Muhabbetname



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə76/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   72   73   74   75   76   77   78   79   ...   83

TEVHÎD GÖMLEĞİ NEDİR


Kur’ân-ı Kerîm’in muhtelif yerlerinde Tevhîd gömleğini giyenlerin kurtuluşa erdiklerinden söz edilerek, bizlerin de Tevhîd gömleğini giymemiz emredilmektedir.

1- İbrahim (A.S.) Nemrud tarafından ateşe atıldığında, Nemrut, İbrahim (A.S.)’i ateşler içerisinde olmasına rağmen güllük gülistanlık bir ortamda beyaz gömlekli bir kişi ile oturduğunu görmüştü. Bunun sebebini sorduğunda İbrahim (A.S.), yanındakinin Cebrail (A.S.), üzerindekinin de Tevhîd gömleği olduğunu, Tevhîd gömleği sayesinde ateşin yakmadığını söyledi.

2- Kardeşleri Yusuf (A.S.)’u kuyuya attılar. Fakat Cebrail (A.S.) ona beyaz gömleği giydirdiği için kuyunun dibine kadar düşmeyip kuyu kenarında gömleği bir dala takılarak askıda kaldı. Kervancının sucusu kova ile kuyudan su çekerken ona tutunarak çıktı. Kuyunun dibine düşse idi kuyunun dibindeki yılan ve çıyanlardan kurtulması mümkün olmayacaktı. İşte Yusuf (A.S.)’u da yine o gömlek kurtarmış oldu.

3- Yusuf Mısır’a götürülüp maliye nazırına köle olarak satılınca nazırın eşi Züleyha O’na sahip olmak istedi. O ise kabul etmedi. İşte o zaman Yusuf’un üzerindeki o gömleği arkadan parçalayarak yırttı. Çünkü Yusuf’un yönü rûha dönük arkası da nefse dönüktür. Arkadan gömleği yırtılınca bu işin Yusuf’un değil, nefsin bir işi olduğu ortaya çıktı. Suçlunun Züleyha olduğu anlaşıldı. Dolayısıyla da yine gömlek Yusuf’u haklı çıkarmış oldu.

4- Yusuf zindandan çıktı ve Mısır’a Sultan oldu. Kardeşleri O’nun Yusuf olduğunu anladıklarında Yusuf kardeşlerine bir gömlek vererek “Bu gömleği babama götürüp gözlerine sürünüz, gözleri açılsın” dedi. Babası Yakup da Yusuf için yanıp tutuşuyor, gelene geçene Yusuf’u soruyordu. Yakınları ise “Yusuf öleli çok seneler oldu. Bu kişiler Yusuf’u ne bilsinler, sen bunamışsın” dediler. O da “Ben Yusuf’u kime sorduğumu bilirim. Ben peygamberim.” diyordu. Sonunda gömlek geldi, gözlerine sürünce görmeye başladı.

Bu gömlek nasıl bir gömlek ki gözlere sürülünce gözler görmeye başlıyor. Bu gömlekte iki kol bir beden vardır. Bu gömleğin bir kolu tenzih, bir kolu teşbih, bedeni de Tevhîddir. Şu halde bir şeyi kalbimizle tenzih, hissimizle teşbih yaparak şühûd edersek Tevhîd gömleğini giyenlerden olmuş oluruz. Kalb Yakub’u Yusuf olan candan veya rûhtan ziyâ gelmeden yâni nurlanmadan kalbin şûbeleri olan görme, duyma gibi sıfatlardan görmesi ve duyması olamazdı. Onun için O’nun gönderdiği mânevî Tevhîd gömleği böylece gözlerini açmış oldu.

Bizler de bu Tevhîd gömleğini giydiğimizde bize iftira etseler, her türlü kötülüğü yapmaya yeltenseler, hatta tabancayla mermi atsalar hepsinin o lâtif olan manevî gömlekten içeriye geçmediğini, patır patır gömleğin üstünden döküldüğünü göreceğiz. Çünkü “Onu biz indirdik. Onun muhafazacısı da biziz” buyrulmuştur. İşte bu Tevhîd gömleğini giymek için gerekli olan anahtarları Allah, Mürşid-i Kâmillere ihsân etmiş. Gidip onlardan alarak giyeceğiz, yoksa kâinatı dolaşsanız hiçbir pazarda bulup satın alamazsınız.

TEVHÎD MERTEBELERİ VE YAŞAM ŞEKLİ


Tevhîd Mertebelerini Pîrimiz Seyyid Muhammed Nur-ül Arabî Hazretleri iki bölümde mütalaa etmişlerdir:

1- Fenâfillâh Mertebeleri

2- Bekâbillâh Mertebeleri

Fenâfillâh Mertebeleri üç Makâmdır:

1- Tevhîd-i Ef’âl

2- Tevhîd-i Sıfât

3- Tevhîd-i Zât



Bekâbillâh Mertebeleri ise dört Makâm olarak isimlendirilir:

1- Makâm-ı Cem

2- Hazret-ül Cem

3- Cem’ul- Cem

4- Ahadiyet (Bu Makâm yalnız Peygamber efendimize ait olduğu için telkîn edilmez. Edilse bile anlaşılmaz. )

TEVHÎD-İ EF’ÂL: Fenâfillâh mertebelerinin başlangıcı olup fiil ve işlerin birliği demektir. Bir sâlikin bu mertebeye gelebilmesi için her nefeste dâimî zikirle kalbinin mutmain olması, dolayısıyla da dış temizliği olan zâhir abdesti ve dâim zikir olan bâtın abdesti alması lâzımdır. Dışını şerîat ahkâmıyla, içini de bir saat gibi dâimî zikirle kurması lâzımdır. Fecr Sûresi 27 ve 28. âyetlerindeki Ey Rabbine itaat eden huzura ermiş rûh, dön Rabbine, sen O'ndan O senden hoşnut olarak!” hitâba mazhar olarak Tevhîd-i Ef’âl telkîn ve tâlim edilir. Bu mertebede sâlike dört şühûd gösterilir. 1- Tevhîd-i Ef’âl 2- Fenâ-i ef’âl 3- Tecellî-i Ef’al 4- Cennet-ül ef’âl veya İrfan Cenneti. Râbıtası da “Lâ Fâile illallah”tır.”Allah’tan başka fâil -halkedici- yoktur.” Sâlik, enfüste, âfâkta, sükûn ve hareket halinde bütün fiilleri birleyerek, bunların hepsini Hakk’a nisbet eder. Fiiller her ne kadar iyi ve kötü fiiller diye isimlendirilse de iyilik ve kötülükler bizler içindir. Yoksa Hakk’a nisbet edildiğinde hepsi ‘hayr’dır. Ârifler fillerin cümlesini Hakk’a nisbet ederler. Yine de ‘Allah kötü yaptı. ’ denilmez. Zira kötü ismini icâd eden nisbettir. Eğer işin kula nisbeti olmamış olsa, o işin iyiliği ve fenalığı tâyin olunamazdı. Saffat Sûresi 96. âyetten anlıyoruz ki fiillerin fâili Allah’tır.”Allah sizleri ve sizlerin amellerinizi halk eyledi.”

İşte sâlik enfüsünde ve âfâkında bütün fiilleri hissî ve kalbî olarak Hz. Allah’a nisbet ederse kalbî müşâhede ile zevk hâline geçer. Karşılaştığı her olayda fiillerin meydana gelmesine vesîle olan mazhar veya kullara nisbet etmeyeceği için şirkten kurtulan o sâlik, Hacivat ile Karagözün kendilerinin hiçbir güç ve kuvvet sahibi olmadıklarını, onları kavga ettirenin, onları oynatan sanatkârın olduğunu bildiği gibi, bilecektir. Her şeyi yerli yerinde görüp enfüsünde fark (Şerîata uyup uymadığını tartması), eksikleri varsa peyderpey onları yok etmesi, nefsini levm etmesi lâzımdır. Âfâkta ise ‘cem’de (Vahdette) mütalaa ederek mutlu ve huzurlu olacaktır.

Bu sâlikler yaşamlarında sâkîn ve şer’î hükümlere tâbi olarak yaşarlar. Bütün tecellîlere nazar ederler ve zuhûrâta tâbi olurlar. Cenâb-ı Hakk’a boyun eğerek tam bir teslimiyetle, kalbi ile dâimî zikir, hissi ile de râbıtayı kullanırlarsa, Efendisinin himmetiyle Tevhîd-i Ef’âl zevkine ermiş olurlar.

TEVHÎD-İ SIFÂT: Fenâfillâh mertebelerinin ikincisidir. Hayat, ilim, irâde, kudret, semî, basar ve kelâm sıfatları Hakk’ın olup, bu sıfatlar sâlike ayna olmakta ve orada Hz. Mevlâ müşâhede edilmektedir. Burada sâlik zevken bu sıfatlar ile mevsûf olanın Hakk teâlâ olduğunu bilecektir. Bunun için de bu mertebede dört şühûd öğretilir: 1- Tevhîd-i sıfat 2- Fenâ-i sıfat 3- Tecellî-i sıfat 4- Cennet-ül sıfat. Râbıta olarak da “Lâ Mevsûfe illâllâh” verilir. Bakara Sûresi 255.”Allah’tan başka hiçbir tanrı yoktur. O, dâima yasayan, dâima duran, bütün varlıkları ayakta tutandır.”, Şura Sûresi 11.” O'nun benzeri gibi bir şey yoktur. O, öyle işiten, öyle görendir” ve Kasas Sûresi 68.”Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Seçim hakkı onların değildir. Allah, onların ortak koştuklarından münezzeh ve yücedir!” ve benzeri âyetlerden bütün subût (sâbit) sıfatların halîkının Allah olduğunu anlamaktayız.

Sıfatlar gayba aittir, zuhûra gelince şehâdete intikâl ederek esmâ adını alır. İlim bir sıfattır, zuhûra gelince âlim adını aldığı gibi bu mertebeyi gören sâliklerde edeb, ahlâk ve yüceliklerin görülmesi lâzımdır. Zira fiil ve subût sıfatların nisbîyetlerinden kurtulan bir kulun mâğfirete ermesi, temizlik, doğruluk ve Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin güzel ahlâkını sergilemesi lâzımdır. Ef’âl ve sıfat mertebelerini görenlere Tevhîdde tarîkat ehli de denilir.



TEVHÎD-İ ZÂT: Tevhîd-i Zât, vücûd birliği demektir. Vücûd Hakk’ındır. Ef’âlin vücûdu yoktur. Sıfattan tecellî ediyordu. Sıfatın da vücûdu yok, o da vücûddan tecellî ediyor. Allah Vâcib-ül Vücûd’dur. İşte sâlike Fenâfillâh mertebelerinin sonuncusu olan Tevhîd-i Zât Mürşidi tarafından dört şühûdla tarif edilir. 1- Tevhîd-i Zât 2- Fenâ-i Zât 3- Tecellî-i Zât 4- Cennet-ül Zât. Râbıtası ise “Lâ Mevcûde illâllâh”dır.

Bu Makâmda sâlik hissen, aklen ve hayâlen gerek ef’âl, gerek sıfat ve gerekse Zât aynalarından Vücûdullaha bağlanıp cümle eşyânın vücûdu Hakk olduğunu mülâhaza eder ve zevk alır. Dâimî zevkte kalabilmesi için râbıtaya sımsıkı sarılır. Halkın fânî Hakk’ın ise bâki ve zâhir olması halinde zevkiyâb olur. Bu halle hallenen kişi ihtiyarî bir ölümle ölmüştür.”Mutu kable ente mutu” “Ölmezden evvel ölünüz.” Hadis-i Şerifi budur. Kasas Sûresi 88.”Allah'la birlikte diğer bir tanrıya daha çağırma; O'ndan başka tanrı yoktur. O'nun Zâtından başka her şey helâk olacaktır. Hüküm O'nundur ve nihayet döndürüIüp O'na götürüleceksiniz.”, Rahmân Sûresi 26 ve 27.”Yeryüzünde bulunan her şey fânîdir; Yüce ve iyilik sahibi Rabbinin yüzü bâkidir” ve Yunus Sûresi 62.”Uyan! Allah dostlarına ne korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar!” âyetlerinde açık olarak bu mertebenin hâlini görmekteyiz.

Fenâfillâh mertebelerini gören bir sâlik nefsini bildiği için Rabbini de tanımıştır.”Nefsini bilen Rabbini bilir” (H.Ş.) Her ne kadar ilimle Fenâfillâh olunmuşsa da yine de zaman zaman nefsine tâbiliğinden geçemediği için hem mahcûbiyeti görülür hem de Makâm zevkleri tecellî ettiğinde ehl-i keşiftirler. Yâni halkla olduklarında hicâbları, Hakk’la oldukları zaman keşifleri artar. Ehl-i velâyettirler.

CEM MAKÂMI: Bekâ Makâmlarının birincisidir. Fenâfillâh mertebelerini zevk eden kul, kendisinin zannettiği fiil, sıfat ve Zâtın da yok olduğunu anlayınca bu mertebe telkîn edilir.

Sâlik bu yerde Hakk’ı zâhir halkı bâtın müşâhede edecektir. Bu Makâmda halk ayna olup, oradan Hakk zâhir olmaktadır. Ve Vahdet şühûdu kişiyi istilâ eder. Cem Makâmı telkîn edilen sâlik Hakk’a kuvve olup onun kuvvesinden Hakk zâhir olurken, kendisi bâtın olur. Aynı zamanda eşyâ da butûna girer. Bir cismin gölgesinin, öğle vakti cisimde yok olduğu gibi halk mazharından Hakk’ın zâhir olmasıdır. Ef’âlin, sıfatın, Zâtın birliği zevkiyle her nereye bakarsa Hakk’ın cemâl yüzünü görmesi onun zevki olacaktır. Bakara Sûresi 115. âyette Doğu ve batı Allah’ındır, yüzünüzü her nereye çevirirseniz Allah’ın cemâl yüzü oradadır” buyrulmaktadır. Sâliki ismi ile çağırsalar ismini bile duyamayışı onun zevki olacaktır. Bu Makâma Kurb-i Ferâiz, Ulûhiyyet, Rûh Makâmı gibi isimler de verilmiştir. Bu Makâmda sâlik fazla durdurulmaz. Sâlik kabızlık ve yalnızlık içindedir. Cem Makâmı Hz. Îsâ (A.S.)’nın Makâmıdır.



HAZRETÜ’L- CEM MAKÂMI: Bekâbillâh mertebelerinin ikincisidir. Bu Makâmda halk zâhir Hakk bâtındır. Hakk aynasından halk zâhir olarak müşâhede edilir. Cem’de bilen, gören ve işiten abdın kuvvesiyle Hakk idi. Bu Makâmda ise, Hakk kulun kuvvesi olmaktadır. Hadis-i Kudsî’de “Kulum bana nevâfille yaklaştığı zaman duymasına kulak, görmesine göz, konuşmasına dil olurum. . .” buyrulmuştur. Her nereye nazar edersek edelim zâhirde halkı bâtında ise Hakk’ın tecellîsini zevk ve ifade ederiz. Necm Sûresi 8.”Sonra yaklaştı ve sarktı âyeti Zât olan Allah’ın Muhammed olan sıfatlara yani kesret âlemine zuhûrâtı olarak da zevk edilir.

Hazretü’l- Cem’e, bütün sıfatların, Zâtı Hakk ile kâim olduğunun müşâhede ve zevk olduğu bir Makâm olması nedeniyle bu zevke sahip olanlara Sıfâtiyyûn da denilir. Bu mertebedeki sâliklerin şerîatlarında kemâlat, yücelik ve ahlâk-ı Resûlullah (S.A.V.) görülmektedir. Bu sâliklerin enfüsünde cem, âfâkında fark hali zuhûr eder. Bunlar mukarrebîndirler.



CEMÜL CEM MAKÂMI: Bekâbillâh mertebelerinin üçüncüsüdür. Makâm-ı Cem ile Makâm-ı Hazretü’l- Cem’i kendinde toplayan yani ‘Vahdet’ ve ‘kesret’i cem eden bir Makâmdır. Buna tenzih ve teşbihi Tevhîd yapmak yeri de diyebiliriz. Bâtın olan mutlak ve zâhir olan mukayyedin hepsi Hakk’tır diye zevk ederiz.

Kur’ân-ı Kerîm Hadid Sûresi 3. âyeti “O evveldir, O Ahîrdir, O zâhirdir, O bâtındır” bu zevkimize delildir. Ayrıca Necm Sûresi 9. âyette Aradaki mesâfe iki yay boyu oldu, hattâ daha yakın” belirtilen ‘celâl’ ve ‘cemâl’ yaylarının birleştiği Kalb mertebesi de denilir. Vahdet aynı kesret, kesret de aynı Vahdet olarak zevk edilir. Tevhîd-i Ef’âl mertebesinde fiillerden soyunan sâlik bu yerde Hakk’ın fillerini giyer. Peygamber ve velîlerin sırlarına vâkıf olmak isteyenler bu Makâmı gerçek yönüyle zevk etmelidirler. İşte o zaman hafî şirklerin de tamamen yok olduğu bu yerde ‘ibâdet eden’, ‘ibâdet’ ve ‘ibâdet edilen’i birlemişlerdir. Mürşid-i Kâmillerin sâliklere telkîn ettikleri son mertebedir.



AHADİYYETÜ’L CEM MAKÂMI: Bekâbillâh mertebelerinin dördüncü ve sonuncusudur. Bu Makâm Makâm-ı Muhammed’dir. Makâm-ı Mahmûd da denilir. Kesret olan varlıklardan kaydın kaldırıldığı yerdir. Bundan sonra başka bir Makâm da yoktur, en yüce mertebedir. İbrahim (A.S.) Tevhîd babası olduğu halde bu Makâma ancak Muhammed (S.A.V.) Efendimizin müsaadeleri ile girebilir. 1- Ahadiyyetü’l- Ayn 2- Ahadiyyetü’l- Kesret diye iki kısımda mütalaa edilir. İhlas Sûresi 1. âyet “De ki: "O Allah tek birdir.” Enfâl Sûresi 17. âyet “Sonra onları siz öldürmediniz, fakat onları Allah öldürdü; attığın zaman da sen atmadın, lâkin Allah attı. Bu da mü'minlere güzel bir imtihan geçirtmek içindi. Gerçekten Allah işitendir, bilendir!” En’âm Sûresi 152. âyet “Yetimin malına, rüşdüne erinceye kadar yaklaşmayın” Makâmı zevkinin delilleridir.

Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   72   73   74   75   76   77   78   79   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin