Benim gözümden) doğANŞEHİR ve 93(1877) muhacirleri



Yüklə 2,37 Mb.
səhifə16/55
tarix30.07.2018
ölçüsü2,37 Mb.
#63474
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   55

Zamanla kahvehanelerin açılması ve otel işletmeciliği, ayrıca ağalık itiba- rının azalması, odalara artık ihtiyaç duyulmamasına neden olmuştur. İnsanların artık uğrak yerleri kahvehanelerdir ve zamanlarının çoğunu burada geçirmek- tedirler. Odalardaki çeşitli sohbetlerin yerini şimdi çeşitli oyunlar almıştır. Oy-nanan iddialı ve kumara yönelik oyunlar, ara sıra da olsa dışarıdan gelen sazlı-sözlü ve dansözlü eğlenceler, insanları buralara bağımlı kılmış, sosyal aile ya-şantılarında kırılmalara neden olmuştur.

Baskıcı ve aynı zamanda sıkıcı aile ortamı, her ne kadar bir sevginin varlı- ğından haberdar olunsa da fiiliyata geçirilmediği için, insanlar arasında bir me-safenin oluşmasına neden olmaktadır. Bütün bu nedenlerden dolayı, olumsuz manada etkilenen, büluğ çağına gelmiş gençlerin, karşı cinsten olanlara yakla- şımını da etkiler olmuştur.Yaşı gereği ilgi duyduğu karşı cinsten kız ve erkek yetişkinler, birbirleriyle iletişim kurmada zorluk çekmekte, utanmakta, sıkıl- makta ve birbirlerine açılamamaktadırlar. Dolayısı ile, genellikle istem dışı, gö- rücü usulü ile yapılan evlilikler yapılmakta ve mutsuzluklar yaşanmaktadır. Eve gelecek gelin de, ailedeki katı kurallara uymak durumundadır. Şöyle ki; gelin, özellikle büyüklere karşı saygıda kusur etmemelidir. Büyüklere, özellikle erkek- ler karşısında hareketlerine çok dikkat etmeli, sesli konuşmamalı, ağzı var ama dili olmamalıdır. Yüzünü erkeklerden sakınmalı, hizmette kusur etmemelidir. Evin her işinden sorumlu, kocasına eş, çocuklarına yoldaş, evdeki yaşıtlarına gardaş, dışarıya karşı sırdaş olmalıdır.

Gerek aileler arasındaki çekememezlik ve kıskançlıklar (Burada bir parantez açıp ilginç bir örnek sunmak isterim. Büyüklerimizden şimdi rahmetli oldu. Allah rahmet eylesin. Kamil Durdu’nun anlatımiyle.) “ Bizim burada bazı aileler vardı ki, sabahleyin çok erkenden kalkıp, kimin evinin bacası tütüyor diye kont-rol ederlerdi. Şayet tüten baca yoksa, kendilerini ilk uyanmış olarak görür, bun-dan kendilerine gurur payı çıkarırlardı. Şayet uyandıklarında, tüten bir ev bacası gördüklerinde ise, o aileyi kıskanır ve üzüntü duyarlardı.”

Gerek aile ve çevre baskısı, insanları özgüvenden yoksun bırakmış ve buna bağlı olarak mutsuzluk, isteksizlik, beceriksizlik ve huzursuzlar toplumun yapı-sını bozmaya başlamıştır. Aradıklarını bulma adına olsun, yada çeşitli nedenlerle Doğanşehir’den kopuşlar başlamıştır. İnsanlar, atalarından kalma taşınmazları ucuz ve pahalı demeden satıp savarak başka yörelere göç etmişlerdir. 1293 (1877-1878) Osmanlı-Rus Harbi sonucunda, zorunlu olarak kendi topraklarını terk ederek, binbir zorluklar içerisinde buraya gelip yerleşen ve hayat mücade- lesini bir yüzyıl boyunca burada sürdüren insanların çocuk ve torunları, ne acıdır ki buraları kolayca terk edip gidebilmişlerdir.

Viranşehir’e ilk gelindiğinde, burasının etrafı surlarla çevrili, doğu batı, kuzey ve güney doğrultusunda dört kapısı bulunan, Roma ve Bizanstan kalma bir iç kale konumunda olduğundan daha önce bahsetmiştik. Bu kale surları ki çocuk- luğumdan hatırlıyorum, temeli düzgün kesme taşlarla, diğer üst kesimler çeşitli büyüklü-küçüklü taşlarla örülmüş yüksek duvarlardan oluşmakta idi. İlk yerle- şildiği andan itibaren, kale surları, temelinde bulunan iri yontma taşların, yapıl- makta oldukları evlerin temel ve duvarlarında kullanılması sonucu tahribata uğ-ramıştır. Ne yazıktır ki bu tahribat yıllarca sürmüş, kimse de bunlara dur deme-miştir. Zaman içinde bu surlardan eser kalmamıştır. Ancak görülebilen ve ayak-ta durmaya çalışan bir iki yıkıntı parçası, önemini kavrayan iki belediye başkanı Ökkeş Özdemir(vekalet) ve İbrahim Karaman tarafından koruma altına alınarak, hiç değilse bu haliyle varlığını sürdürmesi sağlanmıştır. Belediye Başkanların-dan Hanifi Bayram, sur içinde kalan yerlerin tarihi sit alanı olması hususunda yaptığı müracaat kabul görmüş, o tarihten itibaren sur alanı içinde kalan yerlerde yapılaşmaya izin verilmemektedir. Ancak, tarihi kalıntıların hemen hemen yok edilmiş olmasından sonra böyle bir kararın yürürlüğe girmesi sur içinde ev ve arsaları bulunan kişileri mağdur ettiği, bu konu ile şikayetlerin artmış olduğu da bir gerçektir.

Ne yazıktır ki insanlarımız, bu tarihi kalıntıların önemini kavrayamamışlar- dır. Oysa ki, şayet bu tarihi yapıtlara dokunulmamış olunsa ve insanlar bu konu-da uyarılmış ve aydınlatılmış olsalardı, Doğanşehirimizin çehresi daha değişik olacak, bu surları merak edip gelen yerli ve yabancı turistlerce ziyaret edilecekti. Böylece güzel ilçemiz, daha iyi tanınacak ve daha da gelişecekti.

Rahatsızlık duyduğum diğer bir konu da; ölülerimize ve onların ebediyen yatmakta oldukları mezarlara sahip çıkmamamız ve saygı duymamamızdır. Gez-diğim ve gördüğüm her yerde mezarlıklar, çok iyi korunmuş, bakılmış, bir ya-şam alanı haline getirilmiş olmasına rağmen, bizim ilçe mezarlıkları ki, çocuk-luğumdan hatırladığım kadarı ile; eski ortaokul şimdi İlçe Milli Eğitim Müdür-lük binasının bulunduğu alan, Su İşleri İşletmesinin ve lojmanlarının bulunduğu alan, onun tam karşısında, caddenin öte yakasında konutların bulunduğu alan, Sürgü çayının öte yakasındaki dar bir alan mezarlık alanlardı. Şimdiki durumda bu mezarlıkların esamesi bile yoktur. Aynen surların tahrip edilip ortadan kaldı-rılması gibi, bu mezarlıklar da tarihe karışmıştır. Umarım şu anda lisenin alt ta-rafında bulunan eski mezarlık ile, sonradan hizmete açılan Tavşantepe mev-kiindeki mezarlık aynı akibete uğramaz. Bu iki mezarlığı bizlerin hizmetine sunan ve yaşatılması konusunda özverili çalışmalarda bulunan Belediye Başkan-larına yaptıkları hizmet ve iyileştirmeler oranında teşekkürü bir borç bilirim.

Yapmış olduğum bu yorumlarla insanlarımız hakkında, hiç te iç açıcı bir tablo çizmedim. Bundan Doğanşehir’i ve insanlarını sevmediğim ve onlara değer ver- mediğim anlamı çıkarılmamalıdır. Doğanşehir’den ve insanlarından asla vazge- çemem. Onları çook çok seviyorum. Onlardan ayrı kaldığım sürelerde, tarifi imkansız bir hasretlik duygusu ile, burnumun direğinin sızladığını hissederim. Uzun süre Doğanşehirden ayrı kalıp da bu duyguyu hissetmeyenlere de şaşıp kalırım doğrusu …

Doğanşehir yabancılar için: suyu ile, havası ile, etrafının yeşilliği ve huzurlu ortamı ile adeta bir cennet, insanları ise yabancılara karşı; hoşgörü, saygı-sevgi, yakınlık ve yardım severlikleri ile birer melek gibidirler. Onlardan kimseye bir zarar gelmez. M.Fahri Özbey Belediye Başkanlığını ifa ederken, ilçeye gelen o zamanın Valisinin, “-Fahri bey, ilçenin asayişi için polis görevlendireyim mi, ister misin?” sorusuna; “-Sağolun Vali bey, dinlenmeye ve rahat etmeye ihtiyaç-ları varsa buyursun gelsinler, şeklindeki esprisiyle, ilçenin huzurlu, kavganın, kargaşanın olmadığı bir yerleşim yeri olduğunu ve dolayısı ile de polise gerek duyulmadığını ifade etmiştir.

Her ne kadar farklı köy insanları olmaları nedeniyle, birbirlerini kıskanırlar, birbirlerinin başarılarını önemsemezler ve özellikle belirli bir dönem, siyasi gö-rüş ayrılığından dolayı (C.H.P -D.P.) birbirlerine hasmane bir şekilde davranır-lardı iseler de, ister daha önceleri, ister daha sonraları önemli bir vukuat mey-dana gelmemiştir. Hele hele ölme ve öldürme olayları benim bildiğim kadariyle hiç yaşanmamıştır. Özellikle yurdumuzun farklı bölgelerinde ve ilçeye bağlı ba-zı köylerde vuku bulan kan davaları, muhacir kesimde asla yaşanmamıştır. An-cak seçim atmosferi içerisinde bazı fazla önemi olmayan küçük hadiseler de yaşanmamış değildir. Bu konu ile ilgili bildiklerimi ve duyduklarımı sizlerle paylaşmak isterim… Seçim arifesi ve sonrası ilçe gergin ve hareketli olurdu. İlçede siyasi alanda C.H.P. ağırlığını daima hissettirmiştir. Belediye Başkanlık-larını daima C.H.P. almaktadır. Buna neden olarak da, ilçedeki ağa kesiminin insanlar üzerindeki etkinliği, Esat Doğan gibi saygın bir insanın C.H.P millet-vekili olarak üç dönemdir parlementoda görev yapıyor olması gösterilebilir. Sadece bir defa D.P.kazanmış İshak Yağcı başkan olmuştur. Bunun hikayesini de emekli Belediye çavuşu Zeki Doğan’dan dinleyelim: “ Amca oğullarımızdan büyüğümüz Mustafa Ağa, Muhtarlık ve Belediye Başkan Vekilliği söz konusu olduğunda, her zaman kendi kardeşlerini öne sürer ve desteklerdi. Ağırlığı da olduğu için istekleri gerçekleşirdi. Kardeşi Ziya Doğan’ın muhtarlığı, eniştesi M.Fahri Özbey’in başkanlığı bu şekilde gerçekleşmişti. Bir dönem babam İsmail Doğan da muhtarlık için aday olmak istedi. Aynı nedenden ötürü muhtarlık adaylığı gerçekleşmedi. Bu durumlara sinirlenen babam 1955 yılındaki seçimde, yıllarca bayraktarlığını yaptığı C.H.P. yerine, D.P.yi destekledi. Bizler de tabii olarak oyumuzu D.P.den yana kullandık.Ve o dönem ilk ve son olarak D.P. ilçe-de Belediye Başkanlığını kazanmış oldu. Bilahare akrabaların yoğun baskısı ile tekrardan C.H.P.ye dönüş yapıldı ve tekrardan C.H.P hakimiyeti devam etti-rildi”… Buna benzer bir ilginç olay da C.H.P Milletvekili Esat Doğan’ın yeğeni, Zaptiye Memet oğlu (dayım) Mustafa Durak’ın, D.P.yi desteklemesi ve hatta D.P.İlçe Başkanlığı görevini üstlenmesidir. Bu durum, aileler arasında şok etkisi yaratmıştır.

Bununla ilgili bir olay da, Köşger Mustafa Tatar ile, kahvecilik yapan kardeşi Hacı Ahmet Yalvaç arasında yaşanmıştı. Farklı partileri tutan iki kardeş, birbir- lerine karşı o kadar muhalif idilerdi ki, kardeşlerden Hacı Ahmet, kardeşi ile aynı soyadı kullanmayı reddetmiş, mahkemeye müracaat ederek soyadını değiş- tirmek istemiştir. O zamanın ilçe Kaymakamı: “ Mademki soyadını değiştir-mekte ısrarlısın ben Isparta’nın Yalvaç ilçesindenim. İstersen ilçemin adını so-yadın olarak kullan” demesi üzerine, kabul ederek YALVAÇ soyadını kullanır olmuştur. Hacı Ahmet Yalvaç’ın kahvehanesi adeta C.H.P.lilerin uğradığı, otu-rup sohbet ettikleri ve çaylarını, kahvelerini yudumladıkları bir yerdir. D.P.li olanlar asla uğramazlar oraya. Hatta önünden geçerken bile yüzlerini çevirerek o tarafa bakmazlardı. D.P.liler, etkin olamamanın ezikliği içerisinde C.H.P.lilere kızgındırlar. Onlarla konuşmamaya ve onlara yaklaşmamaya özen göstermekte-dirler. 1955 Belediye Başkanlığını İsmail Ağa takımının ve ilçe başkanlığını da-hi üstlendiği Esat Doğan’ın yeğeni Mustafa Durak’ın desteği ile ilk ve son ola-rak kazandıklarında, ilçede yer yerinden oynamıştı. Ben o zamanlar 10 yaşla-rında falandım. Olanlara bizzat şahit oldum. İlçe olağanüstü bir hareketlilik yaşadı. C.H.P.liler ise, böyle bir mağlubiyeti beklemediklerinden şoke olmuşlar, bir süre dışarıya dahi çıkamamışlardı. D.P.teşkilatı ilk iş olarak, bir araya gelip gövde gösterisi yapabilecekleri ve kendilerini kanıtlayabilecekleri bir yer ayar-layıp, bir kahvehaneyi hayata geçirmek oldu. Hemen kolları sıvazlayarak, C.H.P.lilerin uğrak yerleri olan H.Ahmet Yalvaç’ın kahvehanesi gibi, birkaç kahvehaneye inat, cadde üzerinde uygun bir yerde bulunan Mustafa Tekin’in evinin alt katını düzenleyerek ve modern bir hava verip bir kahvehaneyi hayata geçirdiler. Açılışını çok görkemli bir şekilde yaptılar. Ön cephesi, tamamen cam çerçeve ile kaplı olup, dışarıdan görülebilecek ve gösterilebilecek şekilde dizayn edilmişdi. Artık D.P.lilerin de kendilerine has bir yerleri, hemi de daha gösterişli bir kahvehaneleri vardı artık. İşte Doğanşehir’lilerin çok önemsediği ve ondan asla vazgeçemediği Kristal Kahvehanesi’nin doğuşu bu şekilde gerçekleşmiş oluyordu …

K R İ S T A L K A H V E H A N E S İ

Doğanşehir’li muhacir kesimin yaşantısında önemli bir yer tutan Kristal Kah-vehanesi’ni, bir iki cümle ile geçiştirmek mümkün değildir. Doğanşehirde birkaç tane kahvehane vardır ama, hiç biri onun yerini tutamamıştır. Zamanla kapanıp tarihe karışırlarken, Kristal Kahvehanesi, yıpranmasına ve köhneleşmesine rağ-men, hala işlevselliğini devam ettirmiş, hala da devam ettireceğe benzer. İnsan-lar buraya öylesine alışmıştır ki, burasız asla yapamazlar. Kovulsalar dahi, bir-kaç gün sonra, kendilerini burada bulurlar.

Önceleri sadece D.P.liler için hizmet görürken, diğer partililer içeri sokul- mazken, belli bir zaman sonra, her kesimden insanların, özellikle de muhacir- lerin uğrak yeri haline gelmiştir. Oranın zevki hiçbir yerde alınamaz. Muhacir-lerden herhangi biri araştırılıp sorulduğunda bulunması için gösterilen adres, Kristal Kahvehanesi’dir. Her muhacirli en az günde bir defa olsun, kahvehaneye uğramak ihtiyacını duyar. Her hangi bir önemli nedenden dolayı, kahvehaneye uğrayamamış iseler, bu eksikliği daima hissederler. Sanki Kristal Kahvehanesi uçup gidecekmiş gibi bir hisse kapılırlar.

Orada yıllanmış nice dostluklar ve anılar vardır. Kristal yaşantısı insanlar ara-sında o kadar yoğun bir şekilde irdelenir ki, orasını hiç görmemiş olanlarda, dayanılması güç bir merak uyandırır. Zira, iki lafın arasında mutlaka bir Kristal lafı geçer. Hatta anlatılardan, burasını çok merak edenlerde, orasını bir an gör-mek, kaçınılmaz bir isteğe dönüşür. Sonuçta; meraklarını yenemeyip de gelip burasını gördüklerinde, büyük bir şaşkınlık ve hayal kırıklığına uğrarlar. Ha-yallerinde tasavvur ettikleri Kristal Kahvehanesi, şimdiki durumda; yapısı, ko-numu, tarihselliği ve hizmeti ile, köhne, camları kırık, pencereleri ve kapısı ade-ta dökülen, eski masaları ve çivileri insanın kıçına batan kırık dökük sandal- yeleri ile merak edip görenlerce “ Bu muydu sizin Kristal, Kristal diye her defasında büyük bir iştahla bahsettiğiniz ve vazgeçemeyeceğiniz yer” denmesine neden olmaktadır.

Bütün bu olumsuzluklarına rağmen, yine de vazgeçilmez bir yer olarak varlı- ğını sürdürmektedir. Buraya ilk girdiklerinde benimsemeyen, hemen kendini dı-şarı atmak isteyen insanların bile bir zaman sonra, buranın müdavimleri arasına katıldıklarını görmek mümkün olmuştur. İlçede görev yapmakta olan Kayma-kam, Emniyet amiri, doktor ve belli bir unvan sahibi insanların bile, daha uygun yerler varken, uğrak yerleridir Kristal.

Kapalı yerlerde sigara içme yasağı uygulanırken, burada herkes fosur fosur sigarasını keyifle tüttürmektedir. İlgililer burasını adeta görmemezlikten gelirler. Sanki buranın bir özelliği ve tarihsel bir dokunulmazlığı vardır. Bunun dışında, bir bakarsın bitişiğindeki fırında biber, domates, patlıcan kızartmış birileri, beş on da pide alarak gelmiş ve masaya sermiştir. İçeriye nefis bir koku yayılmıştır. De gel de dayan buna!... Sandelyesini kıvıran dalmıştır masaya. Beş on dakikada masa temizlenmiştir. Öylesine iştahla saldırılır ve yenir ki, kuzu pirzolası haltet- miştir.

Bazen de mevsimine göre, koca bir leğen içerisinde yapılan salata da aynı akibete uğrar. Burada neden böylesine iştahla yenir, insan anlamakta zorluk çeker. Hele hele salatayı Çam Hasan yapmışsa ki çok özene bezene yapmıştır, hiç hayır denir mi buna?...



Kristal Kahvehanesinde oynanan iskambil ve taş oyunları çok iddialıdır. Hele ki içeride Vahit Doğan,Vefa Erdoğan,Yaşar Güler ve başkan Cengiz Özdemir de varsa, gürültü patırtıdan geçilmez. Birbirlerini kızdırmalar, şakalar ve atılan kahkahalar adeta ortalığı çınlatır. Gürültü patırtıyı duyan koşar gelir. Bilirler ki içeride hengame ve eğlence vardır. Ve bunun seyrine de doyum olmaz.

Başkan Cengiz Özdemir, Vahit Doğan abimizi sinirlendirmede pek ustadır. Her zaman rakip olarak gördüğü Vefa Erdoğan abimizin, olumlu sayılabilecek bir özelliğinden bahsedilmesine tahammülü olmadığını bildiğinden,Vefa abinin bu özelliklerini sıralamaya başlayınca, artık gümbürtü kopmuş demektir. “ O kim oluyormuş, hiçbir konu da benim elime su bile dökemez” diye atılır Vahit abi. Tabii ki bu sataşmalar çok gürültülü olduğundan dışarıdan duyan herkes kah-vehaneye doluşur. Bilirler ki bu iş uzayacak ve seyrine doyum olmaz bir ortam oluşacaktır. Nitekim de tahminler doğrultusunda sataşmalar, gürültü patırtılar artarak devam eder. Bazen ortalığı daha da kızıştırmak için, sağdan soldan mü-dahaleler de eksik olmaz. Bu arada biraz ileride sinsice mütebessim bir çehre ile olayı izlemekte olan Vefa Erdoğan, “ Vahit benim gibi top oynayabilir mi, benim gibi hızlı koşabilir mi? der demez, Vahit abinin ona dönerek hışımla “Senin oynadığın topu ben telligiminen oynarım be…İyi top oynarmış (kü-sümseyerek) sen o topu, boş kaleye bile lolikleyemezsin (Loliklemek yuvar-lamak anlamında,Vahit abiye özgü bir sözcüktür.) Benden hızlı koşarmış. Sanki bir marifetmiş, tazılar da hızlı koşar… Bu sefer karşı hücuma geçerek “ Senin hayatta hiç alnın secdeye değmiş mi? Bir hastayı ziyaret etmişliğin olmuş mu? Eşini, dostunu telefonla da arayıp halini, hatırını sormuşluğun var mı?... Vefa abi tabiî ki bu lafların altında kalmaz: “ Benim bulunduğum ortamda her yaşıttan insanlar vardır. Herkes ile iyi geçinirim. Hiç kimsenin kalbini kırdığım olma-mıştır. Sen öylemisin ? Sigortan attı mıydı, başlarsın aleyhte konuşmaya… Ben senin gibi öyle desinler diye namaz da kılmam tamam mı? Mühim olan kalp temizliğidir.” Vahit abi hemen atılır “ Sevsinler o senin kalp temizliğini. Temiz-lemek için prille mi yıkadın? Vefa abi devamla: “Senin kalbini pril de paklamaz. Çünkü damarlarını kireç kaplamış. Sen artık kalgon kullanmalısın bundan böy-le”… Bu sözlerini orada bulunanlardan bazıları da onaylayınca, saldırılarını daha da coşku içerisinde sürdürmeye devam eder. “ Senin geçtiğin yolları biz çoktan geçtik, der Vahit abi sinirli bir şekilde. Vahit abinin artık sinirlendiğinin farkına varan Vefa abi iyice yüklenir: “ Sen gençliğinde korkundan dışarı bile çıkamazdın be. Topal Semail’den bile çekinirdin. Sen ananın, babanın tek oğlu-sun, seni çok nazlandırmışlar”… Pekii der, Vahit abi: “ Senin annen baban niye seni nazlandırmamışlar? Çünkü adam yerine koymamışlar seni. Haydar Ağa gibi oturursun başkaca da bir işe yaramazsın… Birlikte askerlik yaparken, şöförlüğü senden daha çabuk ve daha iyi öğrenmedim mi hı?.. Hiç benim kaza yaptığım oldu mu? Sen ise direksiyonu eline ilk aldığında, hemen nizamiyenin kapısına tosladın”… Vefa abi cevaben: “ Ne var bunda, kırk yıllık şöförler bile kaza yapabiliyorlar. Hesap edemedim de vurdum, ne olmuş yani. Sen daha arabala-rın benzinle çalıştığını bile bilmezsin. Sen zannediyorsun ki, arabalar da hay-vanlar gibi ot ile besleniyorlar”. Bu söz üzerine daha da sinirlenen Vahit abi: “ Haa, şimdi anladım, şimdi anladım, benim taksinin önüne burmaları koyanın kim olduğunu, çoktandır merak eder dururdum”… Neticede saatlerce süren bu atışma, insanların hoşça vakit geçirmelerini sağlamış olurdu …

Kristalde şamata, hiçbir zaman sınır tanımazdı. Kahvehanenin bir köşesinde Entelli Kadir dayı ile Kel Mevlüt dayı kağıt oyununa dalmışlardır. Kahvehaneyi işleten: “ İçtikleri iki bardak çay, akşama kadar masayı işgal ederler” diye ya- kınır. Birden Mahmut Toraman, heyecan ve telaşla içeri girer içeri. “ Bizim ta-vuklar buraya geldi mi, gören var mı? diye sorar içeridekilere. Herkes gülüş-meye başlar “ İlahi Mahmut abi, senin tavuklarının ne işi var burada, burası kümes mi?” derler. Mahmut Toraman devamla: “ Öyle demeyin, öyle demeyin. Kaç gündür bizim tavuklar yumurta bırakmazlar. Geçen takip ettim. Gogop oğlu Vehbi’nin dükkanında bir sürü yumurta gördüm. Belli ki bizim tavuklar dük-kanının içine guzlamışlar. Belki buraya da guzlamış olabilirler, olamazlar mı yani?”...

İ L Ç E N İ N G Ü L Ü K U R İ

Kristal Kahvehanesinin içi olduğu gibi, dışarısı da cafcaflıdır. Dışarıdaki bir masada Kerim baba, eskiye dair bir şeyler anlatmakta, bir grup insan da onu dinlemektedir. Erzurum’dan kopup buraya kadar nasıl geldiklerini, seferberlikte ne sıkıntılar yaşadıklarını tatlı tatlı anlatmaktadır. Kerim babanın öyle bir huyu vardır ki, anlatmaktan asla usanmazdı. Ama onu büyük bir istekle dinleyenler, bir zaman sonra sıkılmaya başlar ve sıvışmanın yolunu ararlardı. Bu durumu hisseden Kerim baba da: “ Eyi dinleyin haa, eyi dinleyin” diye ikazda bulu-nurdu. O isterdi ki, kendisi doyasıya bir şeyler anlatsın, insanlar da onu büyük bir dikkatle dinlesinler… Nerde var, nerde yok Doğanşehir’in gülü, eğlencesi, olmazsa olmazı KURİ çıkagelirdi. Kuri, doğuştan özürlü olduğu için konuşama-maktadır. Onun anlaşabildiği iki kişi vardır. Bunun biri Kerim baba diğeri ise, Pepe Kasım’dır. Normal ölçüdeki konuşmalarını Kerim baba ile yapar, olanları kendi çapınca anlatmaya çalışırdı. Kerim baba da onu dikkatle dinler ve kar-şılıklı sohbete devam ederlerdi. Kuri’nin her dediğini Kerim baba anlar ve çö-zerdi. Kerim babanın her dediği de Kuri tarafından onaylanırdı. Kerim baba ile Kuri’nin sohbeti bazıları tarafından izlenirse de, Kuri ile Pepe Kasım’ın sinkaflı sohbeti daha ilginç, izleyenleri daha çok olurdu. Kasım, kahvehanenin bitişi-ğinde fırıncılıkla iştigal etmektedir. Kuri ekmeğe “pepe” dediği içindir ki, Ka-sım’ın adı artık “PEPE” dir. Herkes de onu “Pepe Kasım” olarak bilmektedir.

Pepe Kasım ile Kuri arasındaki karşılıklı sinkaflı atışmalar, gülüşme ve kah- kahalarla devam ederken, izleyenler gülmekten adeta yere yıkılırlardı. Bir müd-det sonra Pepe Kasım, Kuri’nin damarına basınca, Kuri sinirlenerek bir şeyler sayıp dökmeye başlardı. Bu sefer Kasım, biraz daha yüklenir ve Kuri zıvanadan çıkarak, ağza alınmayacak küfürleri kendi üslubunca sıralamaya başlardı. Söy-lediklerini Kasım anlamakta, ara sıra izleyenlere, bana şöyle şöyle küfürler sa-vuruyor hınzır diye tercüme ederdi. Bu sefer, Kasım da ona ver yansın eder ve işler iyice kızışırdı. Neticede Kuri ayağa kalkıp, Kasım’a ağız dolusunca “Ana p……….na ana ha” diyerek, hırsla çekip giderken, oradakiler gülmekten ve eğ-lenmekten mest olmuş bir vaziyette, evlerinin yolunu tutarlardı.

Kuri’nin seviçli ve mutlu olduğu anlarda, ya da morali bozuk ve kızgın olduğu zamanlar, elini kulağına atıp hızlı hızlı yürüyerek, yüksek sesle ne dediği an-laşılmayan bir türkü çağırdığına da çoğu kez rastlamak mümkün olurdu. Bu tür-küleri ne amaçla söylediği, tavır ve ses tonundan belli olurdu.Ya kızgın ve üzün-tülü, ya da sevinçli ve mutludur. Bunu, tavırlarından ve ses tonundan anlamak mümkün olurdu. Keyifli olduğu bir zamanda, Pepe Kasım’a gıcık vermek için, başını yukarı kaldırıp sert adımlarla önünden geçerdi. Kasım, onun kendisi ile dalaşmak istediğini hemen anlar ve sert bir ses tonu ile “ Poz yapma ulan, poz yapma!” deyince de o, daha bir iştahla ve biraz da gülümseyerekten tavrını de-vam ettirirdi…

Kuri, kolay kolay korkmaz ve tırsmazdı. Onu korkutan tek bir kişi vardı, o da Polat’lı Hasan Ağa idi. Hasan Ağa Polat Kasabasının delisi ve aynı zamanda gülüdür. Doğanşehir için Kuri ne ise, Polat kasabası için de Hasan Ağa odur. Kısa aralıklarla ilçeye gelir, uzun entarisiyle sokak ve caddelerde dolaşırdı. Özellikle çocuklar hemen arkasına takılır, delinin sağı solu belli olmaz diye de fazlaca yakın durmazlardı. Onun yakınında olan genç ve yaşlı insanlar ise, mutat olduğu üzere ona takılırlar ve kendisinden fotoğraf çekmesi talebinde bulunur-lardı. Bunun üzerine Hasan Ağa bu talebi asla geri çevirmez entarisini kaldırarak insanların fotoğlarını çekerdi. Tabii ki mal meydanda olur, herkes kahkahalara boğulurdu. Kuri, Hasan Ağa’yı görür görmez, kaçacak delik arar. Korkudan ade-ta nutku tutulurdu. Hasan Ağa’nın ilçeden ayrıldığına emin olmadan asla evden dışarıya çıkmazdı. Ne zaman ki geçip gittiğinden emin olur, o zaman Kristal Kahvehanesinde soluğu alırdı. Bazen Polat Kasabasının bir başka delisi DELİ DURDU da gelirdi ilçeye. Kuri ondan hiç çekinmezdi. Zira Deli Durdu, görün-tüsü ve davranışları ile sakin ve zavallı biri idi. Oysa Hasan Ağa öyle mi ? Gerek görüntüsü ve gerekse tavır davranışları ile onu yakından tanımayanlara korku salardı. Kuri, Hasan Ağa’ya olan korkusunu gizlercesine, Deli Durdu’yu tak-madığını, ondan çekinmediğini belli edercesine onun etrafında dolanır dururdu.

Bir gün hastalandığı duyuldu. Zira ortalıklarda pek görünmüyordu. Bir za-man sonra iyileşir iyileşmez soluğu burada alır diye düşünülüyordu. Kimsenin bundan kuşkusu yoktu. Zira, Kristal Kahvehanesinin önünden hiç eksik olmazdı. Onun tek stres atacağı yer burası idi. Hem kendisi rahatlar hem de insanları eğlendirirdi… İnsanlar onun yokluğunu hisseder olmuştu. Ancak onun bulun-duğu anlarda gülebiliyorlar, eğlenebiliyorlardı. Kuri’nin olmadığı anlarda kah-vehane sessiz ve sakin olur, o gelir gelmez de hareketlenirdi. İnsanlar hemen etrafını çember içine alır, birazdan başlayacak olan şamatanın dayanılmaz zev-kini tatmaya hazırlanırlardı. Bu şamatanın gerçekleşmesi için mutlaka Pepe Ka-sım’ın olması şart idi. Zaten, Pepe Kasım da onu dört gözle bekler ve hemen fitili ateşleyiverirdi. Zira o da bu söyleşiden müthiş zevk alırdı. Ayrıca insan-ların kendilerini büyük bir zevkle izlemesinden de hoşnut olurdu. İnsanlar ne kadar çok olur ve ne kadar olaya müdahil olursa, o, daha bir iştahlanır, envai türlü şaklabanlıkları bir bir ardına sıralayıverirdi. İnsanlar kahvehane önünde Kuri’yi bulamayınca, biraz daha bekler sonra da, işine gücüne bakmak için ora-dan sıkıntı ile ayrılırlardı. Zira bilirlerdi ki, Kuri olmadan kahvehanenin bir anlamı olmuyordu. Burası adeta onunla özdeşleşmişti. O varsa vardı, o yoksa yoktu …


Yüklə 2,37 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   55




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin