TüRKİye – ekonomi tariHİ



Yüklə 269,08 Kb.
səhifə2/4
tarix15.01.2019
ölçüsü269,08 Kb.
#96686
1   2   3   4

- Gümrük Tarife Kanunu :

1916 yılında yürürlüğe girmiş olan gümrük tarifesi, 1923 Lozan Anlaşması ile 5 yıl daha uzatılmış ve 1929 yılında Türkiye gümrük bağımsızlığına kavuşmuştur.


1929 yılında, milli sanayiyi ve üretimi yabancı ülkelerin rekabetinden koruyabilmek için, Cumhuriyet’in ilk yıllarında girişilen sanayileşme çabaları arasında önemli bir yeri olan Gümrük Tarife Kanunu çıkarılmıştır.
- Devlet Sanayi Ofisi ve

Türkiye Sanayi Kredi Bankası :

Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası 1932 yılında Türkiye Sanayi ve Kredi Bankası’na dönüştürülmüş ve kendisine bağlı olan fabrikalar da yeni kurulan Devlet Sanayi Ofisine bağlanmıştır. Ancak bu kuruluşlar da başarılı olamamışlar ve 1933 tarihinde Sümerbank Kanunu’nun yürürlüğe girmesi ile kapatılmışlardır.


1923-1929 döneminin en önemli özelliği Devletçilikten mümkün olduğu kadar kaçınılması, ekonomik kalkınma sorununun çözümünün özel sektörde aranmış olmasıdır.
Bu dönemde, zayıf bir özel sektörün teşvikle kalkınamayacağı gerçeği ortaya çıkmıştır. Sonucun böyle olmasında 1928’de Osmanlı borçlarının ödenmesi ve 1929 yılında başlayan ve 1931 yılına kadar etkili olan dünya ekonomik buhranının da büyük rolü olmuştur.
Buhran sonucu dünya pazarlarında tahıl ve hammadde fiyatlarının düşmesi Türkiye’nin ihracat gelirlerini azaltmış, sanayileşme ümitlerini kısa bir süre için de olsa kırmış, sanayileşme çabalarının yavaşlamasına ve hatta durmasına neden olmuştur. Ekonomik buhranın zararları özellikle özel sektör üzerinde hissedilmiş, sermaye bakımından tam bir yoklukla karşılaşan özel kesim sanayileşme faaliyetlerini durdurmuş ve mevcut işletmeleri ise güçlükle ayakta tutabilmiştir.
Bu gelişmeler sonuçta, 1923 İzmir İktisat Kongresi’nden beri uygulanmakta olan sanayileşme politikasının değişmesine, devletin sanayi alanındaki faaliyetlerinin genişlemesine ve sınai kalkınma görevinin devletin omuzlarına yüklenmesine neden olmuştur.
Devletçilik uygulamasının ilk dönemi sayılan 1930 yılında, müdahaleci yasalar peşpeşe çıkartılmış ve devlet kesimi hızla yayılmıştır. Özel sektör devlet kontrolü altına alınmış, kalkınma devlet sermayesine dayandırılmıştır.
Yine bu yıllarda ekonomide planlamanın gereği ve önemi giderek hissedilmeye başlanmıştır.

M.Kemal Atatürk’ün bu dönemdeki (1923-1929) ekonomik görüş ve

değerlendirmeleri :

♦ Bir millet sanatsız yaşayamaz. Mazide belki büyük fabrikalar halinde değil, fakat her evde bir tezgah veya birkaç tezgah vardı. Milletimizin gayet ince sanatları vardır. Bunların da hepsi bitti. Çünkü yabancılara verilen imtiyazlar, bu küçük tezgahların yaşamasına mani oluyordu. Yabancı mallarına rekabet etmek ihtimali yoktu. İmtiyazlı ithalat neticesinde sanayimiz söndü. Bunları da canlandırmak lazımdır. Artık yeni hükümette harici imtiyazlar söz konusu olamaz. Ancak küçük tezgahlarda da umumi ihtiyaçlar temin edilemez. Onun için memlekette fabrikalar tesisine, sanayin gelişmesini kolaylaştırmaya mecburuz.


Yollarımızı, demiryollarımızı yapmak için, limanlar vücuda getirmek için ne kadar para, ne kadar ihtisas lazımdır ! Bunu biraz düşünmek insanı hüzne ve umutsuzluğa sevk eder. Bununla beraber asla umutsuz olmak lazım gelmez. Biz bu kadar geniş, kıymetli ve sonsuz hazinelere malik olan bu memleketin sahibi oldukça ve milletimiz gayet kıskanç bir surette milli egemenliğini elinde tutarak mukadderatını bizzat idareye devam ettikçe sermaye de, kurumlar da, ihtisas da bulur, her şey bulur !

1923 (Gazi ve İnkilap, Mahmut Soydan,

Milliyet Gazetesi, 8.9.1930)

Muhtelif meslek sahiplerinin menfaatleri diğerlerine karışmış olduğundan, onları sınıflara ayırmak imkanı yoktur ve bütünü halktan ibarettir.

1923 (Atatürk’ün S.D. II, s.97)
Memleketimizi bugünkü medeniyetin gerektirdiği dereceye bir an evvel eriştirmek için yalnız milletin sermayesi, milletin ilmi ve fenni teşebbüsleri kafi gelmez. Haricin sermayesine, ihtisasına da ihtiyacımız vardır. Bu noktada dar bir milliyetperverlikten çıkıyoruz; biraz daha geniş milliyetperver oluyoruz. Yabancı sermayesinden istifade edeceğiz.
Ancak benliğimize ve mevcudiyetimize hiçbir zarar vermeksizin haricin sermayesi memleketimize girebilir. Demek ki memlekete yabancı sermayesinin girmesi bir takım kayıtlara, şartlara tabidir.

1923 (Gazi ve İnkilap, Mahmut Soydan,

Milliyet Gazetesi, 2-3.2.1930)
Ekonomi sahasında düşünürken ve konuşurken zannolunmasın ki, biz yabancı sermayesine karşı bulunuyoruz. Hayır, bizim memleketimiz geniştir. Çok çalışmaya ve sermayeye ihtiyacımız vardır. Bundan ötürü kanunlarımıza saygılı olmak şartiyle yabancı sermayelerine gereken teminatı vermeye her zaman hazırız ve arzuya değer ki yabancı sermayesi bizim çalışmamıza ve sabit servetimize katılsın.

1923 (Atatürk’ün S.D.II, s.109)


b) 1930-1939 Dönemi :

Bu dönem, Müdahaleci Kapitalizm veya Kapitalist Devletçilik dönemi olarak nitelendirilebilir (Devletin müdahalelerine rağmen özel kesimde ve özellikle ticaret alanında küçümsenemez gelişmeler sağlanmıştır).


Lozan anlaşmasının dış ticaret politikası bakımından hükümeti kısıtlayıcı hükümlerinin de katkısıyla 1929’a kadar süregelen dış ticaret açığı Türk parasının dış değerinde tedrici bir düşmeye sebep olmuş, 1929 sonunda yeni etkenlerin (Örneğin : Osmanlı dış borçlarının ödenmeye başlaması, uluslar arası ekonomik buhran) de eklenmesiyle bu düşme hızlanmıştır.
Lozan Antlaşmasının bazı devletlere tanıdığı beşyıl süreli gümrük imtiyazları son bulduğundan, Gümrük Rejimi bağımsız olarak Cumhuriyet hükümetlerince belirlenmeye başlanmış ve artık bu konuda etkili tedbirler alınması mümkün olabilmiştir.
Bu gelişmelerin etkisi ile, 1930 ve 1931 yıllarında, Türk parasının dış değerini korumak amacıyla ve dış ticaretin denetimiyle ilgili 4 önemli kanun kabul edilmiştir.
● 20.2.1930 gün ve 1567 sayılı TPKKHK (Türk Parasının Kıymetinin

Korunması Hakkında Kanun)

●10.6.1930 gün ve 1705 sayılı TTMİMHK (10.6.1930 gün ve 1705 sayılı

Ticarette Tahsisin Men’i ve İhracatın Murakabesi Hakkında Kanun ile

bu Kanunda değişiklik yapan ve 1936 yılında yürürlüğe konulan 3018

sayılı Kanun)

● 22.7.1931 gün ve 1873 sayılı Ticaret Mukavelesi ve Modus Vivendi

Akdetmeyen Devletlerden Türkiye’ye Yapılacak İthalata Memnuiyetler

veya Tahdit veyahut Takyitler Tatbikine Dair Kanun (Bu kanun Türk Dış

Ticaret Politikasının belkemiği olan Miktar sınırlandırmalarının da

kaynağıdır.)

● Ayrıca, 1930 yılının haziran’ında çıkarılan Merkez Bankası Kanunu,

sadece müdahaleci bir iktisat politikasının, para-kredi sorunlarında

başvuracağı zorunlu bir araç olmasından değil, Bankanın bir devlet

Bankası olarak kurulabilmesi için bazı çevrelere karşı çetin bir

mücadele verilmesinden ötürü de ilgi çekicidir.

Bu dönemde piyasa mekanizmasına müdahaleleri temsil eden Kanunlar da yürürlüğe konulmuştur. Bunlar;

● 3.7.1932 gün ve 2056 sayılı, Hükümetçe Ziraat Bankasına Mübayaa Ettirilecek Buğday Hakkında Kanun

● 8.6.1933 gün ve 2279 sayılı, Ödünç Para Verme İşleri Kanunu

● 21.10.1935 gün ve 2834 sayılı Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri

Hakkında Kanun

● 8.6.1936 gün ve 3003 sayılı Endüstriyel Mamulatın Maliyet ve Satış Fiatlarının Kontrolu ve Tesbiti Hakkında Kanun (Tüzüğü; 30.3.1940 gün ve 2/13147 noludur)


Bu dönemde ve 1931 yılında, “Devletçilik” İlkesi CHP Parti Programına girmiştir.
Kapitalist sistem içinde yer alıp da, sadece sanayi dalını içermekle de yetinse, (sektörel) bir kalkınma planı uygulayan, bu dönemin ilk devleti Türkiye’dir (Yıl :1934).
Daha süratli bir kalkınma sağlamak üzere devletin sermaye birikimini, gerekli teknik kadronun yetiştirilmesini ve sanayileşme hareketini üzerine alması, başlıca temel endüstrileri bizzat koruması ve işletmesi, gerektiği inancı bu dönemde hakim olmuştur.
Yine bu yıllarda ekonomide planlamanın gereği ve önemi hissedilmeye başlanmıştır. Devletin özellikle plan ya da program niteliğindeki araçlarla ekonomiye yön vermeye 1934 yılında başlaması, bu dönemi öncekilerden ayırmaktadır. Planın amacı, hammaddesi memleket içinde üretilen sanayii Türkiye’de kurmaktır. Bunlar arasında dokuma, kağıt, toprak, demir çelik sanayileri, üzerinde özellikle durulan sektörlerdir. Bu dönemde sanayileşme yolunda ilk hareket, Devlet Sanayi Ofisi ve Türkiye Sanayi Kredi Bankası’nın kapatılması ile bunların yerine sınai kalkınmanın motoru olarak ve planın gerçekleştirilmesi için tasarlanan Sümerbank’ın 1933 yılında Kanunla kurulmasıdır. Planın madencilik ve enerji kesimini uygulamak üzere Etibank kurulmuştur. Maden Tetkik Arama Enstitüsü ile Elektrik İşleri Etüd İdaresi de bu dönemde araştırma işlerini yürütmek amacıyla kurulmuş müesseselerdir.
Sümerbank’ın Görevleri :

  • Önceden Sanayi ve Maadin Bankası’nın yönetiminde olan kuruluşları işletmek,

  • Özel kuruluşlardaki devlet katılımlarını yönetmek,

  • Kurulmasına karar verilen devletin bütün sanayi kuruluşlarının planlarını hazırlayıp kurmak ve yönetmek,

  • Sermayesinin izin verdiği ölçüde ülkenin kalkınması için gerekli olan öteki kuruluşlara katılmak,

  • Her türlü bankacılık hizmetlerini görmek,

  • Teknik elemanların yetiştirilmesine katkıda bulunmak,

olarak belirlenmiştir.
- Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı :

Devletin Cumhuriyet döneminde bir program dahilinde sanayileşme girişimi ilk olarak 1931 yılında hazırlanıp 1934 yılında uygulanmasına başlanılan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’yla olmuştur.


Birinci Sanayi Planı, bugünkü anlamda bir plan olmaktan çok, beş yıllık bir süre içinde sektörel alanlara ne tür yatırım yapılacağını ve bu yatırımlarla ilgili çeşitli ekonomik hesaplamaları kapsayan bir program niteliğindedir. Planda yabancı kaynaklardan da yararlanılması yoluna gidilmiştir.
Birinci Plan döneminde, dokuma, maden (özellikle demir), kağıt, seramik, cam, kimya gibi sanayi dallarında önemli yatırımlara gidilerek 20 kadar fabrika kurulması mümkün olmuştur. Şeker sanayi hızlı bir gelişme halinde olduğu için plan çerçevesi dışında bırakılmıştır.
Bu dönemde kurulan Fabrikalar şunlardır :

  • Kimya sanayii dalında: Suni ipek (Gemlik), Gülyağı (Isparta), Kibrit asidi (İzmit)

  • Toprak sanayii dalında: Seramik (Zonguldak), Şişe ve Cam (Paşabahçe)

  • Demir Sanayi dalında : Demir Çelik İşletmeleri (Karabük)

  • Kağıt ve Selüloz dalında : (İzmit)

  • Tekstil sanayi dalında : (Merinos-Bursa, Bakırköy, Kayseri, Ereğli, Nazilli, Malatya, Iğdır)

  • Kükürt sanayi dalında : (Keçiborlu)

  • Süngercilik dalında : (Bodrum)

  • Kendir Sanayi dalında : (Kastamonu)

Yatırımların dış finansmanı, Sovyetler Birliği, Almanya ve İngiltere’den sağlanmıştır.


Bu dönem, sürekli bir sanayileşme ve inşa dönemidir. Devletin fabrika kurmak ve işletmek suretiyle ekonomik hayata aktif bir şekilde müdahale etmesi ekonomimizde ilk kalkışı sağlamıştır.
Bu dönemde, imalat sanayinde katma değer yaklaşık üç misli artmış, şeker ve çimento sanayinin kurulması ile ekonomi iki önemli ürüne kavuşmuştur. 1923 yılında Nuri Şeker öncülüğünde yapımına başlanan Uşak Şeker Fabrikası, Cumhuriyet döneminin ilk fabrikası ve yöresel özel teşebbüsün başarıya ulaşan ilk ciddi örneğini oluşturmuştur.
Ayrıca yine bu dönemde, demiryolları başta olmak üzere hemen hemen tüm kamu malı ve hizmet üreten yabancı şirketler satın alınmış, reorganize edilerek yatırımlarla desteklenmiştir.
- İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı :

Birinci Sanayi Planı’nın uygulanmasında elde edilen başarı, daha plan döneminin sonuna varmadan 1936 yılında İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın hazırlanmasına yol açmıştır.


Bu planda öncekinin aksine, yatırım malları üretimine öncelik verilmiştir. Özel girişime yer verilmemiş ancak gerçekleştirilecek yatırımlarla özel kesimin gelişiminin de sağlanacağı uygun koşulların yaratılması amaçlanmıştır.
Bu Plan çerçevesinde madencilik, taş kömürü, bölge elektrik santralleri, yakacak sanayi, toprak sanayi, gıda sanayi, kimya sanayi, makine sanayi ve denizcilik olmak üzere 9 sanayi dalında 100’den fazla fabrikanın kurulması hedef olarak alınmıştır. Plan ihracata yönelmeyi de hedef olarak belirlemiş ve bu amaçla ihracat sanayinin de kurulmasını öngörmüştür.
Tüm bu gelişmelere rağmen, bu dönemin genel değerlendirilmesi yapıldığında, büyük yatırımların gerçekleştirilmesine karşın, ağır sanayin kurulamadığı, gelişmemiş tarım ekonomisi niteliğinin sürdüğü görülmektedir.
1936 yılında hazırlanan 1939-1943 yılları arasında uygulanması gereken İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı daha çok, enerji ve madenciliği esas almış, ancak uygulanmasına, İkinci Dünya Savaşı nedeniyle 1939 yılında başlanılamamıştır.
M.Kemal Atatürk’ün bu dönemdeki (1930-1939) ekonomik görüş ve

değerlendirmeleri :
♦ Cumhuriyetimiz henüz çok gençtir. Maziden kendine miras kalan bütün hayati işler, zamanın mecburiyetlerini tatmin edecek derecede değildir. Siyasi ve fikri hayatta olduğu gibi iktisadi işlerde de fertlerin teşebbüsleri neticesini beklemek, doğru olamaz. Mühim ve büyük işleri, ancak milletin umum servetine ve devletin bütün teşkilat ve kuvvetine dayanarak; milli egemenliğin tatbik ve icrasını düzenleme ile görevli olan hükümetin mümkün olduğu kadar üzerine alıp başarması tercih olunmalıdır.
Özet olarak Türkiye Cumhuriyetini idare edenlerin, demokrasi esasından ayrılmamakla beraber “mutedil devletçilik” prensibine uygun yürümeleri bugün içinde bulunduğumuz hallere, şartlara ve mecburiyetlere uygun olur.
Bizim takibini uygun gördüğümüz “mutedil devletçilik” prensibi; bütün istihsal ve tevzi vasıtalarını fertlerden alarak, milleti büsbütün başka esaslar dahilinde tanzim etmek gayesini takip eden sosyalizm prensibine müstenit kollektivizm yahut komünizm gibi hususi ve ferdi iktisadi teşebbüs ve faaliyete meydan bırakmayan bir sistem değildir.

1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün

El Yazıları, s. 447-449)
♦ Herhalde devletin, siyasi ve fikri hususlarda olduğu gibi bazı ekonomik işlerde de düzenleyiciliğini prensip olarak kabul etmek uygun görülmelidir. Bu takdirde karşı karşıya kalınacak müşkülat şudur : Devlet ile ferdin karşılıklı faaliyet sahalarını ayırmak.
Devletin bu husustaki faaliyet hududunu çizmek ve bu hususta dayanacağı kaideleri tespit etmek.
Prensip olarak devlet ferdin yerine geçmemelidir. Fakat “ferdin gelişmesi için umumi şartları göz önünde bulundurmalıdır.” Fertlerin gelişmesine mani olmamak, onların her görüş noktasından olduğu gibi, bilhassa ekonomik sahadaki hürriyet ve teşebbüsleri önünde devlet kendi faaliyetiyle bir engel vücuda getirmemek, demokrasi prensibinin en mühim esasıdır. O halde diyebiliriz ki “ferdiyet gelişiminin, mani karşısında kalmağa başladığı nokta, devlet faaliyetinin hududunu teşkil eder.”
Memlekette her nevi üretimin daha fazlalaşması için, ferdi teşebbüsün, devletçe elzem olduğunu da ehemmiyetle kaydettikten sonra, ifade etmeliyiz ki “Devlet ve fert birbirine muarız değil, birbirinin tamamlayıcısıdır.”

1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün

El Yazıları, s. 441-445)
♦ Kanaatim odur ki muhakkak surette birleşmede kuvvet vardır. Kooperatif yapmak, maddi ve manevi kuvvetleri, zeka ve maharetleri birleştirmektir. Yoksa bir zayıf ile bir kuvvetlinin birleşmesinden bahsetmiyorum. Birleşmenin böylesi zayıf olanın, kuvvetliye esir olması demektir. Birleşmeden doğan fayda ve menfaatlerin çok büyük olacağı kanaatine varacağımızdan şüphe etmiyorum. Böyle bir teşebbüs olurken, bir takım şikayetçiler olabilir. Üreticilerin birleşmesinden şahsi menfaatleri bozulacağını düşünenler, tabii şikayet edeceklerdir. Fakat, memleketimiz el değmemiş bir sahadır. Görülecek çok iş vardır. Onları da tatmin edecek birçok meşguliyetler bulunabilir. Hakiki ticaret erbabı için hiçbir zarar tasavvur etmiyorum.

1931 (Vakit ve Cumhuriyet Gazeteleri,

1.2.1931)
♦ 1935 Ağustosunda Milletlerarası İzmir Fuarının açılışına gönderdiği mesaj :
Türkiye’nin tatbik ettiği Devletçilik sistemi, ondokuzuncu asırdanberi sosyalizm nazariyecilerinin ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir. Bu, Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye’ye has bir sistemdir. Devletçiliğin bizce manası şudur: Fertlerin hususi teşebbüslerini ve faaliyetlerini esas tutmak; fakat büyük bir milletin bütün ihtiyaçlarını ve birçok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak, memleket ekonomisini devletin eline almak. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk vatanında asırlardanberi ferdi ve hususi teşebbüslerle yapılmamış olan şeyleri bir an evvel yapmak istedi ve kısa bir zamanda yapmağa muvaffak oldu. Bizim takip ettiğimiz bu yol, görüldüğü gibi, liberalizm’den başka bir yoldur.

1935 (Nurullah Esat Sumer, Sümerbank

Dergisi, Cilt :3, Sayı:29, 1963, s.138)
Kesin zaruret olmadıkça piyasalara karışılamaz; bununla beraber hiçbir piyasada başıboş değildir.

1937 (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I, Sh.381).



c) 1940-1945 Dönemi :

Savaş Ekonomisi olarak da nitelendirilen bu dönemde Devletçiliğin, tarihi misyonunu tamamladığı savunulmuş, ancak sınırlı kaynaklarla bir savaş ekonomisinin gereklerini sürdürmek mümkün olmayacağı için devlet kontrol ve müdahaleleri öne çıkmıştır.


İkinci Dünya Savaşı, sınırlarımız içine taşmamakla birlikte ekonomik kalkınma çabalarımızı büyük ölçüde baltalamıştır. Bir milyona yakın bir orduyu her zaman hazır tutabilmek için Milli Kaynaklarımızın büyük bir kısmı savunmaya ayrılmıştır. Darlık, enflasyon ve harp ekonomisi şartları, fiyatlar, kar hadleri, birçok önemli maddelerin dağıtımı gibi iktisadi konularda sıkı kontrol tedbirlerinin uygulanmasını gerektirmiş, ağır cezai hükümler içeren Milli Korunma Kanunu çıkarılarak, ekonomik hayata etkin bir biçimde müdahale edilmiştir.
18.1.1940 gün ve 3780 sayılı Milli Korunma Kanunu ile bu kanunda 25.Aralık.1940 tarihli ve 3954 sayılı Kanunla yapılan değişiklikler hükümete, özel teşebbüs tarafından üretilen veya ithal edilen malların dağıtımını organize etme yetkisini vermiştir. Bu yetkileri kullanmak ve MKK’nda mevcut bazı diğer denetim görevlerini ifa etmek amacıyla, 3954 sayılı Kanunu izleyen 104 sayılı Bakanlar Kurulu Koordinasyon Kararı ile Ticaret Vekaletine bağlı bir İaşe Müsteşarlığı ve onun denetimi altında da bir Ticaret Ofisi kurulmuştur.
İaşe Müsteşarlığının 1942 yılında Saracoğlu hükümeti tarafından lağvedilmesi, Ticaret Ofisinin etkinliğini de olumsuz yönde etkilemiştir.
Bu dönemde, ayrıca Varlık Kanunu ve Toprak Mahsulleri Vergisi yürürlüğe konulmuştur.
1939’da patlak veren İkinci Dünya Savaşı’nın dışında kalabilen Türkiye, bunu fırsat bilerek sanayini daha da geliştirmek olanağını bir türlü kullanamamıştır. Bunun nedeni her an savaşa girme endişesi olmuştur.
İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın uygulanamadığı bu yıllarda sanayileşme hareketinin hemen hemen tamamiyle durmasının en önemli sebepleri olarak; savaş dolayısıyla büyük bir üretici sınıfın silah altına çağırılması, dış ticaret hacminin önemli ölçüde azalması, yatırım maddesi ile hammadde ithalatının zorlaşması, tüketimin kısıtlanması ve bir kısım maddelerin vesikaya bağlanması gibi hususları saymak mümkündür. Diğer taraftan, 1942 yılında Sanayi Teşvik Kanunu’nun süresi dolmuş ve Kanun mali zorunluluklar nedeniyle uzatılma veya yenileme yapılmadığı için yürürlükten kaldırılmıştır.
Bu devrede imalat sanayinde de ancak devlet sektöründe bir gelişme kaydedilebilmiştir. Özel sektör bu defa kendisine öncelik verilmesini beklediği İkinci Beş Yıllık Planın uygulanamaması dolayısıyla desteksiz kaldığı gibi, Varlık Vergisi ve Muamele Vergisi gibi hiç beklemediği iki ağır vergi ile karşı karşıya kalmıştır.
1945’de hazırlanmış olan Üçüncü Beş Yıllık Sanayi Planı ile; kağıt, çimento ve dokumacılık gibi mevcut sanayileri yeni yatırımlarla geliştirmek ve verimliliklerini artırarak bunların savaş sonrası dış rekabete dayanabilir hale getirilmesi istenmiş, ancak bu plan daha sonra yoğun bir şekilde tenkide uğradığı için uygulanamamıştır.
Bütün bu olumsuz etkilerine rağmen İkinci Dünya Savaşı’ndan Türkiye, dış borçlarını ödemiş ve önemli miktarda altın ve döviz rezervi yapmış olarak çıkmıştır. Savaş sonrasında Avrupa ülkeleri üretimlerinin hızla artması karşısında, fiyatlar gerilemiş ve memleketimize bol miktarda tüketim eşyası girmeye başlamıştır. Bu nedenle elde mevcut döviz stokları kısa zamanda erimeye yüz tutmuştur. 1943 yılında yapılan cüz’i ölçüdeki devalüasyon 1946’da sonradan “7 Eylül Kararları” diye anılan ikinci bir devalüasyonla yüzde 50 oranında yükseltilmiştir.
d) 1946 – 1950 Dönemi :

Bu dönem, Devletçilikte Yumuşama ve Gevşeme Dönemi olarak tanımlanmaktadır. Bu dönemin en önemli olayı büyük sanayi devletlerinin ABD’nin önderliğinde gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelere yaptıkları yardımların kurumsallaşmasıdır.


Bu yardımlar bağlamında, Türkiye’ye yapılan ve 1947 yılında askeri amaçla başlayıp 1948’den sonra Marshall Yardım Planı altında ve ekonomik amaçlarla devam eden ABD yardımlarının Türkiye’nin sanayileşmesi üzerinde olumlu bir etkisi olmamıştır.
Genelde bu dönemdeki yatırımlar daha çok ordunun taleplerine cevap verir niteliktedir. Kumaş, cam, şeker gibi zorunlu ihtiyaç maddeleri, krom, linyit gibi stratejik öneme sahip ham maddeler ve silah yapımında bazı olumlu gelişmeler sağlanmıştır.
Devletçiliğe cephe alan, gelişme halindeki ÖZEL KESİM; 1948 yılı Kasım ayında Istanbul’da toplanacak olan MİLLİ EKONOMİ KONGRESİ’nde seslerini duyurmuşlardır. Bu, 1923 İzmir İktisat Kongresinden sonra 2’nci büyük Kongredir.
e) 1950- 1960 Dönemi :

Özel Kesimin Ağır Bastığı Müdahaleci Kapitalizm Dönemi olarak nitelendirilen bu dönemde Devletin, aktif kapitalistleşme gayretleri sözkonusudur.


1950 yılında yeni bir partinin yönetime geçmesi ile önceki dönemden farklı bir ekonomik gelişme modeli uygulanmaya başlanmıştır.
27.Mayıs.1960 tarihine kadar uygulanan bu model, ana hatları itibariyle aşağıdaki noktalarda toplanabilir :


  • Özel kesim köklü bir teşvik görmüştür. Buna rağmen, yatırımlarla ilgili ayrıntılı bilgilerin var olduğu 1950-1959 yıllarında, toplam yatırımlar içinde kamu kesiminin payının zamanla arttığı görülmektedir.

  • Dış yardıma, kayda değer bir yönelme olmuştur. Dış yardımlar daha ziyade alt yapıya ve tarımsal gelişmeye yöneltilmiştir.

  • Yabancı sermaye köklü bir teşvik görmüştür. Cumhuriyet’in ilanından sonra ilk defa yabancı sermayeye yurt içinde yatırım yapma izni sağlayan Kanun 1950 yılında yürürlüğe girmiştir.

  • 31.7.1958’de, üyelik için Ortak Pazar’a başvurulmuştur.

  • Tarım kesiminin gelişmesi sanayileşmeye kıyasla daha fazla teşvik görmüştür.

  • Ulaştırmada demiryoluna nazaran karayollarına ağırlık verilmiştir.

  • Özel girişimin öncülüğünde ithal ikameci tüketim malları sanayi geliştirilmiştir.

Dönem süresince sanayi kesimi, tarımsal değişime ve kentleşmeye bağlı olarak iç pazarın genişlemesi sonucu canlılık kazanmıştır. Dönemin temel özelliği,sınai üretimde dışalım yerine yerli üretim (ithal ikameci sanayileşme) türü sanayileşmenin birinci aşamasının tamamlanmış olmasıdır. Bu niteliğiyle dönem, bir bakıma özel sanayiye “geçiş” dönemi sayılabilir. Devletçi sanayileşme döneminde başlatılan temel tüketim mallarının yerli üretimi girişimi bu dönemin sonunda tamamlanmıştır. 1950’li yılların ikinci yarısında, özel sınai üretimin genişleyen iç pazarın taleplerini karşılayamaması sonucu, kamu kesimi de bu yönde üretimini genişletmek durumunda kalmıştır. Kısacası, özel ve kamu kesimi birlikte gelişmiştir.


Bu dönemde özel sanayi üretiminin özendirilmesine ilişkin yasal düzenleme yoktur. Teşvik-i Sanayi Yasası’nın 1942’de süresini tamamlamasıyla, 1963’e kadar yasal özendirme yoluna gidilmemiştir. Özendirmesiz dönem bir bakıma, tüketimin artması sonucu, doğal özendirme dönemi olmuştur.
Bu dönemde yapılan işlerden biri Türkiye Sınai Kalkınma Bankası’nın kurulmasıdır. Banka uzun vadeli ve makul faizli kredi veren ve yatırımların döviz ihtiyaçlarını karşılayabilen tek kuruluş olarak görev yapmıştır.
İmalat sanayi ile buna bağlı madencilik ve enerji sektöründe ikame malı ve hizmet üretmeye yönelik olarak gelişen sanayi, zamanla tüketici kesimin ikame mallarına olan talebinin çeşit ve miktar olarak artması sonucunda, montajcılığa doğru kaymaya başlamıştır. Gerçekte ikame malı üretmenin ikinci aşaması olan montajcılık Türk imalat sanayinin büyük gelişme göstermesine neden olmuş ve sonuçta güçlü bir özel imalat sanayi ve güçlü bir özel sektör yaratmıştır.
Bu dönemde sanayin genelinde gerçekleştirilen aşamalar şu şekilde özetlenebilir :


  • Azot sanayi ve petrol rafinerileri kurulmuştur.

  • Tekstil, çimento ve şeker sanayi ülke ihtiyaçlarını karşılayacak düzeye getirilmiştir.

  • Et kombinaları kurulmaya başlanmıştır.

  • Özel sektör dokuma sanayinde devletle boy ölçüşür hale gelmiştir.

  • İlerdeki gelişmelere zemin hazırlayan karayolu ve liman gibi alt yapı yatırımları yoğunluk kazanmıştır.

Dönem süresince sanayinin gelişmesine katkıda bulunan bir başka etmen, altyapı olanaklarının, özellikle ulaştırma, enerji ve haberleşme alanındaki gelişmelerin sağlandığı dışsal ekonomilerdir. Bu dönem, izlenen ekonomi politikasına bağlı olarak dış ekonomik ilişkilerde önceki dönemden çok farklı bir yaklaşıma tanıklık etmiştir.


Başlangıçta kamu sektörünü daraltıcı, özel sektörü genişletici liberal felsefenin yerini zamanla müdahaleci karakterde politikalar almıştır. 1954’den sonra izlenen enflasyoncu politikalar sonucunda 4 Ağustos 1958 devalüasyon kararları diye anılan istikrar tedbirleri yürürlüğe konulmuştur. İktisadi politikaya yeni bir yön verecek olan sözkonusu tedbirleri şu noktalarda özetlemek mümkündür.


  1. Türk Lirası örtülü olarak devalüe edilmiş (1920 yılında 82 kuruş olan Dolar ,bu devalüasyonla 282 kuruşa yükselmiştir) ve katlı kur sistemi getirilmiştir.

  2. Para arzı ve emisyon artışları durdurulmuş, kredi hacmi 30.6.1958 tarihindeki seviyede dondurulmuştur.


  1. Kredi ve mevduat faiz hadlerinin yeniden tesbiti öngörülmüştür.

  2. Dış ticarete kota sistemi getirilmiştir.

  3. KİT ürünlerine yüksek oranda zam yapılmıştır.

  4. Dış ticaret borçlarının konsolide edileceği ilan edilmiştir.

Alınan bu tedbirler sonucunda enflasyon durdurulmuş, ekonomide durgunluk başlamıştır.


Yüklə 269,08 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin