî gurur, azamet; türedinin kibri; işi yolunda esnafın cakalı benlik hâli; misâller:

«Söz ayağa düştü, yeniçerilerin bıyığını balta kesmez oldu...»

Şiddetli kışlarda İstanbul oduncu ve kömürcülerinin güzel bir tasviridir: Hatabkeşlerin buz düşüb rîşine Bıyıklarını balta kesmez hele

Sabit

BIYIĞINI BURMAK — Halk ağzı deyim; oğlan çocuğun delikanlılık çağına girmesi; misâller:



  • Küçük bey bıyığını burmaya başla
    mış...

  • Sorma birader, beni üzen de o...

?!

— Okumaz, haylaz, rüşdiye halâ bitmedi,


dükkâna gel çalış, iş öğren derim, baba mes
leğine omuz silker, geçen gün tiyatoracı
mı olacaksın diye sordum, «izin verir iseniz»
demez mi?!.

Kadınlar hamamında, bir mahalle karısı;

•— AaL bıyığını burmağa başlamış koca oğlan kadınlar hamamına getirilir mi ayol!? (yanında 12 yaşında oğlu bulunan bir kadına) Hanım, kocanı da alup getirse idim bari!..

BIYIĞI YELLİ — Halk ağzı eski bir deyim; yalnız lugatda rastladık: «Mağrur, kibirli, mutaazzım, benlik dâvasında olan kimseye Bıyığı Yelli tâbir olunur» (Burhanı kaatf tercemesi).

BIYIKLHÜSREV MESClDÎ — Davut-paşa civarında idi; Hadikatül Cevâmi: «Banisi sipahi çavuşlarmdandır, Çardaklı Hamamın karşısındaki mezarlık içindeki yazısız mihrablı merkad bu zâtindir» diyor.

1961 Haziranında Davutpaşa Mahallesi muhtarı bulunan emekli subay Bay Celâled-din Çalpala şu malûmatı vermiştir:

Bıyıklı hüsrev Mescidi 1894 deki büyük zelzelede tamamen yıkılmış, yalnız minare kaaidesi kalmışdı.

•fr


Hadifcanın bahsettiği mezarlık, Bı-yıklıhüsrev sokağı ile Çardaklı Hamam sokağının kavuşağı köşesinde idi. Sipah çavuşu Bıyıklı Hüsrevin kabrinin ayak ucunda ulu bir çitlenbik ağacı vardı; bu mezarlıkda üç kabir daha mevcuddu. Son yıllarda mescidin yeri ile bu mezar-lık Cerrahpaşa Hastahânesi arazisine katılmış, üzerinde 1. ve 2. Cerrahî pavi-yonları inşâ edilmişdir.

Hakkı Göktürk

BIYIKLI HÜSREV SOKAĞI — Samatya Bucağının Cerrahpaşa Mahallesi sokaklarından idi, 1934 Belediye Şehir rehberinde 11 numaralı paftanın 53 numaralı yerinde gösterilmisdir. Cerrahî Paviyonu yapılır iken istimlâk edilmişdir.

1961 de Davutpaşa Mahallesi muhtarı bulunan emekli subay Bay Celâled-din Çalpala, bu sokakda 7 numaralı evde doğduğunu, sokağın hepsi ahşab birer ikişer katlı evlerinin mütevazı gelirli aile meskenleri olduğunu söyle-mişdir.

* Hakkı Göktürk

BIZDIKYAN OTELİ — 1885 ile 1890 arasında Sirkeci otellerinden biri ki, o zamanlar bizde otelcilik yeni gelişmeğe başlamışdı. Otel firenk taklidi misafirhane görülür, o tarihlerde İstanbula gelen taşralı türk-ler, hanlara inerlerdi. Otellerin sâhibleri bilâ istisna gayri müslim; rum, ermeni ve memleketinde her ne sebebden ise barınamamış bir takım maceraperest fransızlar, italyanlar, almanlar, lehliler idi; Beyoğlundaki birkaç büyük otel müstesna, İstanbul otellerinin hemen hepsi pek berbad yerler, müşterilerinin çoğu bir takım kaba gemiciler, korsan kırmaları, uygunsuz güruhu idi; Sirkecideki bu Bızdıkyan Oteli de kötü şöretli bir yer idi. 1890 yılında bu otelde bir intihar vak'ası olmuş, fakat zabıta intiharı şübheli görmüş, uygunsuz bir gencin ileri sürülmesi ile Soygunculuk yolunda bir cinayete intihar süsü verildiğini meydana çıkarmış, otelin ermeni kâtibi ile bir fırında tablakârlık eder bir delikanlıyı bu cinayetin failleri olarak tevkif etmişdi.

Bızdıkyan Otelinin Sirkecinin ne tarafında olduğu tesbit edilemedi.

Hüsnü Kınaylz

BtARDOT (Lili) ~- 1958 senesinde Pa-

Lîli Biardot (Resim: s. Bozcalı)

ris'den İstanbula at sırtında gelmiş, ve îstan--bul Hilton otelinde üç gün misafir kaldıktan sonra yine at ile memleketine dönmüş sportmen bir fransız kızı; Paris'den İstanbula 3300 kilömetroluk yolu üç ayda alan ve, o tarihde yirmi yedi yaşında bulunan Lili Biardot'ya, bu seyahatında bizzat kullandığı otomobili ile anası ve Grala adında iri siyah köpeği refakat etmişti; Madam Biardot'nun kullandığı otomobile, geceleri içinde barınıp yatdıklan bir vagonet bağlı idi; sportmen kızı bu seyahatında taşıyan at, sekiz senedenberi bakmak-da olduğu on üç yaşında Raca adında saf kan bir arab atı idi.

1,60 boyunda, ince yapılı, uzun kumral saçlı, güzel değilse de şirin ve güler yüzlü olan Matmazel Lili Birardot; kat ettiği uzun yol boyunca yalnız Bulgaristanda sık sık yolunun kesildiğini, sorguya çekildiğini, Sofyadan sonra da at ile seyahatına izin verilmeyerek Türkiye hududuna kadar evvelâ kamyon, sonra.tirenle geldiğini söylemiştir. İstanbula



BİBERCİYAN (Arakel)

- 2760 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 2761 —

BÎDEST HATTAT




8 Ağustos günü Edirne kapusu ile Topkapusu arasından girmiş, Aksaray, Atatürk Bulvarı, Gazi köprüsü, Şişhane yolu ile Taksime çıkmış ve Radyo Evindeki Turizm Müdürlüğüne gitmişdir; kendisine istanbul şehri adına hoş geldin denildikden sonra Hilton Otelinde ki odasına götürülmüşdür. Amerika ve Rusyayı da at ile dolaşdıktan sonra evlenmeyi düşüneceğini söyleyen Lili Biardot, seyahat notlarını da neşredeceğini ilâve etmişdir.

Bibi: cumhuriyet Gazetesi.

BİBEECİYAN (Arakel, doğuşu ANDON-YAN) — Tanınmış bir kitapçı, müellif ve müde'rrisdir. Edip Agop Kurken'in (Biberci-yan) (1850-1915) biraderidir. 1854 de Orta-köy'de doğmuş ve 26 Eylül 1923 de yine istanbul'da vefat etmiştir.

İlk tahsilini Ortaköydeki Tarkmançatz mektebinde yapan Biberciyan orada şâir Tov-mas Terziyan'ın (1838-1909) talebesi olmuş ve onun tesiri altında kalmıştır. 1878-1879 yıllarında, Üsküdarda Surp Haç mektebinde tarih ve coğrafya muallimi olmuştur. Bilâhare Çakmakçılarda, Agopyan Hanında, «Avrupa Kitabevi»ni tesis etmiştir. Burası zamanının yerli ve yabancı mümtaz münevver ve mütefekkirlerin ziyaretgâhı olmuştur.

Neşrettiği eserler meyanında, .ermenice-den fransızcaya bir Gramer, muhtelif mektep kitapları ve şair Mıkırdic Besiktaşlıyan (1828-1868) hakkında kıymetli bir eser (İstanbul, 1914, s. 210) mevcuttur. 1913 de ise, H. Pa-pazyanla birlikde, Osmanlı İmparatorluğunun ve Balkan memleketlerinin ermenice renkli birer haritasını hazırlamıştır.


Yüklə 5,55 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   55   56   57   58   59   60   61   62   ...   76




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin